ben – “yeni bir harf buldum ama söylemem
konuşacak kadar göremedik
ki bakamadık bile kendimize”
kahramanlara özenip çektim kınlarından gözlerimi
renklerce yağmalanmış kapalı gök gibi
elimi bıraktığım yer kayboldu
ne desem üşüdü parmaklarım sırayla
sağdan sayarak eğdim
eğdim eğildiği kadar kafatasımı
kuşlar düştü sokaklara, buzlar çatladı bir bir
çocuklar uyandı
çocuklar üstünü örttü annelerin toprakla
– çocuklar ki yarının cesetleri-
kör – “derisine güvenen kadınlar gerçek sanıyor denizden yansıyan şehri
Görüyorum oysa bir ben görüyorum karanlığı iliklerine kadar”
boynumu kırıp baktım boşluğa
bir gün geldi aklıma
korktum ışıklar gitmez diye erkenden uyudum
uyandım erkenden
silinmek üzere yazılmış telefonları aradım
buldum eski kitap kapaklarında
ölüm oniki punto
ve rahatlık
unutmak intiharında bir kadındı
sen sandım gül üstü yağmur ıslaklığını
– gül ki dillerce kurutulmuş bir kelime –
sağır –”kimse dağıtmasın beynini
ben duyuyorum uzaktan geliyor bu leş kokusu kaf dağının ardından”
düşler anlatılasılığını yitirdi
yitirdi saydamlığını kış yetmedi yaza
cesetler çözüldü sızdı sızlanarak toprağa
aç kalmak gibiydim kırılmak gibi yada
yarasına sinirli terk edilmiş aslan gibi
yaşamak dedi kadın utandım
unutulmuş mezar kadar çöktüm içime
yüzümü tuttum serdim alnımı yere
sere serpe serdim avuçlarımı kuzeye
çok küstüm kendime çok kızdım ayrı yattım
– kendim ki kendim kendimden üzgün –
deli –”bak bu deniz benim ben ağladım bu kadar, küçüktüm kedim vardı Büyüdüm
benim olmadığını öğrendim sevindim öldüğüne”
küçüktüm işte eski zamandı
zaman çok eskiydi siyah beyazdı gökkuşağı
kekeme yağmurlar geldi ölüm geldi
sonra bahar falan geldi yaz geldi
mermer kokusu sindi havaya
zehir kuyusuna düştü bilyem ütüldüm
bi üzüldüm önlüğüm arkadan beyazladı
kafayı yedim çiçeklere isim verdim su verdim
ne aldıysam böldüm verdim
azığım azaldı annem girmez oldu çantama
– anne ki Kudüs’ü kutsal şehri gövdemin –
aşık -”dilsiz dilencilerin kelebek göğsü sandığı
dilden dile dolanan tehlikeli bir alışkanlıktır aşk”
eğri konsollarından epridi karanlık
esnek yapraklı takvimler büyüdü
geldi ölüm giderek yaklaştı
kaybolmak emniyetinde sordum cevapları
meraklı bir müzik sarktı pencereden
hasretten griye döndü soluk borum
üç kere büktüm sesimi
büktüm büktüm büktüm
gözlerini benzetmedim inatla
benzetmedim göğe ne denize ne bir hayvan gözüne
-”sen”ki kime sorsam başkası –
yalnız -“bizi bir şey öldürecek kaçmayın
bir şey bulacak bizi sığınmalarımızdan vuracak”
bakılası yerleri sustum su sandım ne varsa
avurtlarımı şişire şişire yürüdüm
yürüdüm herkesi üzerek
kalmayı üzerek yürüdüm
yalan söyledim yalan söylediğime dair
kadınlar sevdim çocuklar sevdim
sevimliydiler
kelebekler kediler köpekler sevdim
kollarımı da sevdim
sarıldım sarılması gibi bir ağacın sarmaşığa
– yalnızlık ki bıraktığı kadar herkesin –