Tag: Sait Faik Abasıyanık

Arkadaş

Bugünlerde bir akşam, şehrin aynalı gazinosuna ve aynaların içineSelim-i salis gibi oturacağım.Önümde rakı, dışarda akşam, akıntı,kayıklar ve gelip geçen,Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne siper edip bakan birisi:“Bu herif aşık!”, diyecek.Saçları perişan, dudakları mürekkepli, halibencileyin serseri bir kızıBüyük bir sandal-Akıntının içinden çekip-Rakı kadehimle benim arama bırakacak.Diyeceğim:“Bu akşam değil, bir başka akşam, seni alıpbir kocaman şehre götüreceğim:“O …

Devamını oku

Kameriyeli Mezar

“Yalnız o bahçıvanın bahçesinde zeytin ağaçları vardır. Mezarlık yolu hiç de sessiz bir yol değil. Bir motorun patpatı, kuş sesi, arı, sinek vızıltısı, denizin çakıla serilişi, karşıda bir harp gemisinin buram buram çıkıp da uzaklarda saatlerce duran dumanı, eşek nanelerinin kırmızı çiçekleri, katırtırnaklarının parlak sarısı, yaban turplarının, ballıbabaların, çalı süpürgelerinin, deve dikenlerinin, karabaşların parıltısı, büyümesi …

Devamını oku

Semaver

– Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın. Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı. İçindeki Cenabı Hak’la beraber oğlunun odasına girince uzun boyu, geniş vücudu ve çok genç çehresi ile rüyasında makineler, elektirik pilleri, ampuller gören, makine yağları sürünen ve bir dizel motoru homurtusu işiten oğlunu …

Devamını oku

artık denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor

Sait Faik Ada’dan biriyle balığa çıkmış. Küçük bir karagöz yakalamış. Oltadan çıkarınca bakmış çok küçük, öpüp denize geri bırakmış. Yanındaki ne yaptın deyince, ‘Bak, demiş artık denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor.’

Papaz Efendi

Evimiz kilisenin karşısındaydı. Bu, akşamüstleri lacivert kesilen gökyüzüne, neftileşen çamlara kırmızı tuğladan vücudu ile yaslanan, çan kulesi olmadığı için tepesine her zaman bir karga yahut da şair bir martı konan haçı ile Bizans’tan beri Rum kalfanın Ortodoks ve cahil kafasından restore edilmiş, kiliseden çok bir Bizans derebeyinin evine benzeyen bir binadır. Bir tek kubbesi vardır. …

Devamını oku

Dülger Balığının Ölümü

Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?… Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları. …

Devamını oku

Ermeni Balıkçı ile Topal Martı

Topal martı ile balıkçının konuştukları bile görülmüştür. Önce martının laf attığına kalıbımı basarım, diyeceğim. İlkin balıkçının martıya laf atmasının mümkünü yoktur.Raviyanı ahbar işbu muhavereyi şöyle naklederler:Martı:Balıkçı:—Susacak mısın topal, sabah sabah?..Martı:Balıkçı:—Patlamadın ya! Daha nişana varmadık.Martı:Balıkçı:– Gözünü seveyim topal, sus… Sus da bir yan evvel (bir an evvel) varalım şu nişana. Martı:Balıkçı:—Zo bu kadar laf ettiğine bakılırsa …

Devamını oku

Menekşeli Vadi

   Arkadaşım kafasını iri elleri arasına almış düşünüyordu. Önünde yarım kiloluk bir şarap şişesi yarı yarıya boştu. Fasulya piyazı ile tek uskumru artık yenmiyecek bir manzara içinde öyle elemli duruyorlar ki, günlerce aç kalmış birinin arzu içinde yemeğe oturduğu halde, bir lokma aldıktan sonra birdenbire midesine saplanan bir sancıdan yiyememiş de tabaktaki yemekler canlı imiş …

Devamını oku

Lüzumsuz Adam

Ben bir acayip oldum. Gözüm kimseyi görmüyor, kimsenin kapımı çalmasını istemiyorum. Dünyanın en sevimli insanları olan posta müvezzilerinin bile… Mahallemden pek memnunum. Yedi senedir çıkmadım oradan desem yeri. Hiç bir dostum da nerede oturduğumu bilmiyor. Mahallem dediğim; şu yedi senedir -üç ayda bir Karaköy’e inip dükkan kirasını almak bir yana- yaşadığım yer, üç dört sokak …

Devamını oku

Kıskançlık

Köyün civarını, çiçek açmış şeftalilerin dibinde derileri pul pul çobanlarla dinlenerek, ekseriya, bahar güneşine sarılıp yürüyerek dolaştım. Dağlara türkü söyleyen ufacık çobana: “Karnım aç, yavru” dedim. Dağarcığından kumlu köy ekmeği ve suyu seli kaçmış Mihaliç peyniri çıkarıp verdi. Pınar buldum, su içtim. Köye akşama doğru ancak varabildim. Meydandan geçerken ağalar el ettiler. “Muallim Efendi,” dediler …

Devamını oku