Dünyanın En Kısa, En Hüzünlü Aşk Hikayesi

― Beni seviyor musun?
― Hayır.

Martin Gardella

Bölünmeyen Bir Sessizlik İçinde

Öyle seviyor ki susmayı,
sözcükleri öyle seviyor ki,
lambasız kalabilir geceleri,
kışı uykusuz geçirebilir.

Esrikliğin
değişen yoğunluğu onun için her mevsim,
rüzgârlar
yoğunluğun dalga dalga esrikliği.

Derken gemiler yanaşıyor
-çok yorgun bir fırtınadan
bağrının rıhtımına-
sürgünden dönenlerle yeniden
yaşamak doludizgin.

Cevat Çapan

Yalnızlık

Şemsiye yapımcıları
ıslanmaktan
tek kişiyi koruyacak genişlikte
kesince kumaşları
yağmur değil
yalnızlıktır yağan

Daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarını
bekçinin nefesiyle
düdüğün içinde dönen
nohut taneciğinin
yalnızlığı

Ne çok sevinirim bilseniz
bir yılan
mezarıma girer de
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa

Sunay AKIN

Mezarlık

Dün akşam gün batmadan
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü üstünü:
Madem ki annesi burada yok,
Bu küçük kız bize emanet,
İlerde yatan bir başka ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelayı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.

Baki Süha Ediboğlu

Arz-ı Hal

Ben de günahkâr kullarındanım Allahım…
Bir “Kulhuvallahi” bilirim dualardan,
Bir de “Yarabbi şükür” demeyi doyunca.
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkâr kullarındanım Allahım!..

Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..

Yazdiklarıma sakın darılma Allahım!..
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun, hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!..

Sana bir şey soracağım, affet Allahım!…
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar…
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar,
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!..

İşte insanlar bu minval üzre Allahım!..
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca…
Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın..
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..

Turgut UYAR

Gezi Adası

………….Ballim İçin Üç Lirik Şiir

1

İnsanın içinde büyümesi bir ceviz ağacının
nereye gidersen orada sürüyor kökleri
sakin huzurlu gökyüzüne doğru
bakıp dua ediyorsun gözleri için
kıvrılıp kalbine dolanan saçları
yağan susan yağmur ve toprak için
derisinden de ayrılıyor insan

Neden çoğalıyor ömrümüze
gidenlerin kalbi, neden
akıyoruz azaptan ötekine
Sürgün… ruhumuzun başka ruhta
İkiye bölünüp dönmesi pervanesine
kalan uğultu
büyük yalnızlık
sonra ağacın usaresi

Aydın Şimşek

Ve İşte Elveda

Pek az birşey ekleyebildim dünyadaki milyonlarca mısraya.
Ve fazlası yoktu onların cırcırböceğinin dediklerinden.
Biliyorum, bağışlayın, işte yolun sonuna geldim.

Ay tozunun üstündeki ilk ayak izleri bile olamadılar
Parlasalar bile şavkları kendilerinin değil
Sevdiğim bu dilindi.

Genç aşıkları öpüştürecek suskun dudakları titreten o güç
Kızıl yaldızlı kırlardan gelip geçerken
Ekvatordakilerden daha ağır bir gün batımında.

Şiir baştan beri bizimle
Sevgi gibi, açlık gibi, veba gibi, savaş gibi
Mısralarım bir çocuk gibi utandırdı bazen beni.

Ama asla özür dilemiyorum
Güzel sözcükler aramanın
Kan dökmekten iyi olduğunu biliyorum.

Jaroslav Seifert

Misafir

sana bakarak
bütün yüzleri unutmak
kendimden
ve arap saçı olmuş
bir sürü
hikâyelerden bıkarak

sana misafir geliyorum
denizlerin sisi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış

sana misafir geliyorum
biraz daha uykuya yakın
biraz daha dalgın
biraz daha başka şeylerden uzak

Asaf Hâlet Çelebi

Sıcak Kan

Sizin için kalktım geldim
ve her tarafınızdan ayrı bir koku topladım.
Göğsünüzden inat,
boynunuzdan uzun sonsuz bir damar,
açılmış çiçeğinizden hercai polen.
Her tarafınıza ayrı bir koku bıraktım,
genzinizde bukağı, bileğinizde
en derin kuyuya atsanız
sesi silinmeyecek huzursuz zaman,
dibimden ilk bulunduğu günkü kadar gür ateş,
kökümden nefes, sapımdan
uzun sonsuz bir okun asi ıslığı.
Kokularım kokularınız artıkÑ
bir çingenenin kahkahasında patlayan
ansızın güneş.

Sizin için kalktım, geldim.
Belinize doladığım bu koldan biraz önce
çözdüğüm saate akrep yelkovana kördüğüm,
içinizde hızla köpüren Dicle’de
fırdöndü bir atım:
Bu keman sizsiniz, bu hoyrat yay benÑ
alnınızda birikmiş her taneye yansıyor
yüzümdeki gezgin fırtınanın topladığı iz,
iki göz sizde dimdik iki giz,
çıkıyorum doruğunu görmediğim merdivenden
iniyorum dibini görmediğim,
korkularım sizin korkularınız artık –
ya şimdi ölmeyeceksem.

Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için konuştu şiirin nicedir
silindiği bu dil, çalıştığı bu soğumuş kas,
kilitlenmiş bu kasık,
bakışıma dadanan bu kırılgan şimşek
sizin için çıktı gecenin simsiyah yüzüne,
sizin için topladığım bulutlar
ve koptuğum sağanak,
ağzımdaki körelmez savaş
ve bu kesik çığlıktaki taşkı,
sizin için bu tutuşmuş fitil,
bu kesif dumanı gözbebeğinize
durmadan gönderen körük,
sizin için
tırnaklarınızı boyayan
sıcak kan.

Sizin için kalktım yerimden,
üstümdeki koyu kara tren hüznü,
dilimde herkesin unuttuğu
ve gizini sökmek istediği uçarı aruz,
ellerimdi ateşin ucunda kıvranan,
kimsenin durduramadığı soluğumdu
dolaştığı an her yeri hemen kavuran,
taşıdığımız ortak göçmen ruhta
tuzaklarını bir bir açan ve çözen
gövdeydi – sessiz geceden akan.
Benim için açıldınız,
kartal kanatlı pencere.
Benim için uzun sonsuz saçınızdan
dolanıp karadüşlerime öldünüz,
toprakta benim için dirildiniz pupa yelken,
güldünüz, tıkandınız, kılıcıma kın
benim için delirdiniz, içiniz deniz.

Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için geldim ağır ağır. Bu tohum,
bu karmaşık düzenli terkedilmiş bahçe,
heryeri ışıksız bu yabanıl orman sıkışıklığı
yılları delerek büyümüştü içimde.
Beklememiştim ki sizin için
benim için beklemediğiniz dönemeçte:
Çıkagelmiştiniz, çıktım geldim,
sönmez artık bu uzun sonsuz yangın,
kokular ve korkular,
bir duruş, biriki tokadı andıran kelime,
bu sokaklar, bu midye gibi
kendi üstüne kapanan loş şehir
izlerimizi silmez.

Enis Batur

Gökyüzü, Uçurtmasıdır Tanrının

Nasıl unuturum, özenle katlanmış bir mendili
üstünü başını yırtmış
çocuk gülüşüme düğümlenen

hatırlamak bir kuş
unutmak gökyüzü…

Nasıl unuturum, sığ ırmakların gürültüsünü
duyuyorum bana doğru eğildiğini
sanki daima yalnızmışım gibi…

hatırlamak bir kuş
unutmak gökyüzü…

Nasıl unuturum, kim tutu ellerimi
istediğin kadar dokun bana
gözler, daha çok anlar ellerden

hatırlamak bir kuş
unutmak gökyüzü…

Nasıl unuturum, yüzüme kimin dokunduğunu
güneşi, suyu ve ateşi gördüğümü
kendimi hiç görmediğimi…

Ertan Mısırlı