I Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;Aşındırarak bütün güzel duyguları.Bir yarım umuttur elimizde kalan,Göğüslemek için karanlık yarınları.Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,Damağımda kösnüyle gezinirken;Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,Dışarda rüzgar acıyla inilderken.Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,Seninle bir döşekte …
‘’Ben Metin Altıok, adanmış yüreği imgelerin. Türkçenin gece gezen mahalle bekçisi’’ İzmir’in Bergama ilçesinde 1941 yılında Göçbeyli isimli bir köyde dünyaya gelir Metin Altıok. Orta halli bir ailenin ilk çocuğu. Yaradılış itibari ile içe dönük, …
İnsan ömür boyu kendine dolanan bir bağGibi konuştu, gibi söyledi, gibi sevdiSeyrek neşe, biteviye dalgınlık, borçlu sabahlarBir şehrin ortasında hep yaşıyor gibi yaptı İlkeli ve tarafsız bir haber gibiydi yeryüzündeHerkes dinliyor gibi yaptı, çiçekler hariçHiçbir …
kendimden başkakimseye kızmıyorumkendime yakıştırmadığım her davranışher sözkalbimiiçinde Yusuf’un olmadığı bir kuyuya düşürüyoryaşamaktansınıfta kaldımoysasınıfımı geçmek için anneme söz vermiştim ölüm hak, ecel gerçekancak merhametsizlikten deölüyor insanlar omuzlarımda dağlaravuçlarımda ardıç kuşutaşıyorumve kalbimde umudum Allah’ım…her hatamdan sonra merhametinleyeniden …
Tavan arası penceresinden görüyorsun tepeyi, servi ağacını, köylülerin unuttuğu patatesleri bulmak için her alacakaranlıkta keşfe çıktığın tarlayı. Kabukları sen yiyip, içini karnı hep aç olan Mur’a ayırıyorsun. Oğlun öylesine sıskaydı ki zayıflıktan kemikleri sayılıyordu. Önce …
Elimde bir kandille, yüreğimde bir kandille: Karanlık’ta savaşmaya gidiyorum yorgunluk beşikleri bırakmış gelip gitmelerin keşmekeşini ve güneş derinden kül olmuş samanyollarını aydınlatıyor. dolunun bulutları tohumlandığı an yıldırımın asi çığlığı duyulur. ve asma’nın sessiz sızısı: kıvrım kıvrım uzun dallarının ucunda filizlenirken küçük koruklar
***
Tüm çığlığım sıkıntıdan kurtulmak içindi, çünkü ben en korkunç gecelerde, güneşi ümitsiz dualarda Sen güneşlerden, seherlerden gelmişsin. talep ettim. Sen aynalardan ipeklerden gelmişsin
***
Ateşin ve ilahın olmadığı bir boşlukta Senin bakışını ve itimadını ümitsiz Dualarda istedim. İki ölüm arasında İki yalnızlığın boşluğu arasında bir esinti senin bakışın ve güvenin böyledir, Senin sevincin acımasız ve uludur. Nefesin benim boş ellerimde, nağme ve yeşilliktir.
***
Elimde bir kandille Gönlümde bir kandille ayağa kalkıyorum Ruhumun pasını gideriyorum Senin aynanın karşısına bir ayna bırakıyorum Senden ebedi bir varlık yaratmak için
Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum. Yavaş esen rüzgarda -İkilem arasında gidip gelerek. Akasyaların rüyasında ölmek istiyorum.
Atlas çiçeklerinin ağır soluğunda
ölmek istiyorum. yazın ıslak ve sıcak bahçelerinde. günbatımının ilk saatlerinde atlas çiçeği soluğunda uçmak istiyorum.
Göğsümde hançer yarası süsen gibi açsa da. akasyaların rüyasında ölmek istiyorum atlas çiçeklerine geçit olmak istiyorum. -son fırsatta- akşam vakti, saat yedide.
Nazlı! İlkbahar gülümsedi ve erguvan açtı. Avludaki yaşlı yasemen bile çiçek açtı inat etme! uğursuz ölümle uğraşmal var olmak, olmamaktan daha iyidir, hele ilk baharda. Nazlı konuşmadı, başı dik Yiğitçe sustu ve gitti.
Nazlı! Konuş! Suskunluk kuşu aşiyanda dehşet bir ölümün üzerine kuluçkaya yatmış. Nazlı konuşmadı. güneş gibi karanlıktan geldi. Kan kırmızı oldu ve gitti.
Nazlı konuşmadı Nazlı yıldızdı: Bir an bu karanlıkta parladı ve gitti. Nazlı konuşmadı Nazlı menekşeydi Çiçek açtı, kışın bittiğini müjdeledi ve gitti …
Ahmed Şamlu
• Nazlı: Politik görüşleri sebebiyle Şah döneminde idam edilen yazar ve düşünür.
On on iki senedenberi pek yakın vakte kadar görürdüm:
Yazın — Boğaziçi’nde ise — ekseriya Tarabye’de, Kalender’de, Yeniköy caddesinde — Büyükada’da ise — ekseriya büyük tur yolunda, Hristos çamlığında, Maden ve Ayanikola civarındaki kumluk sahillerde, hemen daima tenha mevkilerde, kışın Beyoğlu’nda, ekseriya Nişan taşı, Şişli cihetlerinde, bazen Taksim bahçesinde, Taşkışla önünden Gazhaneye giden o tenha yolda, ara sıra da köprü üzerinde daima beraber görürdüm.
Son zamanlarda bunlar -biri artık ihtiyarlık çağına varmış, diğeri ise sahavet mevsimini geçirerek ahdi şebabın devrei ulâsına henüz girmiş- iki vücut idi ki biri birinin gölgesi gibi biri birinden ayrılmazdı.
Üç beş sene mukaddem bir tesadüf bunların baba ile oğul olduklarını bana bildirmişti. Ondan sonra her tesadüf ettikçe hâlü hareketlerine, muamelelerine bir hiss-i takdirü tes’it ile dikkat eder oldum.
Baba senelerden beri it’ab olunmuş bir beynin endîşe-i muhâkemât-ı rûzmerresini tercümeden artık tamamıyla âciz görünen yorgun, dalgın, hun-âlûde gözlerinin bakiyye-i nûr-ı hayatile ikide birde oğlunun vücudünü tekmil ihata etmiye çalışır.. Oğul, bu temâ-ı nûr-ı iştiyâk ile okşandığından mütelıassil mahzuziyetini imâ eden mağrur bakışlarile etrafını süzerek yoluna devam eder.
Renkler biribirine benzemez: Baba sarı, oğul ise karaya yakın kumraldır. Fakat müfrit denecek bir asabiyet-i mizâc, bir ciddiyet-i mişvar, bir iptilâ-yı tefekkür gerek babanın, gerek oğlun… hususa oğlun sîmâ-yı hazîn-i hayâtına müntabi’dir.
Bunlar az lâkırdı ederler.. Lâkırdıya en evvel başlıyan da mutlaka babadır. Konuşurlarken pek nadir olarak ikisinin de mağmum çehrelerinde – kat kat muzlim bulutlar altından fırlıyan şimşek gibi- hafif birer emâre-i ibtisâm görünür ki derhal zail olur.
Baba da oğula karşı mevcut olan iptilâyı ezelî-i ruh, alâka-i ebediye-i kalbiye hiçbir nazarı dikkatten mestur kalmıyacak derecede şiddetli ve ateşlidir. Bunun o yorgun, o dalgın nazarlarının bakiyye-i nur-ı hayâtında dem-be-dem nümayan olan inkisâr-ı bi-tâbî, bunun o serî’ül-intifa ibtisamatında gizlenmek istiyen arzû-yı bedihî-i bükâ imâ eder ki kem-terim ve nâ-tüvân bir emel-i hazin ile kahhar ve bî-amân bir endişe-i hâşine ma’reke-i heycâ olan ruh ve kalbi daima giryan-ı melâl, daima hûn-çekân-ı infiâldir. Mamafih oğluyla daima beraber bulunmak onu mes’ut eder gibi idi.
Şimdi biraz vakitten beri artık bunlara hiç bir yerde tesadüf etmiyordum. Bu mart ayı içinde bir sabah Büyükada’nın Hıristos ormanına çıkarken ihtiyar babayı yalnız gördüm. Elindeki kalın bastona dayanarak yokuşaşağı ağır ağır iniyordu. Renginin uçukluğu, harekâtının bataeti, halsizliği, mecalsizliği ile beraber simasının keder-âlûdeliği, siyahlara müstağrak kıyafetinin perişanlığı kendisinin hastalığından ziyade musibet-zedeliğini hatıra getiriyordu.
Bu zavallı babayı bu hale getirecek musibet ne olabilirdi? Bunu düşünmiye vakit kalmadı, karşı karşıya geldik. Kendisini bir aşinayı kâdim gibi selâmladım. Ve gördüğüm hüsn-i mukâbeleden cesaret alarak, bilmem nasıl bir hissi tefahhusun ibramile: “Küçük refikinizi bugün beraber almamışsınız..” dedim. O anda zavallının her vakitten pek ziyade kızarmış gözlerinden fırlıyan iki büyük katre-i te’essür sapsarı çehresinden aşağı yuvarlanırken bana cevap verdi:
– Nijad’ı mı soruyorsunuz? O öldü…
Recaizade Mahmud Ekrem Nijat Ekrem ve Tefekkür Umuttepe Yayınları
Mersiye birinin ölümü üzerine duyulan teessürü ifade etmek için yazılan manzumedir. Mersiyelerde şart olan te’sîrin gösterilebilmesi için, yürekten müteesir olmuş bulunması lâzımdır. Öyle olmazsa mersiye diye yazılan o mısrâların mezâr taşlarını karalayan ısmarlama ölüm târihlerinden farkı olmaz.
Hemşirezâdem Fatma Vediatullâhın irtihâli dolayısıyla yazdığım tarihli bir mersiye:
Makdem-i sa’d-i meserret-bahşı hâher-zâdemin Şevk-i diger verdi de kalb-i sürûr-âbâdıma Beş vakit âmin ile yâd eylerim târihini Hıfz-ı kuds-i Kadire olsun Vediâ Fâtıma
h. 1325
Kıt’asiyle doğduğun tarihi yazmışdım senin Şimdi zabt etmek ne müşkil irtihâl-i ahzenin
Vâlid-i gurbet-karârından emânettin bana Ben (Vedia) ismini vermiştim evlâdım, sana
Sen idin bir sermedi feyz-ı- bâhârı ömrümün Çehre-i- sâfındı dâim neşvezarı ömrümün
Ey samîm-i rûhumu tenşît eden dilber melek; Gıbta etti mânevî ezvâkıma zâlim felek
Pençesi bir derd-i bî-dermânın oldu dil-hirâş, Kıldı gülbün kamet-i vâlânı mecbûr-i- firâş
Bir devâdan âfiyet kesbetmedi derd-i rien Olmadı bir vechile kabil helâs ü tebrien
Yine pür cûş-û hurûş oldu derûnum bu gece Döndü bir fırtınaya sabr-ü sükûnum bu gece Canfûrüz ahım ile sine-i- zârım yandı Dem-hurûş eşkim ile garka-i hûnum bu gece
Değdi mızrâb-ı- tahassur yine evtâr-ı dile Yaralı kalbim ile nale füzûnum bu gece Âh ey aşk; zebun-küşlük olurum bu kadar Rûh-ı- bi-tâba acı, fazla zebûnum bu gece
Ben usandım yaşamak nâmına çırpınmaktan Var ölüm râhatına meyl u- rükûnum bu gece Ey karanlıkta boğulmuş olan ufk-i- ümmîd; Sana da etmiş eser tâli-i dûnum bu gece
Necm-i ümmîd değil, bir ufacık lem’â bile Görmüyor, baksa da gerdûna uyûnum bu gece Sarsılıp sarsar-ı hicrân ile Tâhir; Döndü bir fırtınaya sabr ü sükûnum bu gece
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın Havada kaçan bulutların hışırtısı Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler Hiç kımıldamıyorlar Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor
İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar Boyunları bükük Yorgun asabi kederli kindar Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak
Sarı uzun yüzlü cesur işçiler Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar Hiç konuşmuyorlar Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur Hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar Hepsi deli gibi severler yaşamayı Bu en önde giden grup Tophane’de Dikimevi’nde çalışır Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar Kömür işçisidir Bu üç kız, Beyoğlu’nda büyük bir mağazada tezgâhtar Bunlar yol amelesidir Bunlar vapur işçisi Öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı Hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar
Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur (Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)
Durduğun yerden İstanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla sanki yürüyor Bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen Kız Kulesi’dir Kayıkların direkleri insanların üzerinde Büyük bir bulut gelip durmuştur İşte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur yağıyor Bir defa olsun akıllarına gelmemiştir Gözleri pırıl pırıl balıkların Bir İstanbul göğü altında ağlamak Hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar Dokunsanız ağlayacaklardır
İstanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor
Bu saatte dünyada sabahtır Bu saatte yeryüzünün birçok limanlarına gemiler girip çıkar Birçok insanlar balıktan çıkıp dönerler İstanbul bin göz bin dudak halinde ayakta İşte sırayla kalkan kepenklerin gürültülerini duyuyorum
Camlar siliniyor
Tramvayların havayı yarıp geçtiklerini görüyorum
Tünel’de vagonların ışıkları yandı.
Gülhane Parkı’na güneş vurdu.
Fatih’teki “Garipler Mahallesi”nde şimdi sade çocuklar kalmıştır
Edirnekapı tramvayında iğne atsan yere düşmez. Sanki bir can pazarı kurulmuştur Uyuyan şehirleri evlerini Allah’ı satıyorlar
Bu saatte İstanbul insanı deli eder Bu saatte yeryüzü çalışan insanların elindedir Bu saatte düşman uykudadır İstanbul’un çalışkan fakir halkını İşleri başında görüyorum Kapanık sokaklarda kunduracılar Bazıları elektrik bazıları gaz lambası altında çalışıyor İki yana açılmış kollarıyla havalanmak üzere olan kuşlara benziyorlar Hepsinin başları önlerinde Hepimiz ayaklarımızın rahatlığını ellerine bırakmışız Memnunuz Demirci kızgın ateş önünde çeliğe su veriyor Bakkal ayakta ellerini kavuşturup durmuş
Yorgancı bir sıra kırmızı gülleri sıraya koydu dikecek
Eski elbiseciler kapılarının önlerine çıkıp oturdular
Kapalı çarşının küçük esnafları el kadar dükkanlarını açtı Mercan Yokuşu tıklım tıklım Sabahla işe giden o insanların hepsi ayakta Ben bu sokağın öğle paydosundaki halini bilirim Ellerinde ekmekleriyle işçiler Yan sokaklara çöküvermişlerdir Kadınlı erkekli Bir an makinelerden yağlardan kurtulmuşlardır Gelip geçenlere garip bir şekilde bakarlar (Bu bir an işten ve dünyadan uzak saatlerde Onların akıllarından geçenleri bilmek isterdim) Hiçbir zaman büyük ve ölmez olduklarını bilmezler
Dünyaya sadece çalışmaya ve cefa çekmeye geldiklerine inanmışlardır Bütün fukara sokaklarda kalabalık halk mahallelerinde Durgun ve düşünceli yüzleriyle onlar vardır
Marangoz hem tahtayı ölçüyor hem şarkı söylüyor Kitapçı bize yeryüzünü unutturan kitapların tozunu alıyor Tekrar yerine koyuyor Havada Çalışan insanların sesleri Manav çamurların ve yağmurun arasından karpuzlarını kurtarıp sıraya koyar Bakırcı ip gibi ince kırmızı ve halis bakırdan memnun İki eliyle bir kulp yapıyor, sonra bozuyor Berber aynalarını aletlerini koltuklarını temizlemiş makası elinde bekliyor Terzi ütüsünü almış omuzlarımıza yuvarlaklık veriyor, sonra iğneyi alıyor Mürettip daima yanıbaşında duran büyük adam isimlerini bozmadan bağlayıp makineye veriyor Eskici bir kadın kundurasının bir tekini bitirdi Öbürküne başlayacak Kahveci umumun arzusu üzerine eski çayı döktü, yenisini demledi Seyrisefer memuru yerinde Gözünden hiçbir şey kaçmıyor
Ben arkamda bir gömlekle insanların arasındayım Bu saatte İstanbul küçük insanlarındır Hepsi işin ve çalışmanın o hür o kardeş dünyasına doğru yola çıkmışlar Gözlerinde ümitli ve emin dünyası insanoğlunun Neşeli veya kederli yüzleriyle Hepsi cesur ve mağrurlar Sen yatağın yorganın bir faytonda dünyada yapayalnız olduğunu hissediyorsun Aklından sırayla büyük şehirlerimiz geçer Ankara İzmir Eskişehir işçileri dönüyor Zayıf sert bakışlı halim selimdirler Büyük şehirlerimizin ağızlarında kıvrılıp uzanmışlardır Büyük şehirlerimiz Ambarsız istasyonsuz silosuz Fırınların önüne kurşun yağdırsan nafile Benim de aklımdan aynı şeyler geçer Ama daha kahırlı daha kindar daha söylenmez şeyler Sen üzerleri camlarla örtülü garlar vagonlar hayal edersin Önünde dört ucu ile kapalı bir gök uzanır Güpegündüz okunan ezan seslerinde sesin yaşanır Bir şarkı halinde girer rüyalarına Duvarlarında gümüş isalar asılı kiliseleri İstanbul’un Arkan sıra ellerin serinliğinde bir gece yürür Yakın pencerelerden sabaha doğru beyaz evlerin sahibeleri gerinirler Mavi gök yerinden oynar Rıhtımda bir adam cigara yakar, dumanlarını ağzında tutmaz Gözleri büyümüş bir kız köprüden geçenlere bakar, konuşmak ister, konuşamaz Sokaktan bir şair geçer, hiçbir şey için değildir Bakarsın dünya güzeldir, bu kubbe bu baştan ayağa kuşanmış dağlar için deli olunur Şuramızda biri soyunur İnsanın aklı oynar Öteden birbirlerine sarılmış insanlar geçer Sokaklar iştaha gelir Bu kepenkleri inik dükkanların arasından ıslıkla geç Ardınca kalan dağ dağ arzulardır Bir defa dokunup geçtiğin havada Koltuğunda bir İncille kiliseye giden bu kadın Üç ispermeçet mumu ile bir itirafta bulunacaktır Bu bütün vücudu ile işaretler yapıp geçenin öyle aşkları vardır, söylenmez Salisen bu kırmızı saçlı kız bütün türküleri yarım bilir Hep aynı insanlar geliyor aklına Bu akşam en geç saatlerde sokaklarda görün Bu akşam ömründe bir defa bir adam Caddeden geçen insanlarla kardeş olmak istemiştir Bir defa bir eskici ispirto lambası altında mektup okumuştur Aşktan ve kadından bahseden saf insanlar namına aklına ağlamak gelmiştir Mamafih ya dünya ya yıldızlar ya insanlar için şarkılar söylenir Bu akşamlara harikulade bir çingene kızı bacakları ve ağzı için üzüldüğümüzü bilir
Kanadı mükemmel bir kırlangıç tramvaylara sürünüp geçer İnsanlar minareler deniz esner Küçükpazar kahvelerinde ay ışığında iskambil oynayan işçiler seni tanır Sen Geceler ardının mahzun insanları için ağlarsın Bir anda yalınayak çocukların sattığı gazeteler okunup atılmıştır İnanılmayacak şeyler olmuştur yeryüzünde Avrupa istila edilmiş Tekrar kurulmuş Hamdolsun Hitler Mussolini ölmüştür Beyaz kravatlarıyla lavaller artık namevcuttur Vatanımda günde bir milyon balık denize dökülüyor ……….
Dağ oyuklarına sokulmuş kasabalarımıza kamyonlar tırmanıyor Trenler buğday taşıyor İnsanlarımız ufalmış küçülmüş çöpe dönmüşler İstanbul’da ekmek yağ kömür sıkıntısı Fırınların ofislerin hastanelerin önünde yığın yığın halkımız Büyümüş sarı çekik gözleri dal gibi vücutlarıyla gelip dizilmişler İstanbul mahzun avare çıplak Bir ince gömlek arkasında Çalışan insanların alın terinden Çalışan insanların emeğinden Eskici işlini bitirmiş peynir ekmek ve karpuzla karnını doyuruyor Hepsi öyle hepsi dörder beşer olmuş öğle yemeklerini yiyorlar Duvarcı hemen duvarın dibine çökmüş, yiyor İşinden ve diğerlerinden uzakta değil Fırıncı ateşin karşısında tezgahtar tezgahta deniz işçisi denizde yiyor Boyacı birinci kat boyanın kuruduğunu artık ikinci katı sürebileceğini düşünüyor Kuyumcu Şalimoya gazocağına benzin koyup hemen işe başlayacak Saatçi gözlüğünü taktı Askerler vatmanlar polisler nöbet değiştiriyor İnsanlara dokunmak ihtiyacını veren bir güneş Galata kulesini aşarak büyük caddelere uzanıyor Büyük küçük gemiler insanların hayvanların binaların önünde gelip demir atmışlar Böyle hep insanların arasındayım, yürüyorum Daima telaşlı halkını sevdiğim Karaköy çarşısını, tıklım tıklım sokaklarını geçiyorum Zürafa sokağından sesler geliyor Sen Paris sokaklarının ressamı Utrillo Ben küçük bir asmanın süslediği bu dar sokağı seviyorum Gökyüzü diye el kadar bir bulut parçası uzanır Hiçbir şey yokken yaşamak arzusu verir insana Kimselerin dinlemediği bir radyo harp havadislerini bildirir Akşamları boyunlarında mendil bağlı delikanlılar hava almaya çıkarlar Uzakta büyük küçük gemiler gerinir Projektörleri uyuyan serserileri aydınlatır Gökyüzünden kalkan bir yıldızın nereye düştüğünü onlara sorun, söylesinler Bir teşrinisani gecesi gayetle pis bir lokantadaki kadın hatırımdadır Bana beraberce ağladığımız bir şair resmi göstermişti O her akşam armonik çalan bir delikanlının sesini çok uzaklardan tanır Kupa bir faytonun içinde ağlayan kadının kim olduğunu bilir Namütenahi güzel gecelerin birinde esrar içilen kahveyi ondan öğrendim Ben o zamanlar dehşetli hassastım (Ben o zamanlar İstanbul’un Tophane ile Yüksekkaldırım akşamlarının haylazlık şarklarını söylerdim) Bu sokağın Polonyalı bir kızı vardır, düşünürüm
Bunun krallar ve padişahlar kadar hür akşamüstleri vardır Seyyar bir sinema makinesinden uzak memleket resimlerine bakılır Mavi bulutları kırlangıçları kuleleriyle insanlara sarılıp yaşar Allah’ın günü bahriye neferleri dolaşır Günde üç defa işçiler geçer Bu sokak eski aşk plakları çalar Kadınlar sabahları kapılarının önlerine yarı çıplak, geceleri soyunup otururlar Gramofonlara serseri akşamüstlerinin en yeni İspanyol plakları konur Gece yarısından sonra sarhoşlar için gitar çalan delikanlının sesi harikuladedir Müstesna zamanlarda kocaman bir ay bu merdivenli sokağa vurur Kapanık binaların camlarına İtalyan Kilisesi’nde söylenen dualar dökülür Uzakta büyük küçük camiler gerinirler Karınca gibi çalışır insanlar Üzüm çuvalı un çuvalı altında geçerler Sinemaların önünde Yahudi çocukları oynar Sen çiçekli beyaz sabahlığınla hatırıma gelirsin Bir minyatür misali yüzün berber dükkanlarının camlarına işlenmiş Ağır bir çay kokusu dağılır saçlarından İki yanında çok defa aşksız garip insanlar oturur Bu yüzünde bıçak yaraları taşıyanın üç cinayetle dolu bir hayatı vardır Bu gelip geçenlere gülen kadın artık hiç kimseyi beklemediği için neşeli Bu en çok aşktan korkar Bu sıkıntıyı sevmez başını alıp gider Ben onlar kadar dünyayı sevenlere rastlamadım Benim onlar için yazdığım şiirlerim vardır Neşredemem
Ben bu sokakların ağır bir öğle güneşi altında gerindiklerini bilirim Kilise sokağının bütün bir sene sıkıntılı halkını seyrettim Ermeni kilisesinin çan seslerine ezan sesleri karışırdı Hala uykusuz gecelerime musallat olan bu sokağın sıkıntılı kadınlarıdır Göğün sonuna kadar alçalışını, gökyüzünün büyük ve aziz oluşunu Ben bu sokaklarda seyrettim İşleri için sabahla evlerini terk eden insanlar gördüm Sevdiğim eski kiliseleri camileri koca şehre bu sokaklar birleştiriyordu Ben insana en yakın sıkıntıyı neşeyi bu sokaklarda gördüm Benim dünyayı ve insanları bu sokaklardan ibaret bulduğum zamanlarım vardır Vatanları milletleri hudutları birleştiren bir akşamüstüdür İstanbul çalışmaktan yorulmuş dönüyor Her yerde sıcak bir ter kokusu halkımın Her yanda gürültüler Dört yanın akşam Üsküdar’da gaz lambaları yandı Fatih daha yakınına sokulmuş insanların Daha çözülmez olmuş insanlar Yeniden açlığımızın şehri İstanbul’dasın Beşiktaş ayağının altında kalır Bu tramvay Aksaray’a gider Bu Edirnekapı’ya Elini uzatsan fakir Üsküdar’dasın Beyoğlu’ndan gürültüler geliyor Tamam akşam Birtakım insanlar ellerini yüzlerini yıkayıp sokağa çıkmışlar Daha çok geniş meydanlara caddelere köprülere gelip durmuşlar Bir kısmı Yenikapı’ya Çakır’ın Gazinosu’na koşmuş Bazıları Eyüp’e Kasımpaşa’ya Üsküdar’a çıkmışlar Beşiktaşlı hemen caddeye ve denize nazır bir yere oturmuş Hepsi geniş ve ferahlık veren meydanları seviyorlar Hepsi iyi şeylere hasretler Hepsi güzel günlere inanmışlar Mutlaka bir rahatlık olan denizi ve gökyüzünü görmeye çıkmışlardır Denizde ve gökyüzünde Hürriyetsiz hiçbir şeyin yaşandığı görülmemiştir Herkes elinden geldiği kadar sever dünyayı
İşte dileğimce bir gök önündeyim Birtakım insanların evlerine döndüklerini görüyorum Bir anda hepsi yattıkları gibi uyuyacaklar (Allah’ı düşünmeyi işsiz güçsüz insanlara bırakmışlardır) Soğuk bir gece evlerin kapısından pencerelerinden girip Babıâli’ye gelip yaslanmış Bu saatte Babıâli Geceyi bir meme gibi emmektedir Mürettipler az mumlu bir ışık altında sıralanmışlar Harfler elinde Kimi diziyor kimi sayfa bağlıyor Yarın ikinci Bastil’in düşüşünü öğreneceğiz Uyuyanları uyumayanları görüyorum Sirkeci adamakıllı karanlık Sultanahmet’te darağaçları hazırlanıyor Çarşıkapı’da üç serseri karakolluk oldu Bütün Fatih’i derin uykularda görüyorum Kenar mahalleliler bir daha hiç kalkmayacakmış gibi uyumuşlar Elleri kolları kaybolmuş, büzülmüşler Dünyamızın sıcak yerlerine kayıyorlar Bu saatte uyuyan bütün insanlar akraba Aksaraylıyla Eyüplü elele vermişler, sımsıkı tutunmuşlar Bazıları sırt sırta olmuşlar, dizlerini karınlarına çekmişler, uyuyorlar Bazıları ağızları açık olduğu halde daha rahat uyuyor Erken yatanlarla geç yatanlar hep aynı uykuda buluşmuşlar beraber olmuşlar Çoğu yüz yüze yatmış, birbirlerinin nefesleriyle yarışıyorlar Her şeyden korkuyorlar Avuçlarının arasına gecenin dolmasından, aralarına birinin girivermesinden, bir sabah Uyanıvermemekten Onun için sımsıkılar İlerinde açılanları kalkıp örtenler var Şu anda Çin’in bir kenar mahallesinde uyuyanlardan haberleri yok Dünyada yalnız olmadıklarını bilmiyorlar Maçka Şişli güpegündüz
Düşünceli ve mahzunum Bu saatte uyumayan insanları sevmiyorum Bu saatte bütün insanlar uyusun isterim Sabahla kalksınlar giyinsinler yıkansınlar işlerinin başında olsunlar Eski İstanbul kalyonları kadırgalarıyla çoktan uykudadır Fakir mahallelere beyaz atıyla Fatih çıksa yerinden kıpırdamazlar Bu saatte İstanbul’un geniş ve ölümsüz yüreği İnsanların dar ve kahırlı yüreğine karşıdır Gayrı bütün encamıyla kurşun ağırlığında bir gece Dersaadet üzerindedir Bu saatte Karaköy’deki Batumlu geveze salepçinin Alaca kedisinden başka konuşacak kimsesi yok Soğuk bir rüzgar ikisini birbirine yanaştırmış kıpırdamadan duruyorlar Bol mumlu bir ışık altında çalışan tramvay işçileri Bir şarkı tutturmuşlar Kazma sesleri arasından geliyor Meksikalı zenci demiryolu işçilerinin şarkılarına benziyor İstanbul’un bütün geceyarısı insanları kulak kesilmişler Yani geceyi üzerlerine çekmemişler Kayıkçı yattığı sandalın içinde doğrulmuş, dinliyor Beygir üstünde iki yanı güğümlerle sarılı sütçü başını sallıyor Bekçiler düdüklerini daha yavaş çalıyorlar Süleymaniye kendini zorlayıp aydınlığa çıkmış, dinliyor Ayasofya ellerini indirmiş Memnun
Sen sade insanların bulunduğu küçük bir barın önünde durmuşsun Burada kadınlar ekseriya sıkıntılı ama asla hafifmeşrep değildir Hepsi çok çirkin sevdikleri adam için ıstırap çekerler Onlar bir Fenikeli kadar denizden Ve bir Lübnanlı kadar yıldızlardan anlarlar Bir Yahudi sokağından akşamları vücut vücuda geçilir Havagazı fenerlerinin ışıkları papağanlarla eğlenen kızların yüzlerine değer Sen ellerin cebinde kötü havalara kızıp tükürürsün (Artık avuçlarınla çocukların yüzleri ısıttığın zamanlar sana kızmayacağım) Senin böyle havalara düşman olup şarkılar söylemen nereden geliyor Oysaki sen sıcak bir Avrupa garında açık saçık çocukların uyuduğunu bilirsin İnsanları toprağı havayı severek yürüyorsun Bilirim hiçbir şeyi dünyada olmaya değişmezsin Hiçbir şey dünyada olmak kadar güzel değildir Benimle ol Gökyüzü birdenbire düşüverecek Köprü’nün açılışını sabahla işlerine giden insanları Birlikte seyredeceğiz İşte o nefis o tertemiz gökyüzü İstanbul’un Sabah olmuş İstanbul tepeleri köprüleri sokaklarıyla çalışmaya iniyor Peşin bütün kenar mahalleler ayakta Peşin askeri fabrika işçileri Sonra tahmil tahliye inşaat amelesi Küçük memur küçük esnaf ayak satıcısı Ahir garipler diyarsızlar Yollara düşmüşler Bu gürültü kalkan kepenklerin gürültüsü Bu kalabalık Beşiktaş’a gidiyor Bu geriden gelenler Çarşıkapı esnafı Bunlar İstanbul emekçileri Kasketlerini yana yıkmışlar yürüyorlar Bu defa aç fakir İstanbul’u Büyük surların dışından seyredeceğiz Bir anda fakirler işsizler sökün edecek Önünden yorgun düşünceli yüzleriyle geçecekler Yeniden açılacak köprü dükkanlar fabrikalar Yeniden katledilecek emeği Fukara halkın Birtakım insanların elindeki İstanbul’u Rüyada gezer gibi gezeceksin Dilin tutulmuşa dönecek Gözlerin daha büyümüş yüreğin daha dar Yani bir efkârdır basacak Öteden bir başka çeşitleri geçecekler Fakir mahallelere caddelere yangın yerlerine doğru dağılacaklar İstanbul’u ilk aydınlıkta görüyorsun Üniversitesi karakolları mektepleri hapishaneleriyle Kenar mahallelerden doğrulan iğri büğrü insanlarıyla Kirli göğü minareleri kubbeleriyle İstanbul’u ilk aydınlıkta görüyorsun
Bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır
Sabahla üç çingene kızı kemanla “yolculuk var” şarkısını söyler Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada İki yanından uzamış saçlarıyla Sevdiği kadından vatandan harplerden kaçmış birtakım insanlar geçer Dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır Nefes nefese geçen işçi kafilelerini görünce rahatlayacaksın Ama bir dakikada hepsini kaybedeceksin Sonra yine İstanbul’la tek başına kalacaksın Bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı Kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı Birinde senin iyi yüreğin yoktur Geceleri el kadar bayraklı gemiler kızların rüyalarına girip dolaşır Bir meyvedır intihar sabah akşam bölüşülür Rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır Fildişi kakmalı aşağılık bir gökyüzü çalkalanıp durur Minarelerine takılan bulutların sarhoş olduklarını şairler söyledi Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz Dört yanında Allah’a söve söve yaşanır Bir şehirdesin ki seni kimse tanımaz Uzun fakat ölümsüz bir uykudan sonra Yeniden çalışan insanların sesleri Ovalar denizler üstünde Demir dövenin ray döşeyenin O erkek sesi sonsuz çalışmanın Yedi tepeden birden İşte 1944 sabahının insanları Balıkçılar işçiler çocuklar Çocukların kursakları ufacık Elleri şiş Kadınlar birbirlerine tutunup yürüyorlar Ne kadar mümkünse o kadar mahzun insanlar İşte gazeteler muhakemeler karaborsa Ticaret siyaset propaganda Her yerde sıcak nefesi insanların Balıkçı motorları sırt sırta verip durmuşlar Tramvaylar havayı oyup geliyor Aç İstanbul tok İstanbul’a doğru taşınıyor Sen köprünün demirine arkanı verip durmuşsun Uzağındasın yanan şehirlerin Yalnızlık Allaha mahsustur Yüreğini ortaya koymuş bakıyorsun Paris’i İstanbul’u Zonguldak’ı yapanlarla yüreğin Kulağın hep çalışan insanların sesinde Haliç’ten gürültüler geliyor Bu işbaşı düdüğüdür Çalışan halkın ölümsüz halkın Taze ekmek kokusu ilk Küçükpazar fırınlarından yayılır İlk Unkapanı köprüsü kıpırdar Suratları asık adamlar geçer Bir bulut başını çıkarıp kaybolur İşte yeniden bir yağmur İstanbul’un üstünde Bu önünde gelip durduğun Sarı bir ışık altında uyuyan çocukların sokağıdır Onları gözlerini çıkarıp avuçlarına bırakacak kadar sevdiğini biliyorum Artık eski plaklar çalan kahveleri unut Benimle ol
Bir anda bütün kıtaları dolaşan kuvvetli ve mükemmel gün ışığı önümde Seni düşünüyorum Sen genç orospular ölü padişahlar frengililer şehri Seni demir parmaklıkların arkasından seyrettim Kıtlıkların hürriyetsizliklerin elinde gördüm Her defasında daha yalnız daha kimsesiz daha fakirdin Her defasında kinlerin kahrın elinde yapayalnızdın Bir yanınla aç bir yanınla tok gördüm Her seferinde gösterişsiz halkın büyük emeğin çalışan insanlarınla güzeldin Sisin dumanın yağın içinde bizimdin Kalelerin surların katil kulelerin önümüzde duruyor İyi yüreğinle demir alan demir atan gemilerin sevinçlerin kinlerin ihtiyar öfken çözülmüş duruyor Ölümsüz bakışın havai halin sıkılmış yumruğunla önümüzden geçiyorsun Aşklar ölümler başlanmamış işler gerinde duruyor Sen büyük kederimizin şehri Sen elimiz ayağımız Sen bunca yılın açlıkları kinleri sefaletleri Sen uğrunda şarkı yaktığımız destan düzdüğümüz Asırlar ardı insanlar hep senin hasretini çekmiş Seni beklemişiz Sen çarşıların evlerin zindanların arasından doğrulmuş geçiyorsun Önünde sevinçler işler gelecek günler doğrulmuş bakıyor Sen büyük kederimizin şehri Bir sen eskisin dünyamızda Kulelerin minarelerin surlarınla Vapurların limanların bankalarınla Bir sen eskisin Bir eskimeyen çalışan insanların emeği Bir onların emeği göz nuru alın teri yenidir Bir onların elinde güzelsin Bütün onların eli göz nuru sıcak yüreği Bir dokunsan senin her yerin Sen çalışkan halkın şehri Devletler milletler vatanlar geçti, sade iyi olan kaldı Arabalar, sırmalar peşleri sıra boyunları buruk insanlar geçtiler Ticaret siyaset tarih bir avuç iyilik, her dölden insanlar geçtiler Yeniden arabalar ve zayıf ve şişman ve uzun ve kısa ve semiz birtakım insanlar geçtiler Dalkavuklar ölümler cebir peşleri sıra geldiler Şairler zenginler fakirler her soydan hürriyet düşmanları geldiler Kimse sana hakkını vermedi Seni herkes gençler ihtiyarlar her boydan milletler sevdi Her gelen seni sevdi bağlandı bırakıp gitti Her gelen sana köstek kelepçe yeni zincirler bıraktı Her gelen açlıkları kinleri arabaları surları devraldı Zindanları şiddetli yalnızlığını kimsesizliğini daha genişletti Harpler sulhlar her çeşit insanlar seni olduğun gibi bırakıp geçtiler Sen duvarlarını kederlerimizin yanı sıra daha kuvvetlendirdin Sen nesilden nesile daha kuvvetlenen daha ölmezleşen cebri devraldın Kalelerini yeni bilgilerle daha muhkem kurdun Böyle seni her seferinde açlıklarımızla daha yenilenmiş daha semirmiş bulduk Bir gün zayıflamadı kederimiz Bir gün unutmadık kendimizi Sen en bahtsızı şehirlerin Yığın yığın kötülükler pislikler kendine göre her yerde çözüldüler Krallar padişahlar imparatorluklar geçtiler Yeni insanlar yeni halkı yeni devletleri yeni şehirleri kurdular Bu defa iyiler bu defa kötülükleri süpürüp attı Bir sen eskisin dünyamızda Bir sen sonu gelmeyen kederler kinler zulümler içinde asırlardır beklediğimiz
Bir sen aptalları budalaları uşaklarını peşin sıra sürüyorsun Arkanda kötülükler yığın yığın kederler ağır şatafatlı takım taklavatlarıyla geliyor Gerinde kederli soluk yüzler omuz silkişler daha mütehammil daha asil bekliyor Bir açılsan bütün nimetler Bir açılsan ümit Bir açılsan kurtuluş Bir açılsan çocuklar kadınlar erkekler şarkılar sulh Bundan böyle seninle senin önünde eğilmeler yalvarmalar Bundan böyle işler devletler topraklar cumhuriyetler seninledir Bundan böyle dünyanın ölmez şairleri seninledir Bundan böyle paydos pisliklere çirkeflere cebre Paydos yolunu kesen çamura kelepçelere boyunduruğa Paydos zincirlere kara günlere topyekûn paydos
İlhan Berk
1947
SON YERİNE
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada Bir damla mavi gök damlası gözlerinin üzerindedir Karnını taşlara vermiş biri yatar camilerin önünde Denize ağaçlara karşı Bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı
Köprü başında yağlı ekmeklerini camekana sıralayan İhtiyar satıcı memnun Kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı
Bakarsın ayağın dibinde boyalı kirli yelkenler yatar Fildişi kakmalı aşağlık bir gökyüzü çalkalanıp durur Memurun serserisinin aşkları hayalleri kendilerine mahsus Ve deliler durup durup küfür etmesini unutmazlar Minarelerine takılı bulutların sarhoş olduğunu şairler söylediler
Geceleri el kadar bayraklı gemilerin Kızların uykularına girip dolaştıkları malumunuzdur İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların Zil zurnalığı için cigaralar yakılıp. İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul Dört yanında Allah’a söve söve yaşanır Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür Rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz
İki yanından uzamış saçlarıyla Sevdiği kadından vatandan savaşlardan kaçmış bir takım insanlar geçer Dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır Elleri arkasında bir adam köprünün ortasında durur Nereye baktığı belli olmaz Ben gökyüzünü parkı beyaz sarayları seyrettiğini söyleyebilirim Bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır Genç orospular ölü padişahlar hastalar şehri Rezil İstanbul!