Aşka Övgü

Öpünce tatlı salıncağında yüreğini öyle mutluydum ki;
Sonsuz bir hazzın ve saadetin yatağında
Seninle aynı yastığın sonsuz sadakatinde
Bedenlerimiz aynı, aynı yatağın çıplaklığında
Kaç kelime konuşulur bilmem, mumlar yanarken

Ama bir boğuşmadır başlar ışıklar kararınca
Şimdi üzerime geliyor çıplak göğüsleriyle,
Bir yanda sereserpe geceliği;
Uyuyan gözkapaklarıma dayıyor dudaklarını,
Aralık ağzından duyuyorum “uykucu” dediğini,
Ne kadar kucaklaştık, ne kadar değişti kollarımız.
Kim bilir kaç defa birleşti dudaklarımız.
– Ya işte böyle bu hikaye, başlayıp biten
Kaderlerimiz birleşirken, bir yanda aşkla dolduruyorduk
Gözlerimizi
Özlenen bir gece geliyordu üstümüze
Ve ışıklar diyorduk bir daha dönmesin
Tanrılar zincire vursunlar ikimizi
Ki gün ışığı artık çözemesin.

Şaşarım aşkın çılgınlığını zamana bağlayanlara

Yağız atlar sürüp gidecek güneş,
toprak buğday arpadan,
Sular yürüyecek çeşmelere
Balıklar kuru derelerde yüzecek
Yüceliği bilininceye değin aşkın.

Varken elinizde bir fırsat, durdurmayın meyvesini hayatın.

Bakarsın kuruyan çiçeklerin yaprakları düşer.
Ve saplarından sepet örerler,
Bugün geniş havasını alıyoruz aşkların
Yarın bizi de kapatacak kader.

Gerçi bütün sevgini veriyorsan da
Gene de az veriyorsun sayılır.
Bu acılarımı değiştirmem mümkün değil.
Onunla sona erecek ömrüm,
Ama böyle geceler yaşatsak bana her daim
Yıllar boyunca uzar gider yaşamam.
Birçok geceler sürsem böyle:

Tanrı olurum ben de zaman içinde.

Ezra POUND

Anılar Tarafsız Değildir

Kim bırakmış seni serbest kim
Gidiyorsun…
uzun aşk günlerinden sonra
Böyle habersiz, böyle sessiz
Bir öpücük bile bırakmadan

Kim bırakmış seni serbest kim
Gidiyorsun…
Kelimeler ne anlatabilir
Ne anlatabilir ki
Eğer bir günün bitiminde
Bir rüzgar eser ve
Sen öyle habersiz sessiz gidersen

Kim bırakmış seni serbest kim
Gidiyorsun…
Koyu gölgeler düşmüş
Yıldızlar getirmiş beraberinde geceyi
Sıcak yaz gecelerinin göklerinde yıldızlar
Bir zalim yalnızlık içindedir
Ve milyonlarca göz eğilmiş göklerden
Bakarken ikimize sadece
Kim bırakmış, kim
Gidiyorsun

Anılar tarafsız değildir
Gitme diyorlar sana
Dinle anıları, duy sesimi
Seni kollarıma sardım
Kıskaç yaptım sana kollarımı
Kim bırakacak seni şimdi kim
Gidebilesin..

Robert BRIDGES

Yaşlandığın Zaman

Bir gün senelerden sonra bir gün, dalgın uykulu
Ateşin başında düşünürken; ara bu kitabı bul
Akıp giden zamanı düşünerek anılara dal
Gözlerini yum, gözlerini, gölgeli ve duygulu

Kaç kişi gerçek yalan ‘seviyorum’ dedi gitti?
Kaç kişi değerini tam bilerek seni gönlüne sardı?
Düşün ki seni candan seven birisi vardı,
Hüznünü, nazını, gizini sevdi

Sen de soracaksın kendine benim sorduğum gibi,
Sesler gölgeler yollar, söyleyin diyeceksin;
– O sevgi, ah o değeri bilinmeyen bitimsiz hazine,
Nasıl da geçip gitti? Yitip gitti Ne zaman?

William BUTLER YEATS

periler ölürken özür diler

Ayak izlerimizde ölüp erimiş peri pelerinleri
Periler birbirine düşman, pelerinler birbirine küs

Sana bugün bir mektup yazdım:
En çok
En çok güllerden sözettim
Saydam renksiz tutkun güllerden
Bir gül olmak korkusundan
Nedenini hatırlamıyorum ama ağladım
‘canım..’ diye başlanılıp
Vazgeçilmiş bir sürü kağıt parçası
Ruh parçası Aşk parçası
Buğu parçası Haz parçası
Vazgeçilmiş bir sürü kağıt parçası

Her ihtimale karşı kurşun kalemle yazılan
Ayrılık mektuplarını rüzgar taşır

Sen istesen gitmezsin
Sen bunu bana yapmazsın

Karanlığı aralık bıraksan içeri peri sızar
Sıkı sıkı kapatsan karanlığı
Ben sende mahsur kalırım
Sevişirken yüzüne düşen gözyaşım
Eski bir falcının sihirli küresi
Tut onu avucunda ve bana oku geleceğimi:
Serüvenler, aradenizler, araırmaklar, aşkla alevlenmiş günler mi?

Aşktan bana her mevsim çığ düşüyor
Kalbim aşka değil düştüğünde dar bir kuyuya düşüyor
İçinde kuğuların öpüştüğü bilinen öldürülmüş bir kuyuya

Yüzün yüzüme şüphesiz bir gizli geçitti
Saramadığım, beni saramayan bir fırtınaydı dizginsiz yüreğin gitti!
Bütün çocukluğumu çalıp da gitti.

Bir film adıydı değil mi: ‘herkes seni seviyorum der’
Ve bir şarkı adıydı: ‘bütün aşklar tatlı başlar’
‘şimdi uzaklardasın gönül hicran…’
hayati önemi olan acılardan başka ne kattık
birbirimizin yüreğine sevgilim: ‘gittiğin bu gidiş bence ölümden beter…
…’

yok bir köyde ilkkorku öğretmeniydim
dersimin adı: ölmek istemiyorum psikolojisi
öğrencilerimse: toprak ve ruh, eylem ve sis-
o kızlar arka sokaklarda yakışıklı oğlanların çirkin kalplerine yakın
kendimle savaşır ve ağlardım

bir gazeteydim:köşe yazarım: hüzün, magazin ekim: umut

sen istesen gitmezsin
sen bana bunu yapmazsın

kalbim göremeyeceğin bir köşede açan
bir yenik çiçek
kalbin ulu orta açmış bir sahte çiçek

Oysa söz vermiştik
Seninle birlikte kurtaracaktık rapunzel’i
İlk biz uyandıracaktık uyuyan güzeli ilk biz
Kırmızı başlıklı kız için kurtla dövüşecektik
Pamuk prenses’in cam tabutu başında en çok ağlayan biz olacaktık
(bugün ağlama!)
Hansel ve Gratel’e biz ormanda arkadaş olacaktık
Sen masallar severdin beni bir masala inandıracaktın
Sabahlara kadar kızmabirader de oynayacaktık

Çok uzak artık
Çok uzak
Çok uzak artık
Çok uzak

Çok geç olacak yarın. Yarın çok geç olacak. Çok geç olacak yarın. Yarın çok
olacak geç.
Yok olacak.

İnsan karanlıkta koklamamalı bir gülü
Kör olabilir tutkusundan

Bilsen öyle seviyorum ki seni
Bir tavşanın ürkek kaldırıp başını dağda
Yağan yağmuru seyretmesi gibi;

Ah sevgilim
Bu masalın sonuna kan yazdın:
Ovdun ve okşadın beni
Çıktı içimdeki cin;
Ondan ölümümü diledin.

Mayıstı.

Seni o yüzden bağışladım!
Ben en çok mayısta su içerim
Ben en çok mayısta başımı öne eğerim
İçimden felçli bir göçebe gökyüzüne bakar
Avuçlarımda yaralı kelebek taşımayı
mayısta öğrendim ben
Ve teraslarda Leonard Cohen dinlemek en çok mayısa yakışırdı
Tiril tiril
bembeyaz bir giysiyle
Rüzgarda ayakların çıplak
Kolların saracak gibi mayısta ölüp dirilen tüm çiçekleri
Öyle başın öne eğik yıllarca o boş terasta durmak
Durmak
Durmak

Sevgilim periler ölürken özür diler
Sevgilim..

Kartpostallardan tanıdığın bir şehri düşünmek gibi
Bir yaraya kabuk olmayı kabullenmek gibi
Eksik, yarım, farkına varmaktan kaçınılan
Tam
Tam yaza girecekken
Yazın omzuna yüzünü dayayacakken
Çekip giden
Ayaklarının altından o son sığınak terası da
Acılarının velihatı Leonard Cohen de
Çekip gitmiştir işte, yalnızca gitmiştir
Yani.. anlıyor musun.. mayıstı..

Seni o yüzden bağışladım!

Bir sesim vardı gölgenden ikmale kalan
Biliyorum, büyük çocukluktu birbirimizi sevmemiz
Ne güzel çocukluktu
Büyük çocukluktu yaptık işte
Ne yapalım, iki ömür odamıza hapsediliriz, cezamızı çekeriz, kulaklarımızdan değil yüreklerimizden çeker
Öğretirler bize
Yetişkinler gibi sevimsizce aşık olmayı, ama

Sevgilim periler ölürken özür diler
Sevgilim..

Hatırla, sana bileklerimi, sana dizlerimi
Sana topuklarımı sundum
Hatırla senin gözlerin çokulusluydu
Ve usluydu gözlerin

Bir hüzünden bir tersliğe dokunarak koştum
Bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan
Telaşlanır, ağlar
Adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin
Talanım!
Artanım!
Eksik kalanım!
Yarım kalanım!

Nasıl yedirdim ihanetini kendime
O dev hisle sen mayıstın ben mayıstım
Her şey ama her şey elele mayıstı
Seni o yüzden bağışladım!

Uzanıp topraktan çıkardın beni
Tozumu sildin, hohladın, parlattın
Ovdun ve okşadın beni
Çıktı içimdeki cin;
Ondan
-gidecektin, mecburdun, hepsi gibi-
Affını diledin.

Mayıstı. Mecburdum. Seni o yüzden bağışladım!
Ah sevgilim
Nihayet
Oyun biter ve yırtılır kapanırken perde

Cin düşmüş dolunaylarda ben peri
şan, sen gül
yabani.

Sevgilim
Periler ölürken özür diler

Kimi aşklar bitmesi için yaşanır
Sen bunları hiç önemseme
Git gülümse başkalarına
Beni burkulmuş bırak
Beni ısırılmış
Beni emilmiş

Sevgilim söylesene
Seni ne ağlatır
Sevgilim
Söylesene
Söz kalbine dokunabilmek için
Daha hangi biçime bürünsün
Sevgilim ağlarsan kalbin olduğuna inanacağım
Söyle seni ne ağlatır

Söylesene seni ben niçin bağışladım

Yani bir ayrılık sonrası suçlamaları
İade edilen buz tutmuş armağanlar
İade edilen öpüşmeler, sevişmeler
Çok özlediğin birinin ölümünü duymak gibi aniden
Çekip giden bir sevgili
Çekip giden bir düş
Çekip giden bir sıfır
Sana uzatılan
İlk sahte çiçeğin peşinden
Koşarak giden sen
İhanet bir kent adı mıdır sandın sevgilim

Senden sonraydı
Gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
Ah senin zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
Ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
Yeryüzünde
Ümit:kurugül! Ümit:aksigül!

Biliyorum kavgada bile söylenmez bu söz ama söyleyeceğim:
Seniseviyorum

Bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine

Dağlar dağlarına dürüsttür
Dağlar sularına alev içercesine dokunurdu
Dağlar dağlarına bir kez bağlandı mı kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi
Dumanıyla
İsiyle,
Dermanıyla
İniyle,
İnlenen ismime nakış gibi işlenen yazık fermanıyla
Kapına dayanan tanrı misafiri sevdam
Aşkımla belalanan dağım!
Dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de!

Bakma!
Kumumda tuz var
Bu dağ kanayacak
Aşkında ihanet var
Kalbim dağlanacak
Kızma korkma kaçma acıma ağlama utanma unutma
Ama sakın unutma Seniseviyorum

Ama senin kulağına eğilip
Dağ diye fısıldayan bu dudak
Ya elinden ya ayağından
Ya eteğinden ya alnından
Öfkelenme: öpmeyecek,
Mutlaka çok isteyecek öpmeyi fakat
Öpmeyecek, sen istemedikçe.
Sadece bir hayalet nehir gibi fışkırıp
Dört nala kan olup akacak göğsüne
Öfkelenme: senin değil
Ölü bir meleğin göğsüne

Sevgilim ağlarsan
Göz yaşların hatırlayacak
Sen ne çok şeyi unutmuşsun
Sevgilim

Söylesene
Külün de yanışının ardından ne kalır geriye
Bu kez ağla sevgilim
Ağla ki benzeyesin o yitik benzersizliğine

1-hala benden söz ediyor musun?
2-unutmak ne mümkün
3-biliyorum
4-orada olacak mısın?
5-Korkarım ki başka şansım yok. Vücudumu dolaşan tenim bunu söylüyor. Ağrıyorum. Her şeyi yitirmişim meğer, bütün eski fotoğrafları attım.
6-Hissettim bir yerlere fırlatıldığımı
Orada olacak mısın?

Bu mektubu yırt at.
Sen istemezsen gitmezsin. Sen bana bunu yapmazsın. Biliyorum.
Beni hatırlatacak ne varsa yırt at. Kalbini ve tenini ve dudaklarını…

Sevgilim periler ölürken özür diler
Sevgilim.

Küçük İskender

Akarsuya Bırakılan Mektup

incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde simdi nerde simdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Burada daha ne kadar öleceğim

Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca
kestiğiniz yerde? Ben size alışamam.
gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yokoluşu.
“Ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada.”
Öylesine yoksulluk, bir aşk düşünün sihirli hiç karşılıksız…

Ağlıyorduk. Ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle
düşünüyordum size dokunurken. Siz bu ıslaklığı tanıyordunuz,
düşümde böyle düşünüyordunuz. Nasıl biliyorduk, nasıl?
bu gözyaşlarının susulmuş
her çığlık, beklenmiş her sevinç için,
onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak…
WET: SORROW-
Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor,
varolanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor.
Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla
uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen
gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla.
Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak,
tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir aşk

Yaslı yüreğimin utangaç itirafı: “SİZİ SEVMEKTE ÖLÜYORUM”

Nilgün Marmara

Çöl Terzisi

kendim diktim düştüğüm
yolların hırkasını
eğnimi onlarla eksilttim
sabrını beklediğim kuyulardı yeminli ay vakti
talibi olmadım heykelimin
bildim kumdan yapılmaz çölün heykeli
vahamı kendim diktim
kendim diktim hikâyelerimi
yırtığını söküğünü onulmazın, hayatın
adımı ben sananlara
ne yazsam
duyulmaz sesim
herkesin zamanından başka türlü geçerim
bana adımdan yapılan zaman
aldı beni
madem seslendim dünyaya
madem imzamı verdim
benden geri çekildi çoğaltılan suretim
yazdıkça bildim:
zamanın malıyız hepimiz
düğümlüyüz bağlıyız
azımız çoğumuz
ne kadar sevsek o kadarız
çok kısa görünen hayat
çok uzundur aslında, çünkü
kaderi çok az çıkar insanın karşısına
çöle vursa da kendini, adanmış bir iç kale sanatına
karşılaşmalarla kısalır insan hayatı
çıplaktım, acıktım, bana inen yıldırımdın
yakın geçersin sandım, vurdun geçtin beni, baktım:
dokunmadın bile bana
kavurup bıraktın ve yeniden uzakta bir yıldızdın ansızın.

yeni terzim, mutlak serabım, aklımda senin adın
başka bir hırkaya başladım, yolum aynı
aşkım uçsuz bir çöl, ben kum kadarım

Murathan Mungan

Benden Sonra Mutluluk

yaşamak bir an içinde

şair oldum baktım her şey yazılmış
ressam oldum gördüm her yer çizilmiş
seyyah oldum sordum dünya gezilmiş
hiçbir yerde YENİ bulamadım ben

öğrendiklerimin çoğunu dinlediklerimden
bildiklerimin çoğunu düşündüklerimden
unuttuklarımın çoğunu yaşadıklarımdan
yazdıklarımın çoğunu unuttuklarımdan çıkardım

en uzun hep kendime konuştum
başkalarına hep kısa yazmak istedim
ne kendim dinledim ne başkaları

yetersiz iyi niyet kötüsüne yol açar
söylenemiyor çok şey susmadan

çok bilen çok yanılır, az bilen daha çok

unutmayın ki yaşam öldüresiye güzel değildir

yalan ölümden daha çok yitirir yaşamı
saklamak düşürür ağır ağır
insanın düşeceği en alçak ortamı
sözden korkmak, korkup susmaktır

şairler şiirlerinde yaşamaz
ulu yalnızlıklarında düşünür

“yalnız seni sevdim, seni yaşadım”
nasıl bir sevgidir bu, bilmiyorlar ki!

“dün yine günümüz geçti beraber
ölürsem yazıktır sana kanmadan”

çok şey var, olmakla olmamak arasında

var oldum öyle anlar oldu ki
var olmamak içindim kimi zaman

insan bir sonuç değil bence
sürekli bir yaşamadır
kısaca: sonuç varsa o insandır

benim bahçem yoksuldu
iki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan
kuşlarım ödünç alırdı kanatlarını
işlerinden yorgun dönen arkadaşlarından

parçalar çıkarıyor kocaman romanlardan
deyimler, bulgular, şiirlerden dizeler..

doğa yenilenirken yinelenir
gene papatya, gene gül, gene kayısı
toplum yinelenirken yenilenir
yarısı dündedir, yarındadır öbür yarısı

sevmek noktalanmaz
o, noktadır

bilim gitmeli bilenden bilmeyene
varlıklı olmalı bilen
karanlığı delen ışıklar gibi
hep gülmeli öğreten

seninle ölmek varken
onunla yanlış yaşamak

ben her şeyi bileceğimi bilirdim de
seni unutmasını bileceğimi bilmezdim

ahmaklığa alınyazısı demek
alınyazısına bir ahmaklık çizgisi çizmektir

benim gücümdür bunları saran
bende bitmedikçe bende başlamayan
sakladığım sensin

yaklaşmak yarıyı geçtikten sonra başlar
eskisinin dışında yenisinin içinde

gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu
gelmemen benim büyük yalnızlığımı doldurdu

yitirmek korkusunu göze almak
sevmeye eşit bir davranıştır
bir ev, küçülür, büyür öbür evlerle
oysa içinde ilk akla gelen yaşamaktır
yaşanılır diye düşünürken düşüncelerle
ölünür, beraber sevgilerle

büyümek en güçlü düşmesidir insanın doğadan

kesin konuşmak için bir şeyi az bilmek yeter

denizlerden geçerim, dosttan geçmem
değil onun iyiliğinden, fenalığından geçmem
onun yolundan değil, kendi yolumdan geçerim
dost yok biliyorum ama, aramaktan geçmem

anı yazmak ya da anlatmak
bir savaş sürerken
eski bir savaşı anlatmak gibi bir şeydir

“Bellek, dökülmekte olan bir duvar resmine benzer.” (Stendhal)

Özdemir Asaf

Aşk Mektubu

dün akşam senden ayrıldıktan sonra
ilyas’lara gittim
oturup şu evlenme meselesini uzun uzun konuştuk
karısı da akla yakın şeyler söyledi
ben gerçi onu severim, dedi
beraberce yaşayıp gitmenizi kim istemez
ama, yoksulluğa alışkın değildir o
açlığa, yalınkat döşeklere pek katlanamaz
dinledikçe, kızcağıza hak verdim
bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin

sen öyle görmüşsün büyüklerinden
dört kap yemekli sofralar görmüşsün
karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün
yattığın yataklar herhalde somyalıdır
haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek
hayat pahalı, sana pabuç alamam
pabucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam
kitap alamam mesela
radyo alamam, tiyatro bileti alamam
gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak

peşin söylemeli ki, sonra bana gücenmeyesin
benim cıgaram var, rakım var
alıştığım insanlar var bunca yıldır
sevdiğim, inandığım
onlarla görüşmeden edemem
hepsini kabullensen bile, günü nasıl kurtaracağız
memurluk bana gelmez
ticaret falan da yapamam, yaradılışım böyle
çelimsizim, taş kıramam
ben yazarak, çizerek geçinmek zorundayım
diyeceksin ki; ölme eşeğim ölme

sen bir aralık demiştin ki
gerekirse, ben de çalışırım, demiştin
ingilizceden tercümeler yaparım, dikiş dikerim
el işine koşmak gücüme gitmez
annem bana bunların hepsini öğretti
benim anam da iyi kadındır, biliyorsun
sana kaynanalık etmez tabi
ama, hastalıklı, eli işe varmıyor
bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın
ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin
bir gün, beş gün değil ki bu
gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın

ben şiir de yazıyorum, biliyorsun
şiirimde barış gibi, hürriyet gibi sözler geçiyor
buna içerleyenler olacak belki
bu güzelim işe bir kulp takıverecekler
cezaevlerine düşeceğim, sen yapayalnız dışarda

bu mektubu postaya vermeden önce
şöyle bir gözden geçirdim
başka kusurlarım olsaydı
emin ol, onları da yazacaktım

bak düşün taşın

Metin Eloğlu

Dönüyor Mevsim

sadece bir rüya arar insan
gecenin ve alkolün göğsünde
mazi ürkütür çünkü ve bir uçurumdur
her otel odası
yatıyor binlerce cesedim diplerinde
belki son dubleye bakarken düştüm
belki fasıl dinlerken radyoda
ey sesin muamması
inliyordu yaylı tambur
yatalak bir hasta ya da dövülmüş bir çocuk
zaman ve hayal
tükettiler beni
her hatıra korkunç: ayak seslerim
yankılanıyor koridorlarında
ışıklar askeri lisesi’nin
peşimde ablamın hayaleti
bir yaz günü öldü benden uzakta
mor elbisesiyleymiş
o şanlı üniforman nasıl da almıştır gözleri
hafifleyip uçarken damdan
kışlalar, talimler, abaza kar günleri
buzlar çözülürken de terk edildim
-nabekar kadın- diye haykırdım
ve binlerce parçaya böldüm nikah resmimi
yaşam dökülüp gitti üstümden
bir kadeh daha
camları açın, camları açın
yağmur: ağıt ve övgü, teselli ve tövbe
kim kime ne anlatabilir
masana oturdum
çünkü yalnızlık çürüttü ciğerlerimi
artık insanda yürek yok
mansur’un boynunda akrep görüp öldürmek istemişler
“çekin elinizi” demiş
“on iki yıldır ahbabımızdır”
ruh karanlıktır, gerçek de söz
matrud rıza diye değil albay rıza
diye geçtim üçüncü sınıf otellerin
ve meyhanelerin kanlı tarihine

dönüyor mevsim. ah! eski bahçeler
geçerdik bir yaprak mahşerinden
bir gül aldım dün kendime otele dönerken
bardağa koydum ve kokladım toprağı
aksın, aksın istedim içimdeki ufunet
çünkü aklımda ve kalbimde
işledim bütün cinayetlerimi

mevsim dönüyor
artık yaşamak bir külfet

Ahmet Oktay