Sana Geliyorum

I.
Benim sabah keyfim
yeni açmış bir gülü
insanların gülücüklerine yerleştirmektir.

II.
Sana karlı bir günde geleyim
saçımın beyazlığı ve paltomun ıslaklığıyla
üşüyen dudaklarımı ısıt, tenimi kurula
uzun bir şarkıda susalım farkında olmadan
sobanın çıtırtılarına dalalım
sana küçük törenlerimizde şarkı söyleyeyim
içki içelim güneşle başbaşa
saçlarına dokunan tarağın hışırtısını dinleyeyim
gözlerinin titreşimini yansıtsın aynalar
bir gece şelalesi gibi
damarlarıma akıp yankılan yüreğimde.

III.
Sana yağmurlu bir günde geleyim
parkta ıslanalım birlikte
gürültüller toprağın kokusunda erisin
kentin görüntüsü değişirken bulutlarla
duraksamadan parlayan gözlerin
ve ıslaklığınla sar beni
en koyu kızıllığında dudaklarının
kıralım demir parmaklı pencereleri
önlerine ortanca saksıları yerleştirelim
ağız dolusu sobe diyelim dudaklarımıza.

IV.
Sana güneşli bir günde geleyim
ışıklı yollara halılar serelim
birlikte aşkınlığa yükselelim,
okyanus sularının ortasında altın kumsallarıyla
mücevher gibi parlayan adada,
ben hep iskeleye demir atmış
beyaz bir yelkenlinin düşünü gördüm
tuzlu dudaklarını yakmak için
sana kendi yaptığım güneşleri getireyim.

A. Kadir Bilgin

Esinleyen Neydi

Yüzmek için gittiğim Karadeniz kıyısında
bir yazı gördüm gelenleri uyaran.
“Açılmak tehlikelidir” diyordu
ve altında da bir sayı : 168.
(Uyarıyı dinlemeyip boğulanların sayısı)

Bir yanda sağduyu bir yanda gerçek.

Anlamak istedim sağduyu dururken
ölümü bile göze alacak kadar
esinleyen neydi bunca insanı.

Orda bir süre öylece
kara kara bulutları güneşin önünden
sürüp dağıtan rüzgâra baktım
ve karşısına çıktıkça engeller
yeleleri köpüren dalgalara…

Esinleyen neydi anladım.

Kemal Özer

Haydi Abbas

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı Tarancı

Yalnızlık Macerası

Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim, cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.

Cahit Sıtkı Tarancı

Aşk Adamı

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: ‘Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de.’

Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrilik gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!

Cahit Sıtkı Tarancı*

* Ahmet Hamdi Tanpınar’ın; “Yalnız şiirle temas ettiğinde mesut olan insanlardandı.” ifadesiyle tanıttığı şair.

Aşk Masalı

Nerde ne zaman bu hava çalınsa
Hoş geldi geçmişteki güzel günler
Nereye gidersen git günlük tasa
Bırak biraz da şad olsun gönüller
Beşiktaş’ta gün görmüş bir bahçede
Nisan akşamlarının en tatlısı
Sevdiceğim on dördünü sürmede
Bende gönüllerin en kanatlısı
Ben delikanlıyım o kız ve dilber
Bahar kokan o yanıp tutuşan ben
Şakadan derken dalmışız beraber
Aşk bahçesine çıkılmaz içinden
Ölüyorum senin için güzelim
Nasıl gülüp sokuluyor sahi mi
Saçlarını okşayan hangi elim
Kollarımda o yarin kendisi mi
Çöl olsa aşar dağ olsa yıkarım
Bizi ayıran kalın duvarları
Bu acı gerçeğe sonradan vardım
Gök çoktan yeşildir,dal çoktan sarı
Bir define var gitsem bulur muyum
Öpüştüğümüz ağaçlar altında
Sevmek devam eden en güzel huyum
İnsan bir kere sever hayatında
Ben değilim söz açan gelecekten
Var mı yok mu alemde bir o akşam
Hiçbir şey istemiyorum felekten
Bir daha seninle beraber olsam

CAHİT SITKI TARANCI

Anılar Defterinde Gül Yaprağı

Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle…

Cahit Zarifoğlu

Hüsran Sokağı

 

Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum
Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi
Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına
Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli

Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye
Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum
Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır
Karpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz
Her sokak aslında bir patikadır

Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman
Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da
Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı
Gözlerinin rengine uymaz intiharları

Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı
Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi
Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu
Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini…

A. Hicri İzgören

Gizli Cam Parçaları

Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Usulca çekildiler geldikleri yerlere
Kapatsak da olur artık camlarımızı
Balkonumuza serçeler beklemesek de

Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Çekildiler diyorum Metin Abi örneği
Ah hepimiz oluyoruz giderek
İntiharların çünkü biçimleri değişti

Büyük kalabalıklardaki yalnızlık intihardır
Görkemli caddelerin açılması uçuruma
Yapma çiçekler götürmek sevdiğimize
Yazmamak intihardır duyumsayıp da

Kesen bıçak değildir insanın bileğini
Yüreğimin kıyısındaki “gizli cam parçaları”
İntihardır bu çağda ağlamayı bilmemek (*)
Nilgün Marmara’yı sevmek, Beşir Fuat’ı

Ecza dükkanının önünde Metin Abi olsaydı!

(*) İntihar eden Şair Metin Akbaş’ın bir dizesi

Abdülkadir Budak

Çöl Issızda Gül Kokusu

Hadi yüreğinin en dibindeki yaraları göster bana
Bana en derin kıvrımlarını
Belki istediğin yanıtı veremem sorularına
Belki sözcüklerimdeki gizem
Teselli olmaya yetmez acılarına
Ama paylaşmanın tadını yaşarız birlikte
Sevincin parmak uçlarında kalan tozunu
Acıyı paylaşmanın tuz tadını…
Acının bile tadını almak
Ve bazen bir kavgada ölümüne savaşmak
Yaşamaktır
Bilirsin bunu…

Yıldızsız yalnızlıklarınla yaslan
Çöl ıssız yalnızlıklarımın hasırına
Birbirimizin yüzlerini okuyalım
Yürek çizgilerimizi çözelim susarak
Bilgece sözler isteme benden
Beni duyumsa…

Evet acıyım-yaralıyım-kan içindeyim
Sevinçleri-umutları korumak için
Direnmenin bedeli değil mi senin de acın
Sevdayı ve yaşamı
Sürekli keşfetmenin ataklığı değil mi
Yalnızlığın senin de…

Kimi zaman bilinmeyen bir dinin
Görülmemiş dervişinin akılalmaz sabrını
Bir biz taşıdık…
Kimi zaman tüm dinler kovdu bizi
Sorguladık durmaksızın ne varsa
Dünyayı sonsuzda
Zamanı bir anda
Yaşamı ölümlerde
Sevdada kavgayı sorguladık
Kendisiyle bizim kadar hesaplaşan olmadı…

Kuşkusuz
Yarın başka bir ayrılıktır bu günden
An andan ayrılıktır
Soluk soluktan
Yarın başka bir rüzgar savurur seni
Beni başka bir rüzgar
Derler ki: tüm maceralar
Ayrılıklarla başlar
Gel
Ayrılıklardan söz edelim bu akşam
Susalım
Bizim ayrılıklarımızı
Sözcükler tanımlamaz
Sözcükler anlatamaz özlemimizi
Tıpkı bir dua gibi
Suskun geceler gibi susalım
Susarak konuşmayı biz kadar
Başka kim bilebilir…
Bakışlarımızda
Kavgalar- yenilgiler
Yangın yerleri
Fırtınalar
Batan gemiler
Yüzümüzde çizgi çizgi
İnsanlık tarihince yazılan
Onca keder…

Zulanda giz edip gizle yüzümü
Acını
Coşkularla bastırmak isteyince
Açıp açıp oku bakışlarımı
Tıpkı benim yapacağım gibi

Kimi zaman işkencede buluştuk
Kimi zaman zindanda-darağacında
Elbet gene buluşuruz
Belki kavga-belki sevda
Ama mutlaka coşkuda
Yaşamın anlamı coşkuda…

Adnan Durmaz