Bana biraz hüzün ver usta, sek olsun!

bana biraz huzur,
bir duble de rakı getir usta
bir de değiştir şu plağı
canım bugün içli şarkılar dinlemek istiyor
hani şu damar dediklerinden
ortaya da birkaç meze koy,
kafi…
hiç yiyesim yok aslında
masa zengin görünsün…

ağlarsam eğer sakın endişe etme
bir sevdiğim vardır,
ondandır..
çok tanık olmuşsundur böyle şeylere elbet
ben de olmuştum bir vakitler
teselli ettiğim bile oldu
anlamak için yaşamak gerekiyormuş
teselliye ihtiyacım yok,
sakın deneme
sen bardağı boş bırakma yeter
bu gece sarhoş olasım var,
bu gece içesim var be usta..!

sakın ha,
o resme dokunma!
o adam işte hala sevdiğim
onsuz rakı içememde
bilir misin,
resimde gördüğünden daha güzeldir
biz ne rakılar içtik onunla,
bana mısın demedi
soframızı görsen
sen de kıskanırdın elbet
ama sofra değildi önemli olan
sohbet be usta,
sohbet..!
bizi hep o sohbetler sarhoş ederdi,
sen bilmezsin..

içim yanıyor usta içim
hala bilmem neden gittiğini
oysa kimsenin sevmediği kadar sevmiştim onu
ve kimsenin beklemediği kadar,
bekliyorum onu….
gelmeyecek biliyorum
bunu bilmek daha da acı

pardon,
gurur mu dedin..?
yok be abicim,
o ben de kalmadı
başkasından sor istersen
bende olan her şeyi ona vermiştim,
bir daha geri gelmedi
ya, sen beni dinlerken ihmal ediyorsun
doldursana be usta,
koysana rakı…
hesaplar peşin,
sakın endişe etme
içip içip de naralar atan,
ortalığı dağıtan tiplerden değilim ben
alt tarafı biraz sendelerim
ama düşmem..
ha, bir de şarkılar mırıldanırım
şarkıların içinde çağıl çağıl akarım
istersen kapat şu pilağı,
ben senin sevdiğin namelerde de dolaşırım…

yanlış görmedin ağlıyorum işte
sorun yok,
rahat ol…
ağlayabilmek her yiğidin harcı değil
hem sen bilir misin,
asildir gözyaşları,
hiç yere düşmedikleri için
benimkiler de asil,
sevdiğim adamın gönlüne bile düşmediği için..

bakıyorum,
seni de efkar bastı
eeee, gönül kadınıyım ben
ukalaca bir itiraf gibi gelmesin sana
konuşurken ve severken,
yüreğimi koyarım ortaya
cebimdeki bozukluk sevişmelerin hepsini koyarım,
bütünlensin diye…
o bunları görmek istemedi
isteseydi kendimi de verirdim ona
nedense hepsi birden,
fazla geldi…

yapma be usta
bu şarkı söylenir mi şimdi…?
“beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın”
eh yani,
tam da damarıma bastın
ben şimdi sitem etmez miyim aşka..?
bu şarkı için dibini görürüm bardağın ama,
bana daha fazla efkar yapma..!

vakit doldu
biz biliriz nerde durmamız gerektiğini
demek sen de farkettin
gözüm hep telefondaydı, doğru
ama çalmadı
üzülme,
çalmaz..
süs eşyası olarak kullanıyorum zaten artık onu
bir hatırlayanım bile yok gördüğün gibi
eğer o arasaydı,
dudaklarım kilitlenirdi
belki de hiç konuşamazdım…

yok be usta,
hesaba niye itiraz edeyim
zaten şarkılarda ve sohbette indirim yapmışsın
senden daha başka ne isteyeyim..?
gönlünü ferah tut,
evin yolunu bulurum elbet
tamam anlaştık
bir gün yanlışla dönerse bana,
beraber geliriz…

seni unutur muyum hiç
beni dinleyen kaç kişi var ki çevremde
yine gel demen hoşuma gitti,
şımarttın gönlümü
gelirim elbet,
hiç kafanı yorma..
sen sadece şarkılara iyi bak
rakıyı soğuk tut
gönlünü ferah…

kendine iyi bak kafi
usta dedik bağrımıza bastık
aşk bizi terketse bile,
sohbetimiz baki…

pel/2001

Pelin Onay

Anlamak…ve..susmak

 

bir boşlukta sallandırıyorsun yüreğimi
kime baksam biraz sensizlik
biraz yalnızlık
biraz korku
sevilmeye muhtaç bir çocuk gibiyim sokak aralarında
adımı kim haykırsa sarılacak gibiyim
acı çekmek ne demek bilir misin özlemler içinde..?
derdini anlatamayan bir dilsiz gibiyim

kırgınlıklarımı emanetçiye bıraktım
geri dönüp alır mıyım../..bilmiyorum
her gece ince uzun bir bardak dolaşıyor parmaklarımda
her gece istek parçalar alıyorum sevdaya dair
her gece biraz daha ölüyorum

bizim buralarda hem sıkı içip hem de şarkılar söylemek,
her yiğidin harcı değil
pardon../..yanlış söyledim
her kadının harcı değil diyecektim

şimdi desem ki gün geceye döndü
susuz bıraktın dudaklarımı köpek öldüren gecelerde
sancılarım sıklaştı../..ebesiz şiirler doğurdum kan ter içinde
çocuklarının yüzünü görmeye gelmedin bile,
kahrolmayacak mısın..?
küçük bir kızın gül kokan dualarında kaybettim umutlarımı
nehirler boyu uzanan yüreğim işgal altında kaldı
kurtulan var mı dersen,
belki bir kaç düş
ve sakat kalan sözler
sevdam ise komada kan kaybediyor,
biliyor musun..?

belki de artık hiçbir şeyi bilmeni istemiyorum
istemek beklemek demek
beklemek ise kanamalı bir isyandır göğsüme yapışan
göğsümün bilinmezlere değil,
sevda RH + düşlere ihtiyacı var

artık rolleri değişiyoruz sevgili
sana şimdi anlamak
bana da susmak düşüyor
yaşattığın için biliyorum,
yüreğin biraz titreyecek
hazır mısın..?

Pelin Onay

Beni kucakla izmir

beni kucakla izmir
bugün çocukluğum balonlar kadar renkli değil
kurşunu olmayan silahlarla,
intihar provaları yapıyorum
ve sancılarını çekiyorum,
ertelenen sevgilerin..

bir babanın kızım tadında kokan,
iyi geceler öpücüğü düşüyor fotoğraflardan
saçlarımın dağınıklığını rüzgardan biliyorum,
inkar ediyor
sebebi olmadığım acıların,
katili de değilim
boşuna arıyorsunuz hüznümün sahibini
kendimden başka kimseye,
borçlu değilim..

beni kucakla izmir
bugün ellerim beş yaş yumukluğunda değil
türkülerin saflığından utanıyor gözlerim
türküler susturuyor beni bugün
küçük bir çocuğun yardım çığlıklarını işitiyorum
dua eden ellerine hüzünden başka bir şey bırakamamak,
acıtıyor içimi
hüzün bir çocuğun acısını dindirebilir mi..?

beni kucakla izmir
bugün kahkahalarım bildiğin yerde değil
gitmez dediğin kaptan da terk etti gemiyi
korunaklı seyir defterleri sular altında
kızlığından sıyrılmış bir kadının,
gölgesi vuruyor sulara
kadının gözleri su yeşili
kadının gözleri ıslak
kadının gözleri uzaklarda..

beni kucakla izmir
bugün sabır taşım iyi yontulmuş değil
ağızdan çıkan her söz yaralıyor küçüklüğümü
buruk gülümsemelere ev sahipliği uzun sürdü
hasretle çalan telefonun sesi bir anlık
sevdam,
kilometrelere zincirlenmiş bir isyan
kalbim,
bu isyanda sıkışan küçük bir kuş
nerdesin diyebilmek bile zorlaşıyor gecelerde
seni seviyorum’lu bütün şarkılar eksik yazılmış
eksik yazılmış özlemin adresi rehberlerde
yolunu kaybeden yolcular,
kuytu köşelerde sızma endişesinde
sarhoşluğu hiç bu kadar sevmemiştim
hiç bu kadar korkmamıştım yalnız uyumaktan..

beni kucakla izmir
bugün gitmeler bana göre değil
bu gitmeler kadınlığımın harcı değil
ellerimde küçülüyor kavuşmalar
kavgaların en kanlısı gözlerde yaşanıyor
intihar mektuplarına rastlıyorum karanlık sokaklarda
en berbat ayrılıklar gece
en berbat yalanlar geceleri söyleniyor
seviştiğim ve sevdiğim adam,
geceleri bensiz uyuyor..

beni kucakla izmir
bugün sarhoşluğum çekilir gibi değil
dibini gördüğüm şişelerde başlıyor yalnızlığım
yirmi dört ayar değerinde değil sevinçlerim
kime satsan almaz
zenginliğim yüreğimden öte değil..

beni kucakla izmir
bugün düşlerim ulaşılır cinsten değil
bozukluk sevişmelerimin hepsini,
tek kollu dilenciye verdim
dilenci şaşkın
ben şaşkın
gece şaşkın
nasıl oluyor da anlatamıyorum garipliğimi
kustuğum şiirlerde,
konuştuğum ama duyamadığım bütün insanlarda aynı nakarat
aynı melodi tekrarlanan
şarkılarımın öksüzlüğüne isim koyamıyorum..

beni kucakla izmir
bugün şiirlerim sahibine yakın değil
özlediğim adam,
gecenin öteki yüzünde
özlediğim adam,
yatağında uykusuz
özlediğim adam,
ne çok sevildiğinden habersiz

beni kucakla izmir
beni kucakla izmir..!

bugün özlemim
bugün suskunluğum
bugün çaresizliğim
bildiğin gibi değil…

Pelin Onay

17 yaşım çıldırmışdı

sessiz bir gecenin
ve sönmek üzere olan bir ateşin,
küllerinin içinden sesleniyorum sana
sonbahar’ın esintisini omuzuma aldım
dudaklarımda eski bir şarkı,
sen bilirsin..

ne hala var olan bir aşktır anımsatan gidişini
ne de yılların verdiği bir suskunluk
bu gece özlemlerim had safhada
bir saat için bile olsa gel,
yeter bana

düşünüyorum da
hala kırgınım,
beni öksüz bir sevdalı gibi ortada bırakışına
söz vermiştin
yüreğim yüreğindir demiştin
gitmemeliydin
hayatımın en deli zamanlarıydı
gülüşlerin bedenimden akardı
17 yaşım çıldırmıştı..

kelimeler kısalırdı gözlerinde,
sen virgüllerle uzatırdın
nasıl bir mucizeydi seni karşıma çıkaran
hangi akla hizmet gitmiştim istanbul’a
ve nerdeyse eziyordun beni,
taksim’in tam ortasında
fırlatılan kızgın bir bakıştı
özürlerin ağzında tıkandı
17 yaşım çıldırmıştı..

o gün anlamalıydım oysa
öldürmek için değil,
diriltmek için çıkmıştın karşıma
çocuktum
kızdım
kadın oldum kollarında
utandım
utandırmamıştın oysa
bir nehir gibi akmıştım yüreğine
yüreğini teslim eder gibi,
bırakmıştın beni şehrime
hiç ayrılamayacağımızı o gün anlamıştık
o gün bilmiyorduk ayrılacağımızı
sarılmıştım
sarılmıştık
bu sarılmalar hani hep kalacaktı
şimdi en çok kollarına ihtiyacım var
bir haber gönder ne olur,
bir ışık yak
mekanın hala yıldızlar mı..?

buruk
ve yarım kalmış bir gülümseyiş oturuyor şimdi dudaklarıma
ikimiz için ne güzel bir andı
gecelerin en güzeliydi hatta
çıka gelmiştin istanbul’dan,
ellerinde en sevdiğim papatyalar
gelmiştin işte
sarılmıştın kocaman
sevinmiştim derinden
kollarımdan tutup götürmüştün,
ben, nereye bile diyemeden
ellerin direksiyondaydı
başım omuzunda
yüreğim sanki çıkacaktı
seninle olmak hayattı
17 yaşım çıldırmıştı..

seni her şeyinle seviyorum dedin
sahip olduğun her şeyle
kelimeler hep kaleminin ucunda olmalı
şarkılar dans etmeli dudaklarında
çılgınlığın
asiliğin
inadına yürekli
inadına umutlu gülüşlerin sende kalmalı dedin
seni her şeyinle seviyorum dedin
sahip olduğun her şeyle
ne değiştirmek istiyorum
ne eksiltmek
ne de yitirmek
sen hep böyle kal
ama yanımda kal dedin
beni benden alan bir filmi izler gibiydim yüzünde
kelimelerin yüreğimde atıyordu
inanılmaz bir akşamdı
bütün yıldızlar tanıktı
17 yaşım çıldırmıştı..

usulca yerleştirdin parmağıma tek taşı
istanbul artık senin
ben seninim
artık hep benimle kal
kalksın aramızdaki kilometreler,
benimle evlenir misin, dedin
gözlerime yağmur yağdı
yan masadaki kadın duygulandı
ilk imzayı dudaklarına attım,
garson çocuk baka kaldı
sanki bir rüyaydı
saat 12’yi geçmişti ama
kül kedisi balodaydı
17 yaşım çıldırmıştı..

nasıl da kızgınım sana
dönmeyecektin o gece,
lanet olası istanbul’a
işler kimin umrundaydı
işleri kim takardı
………
……
…..
sabahın en kör saatiydi
bir telefonla geldi varış haberin
geleceğimiz ve sevdamız,
bir kamyonun altında yatıyordu
sen,
bir kamyonun altında yatıyordun
telefon elimden düştü
dizlerim yere çöktü
kaç saat tutarında öyle kaldım da,
bana bir asır gibi geldi
hangi keşke’yi söylersem,
uyanırdım rüyadan
hangi dualar geri getirirdi seni
daha parmağımdaki alyans,
suya değmemişti
hani yok edecektik kilometreleri
kilometreler kaldı,
biz yok olduk
gözyaşlarım ağzımdaydı
her yer karanlıktı
17 yaşım çıldırmıştı..

ne cenazene gidebildim
ne de öğrendim nerede yattığını
çok uzun süre nişanlı kaldık seninle,
alyans parmağımda kaldı
çok kereler gelmek istedim yanına
bir şeyler dürttü sanki
izin vermedin,
hayatta kaldım
şimdi ne vakit bir kamyon görsem,
buğulu camlarında bıraktığım 17 yaşımı arıyorum
şimdi ne vakit bir kamyon görsem,
17 yaşım geri geliyor,
sana susuyorum

değişen ne dersen
hiçbir şey bebeğim
belki biraz ben
yıllar su gibi akıp geçti
ama korkmadım sevdadan
hala çılgınım
hala inatçı
hala yazıyorum
ama mısralarım kanlı
saçlarımı sıkıştırmıyorum bir lastiğin içine
insanları güldürebiliyorum
şarkılar ise hep dudaklarımda
sevdiğimi söylerken utanmıyorum
yürekli kadını oynuyorum yani
seni bazen
bazen çok fazla arıyorum
kimse senin kadar cesur değil sevdasında
artık seni seviyorum diyenlere,
inanmıyorum..!

biraz kırgınım hayata karşı
ama inatla direniyorum
bu gece gözüm yıldızlarda
hangisindesin el salla,
seninle sabahlıyorum
sana söylemek istediğim çok şey vardı,
belki de bu gece bunları kusuyorum
artık söylemek istediklerimi ertelemiyorum..

sessiz bir gecenin
ve sönmek üzere olan bir ateşin,
küllerinin içinden sesleniyorum sana
anılarımın fesleğen kokulu fısıltısını,
içime çektim
dudaklarımda eski bir şarkı,
sen bilirsin..

ama yine de merakımı bağışla
ben değil,
17 yaşım soruyor sana
daha mı rahat geldi,
yıldızlar yeryüzünde…?

Pelin Onay

Çağımızda Her Aşk

Ayrıntılardan arındırsam hayatımı;
desem ki: ben Elsa’yı çok sevdim.
O kadar. Bir kapı aralandı kısaca:
Bir başka dünyada, başka bir çağda
mümkün olabileceğini gördük aşkın.
Usulca kapandı tekrar kapı sonra.

Uzun uzun durmasam üzerinde;
desem ki: ben Elsa’yı çok sevdim.
O kadar. Aşkın başkalarını dışladığı,
sevdanın ille de bire bir yaşandığı yerde,
biri bir başkasını ne kadar sevebilirse,
o kadar sevebildim ben de işte.

Desem ki, böylesi bir dünyada,
böyleyken insan ilişkileri
başka türlü sevemezdik zaten.
Elsa duymuyorsa artık sözlerimi,
ne anlamı olabilir ki dediklerimin!
Sonuç olarak yenildik işte.

Desem ki, yumuşak bir sesle,
baştan yeniktir çağımızda her aşk.
Herkes gibi yenildik işte biz de.
İsyan etmesem, doğal karşılasam
ve ağlamayabilsem.
Ağlamasam.

Desem ki, değişecek birgün herşey,
çıkacak aşk bireylerin tekelinden.
Ne değişir ki bizim için? Ne değişir ki?
Baştan yeniktir çağımızda her aşk
ve çağımızın çocukları, Elsa’yla ben,
yenildik işte herkes gibi.

Roni Margulies

Gittin

Gittin, dağ gibi büyüdü yalnızlık
Issızlığın iki ucunda şimdi sen varsın
Tam ortasında: yokluğun yokluğun yokluğun
O konuşsa konuşur, sussa susarsın

Gittin, taş atarak denizlerime
Halka halka genişleyen anıların kaldı
Girdin çıkmamak üzere dehlizlerime
Birden yaşamanın hızı azaldı

Gittin, boşandı içimde sevincin yayı
Kim öğretecek bana ah, sensiz yaşamayı

Sedat Umran

Acıyor

Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürürün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çoçuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

Turgut Uyar

Ey acemi dudaklı yar

Ey acemi dudaklı yar… Bahaneler bulma bana
Kurtarıcın ve müjdecinim ben senin
Aşkı öğretmek için geldim sana
Öğren onu…
Hala kabile kanunları hakim vucuduna
Kendin hükmetmeye çalış bedenine

Kulak ver bana…
Vaktim çok dar
Her mevsimde bir kez biter başak
Aklını başına al
Asık suratla karşılanmaz ilk bahar yağmurları
Sen de diğer kadınlar gibi ol
Sadece bağırmak için mi verildi sana bu dudaklar

İşte talimatlarım… Önünde hepsi de…
Cennetimi de orada görüceksin
Cehennemimi de
Hala anlamadıysan şimdiye kadar
Sor ne olur, anlamaya çalış
Sana dayatmak istemiyorum kendi konumumu
Konuş… Eğer konuşmak hoşuna gidiyorsa
Kokla beni
Bu seni rahatlatacaksa…

Zorla sevgiyle işim olmaz benim
Şiddet – kadınım –
Beni bunalıma sokuyor
Kötü bir adam olacağımdan korkuyorum
Seni aşka bir koyunu çeker gibi çekeceksem eğer
Anlamaya çalış…

Sakin ol…
Niyetim bu güzel geceyi mateme çevirmek değil
Hiç bir zaman bir kabile reisi olmadım
Seni kanla ve tırnakla sevecek olan
Fakat ben daima gökyüzünün haritasını
Değiştirmeye çalışan adamım
Şiiriyle…
Ve aşkıyla…
Yıldızların konumunu değiştirmeye çalışan adamım…

Nizar Kabbani

İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir

ellerini tuttuysam uçuruma düşmemek içindi. güneşte ıslık çalan çocuklar içindi. aslında tek kişi sayılmaz mı karanlıkta iki kişi. kaybolan olursa elma diye bağırsın. ne çok şey konuşmuştuk orada ama yine sessiz çıkmışız. sonra albümü kapatıyorum zihnimde bambaşka bir fotoğraf. sanki hepsinin karıştığı bir an. onu da yazabilirdim ah böyle kıpırdayıp durmasan.

İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir.

yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil öldü benim için sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. on iki yıl geçti susmak ne kısaymış. sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.

Emrah Serbes

şenliğin kalbine

Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. İnsanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş’ta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa.

Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı.

Emrah Serbes