Konuğum Ol

Bir akşam konuğum ol
oturup konuşalım biz bize
Anıların çubuğunu yakıp
uzatalım geceyi biraz

Geçmişe bir el sallayıp
yaşanan günleri konuşalım
ve günlerin üstüne çöken
dumanlı, isli havaları

Kendimize daha az zaman
ayırsak da olur geceden
Çünkü boğulabilir insan
yalnız kendini düşünmekten

Kapağı açılmayan kitaplar
unutulmuş aşklar gibidir
Kitaplardan söz edelim
ve onların gizli kalmış
sessiz tadlarından

Sabaha doğru perdeyi
aralayıp ufka bakalım
ve bir çocuk gibi
hayretle seyredelim
güneşin kızıllığını

Konuşulmadan kalan
daha çok şey vardı
diye düşünerek çıkalım
güneşle kucaklaşan balkona
-Üşütmesin sabah serinliği

Bir bardak demli çay
burukluğu gibi kalsın
gecenin ve sabahın tadı
yaşasın anılarımızda

Konuğum ol, oturup
konuşalım bir akşam
ve uzatalım geceyi
sözün çubuğunu yakarak

AHMET TELLİ

Simge Kadınlar – Ben Bengisu, İlk Düşünüz

………………………………….“Sesin nerde kaldı? kar içindesin!”

Akarsuyun serin sevincini duydum,
İlk aşkın kalbine aktı çocukluğum:
Belleğimde ürperen kar çiçekleri…
Islak saçlarının yıldızlı seheri
İçinde daha dün kara duygulardan
Hevesle ayrılmışım seninle, zaman
Gözlerinde demlenerek uyanacak
Sıtma sancılarla birazdan, berrak
Köpüklerimizi uçuralım diye
Karmeleklerin beyaz sessizliğine.

Sesin nerde kaldı? Sen sustukça gün,
Konuştukça kış uzuyor, ince yüzün
Minelerini açıyor bir bir yaza.
Başucumuzda dinlenen ak kiraza…
Göçmen kuşlarınla sen, yarın yeniden
Gümüş tenli yapraklar topla göğsünden.
Aşk, üşüyen bir bulutun çocuğudur,
Anılara mevsimsiz yağsa da olur.

Akarsuyun derin sevincini duydum,
Yosun tutmuş hüznümün uğultusuyum.
Aylar döner, günler söner, gam kürelenir…
Tanrım hâlâ saçını kumrala boyar,
Hâlâ dudaklarında bengi şarkılar…
Eski yazlar hâlâ üşür pencerelerde,
Sözler uçar, yazılarla iner perde:
Unutma kar sesini mavi küheylan,
Uyanma al sıtmalı bengi rüyandan…

Hüseyin Cahit Kerse

Simge Kadınlar

 – Ben Sacide, İlk Aşkınız….

Bunu siz istediniz, gam yükünü yele verdi yüreğim
Bahçenizden özenle ayırdım ayrık günlerimi
Sancılarınıza giyotin kesildim, dirildiniz
Beni unutmalarınıza bengisu verdim, güreldiniz
Ben mineli akşam yeli
Gel git zaman renk bezedim çorak toprağınıza
Öpülmemiş kollarımda çarmıh hasreti
Belleğimde eski aşklarım, telörgülerim.

Kıyısız düşlerimi sizden miras bildim
Yeni akıntılara kapıldım dudağımın tuzuyla
Titredim uçurum bakışınızdan eksildim
Yüreğimi kanatmadan önce kaktüsleriniz
Serap düşkünüydüm ben kendi çölümde
Ben mineli bahar seli
Şimdi ipince yaz yağmurundan incinirim.

Kırılgan heveslerim, eksik aşklarım benim
Hâlâ göğüs kafesimde gizemli putlarınız
Şirin dertlerinize derman oldum, şimdi devran
Değişti, odalar gitgide dar, sokaklar rüzgâr
Ben mineli hüzzam dili
Akdeniz’le bir kırlangıç ömrü söyleşemedim.

Üzgünüm, sizi hoyrat bir yüzyılda yitirdim
Çözümsüz saç örgülerim tel tel paslanırken
Kendime kuşbakışı serin bir avlu seçtim
Ben mineli dünya gülü
Yarın nemli balkonumda demlenen hasretimle
Bekliyor sizi akşam çayıma karanfillerim.

Ruhumu hüzünlerle incitmeyin, devran benim
Göğüm sizinle gölgesiz, güneşiniz kolay gelsin
Nice görüşmeyeli
Zamanı gözlerinizle aldattım, başım dönüyor
Bilirsiniz sizi anımsadığım tan vakitleri
Tepeden tırnağa yaprak ve çiçek kesilirim.

HÜSEYIN CAHİT KERSE

Azad..

Kırık bir testiymiş dünya
zamansa içinde su ..
yollar
yıllar
zamanlar gibi bekledik
bekledik ayrılmasını sarı samanın saptan
dünya ..
düzlükte alaca bir tufan
yandık, yıkıldık, asıldık ama ..
Aldık aslımızı gerili çarmıhtan
Gül ve diken
har ve kül
kan ve döl
ve sulara
ve ay’a
ve gül dalına ..
Yemin olsun ! geceyi gündüze katana
Budaktan kollarımızla vurduk kapıya üç kez
üç kez yalvardık aşk için
terennümle dağladık dilimizdeki aşikar heceyi
dikeni gül
külü har
geceyi gün
eyleyemedik ..
Öyleyse ..
Yıkılsın mı Babil’in surları
küskün üzüm şaraba denk!
beynimin içinde semahta kelimeler
sus diyor beynim dilime
susa dur !
şaşırıp kekeliyorum “ hayat” diye
düşüyor ve ikiye ayrılıyor kelime
Hay! at olsaydım ya dağlarda
dörtnala…
dörtnala…
Ama içimdeki kutsal nağmeyi kim koymuş oraya?
Kim ezelde Havva! diye seslenmiş bana?
sol göğsüyle Habil’i
sağ göğsüyle Kabil’i emzirdi Havva
bu yüzden yüzümün yarısı ak
yarısı kara !
kara
kum ve tuz
denizden uzak
suya hasret
kara gece
kara toprak
kara şiir
kara şair
bacağından başlar atların intiharı ..
koşum
yele
kanat
ışık hızı
dağlar kadar rüzgar
rüzgara sevdalı atlar
dizginleri bulutlara asılı
bacaklarından başlar atların intiharı ..
kırıldı bacağı içimdeki atın
beni vur
azad et artık
bırak beni sulara ..
…………………………………..

Mahrem kalmalıydı oysa acılarımız
bizse her yaramıza bir merhem aradık

Akide U. Türkelli

Gün Ağarıyor..

Gün ağarıyor
Hüznüne güneş doğmaz bir yoldasın
Haraç mezat bir sevdaya sarıp ömrünü
Sırtında da ayrılığın ağır yükü
Kimsesiz bir dağ başındasın
Yolcusun…
Yüreğindeki limanlar çoktan yıkılmış
Dalgakıranlar sular altında
Ve sen çaresiz bir fırtınanın koynunda
Bir başınasın
Sığınacak yelkenin yok
Derin uykular uğramaz sana
Kim bilir hangi gecenin koynundasın
Boşluğa gömülen bir çığlık gibi
Dört yanın sarılmış
Çıkmaz bir sokaktasın…
Elleri tetikte huysuz sevdaların
Çocukluğuna sarmışsın beyaz anıları
Soğuk betonlar üzerinde yatsan bile
Ateşler ortasındasın
Oysa zaman üstüne sürer atını
Gözlerinde baharı arayan bir çiçek
Bazen çöllere sarılı ömrün
Bazı gün ummandasın
Gel gör ki sevdan çaresiz
İnsan yanmaya görsün bir kere
Gel gör ki mezar taşları gibi yalnız
Yollar boyunca yaralısın
Haraç mezat bir sevdayı sarıp gönlüne
Hüznüne güneş doğmaz bir yoldasın
Umut dağların ardında talan
Uzun yollar ardında gerçek gülüşler
Burda kahkahalar bile hep yalan
On milyonluk bir kentte yalnızsın
Yollardasın
Bunca insanın içinde adım atacak yer yokken dışarda
Sen yüreğinin ıssız çöllerinde
Voltalardasın…
Oysa sevdan avucundaki son kurşun
Benden başkasına yakışmaz yarası
Oysa sevdan dağ başında kış
Küçücük bir çocuğun gözlerinde
Zeytin karası
Toprağa saplı hançer değil bu
Öyle kolay çıkmaz yürekten
Gel gör ki sevdan avucundaki tek kurşun
Sancısı senden başkasını sarmaz
Umut hangi dağın ardında deseler
Koşar gider de bu gönül
Bir dem yorulmaz
Bir dem durulmaz…
Kocamış bir çınar gibi yüreğin
Dallarına hüzün yağar
Kökü yedi kat altında olsa da yerin
Yaprakların güneşe sevdalı
Kah bulutlara yoldaş olursun
Kah dağlardasın
Sen herkese bir çare dağıtırken
Kendine küsmüş şehirler gibisin
Kendi dumanından soluksuz
Kendi elinden yaralısın
Doğan günün sevincinde değil
Takvimden düşen yapraktasın…

Ali Haydar Timisi

Günah

günah işledim lezzet dolu bir günah

titreyen esrik bir tenin yanında
tanrım ne bileyim ne yaptım ben
o karanlık susku dolu zulada

o karanlık susku dolu zulada
baktım gözlerine gizemleriyle dolu
gözlerinin çaresiz isteklerinden
kalbim göğsümde çırpınıp durdu

o karanlık susku dolu zulada
yanında darmadağın oturdum
dudaklarıma heves döktü dudakları
deli kalbimin üzüncünden kurtuldum

aşkın öyküsünü okudum kulaklarına:
seni istiyorum ey benim cânânem!
ey bağrı can bağışlayan, seni
seni ey aşkım benim divânem!

kırmızı şarap camda oynadı
gözlerinde heves yalazlandı
yumuşak yatakta benim bedenim
göğsünde onun sarhoşça kıvrandı

günah işledim lezzet dolu bir günah
alevli yangılı bir kucakta
günah işledim kinci, sıcak
ve demirsi iki kol ortasında

Furuğ Ferruhzad


Gidiş

Senin gözlerin benim gerçeğim

(sendeki telaşa onlarla inandım)
bakmıyor bana,benden uzakta.

Aramızdaki mesafede gerilen
bir teli inletiyorum seninle
sesi ben duyuyorum tek,
birşey duyduğu yok kimsenin
benden başka.

Bir hülyanın hatırasında
kasıp kavuruyorum kendimi
diyorlar ki, hayat yalandır,
aşk da.
Nasıl inanırım,o;
olmak istemiş de olmamış
bir yarım nefes gibi şuramda.

Sana dokunamayacak kadar
ürkek kalmış olduğum bu mesafeden
dön/erken sen
önce ayaklarının gerçekliğine inandır beni,

inanmak istesem de
senin gidişin yalandır bende.

Birhan Keskin

Ardıç Kuşu ve Sevda

Yüzünü biriktiriyorum şimdi
çünkü ben, bir ardıç kuşu gibi
kendi ölümüyle beslenen
güncesi ayrılıklarla dolu
ve teni her yaz
ayrı güneşlerde yanan bir çocuğum.
Ne kadar alışkınım bilsen
yazılmayacak mektuplar için adresler alıp-vermeye
yılların yorgunluğuyla sararan
silik, umarsız, gizini saklı tutan
ve bir daha yaşanmayan resimlere.
Yüzünü biriktiriyorum. Çünkü yüzün
bir sevda tohumu şimdi.
Geçerken ürpertilerle karanlıklar içinden
tutsak ve ağzımıza sığmayan dillerimizle
geçerken gecenin pususunda bir ırmaktan
bütün özlemleri tadan, bütün romanlarda
yeniden dünyaya gelen o çocuk
ağlıyor arkamdan
beni bırakma… Bırakma beni…
Kaç kişinin gücü yetmiştir
yasaklanmış bir aşkı savunmaya…
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Soyları kocalarının adında eriyen
göçmen kadınlar gibi, hüzünlü ve sesim titreyerek
ne kadar alışkınım bilsen
bütün kanamalara… gülümseyerek.
Bir ardıç kuşuyum ben
toprağa düşeceğim bir gün
içimde çimlenen tohum çatlatıp yüreğimi
ağaca dönsün ve yüzyıl yaşasın diye
hiç ardıma bakmadan öleceğim.
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Zerrin Taşpınar

azize “ yerlilerin şarkısı”

I.

bizi iyi sakla tanrım gidiyor hayat
bizi yokla
bize yeni bir keder yarat

çünkü bizdik dökülen
hayat hırpalanırken büyülü çanaklarda
ağır bir dua altında kırılırken yalanlar
gömülen bizdik azize göğsündeki iksire
ağaran dünya ve kirpiklerimizden artakalan ne varsa
ne varsa bilinmeyen
mevsimleri dolduran yalnızlıklardan
tütün kâretmez yaralardan arta kalan ne varsa
dizdik yanaklarımıza
süzülsün
birazdan başlarız
azize
yani iyi bir kederin
yani yerlilerin şarkısına

çünkü biz
en eski yerlileriz
gideriz yürek tokuşturmaya
ve deniz
gideriz hep rüya
kaburgalarımıza biriken ne varsa
ne varsa kışkırtan bizi
alır gideriz

ama yorgun alkışlar lanetliyor bedenimizi
sanki yokuz
terliyor günler paralarla haberlerle üşüyoruz
çözülüyor dudaklarımızdaki tuzun kimyası
yıllarca beter bir bilmeceden uykusuz
bir hayal gümbürtüsüyle kalkıyoruz halaya

yani aynı yazgıya
yani yaşadığımızı biliyoruz
yani kirpiklerinle aynı yerdeniz
ıslandıkça ruhlarımız senin zamanlarınla
körpeler büyüdükçe yürek tokuşturmaya
şehirleri savuran şarkımıza başlarız
hazırız
gülümse bizi tanrıyla buluşturmaya

yetmez içimizde boğulmaya bu deniz
kirpiklerinle aynı yerden
yalnız aşka yenilen
yerlileriz azize

II.

birşey yap azize şiirden olsun
ıslansın hep içim nehirden olsun

iyi sakla beni bahar geliyor
iyi sakla beni çıldıracağım
acı ilerliyor aşk ilerliyor
ruhumdan bir cennet kaldıracağım

birşey yap ve görün aşkla diz dize
göstersin dibini hayat denizi
anlat deliliği anlat azize
her yağmurda aynı yaranın izi

kimi rüyasında bir kelebeğe
yağmurdan tabutlar yapıyor gibi
kimi yeraltından bakıyor göğe
herkes aynı şeye tapıyor gibi

andolsun hayat da durur azize
çeker baharlardan elini tanrı
kıyamet aşkı da vurur azize
unutur yağmuru çöl yangınları

ölümü ürperten birisi mi var
baharı coşturan böyle azize
duvarın ötesi yine bir duvar
sonsuzluk gördün mü söyle azize

daraldı odalar sonra balkonlar
gökyüzü çalarız sinemalarda
o çocuk balonlar o istasyonlar
herşey bir aşk için susar susar da

iyi sakla beni çıldıracağım
acı ilerliyor aşk ilerliyor
ruhumdan bir cennet kaldıracağım
iyi sakla beni bahar geliyor

III.

beni iyi sakla tanrım yağmurdan geldim
ateşleri azdıran karanlık bir yağmurdan
bir yağmur yanağında kırıldı çömleklerim
bir yağmur yanağından geçtim uçurumlara
yüzüm ıslak camlarda
aklım uçurtmalarda
gökyüzüyle sınanmış bir maviye düşerdim
düşerdim uzaklara
kalktığım her sahurdan

her sözcüğe ayrı bir yağmurdan geldim
çocuklar artırmadan o efsane maviyi
yağmurlar anlaşılmadan

her bahar çıldıran sularla geldim
belki de sular böldü beni binbir iklime
hiçbir dilde olmayan sorular böldü
ablam
babamın ilk acısı
ben küçükken öldü
ve ben küçükken kestim bir çocuğun kolunu
korkuyu böyle erken yaptım çocuk oyunu

bir çocuk oyunu parça parça ateşten gölgelerim
inkar ettim ve sevdim hayata çarpan tüm yanlarımı
ve hain bir sevgiliyi sarmalayan ellerim
vermedi yağmura günahlarımı
sonsuza doğru çember çevirdiğimiz günlerin kavgasında
müphem bir umuda asıldı deniz
dönüp sordum yağmura
arkadaşlarımı

bütün bu olup bitenden sonra
azize yine de özler mi bizi
ben sizinle birlikte geçtiğim o denizi
yıllarca bir daha bir daha bir daha geçtim
geçtim şehirler altüst oldu gülümsedi çocuklar
dağıma geri döndüm kendi suyumdan içtim

belki çıkmam sabaha
geceleyin vururlar
döner miyim bir daha
söz veremem çocuklar

yağmurlar birgün gerçekten yağar
azize dua etsin ateş üstünde
hayat aptallaşır bize gün doğar
azize dua etsin ateş üstünde

IV.

beni sen durdur azize bitmiyor yollar
beni sen vur
beni sustur bitsin sorular

beni sen durdur azize yollara çıktım
bütün kederlerimi yaktım ve ağlaşacak ne varsa
alevlerini sana
küllerini elazize bıraktım

önce ölümler çaktım çarmıha çevirdiğim günlere
kıyamet gözkırpacak çıldıracaktım
ve ruhumda gökler düşerken yere
aklımı maviye aldıracaktım

yıllarca yeniden çıktım yollara
yıllarca aktım dünyanın bütün nehirlerinde
aktım durdum uçsuz bucaksız yatağında herşeyin
son sınırlarda en derinde

nasıl dayanabilir insan yuvarlanınca boşluğa kendi dağından
ya da balık gibi takılınca ağlara
kayan bir damla gözyaşıyken dünyanın yanağından
karışmak isterken yağmurlara
çıkarıp efsanemi tüm yüzyıllardan…
anla ki azize çığrından çıktım

imkansıza soyunup çıktım yollara
çatırdayacak sandım çırılçıplak dünyanın iskeleti
çatırdayacak yalnızlıklar ayaklarımın altında
ve kocaman şehirlere yeni bir büyü
çatlayan bir bahar olacaktım kırlara

çıktım yolllara
artık hatırlayabilir miyim o muhteşem şiirden bir iki dize
basar mı bağrına artık beni sevdiğim
beni durdur azize
beni yağmura
beni ateşe
beni denize

Sıtkı Caney

gün kavuşsun

gün kavuşsun diyerek diniyormuş, anladık
yüzümüze ham güller bulaştıran sonbahar
ne de ince yaralı, ne çapkınca ayrıldık:
suda bir kalem gibi kırdı bizi intihar

ah neyi diriltirdi avucunu hohlayışın
neleri kıracaktın sütkesiği dişinde
bulurdu beni oysa ıpıssız ağlayışın
bir şahmaran uyurdu sevgilim deyişinde

yaşamak böyle soğuk ve böyle çürümüşken
yetmiyor aynaların fısıldadığı masal
gel omzuna abanmış yaralarla övüngen
gel içimde biriken encamını geri al

bir ak dalga geçseydi bu kırmızı limandan
yeşil sular üstünde seni getiren gemi
mor ipekler çekerdim ayla senin arandan
gümüşlere sarardım kırılgan ellerini

benim bir tek ölümüm yetseydi çağırmaya
ey çaresiz bakışlı ey zıpkın gözlü, seni!

Süleyman Yeşilyurt