uçurtma olsam gökyüzünde
bir rüzgara kapılsam
gitsem öylesine bir yere
Şub 23
uçurtma olsam gökyüzünde
Şub 23
Ben cennete gitmek istiyorum / Orada güzelcene yatıp uyumak istiyorum
Ben cennete gitmek istiyorum. Orda kuşlar, kelebekler, güzel renkli çiçekler mis gibi kokuyor. Orda elma, portakal, muz, kivi, her türlü meyve yemek istiyorum. Benim bisikletim olmasını istiyorum. Güzel masallar okumak isterim…. ve Boyacılık işini artık hiç yapmak istemiyorum. Oturup dinlenmek istiyorum. Orada güzelcene yatıp uyumak istiyorum. Kitaplar okumak istiyorum. Okulumu bitirirsem doktor olmak istiyorum. Hastaları iyi yapmak istiyorum. Dışarıda kar yağıyor üşüyorum.
A.G. (9) Yaşında 3. sınıf öğrencisi
Ayakkabı Boyacısı
Şub 23
Ölülerin dönüp dolaşıp bizde yaşamasıdır yalnızlık.
Ölülerin dönüp dolaşıp bizde yaşamasıdır yalnızlık.
Her ölü ölümünü kanıtlar,
yani yaşadığını;
ve biz durup dinlenmeden ölümlere ekleniriz,
kurtuluş yoktur.
Yazılmamış kitaplardır ölüler
ve zamanın rafına kaldırılmış gümüşlerdir.
Onlar ki, bir yanlarını bırakırken bize,
bir yanımızı götürmüşlerdir.
Bu yüzden alışverişimiz hiç eksilmez onlarla;
uçsuz bucaksız bir çölde
ya da dağların ardındaki bir dağ başında
kendi kendimizle konuşuyorken bile
onlarla konuşuyoruzdur.
Dedikleridir dediklerimizin birazı,
birazı onlara diyeceklerimiz.
Hiç kuşkusuz, dünya ölülerle ağırdır;
ve yeryüzü onlarla kalabalık.
İçimizdeki suç kurdu kımıldadıkça onları anarız.
Çünkü, her diri ölüyü yağmalar
– ki biz de bulaşmışızdır o talana.
Ayakta kalma duygumuzu doyurmak için
bir atmaca olmuşuzdur
ölüye,
ay ışığında canlı canlı parlayan bir saltanat
kurmuşuzdur mermerden;
taşına yaldızlı harfler döşemişizdir ince ince,
ardından çiçek konvoyları yürümüştür
renkleri tekrarlayarak,
ardından gül şerbetleri, ilahiler,
sonra cennet yeşili hüzünlerin çekip çevirdiği törenler.
Üstelik, ölümü biraz daha gerçek kılmak için
gazetelere ilan vermişizdir.
(Çünkü, ölümler işitildiği an gerçekleşir
ve işitilen kadardır.)
Gene de her şey boşunadır;
biz öldürdükçe yaşar ölüler.
Upuzun gölgeleriyle (ölüm insanı biraz daha büyütür)
içimizde gezinirler;
kımıltılarımıza dokunurlar hatta,
bakışlarımıza bulaşırlar.
Ölülerin dönüp dönüp bizde yaşamasıdır yalnızlık.
Hasan Ali Toptaş

Şub 23
Giderayak
Kalkıyorum.
Yolcu yolunda gerek.
Bana şöyle
eski yüzlü,
epey hırpalanmış,
yamalı da olsa,
bir sevgi bulsanız.
Bütün istediğim
Bu soğukları çıkartmak.
Ahmet Cemal
Şub 23
Eksilen
Şub 23
İktidara muhalefet eden gelenek de en az onlar kadar tahammülsüzler ve onlardan farksızlar.
Evrim teorisine karşı yazısı ile “müftülere nikâh yetkisinin yaşam tarzı dayatması olmadığı” yolundaki yazısının ardından Cumhuriyet’teki köşesi kapatılan Nuray Mert, aynı gün Hürriyet’teki yazılarına son verilen Akif Beki ile birlikte anılmak istemediğini söyledi.
Medyascope’ta Gökçe Çiçek Kösedağı ve Burak Tatari’nin sorularını yanıtlayan Nuray Mert, “Akif Beki gibi bir gazeteciyle anılmak Mert, istemiyorum. Kimse de kusura bakmasın” dedi.
İnternet medyasında yazmaya devam edebileceğini belirten Mert’in açıklamaları özetle şöyle:
“Orhan Erinç, beni arayarak teşekkür etti. Gazetenin ‘laiklik ve Atatürkçülük gibi ilkeleri ile uyuşmadığım için benimle çalışamayacaklarını’ belirtti. Benim bu ilkelerle sorunum yok. Zaten, benim Cumhuriyet gazetesinin davetine icap etmem gayet zor oldu. Farklı görüşlerde olduğumuzu söylememe rağmen, yeni yönetim, yeni bir perspektif yaratmak istediklerini söyleyerek davet etti. Ben de bu çerçeve de yazmaya başladım.
Aslında her şey ortada. Kendilerine de söyledim, biz Türkiye’de iktidar partisini ve onun gibilerini, farklılıklara tahammülsüzlükleri nedeniyle eleştiriyoruz. Ama, anlayış açısından iktidara muhalefet eden gelenek de en az onlar kadar tahammülsüzler ve onlardan farksızlar.
Ben 28 Şubat’ta da aynı şeylerle karşılaştım. O zaman da, başörtüsünü savunduğum için iş bulamadım. Yaşananlar, bana o günleri tekrar hissettirdi. Yıllar geçiyor, ama Türkiye’de hiç bir şey değişmiyor.
Bana, bu kararda tutuklu yöneticilerin de onayı olduğu söylendi. Ben bunu telafuz etmekten utanıyorum. İktidarın tahammülsüzlüğünün kurbanı olanların davet etmesi sonrasında, yazılarıma son verilmesi, aklımın alacağı bir şey değil.
Katı Kemalist yaklaşıma alışığım. Kendilerine daha sosyal demokrat, solcu diyen çevrenin bir kısmı da buna dâhil. Üzücü olan, bunun müspet manada değişmediğini görmek.
Tutuklu arkadaşlarımızın da onayı olması çok acı.
Daha önce de, böyle bir dönemde “Kemalizm otoriterdir” dedim diye, sosyal medyada hashtagler oluşturmuştu. Gazetede, ‘karşı yazar yazdı’ falan diye konuşmalar olmuştu. Ama bunlar, gazetenin iç konularıydı. Böyle şeyler devamlı su yüzüne çıkıyordu. Son zamanlarda, Kemalizm ile ilgili yazılarım tartışma yaratmıştı. Öyle biri olsam, beni daha rahat yaşatacak yerlerde olurdum.
Beni davet edenlerin, farklı yazacağımı bilmeleri lazımdı. Ben, ‘tepki almamak için sansürleyeyim’ diyen biri değilim. Düşüncelerini gizleyen biri değilim. Medyada, ne söyleyeceksek doğrudan söylemek lazım.
Türkiye, batmış vaziyette. Ama bizim laik kesin için, ‘Darwin mi dogma, yoksa başka bir şey mi dogma” konusu belli ki daha çok önemli. Muhalefetin dar görüşlülüğü, bu çerçevede kendini gösteriyor. Cumhuriyet de, son davranışıyla bunu sergiliyor.
(Köşesinin kapatılmasına gerekçe gösterilen) İlkelerle ihtilafım olsa, onu da yazar söylerim.
Ben bir çok yerden kovuldum. Çalıştığım yerler kapandı. Buna alışığız. Biraz dinleniriz, sonra yeniden yazarız. İnternet sitelerinde falan yazarız.
Medya ortamı ortada. İktidar medyasında yazacak hâlim olmadığına göre… Cumhuriyet ile bozuştuk diye, iktidarla aramız düzelmiş değil. Düzelecek gibi de değil.
Ne iktidar medyası benim yüzümü görmek ister, ne ben onların yüzünü görmek isterim. Ana akım medyada çoktan marjinalleşmiş birisiyim. Diğer pek çok arkadaş gibi, internet medyasında yazarız. Sorun değil.”
Nuray Mert
Müftü nikâhı ve İslami rejim
Cumhurbaşkanı ve partisi ülkenin içinde bulunduğu feci durumu gözden ırak tutmak için, gündemi ‘din eksenli’ tartışmalar etrafında yoğunlaştırma başarısını sürdürüyor. Müfredatın ‘cihat’ kavramını içermesi ve müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmesi bunlar arasında. Maalesef, muhalif çevreler de aynı değirmene su taşımak konusunda son derece hevesli.
Yok, din eksenli düzenlemeler hiç tartışılmasın demiyorum, itirazı olan bunları açıkça tartışmalı ama en azından muhalefetin bu konularda boğulma riskini dikkate almalı. Dahası, ekranlarda anlamsız bağırış çağırış yerine, itirazların makul bir çerçevede tutulmasına özen göstermeli. Aslında, insanlara dini görüş dayatmanın en ciddi örneği imam hatip liselerinin düz liselerin yerini alması yönündeki gayretler idi. Pek çok insan, istemediği halde çocuğunu, pek çok mahalde tek seçenek haline gelen imam hatip liselerine göndermek durumunda kalmaktan şikâyetçi ve bu sorun ciddiyetini koruyor.
‘Cihat’ kavramına gelince, iktidar radikal yorumlara karşı, cihat’ın geniş anlamını öğretmek iddiasında ama zaten Türkiye’de cihat’ı radikal tanımı ile anlayıp, soluğu radikal örgütlerde almak gibi geniş çaplı bir sorun yok. Bu durumda, ‘cihat’, radikalizmi önermekten ziyade, dini/milli militarizmi vurgulayan bir kavram olarak öne çıkmış oluyor. ‘Şehitlik’ kavramı için de aynı şeyi söylemek mümkün, bu kavram çerçevesinde, vatanseverlik militerleşiyor, ölme/öldürme hayatın merkezine yerleşiyor. Ancak, bu kavram iyice ‘tabu’ mahiyetinde olduğu için kimse kurcalamaya cesaret edemiyor, ölümü değil, yaşamı kutsama, vatanseverliği bu çerçevede kurma itirazından uzak duruluyor.
Müftülüklere nikâh yetkisine gelince, kusura bakmayın ama bu değişikliğin dini düşünce ve yaşam tarzını dayatma ile alakası yok. Tam da bu nedenle, ateşli itirazların çoğu havada kalmaya mahkûm. Müftülüklerde kıyılan nikâh, şeri çerçevede değil, mevcut medeni kanunun nikâha ilişkin mevzuatına uygun olacak, yani nikâhını müftülükte kıyan dört eş ile evlenmeye kalkışamayacak, ‘eşini talakı selase’ ile boşayamayacak, vs. Öyle bir düzenleme olsaydı, çok ciddi bir gelişme olurdu, olmadığına göre müftünün nikâh kıyma yetkisi olması neden sorun yaratsın? Tam tersine, ‘imam nikâhı’ adı altında, hiçbir yasal güvencesi olmayan akitlerin ve bunların yaratacağı suiistimalleri önlemek açısından faydalı bir sonucu olabilir. İçinde müftü lafı geçti diye muhalefet etmek, tam da iktidar partisinin fazlasıyla işine yarayacak bir tutum. Dahası hakkaniyetli değil, evliliğe dair hukuki çerçeve değişmediği durumda nikâh kıyan memurun din görevlisi olması neden sorun olur? Bırakın isteyen istediği makamda nikâhını kıydırsın. “Müftülüklerde kalabalık misafiri ağırlayacak yer yok” diyen bile çıkıyor, zaten isteyen nikâh dışında farklı mekânda düğün yapıyor. Kısacası, bunlar ciddiye alınacak konular değil, o nedenle ciddi sorunlar arasında telaffuz edilmesi bile diğerlerinin önemini gölgede bırakmaktan başka işe yaramıyor.
Tabii, bir de “bu işler böyle başlar, bugün müftülükte nikâh, yarın şer’i hukuka göre nikâh” diyenler olabilir. Doğrusu, İslamcı kesim böyle bir değişimi ve genelde İslami bir rejim değişimini çok arzu ediyor olabilir. O durum, TV tartışması konusu değil, tam bir toplumsal-siyasal altüst oluş demektir, sadece laikliğin değil, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin sonu demektir. O nedenle, doğrudan tartışma konusu olmalı, tam da o nedenle, İslamcı siyasetçi ve yazarlara “istediğiniz, doğru bulduğunuz, hedeflediğiniz böyle bir değişim ise, gelin açık açık konuşalım, bu ülkede yaşayan herkes fikrini açıkça kamuoyu ile paylaşsın” diye yıllardır çağrı yapıyorum. Kaçak dövüşmek alışkanlığında olanlardan ses çıkmıyor, sadece “Daha zamanı gelmedi” diyenler çıkıyor ki, o da “biz bunu elimiz daha da güçlendiğinde dayatacağız” demekten başka bir anlam taşımıyor.
Nuray Mert
Şub 23
Kasabalarda uluslararası ilişkiler olur mu?
Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar’ın Türkiye Genel Müdürü Kenan Yavuz, YÖK’e yönelik
sert eleştirilerde bulundu. Yavuz, Twitter hesabı üzerinde paylaştığı mesajlarda son yıllarda
sayıları hızla artan üniversitelere yönelik de eleştirilerde bulundu. Kenan Yavuz’un dikkat
çeken paylaşımları:
YÖK AİLELERİ VE GENÇLERİ KANDIRIYOR
*Bazı üniversitelerin yaptığı reklamlar ibretlik;
*YÖK denilen kurum aileleri ve çocuklarımızı kandırmaktan vazgeçmelidir. Üniversite! bitirip
ortalığa dökülen milyonlarca genç var.
ELİNE DİPLOMA ALAN…
*Nitelikli ara işgücü bulamıyoruz. Üniversite bitirdim diye eline diploma alan,ben ne zaman
müdür olacağım demeye başlıyor.
*Buradan YÖK’e sesleniyorum, gelecek üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam
edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı.
*Ailelere sesleniyorum, Sitcom Üniversitelere çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın.
İş bulamazlar.
*Anadolu’nun köylerine uluslararası ilişkiler bölümü açan YÖK, yazık değil mi bu çocuklara,
onlara ümit bağlamış ailelere?
GECEKONDU ÜNİVERSİTELER KURULUYOR
*Üzülerek söylemek zorundayım, lütfen bana Üniversite! mezunu CV yollamayın. Bakmadan çöpe
atıyorum.
*YÖK eğer talep ederse, çöpe attığım Üniversite mezunlarının CV’lerini kendilerine hediye
edebilirim. Çöp kutum dolu zira.
*Gecekondu üniversiteler kuruluyor. Buralardan mezun çocuklarımız ve ailelerin beklentileri
yükseliyor. Sonrası ise vahim.
*Meslek Yüksek Okulları ve teknik meslek eğitimi teşvik edilmeli, teknik olmayan Meslek
Yüksek Okulları kapatılmalıdır.
KORE VE ALMANYA MUCİZESİNE BAKIN’
*Kasabalarda uluslararası ilişkiler olur mu? Çocuklarımız ve aileleri sanal beklentilere
sokuluyor. Eğitim planlaması en önemli meselemizdir.
*Herkes üniversite mezunu olacak diye birşey yok. En yüksek işsizlik oranı üniversite
mezunları arasında.
*Zira her on ara iş gücüne karşı sadece bir üniversite mezununa ihtiyaç var.
*Japonya, Kore ve Almanya mucizelerinin altında yatan nitelikli ara işgücü ve kaliteli
üniversite eğitimidir.
YÖK’ÜN KURDUĞU DÜZEN SÜRDÜRÜLEMEZ
*YÖK sürdürülemez bir düzen kurdu. Kaynaklarımız heba oluyor, yazık oluyor. Radikal reformlar
yapılmalıdır.
OKUYUP YAZAMAYAN NESİLLER YETİŞTİRMEK
*Sanayici olarak bir gün bile YÖK bizlere sormuyor istihdama dair ihtiyaclarımız nelerdir
diye. Kafasına göre hareket ediyor. Sonuç ise ortada. YÖK Sitcom Üniversitelere izin
vermemelidir artık.
YAVUZ: TARTIŞMA ZEMİNİ OLUŞTU MEMNUNUM
Yavuz yazılı açıklamasında şunları kaydetti:
“Yükseköğretim düzenine getirdiğim eleştirilerin, bu meselenin tartışmaya açılmasına katkı
sağladığını ve tartışma zemini açtığını görmekten son derece memnun oldum.
Ülkemizin en önemli zenginliği nüfusumuzun genç oluşudur. Ancak bu büyük avantajımız eğitim
planlamasındaki yanlışlıklar ile heba olmamalıdır. Mesleki eğitimin önemine dikkat çekmek
istiyorum. Yakın geçmişimizde meslek liselerindeki haksız katsayı uygulamaları nedeniyle
mesleki eğitim büyük darbe almıştı.
Bu toplumsal meseleyi çözmek için; eğitim planlamasını sağlıklı bir zemine çekmek ve mesleki
eğitime önem veren bir yapıya geçmek zorundayız.
Nitelikli ara işgücü ve kaliteyi merkezine alan bir üniversite eğitimi, olmaz ise olmazımızdır.
Genç nüfusumuz 2023 hedeflerimiz için en önemli avantajımızdır. Nitelikli meslek ve
üniversite eğitimi bizi bu hedeflerimiz ile mutlaka buluşturacaktır.”
Şub 23
Belki Sana İnanırlar
onlara artık yeni insanlar tanımak istemediğimi söyle
bana inanmıyorlar
güneş mi göreyimmiş, iki insan, açılsın mıymış içim
beni alıp pencerenin önüne yerleştiriyorlar
onlara bir salon çiçeği olmadığımı söyle
hasarsız parçalarımın giderek azaldığını
hiç değilse okunaklı bir ölüm için bir tık
hayatla arama bir boşluk bıraktığımı
bana inanmıyorlar
tıpkı inanmadıkları gibi; hem onları hem allahı
aynı anda sevebileceğime
tıpkı yüzümü arasında kuruttuğum kitapla
bütün bu talanların bir ilgisi olmadığını söylediğimde
dudaklarını aralayan müstehzi parlayış gibi
hani söyleyecek çok şeyim var da kıyıp söylemiyorum
der gibi
sen söyle..
yarıldım / sebep(?)
yırtıldım
çıkardığım çirkin sesleri duyuyor musun
tuhaf şeyler oluyor bak insan kendine yuvarlanınca
insan kendine çarparak parçalanınca
aklının tutunacak elleri de kopuyor
ama tıpkı diğerlerinin uçuşan saçlarımı delil gösterip
alnımın yangının yalnız o eşikte söndüğüne inanmadıkları gibi
inanmadıklarında
bir şey oldu bana
bende, bana sığmayan bir şey
ağustos gecesi dolaba konmayı unutulmuş yemek gibi
ekşidim bir gecede sanki kokuştum
oysa daha şunu, şunu, şunu söyleyecektim
kavgalara karışacak daha ladesler tutuşacaktım
daha ellerinin bütün yalan yanlışlarımı doğrulayan bir hakikat gibi
saçlarıma nasıl usulca indirildiğini
o küçücük avuçlarına o kırk tas suyu
hem de ruhun bile duymadan nasıl sığdırabildiğini falan…
şevkimi kırdılar / sebep(?)
kelimelerden yana nasibimi murdarladılar
oysa ben de susunca zehir zannediyordum dilimi
ne fena
cana değmenin can yakmaktan başka yolunu bilmiyorlar
misal ben, yenilmek koymuştum bu senle aramda olana
üstelik bütün yollarını da biliyordum
budadılar sebep
beni bir çınardan bonzai yapabilmek mümkünmüş gibi
anlamadan, dinlemeden, inanmadan
budadılar
hadi gel
o ucuz poları ört üstüme hadi, bordo
yanıma
sana bir kere bile sarılıp uyuyamamışlığımı da koy
değil değil sana yazmak için
ciğerlerimin çırpınmasını beklemiyorum her defasında
ama bilirsin; kabuğuna çekilmek için bile
büsbütün yaraya dönüşmeyi beklemeli insan
Dilek Kartal
Şub 23
Soluk Soluğa 1
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
Ama atıldı yine de serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
– ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
O liseli kız hangi kentte kaldı
Ve o sarışın
O afeti devran bekler mi hala
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını
Üşüten bir acıydı belki her ayrılık
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya
Aşkların, ayrılıkların ve acıların
İstese de kalamazdı vakti gelince
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda
Yürek burkulması ve hüzün ve keder
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi
Ay bile soğuktur o zaman
Bir buz parçasıdır
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Biraz da serüvendi yaşamak
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar
Anıları aşkları ve bir kenti
Bırakıp gidebilirdi apansız
Apansız başlardı yolculuklar
Hangi saatinde olursa günün
Ve hep kar yağardı nedense
Durmadan kar yağardı yol boyunca
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün
Kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun
Ne zaman yollara düşse biterdi acılar
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları
Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
Ölümdür biraz hep aynı yatakta
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
Kitapları hep aynı raflara sıralamak
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
Soluk soluğa yaşamalı insan
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
Ve cehenneme dönse de bir ömür
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre
Ölüme ve aşka durmadan kement atan
Serüvenlerle geçsin yaşamak
Buz tutmuş bir dünya ortasında
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
Önünde dağlar, uçurumlar
Sarsılan gök, yarılan toprak
Çelik uğultularla burgaçlanırken
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu
Ve her nasılsa keklik sekişli
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden
Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde
Pervasız bir acemi, bir çılgın
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de…
O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki
Sevince deli gibi severdi
Pervasız severdi sevince
Dövüşmek ancak ona yakışırdı
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından
Ne bilir ömrün değerini bir çılgın
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir
Ve başarısız eylemler çağında o
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten
Yerleşik yargıları olmadı hiç
Kurmadı güzel gelecek düşleri
Nerede bir yangın, nerede tehlike
O mutlaka oradaydı birdenbire
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi
Ayrıntıların izi kalmamış artık
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
Dağların, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur şimdi
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
O eski konaklar gibidir anılar
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
Belki sağanak boşanır apansız
Yüzyıllık bir yağmur başlar
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar
Yok olup gider her şey, belki kül olur
Hırçın bir okyanustur yürek
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni
Anılarsa birer çıban izidir
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı
Bir ömrün olgunlaştıramayacağı
acemilikler toplamı ve bir çılgın
boyun eğmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadı yaşamayı
nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana
bağlanmadı kendine de ömür boyu
dağlara tırmanan atlar gibi
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı
bir şahin gibi bulutlara kurdu
dumanlı sevdaların yörük çadırını
sıradan bir gezgin değildi hiç
dövüşür gibi yaşadı yolculukları
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman
ve bütün gemileri yakıp
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri
umutlardansa nefret etti daima
hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
ama atıldı yine de serüvenlere
pervasız bir acemi
soyu tükenen bir bilgeydi belki de
Ama bir şey vardı yine de
Başarısız ihtilallerden kendine kalan
Ahmet Telli
Şub 23