Kelebek

Benim baştan başa bir aşık.
Kelebeğin narin kanadına.
Düşmanım bir rüzgar gibi,
Dikenleri olan yaşantılara.

Ve bir tek an
gökyüzüne kanatlarını açtı.
Yağmur asılı kaldı bulutlarda.
Bense sarıldım mor çiçeğine.

Ve hepsi geride.
Ve hepsi çiçeklerin yatışlarında.

Ümitsizliğin uğultusunu
duyuyorum baharında.
Karanlığın esintisi
sensiz gelmeden önce,
Güz yorgunluğu
getirecek seni bana.

Ve ben hala bir günlük ömrüne
düşman olacağım, sabaha.

Şafak Temiz

Yürek Çağrısı

Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere
Tatlı su göllerine akamıyorum
Yüzüm yüreğim deprem dalgası
Bu gül kıyımlarına bakamıyorum
Her sevi bir türküdür bağrımda
Her öfke bir ağıt
Ağıtlar kuşatmış dört yanımı
Kendi türkülerimi haykıramıyorum

Şarkılarla bezeniyor ufuklar
Yüreğim patlıyor dağbaşlarında
Yüreğim
Sancımı duyar mısın yaralarında
Kuş seslerinde yas nağmeleri
Şarkılar sabır ve çile makamında

Mendilimde öfke çıkınımda bilinç
Uykusuz kalır mısın kitaplarıma
Dudaklarımda hüzün
Avuçlarımda sevinç
Kulak verir misin çığlıklarıma
Dağları aşarak gelmişim sana
Demir kapıları kırarak
Işık olur musun karanlıklarıma

İsterim ki senden
Yaylalarda otlak olasın
Ovalarda ırmak olasın
Yayılasın göğsümün kırlarına
Sarasın beni sarasın

Dalların sevdası düşmüş toprağa
Olgun meyvelere hasret gençliğimiz
Zamanın billur çağlayanı
Gürül gürül akarken avuçlarımızda
Bir damla yağmur adına
Yakarmış dağbaşlarında yüreğimiz
Gökyüzünde sanılmış bütün yaşam
Gökyüzüne çivilenmiş ellerimiz

Ateşler yine parlıyor dağlarda
Dolular yine kırıyor çiçekleri
Gecenin karnına inerken şafağın tekmeleri
Bulutları delen ışıklar
Ezik ve kinli
Aydınlık iri
Sanki kocaları işkencede kadın gözleri

Nasıl kapanır bu kanayan yara
Nasıl anlatılır ki sana bu hal
Terimde tuz gözyaşımda bal
Bağdaş kurar mısın soframa
Gözlerimde umut yüreğimde aşk
Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama

İsterim ki senden
İnancıma aşık olasın
Zindanıma ışık olasın
Yürüyesin gönlümün yollarına
Sorasın beni sorasın

İnce kabukları zorlanıyor zamanın
Gelecek damlıyor yorgun havuzlara
Damlalarla yılların gelin yüzü
Suların üstünde koskoca bir çağ
Umutlar sığmaz oluyor alanlara

Baharda gazel dökme bahçelerime
Ben yaşamayı bilmez miyim
Çocuklarım okul yollarında
Okullarım sabah kollarında
Sanki güzellikleri görmez miyim
Papatya beyazlığında ölüm sarısı
Karanfil kıvrımlarında kan
Bu çiçekler uğruna ölmez miyim
De gülüm ben seni sevmez miyim

Bahar değil acı yükleniyor dallarıma
Yapraklarımda ayrılık
Meyvelerimde gurbet
Vuslat olup gelir misin kollarıma
Ellerimde kış saçlarımda kar
Cemre olup düşer misin toprağıma

İsterim ki senden
Yılgınlıkta inanç olasın
Zulme karşı direnç olasın
Gömülesin aşkımın sularına
Göresin beni göresin

Göresin ki destan edesin
Söyleyesin dillerden dillere
Bir türkünün dizelerinde
Bir kavalın nağmelerinde
Alıp başını gidesin
Bağrı yanık yeller üstünde
Güneşin rengiyle düşesin ufuklarıma
Kırasın karanlıklarımı kırasın

Adnan Yücel

Bir Hırçın Yürek İçin

ne sağnaklar görmüşüz,
yarılan gökyüzünden
alnımız yıldırımlarla ağmış..

ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda,
coşkusundan kırılmış kaburgamız..

dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız,
aşmışız ne zifir uçurumlar..

…yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin yaşından..

…incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği..

şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş..

sesimizde sendeleyen bir keder..
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden..
ziyanı yok,
nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin…

ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz
bir demet çiçek için..
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için..
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün
bir hırçın yürek için!..

şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin,
çiğdemsiz,
kükremesiz..
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin zehrini..
ziyanı yok,
nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın iksiri…

ne güzel sevmişiz,
ağzımızda mavi bir tat kekremiş..
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp..
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp
ne mintanlar yırtmışız!..

şimdi usulcacık ürpersek
kara gece uykumuz kaçacak kadar delik ..
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz,
örtüsüz,
serin..
ziyanı yok,
nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz!!..

ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş,
kakmaları sedeften..
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz,
huyumuz değişmemiş!..
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür..

şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız..
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış..
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok!!!
nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından!!!

ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz..
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline
titremeden vermişiz…
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden..

şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi el sıkışların sahtekar çıkmış..

– bizi eşkiyalar soymamış abi

….. muhabbet yıkmış!

Nihat BEHRAM

Yol Türküsü

Çiz beyaz haritalara mor kalemle
Hiç görülmedik yepyeni kentleri
Hep oralara götür beni
Seninle olunca sıkılmam, giderim

Çocuk yüreğinle sen kurarsın
Köprüleri, alanları, kuleleri
Panayırları ve çocuk bahçelerini
Çiz haritaların en güzel yerine
En güzel günleri ve geceleri

Seninle olunca çekinmem, giderim
O kentlere yolcu diye çiz beni
Biletim, pardesüm, şemsiyem, şapkam
Yüreğimde sevincim, kafamda düşüncem

Nasıl da çok karıştık birbirimize
Bu el hangimizin eli
Bu saçlar hangimizin
Senin gittiğin her yere giderim

Afşar Timuçin

Yolcu

Ben ne hallerdeyim yine.
Düştüm zamanın yoluna.
İnsanlar gibi duygularımda
insafsızlık etmese bana.
Ve yinede güvenmek
kolay olsa bir yoldaşa.

Halbu ki Zehirli bu yürüyüş bendeki.
Az biraz güvensizlik.
Öfke dolu bir kederden gelme.
Dost gibi kapılar kapalı kaderimde.

Yardım edin yardım edin.
Koşamıyorum.
Ayaklarım ki yollarımı, düşlerimde
depremlerle sallıyor.
Hergün yıkılır benle birlikte
sayısız bildiğim kendime kaçışlar.
Ve ben hala oynarım zamanın zehiriyle.

Kabul edemiyorum, etmiyorum.Yürüyorum.
Durdurun ve sadece yardım edin
Kendimi, yolumu arıyorum.

Şafak Temiz

Yalnızlığın Ayrıkotları

Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları
ve nasıl çölleştirirse usul usul
öylece sarmış seni yanlışlar
çürütmüş yüreğindeki öfkenin
dayanıksız tohumlarını
çorak bir toprağa döndürmüş içini

Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere
sinsi bekleyişler gibi yapışkan
iğrenç gülücükler serpiştirilmiş
belli ki sen
konacaksın acemi sekişlerle
yalnızlığın bu hayın ökselerine

Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna
Usulca okşuyorsun yalnızlığını
usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna
oysa hayat
açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde

Ahmet Telli

Felek

İzbe bir meyhaneye yürüme noktasındayım.
Adımlarım sarhoşlukla çark etmiş zamana.
Sonbahar desen, yapraklarını sermiş önüme.
İnanmıyorum kaybedilişe.
İnanmıyorum aşksız bir güne.

Doldurdum kadehleri ey felek!
Şanlı felek! kahbe felek!
Buyur karşılıklı oturalım.
Tüm gelişlere, yollara, gidişlere
sandal olsun unutkanlığımız.
Ve avuçlayalım kederlerimizi,
avuçlayalım biraz da
ihanet torbamızdan eksilsin.
Soğuk ki yalnızlık bardağını çatlatmış.

Gel buyur felek kederim, sevincim,
dostum ol felek dostum.

Kimsesizliğimi anlatayım sana.
Ve kadınlardan nasıl kaçtığımı.
Anlatayım ki
Uyurken gözlerimi kapadığımda,
örümcek ağları gibi acıların ruhumu
nasıl sardığını hisedesin.

Ve sen anla artık,
ne kadehler dolu,ne de gözlerim görüyor
betimlemesiz bir aşkı.
Avuçlamışım yüzümü, ağlıyorum.
Ancak bakışlarınla gerginliğim, hasretim bitecek.
Ve biliyorum bütün umutlarım akıp gidecek.

Şafak Temiz

Tortu

her şey geçer
aşk da acı da geçer,
ağlamaklı bir şarkı
ayrılıkların
üzerinden.

rüzgar olur
savrulur geçer
sağılır
yaldızlı bir
sabahın ağaran
seherinde, hüznün
sütbeyaz
güğümünden.

yol olur
düğüm düğüm
devrilir kağnı
aşiretler ve
gelincikler göçer.

yıldız olur
kayar mavi
çipil yıldız
dökülmüş yalnızlığın
pirincinden.

gece de
homurtuyla
kederli bir tren
gibi geçer,
benimse
çiğnenmiş zakkum
yüklenmiş yorgun
kalbimden
aşk da
acı da
her şey ama her şey geçer
kör
bir güvercinin
türküsü
bile.

tortusu kalır.

yaşadıklarını
anmak için beyaz bir yazıya
gecedesin, ay ışığına sevdalan
şakayıklara sor.

Behçet Aysan

İnsanın Bir Eşi Olmalı

İnsanın eşi olmalı, bakarken yüreğinin kabardığı,
gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı…aşık olduğu bir eşi olmalı!

Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp,
şükürler etmeli Yaradana. Koklamalı saçlarını.
Uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne,
varlığını hissedebilmek için. Parmakları titremeli,
incitirim korkusuyla.
Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü…kramplar girmeli midesine,
onsuzluk aklına geldikçe!

Rüzgar onun kokusunu getirmeli, yağmur onun sesini.
Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.
Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği.
Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi. Ayakları birbirine
dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.
Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.
Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.
Yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini, tasasını,
öfkesini, sevincini, coşkusunu…vs.
Güven duymalı, herşeyiyle. Başını göğsüne koyup,
huzurla uyuyabilmeli, tüm düşüncelerinden arınmış olarak.
Babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı…
Şımarabilmeli yanında. Kıskanılmalı zaman zaman da…

Bir eşi olmalı insanın!

Sabah yolcularken işine, içi acımalı, daha yollarken özlemeye
başlamalı. Seni şimdiden özledim!

Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla. Gözleri yollarda
kalmalı ve kapıyı çalmadan açmalı…aşkla karşılamalı,
hasretle sarılmalı boynuna, özlemle koklayıp, öpmeli,
yıllarca uzak kalmışcasına! Her günü bir başka güzel olmalı
yaşamın, bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında.
Verdiği hiç bir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,
daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.
Mutluluk saçmalı etrafına.

Bir eşi olmalı insanın,
cennetten köşe almışcasına sevdiği,
sakındığı, bakmaya kıyamadığı…Her bir hücresinden aşkın
fışkırdığı, çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı!

Eylül Gökdemir

Kavun Kabuğunda da Yeşerir Tohum

her evde ‘büyüyen bir şey olmalı’ derdi
fesleğen tohumlarını uzatırken bana
kelebek ömürlü dostum
gülümseyince gözleri görünmezdi.
kavun kabuğunda yaşam diriltmeyi
ondan öğrendim
omzuma koyunca ellerini
koca dünyayı sırtlamaya yeterdim
şimdi sırtımın dayandığı tüm duvarlar yıkık
kendimi kitap aralarına dolduruyorum nicedir
hüzünlü şarkılara gömüyorum
oysa bahar, ben farkına varsam da varmasam da
gelmiş geçiyor
dönüşümünü tamamlıyor mevsimler
mevsim değişimlerinin en çok
annem farkında
emdiğim ak göğsünü
hastane kapısına bırakan annem
oturmuş benim için dilek çiçeği dikiyor
bu mevsim iyi tutarmış
elinde cetvel dalını ölçüyor her gün
bir metre olunca iş tamammış
sırf annem sevinsin diye
bir dilek tutup uyudum gece
doğulu bir çocuğun
yırtık cebinden düşen
sevda çekirdeğini buldum başucumda
yanık kürt ezgileriyle uyandım
her kız yaşlanınca
biraz annesinin yüzünü alırmış
bugün aynada anneme baktım
bütün coğrafyalar aynı iklimi taşıyor
hiçbiri birbirine uzak değil
hepsi aynı dilde gülüp
hepsi aynı dilde ağlıyor
her evin bir saksısı var
her evin bir dilek çiçeği

evet evet içimin kırık saksısında
belki de –yanlış yerlere büyüyen-
mor dağlardan uçup gelen
bir çiçek tohumu saklı şimdi
gün aşırı suluyorum tıpkı annem gibi
fal tutuyorum tutacak, tutmayacak
onunla sınıyorum tarihi
bitmiyor umudun vardiyası

Nilgün Gürbüz