Yedicanlı Olmak

Arada bir düşündüğüm oluyor:
Var mıyım, yok muyum ben de,
Bu yeryüzünde?

Baki Hoca’mızın söylediği gibi
Kabuğumdan sıyrılıp
Hakka yönelmediğime göre henüz
Sedef-i şerifimin içindeyim demektir
Yaşayıp gidiyorum, sizin anlayacağınız!

Nasıl mı yaşıyorum?
Bu da mı sorun!
Yaşıyorum ya siz ona bakın!
Gençken bir şiirimde,
“İş doğmakta değil!” demiştim,
“Gelmişken yaşamakta!”

Dekart gibi düşünüp
Dekart gibi konuşursam eğer:
“Yaşıyorum…” Eee şu halde?
Canım anlayıverin gerisini,
Hiç kuşkunuz olmasın ki, “Varım!”
Onun gibi de değil, açıkçası
Ben var olmak için yaşıyorum.
Bırakın düpedüz yaşamayı
Yaşamak için geceli gündüzlü
Direniyorum üstelik!

Çare yok,
Tüm acılara direneceksin önce
Daha çok,
Acınmalara direneceksin, iki,
Yokluğa, yoksunluğa… Üüüç!
Güler yüz göstermeyeceksin
Yüzüne gülenlere, dört!

En önemlisi
Ezenlere karşı direneceksin, beş!
Ezilenlerin yanıp yakınmalarına!
Etti mi altı!
Yedincisi mi, can yoldaşım,
Övgülere direneceksin,
Seni göklere çıkaran övgülere!
Ayakların bir kesildi mi yerden
İşte asıl o zaman,
Sedef-i şerifini terkettin demektir!

Kolay değil, yaşamak!
Saati geldi mi, can yoldaşım,
Canını dişine takıp
Soluk almak için bile direneceksin!

Rıfat Ilgaz

On Birinci Sonnet

Kendimi varisi sanırdım şiir imparatorluğunun
Belki de bu yüzden ömrüm boyunca sürgünlerde gezdim.
İçimdeki altın yeleli arslanı görmeseydi kanun
Bir canavar gibi gurbet gurbet böyle sürülmezdim.

Güzel bir Türkiye hayali ve mutlu insanlar
Oturdu yazamadığım şiirlerime boydan boya.
Katakomplardan kalkan düşüncelerin döktüğü kanlar
Çaldı en uysal düşünceme bir kanlı boya.

Dikildi karşıma demirden yumruğuyla felek
Yol verdi birer birer geçsin diye cücelere
Sürdü beni taşından altın yapılmayan gecelere.

Beni demir kazıklara bağlarken sürgünler
Ve geçip giderken kaplumbağa gibi günler
Böğürüp dururdu danalar gibi salhanede gerçek!

Hasan İzzettin Dinamo / (Gecekondumdan Şiirler)

Bakışı Çağırır Beni Uzaktan

Bakışı çağırır beni uzaktan
Varınca çatılır kaşlar nedendir?
Bir yandan hoşlanır azarlamaktan
Bir yanda gözünde yaşlar nedendir?

Derindir alnımda gurbet çizgisi
Değişmez diyorlar bahtın yazgısı
Gönlümün içinde var ki bir sızı
Her akşam yeniden başlar nedendir?

Hasreti bağlayıp sazın teline
Yıllardır çıkmışım gurbet eline
Düşmüşüm bu yüzden elin diline
Üstelik yar beni taşlar nedendir?

Fuat Edip Baksı

Havaya Çizilen Dünya

Yalnızlık, sabahların yaşadığı yalnızlık;
Suların içindeki ışıklar kadar ılık.

Hüzün, o mısralardan dudakta kalan hüzün;
İkindi üstlerinde aydınlığı gündüzün.

Uykular, ilk gençliğin gündüz gibi uykusu,
Vücudun balık olup içinde yüzdüğü su.

Sessizlik, geceleyin yolcusuz sokaklarda;
Sükûn dalgalarının ortasındaki ada.

Ruha uzak bir şehir içinden gelen rüzgâr,
Ayrılıktan önceler, ayrılıktan sonralar.

Müzelerde o ölü zaman, o gölgesizlik,
Yüze değen eskilik, sonsuzluk, kimsesizlik.

O kadar siliktir ki bir bayram günü şiir,
Uyurken akla gelen son hayaller gibidir.

Hayatın oyundaki sükûna değen sesi;
Çocuklukta her yeni sınıfın ilk dersi.

Müzikten sonra içi dinlemek uzun uzun;
Bir resimdeki davet, bir heykeldeki sükûn.

Öyle sevgililer ki bir gece görülmüştür,
Hatıraları ömrün gecelerince yürür.

Duyulan sılasıyla sezilen o beldeler,
Geçer yelkenler gibi enginden birer birer.

Dudakların habersiz söylediği şarkılar;
Vücudun ağaçlardan önce duyduğu bahar.

Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle
Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bir Bahar Akşamı

Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?

İçimden uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığın işte bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz?

Fuat Edip Baksı

Bu adamlar zamanında kadınlarla iyi ilişkiler kursaydı, böyle olmazlardı

Mustafa Armağan, kendi etnik kökeni yüzünden etnik milliyetçilik yapıyor. Normal bir adam Kazım Karabekir’le Mustafa Kemal’i ne diye düşman gibi gösterir. Ne derdin var İstiklâl Harbi komutanlarıyla. Rahat bırakın İstiklâl Harbi komutanlarını.

Kimse bunlara bir şey demiyor. Mahallenin delisi gibi ben çıkıp söylüyorum.

Herif kendine göre tarihi çarpıtıyor. Bunlar cahil adamlar, ne bilirler tarihi. Bir bok bildikleri yok. Ne okuyacak ne bilecek. Allah’ın hödüğü suratına baksan halde turp sattırmazsın.

Hepinizi ananız babanız üniversitelerde okutmuş. Dünya tarihini okuyacak kapasiteniz var. Birinci Dünya Harbi’nden sonraki İtalya’yı, Fransa’yı, Balkanları okuyacak kaynaklarınız var. Bunlara cevap da verilir ama böyle şey olur mu?

Afet İnan’a çok ayıp edildi. Afet Hanım hem benim hocamdı hem de çocukları arkadaşım olduğu için gider gelirdik. Ben dünyada bu kadar terbiyeli, seviyeli, mütevazi, herşeyi gayet güzel anlatan şekerler şekeri bir hoca görmedim. Üniversitedeki çok insandan daha cesurdur. Gadre uğrayan insanları kendi kürsüsüne alır korur. Kaç tane böyle isim var. Şerafettin Turan (Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun son başkanı) bunlardan biri.

Çok şeker bir kadıncağızdı, Allah rahmet eylesin. Her bakımdan mükemmeldi. Bir kere kadın yaşlanmasını bilen nadir Türk kadınlarındandı. Aynı şekilde Sabiha Gökçen de öyleydi.

Bu adamlar zamanında kadınlarla iyi ilişkiler kursaydı, böyle olmazlardı.

Birinci Cihan Harbi’nin subayları bunlar. Hepsi çok geç evlenir. O devirde dünyanın her yanında erkekler 25’inden evvel evlenirdi. Bunun dışında kalan tek insanlar subay sınıfıydı. Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı’nın ordusunun zabitleri… Bunların hepsi aynı tornadan çıkmış gibidir. Eğitimleri, kültürleri, yeme içmeleri birbirlerine çok benzer. Bu sözleri söyleyenler ne bilirler.

(Mustafa Armağan’ın İstanbul Üniversitesi’ne konuşmacı olarak davet edilmesi)

Dünyada hangi üniversitenin hangi fakültenin aklına gelir Mustafa Armağan’ı tarih konuşturmak için oraya çağırmak. Böyle bir şey yok. Harvard’da bir günde yüzlerce seminer olur. Tarih fakültelerinde, fizik fakültelerinde olur, her şey olur ama hepsinde bir kalite olur. Hepsi aynı ayarda değildir ama bir mantığı vardır çağırmalarının. Burada yok. Onu kim niye çağırıyor?

(Nur Cemaati’nin ‘Okuyucular’ kolu hocalarından olduğu belirtilen Hasan Akar’ın Atatürk’e ve annesi Zübeyde Hanım için söylediği sözler üzerine)

Bu Nurcuları efendi bilirdim. Okumuyorlar ‘okuyucu’ adını almışlar. Çok büyük terbiyesizlik. Zübeyde Hanım’a bunları diyen hayvandır.

İlber Ortaylı

Şairin Ölümü

Ne bir damla gözyaşı, ne yerde yaslı bir mum;
Hazin, loş odalarda ölümü sevmiyorum.
Bir çığ sesiyle nasıl inlerse bir uçurum
Benim öyle verecek kalbim son nefesini…

Titreyen dallarını açıp göklere kadar,
Hıçkıracak ney gibi sülün boylu kavaklar,
Talihimin göğsümde hapsettiği canavar
Derin çıtırtılarla kıracak mahpesini…

Ardımda binbir gönül, ıstırabımdan derin,
Matemini tutacak bir mukaddes kederin;
Ölümün gösterecek dünyaya ölümlerin
Hem en şereflisini, hem en mukaddesini…

Gözlerim çektiğimi ifşa etmese bile
Kalbimden ayrılınca ruhum gelecek dile:
Yüzbin yıllık kâinat hummalı bir vecdile
Dinleyecek ilk defa ıstırabın sesini…

Her gün bir parça daha fazla yalçınlaşarak
Bir uçurum olunca bana sevdiğim kucak,
Fırtınalı göklerden ölümüm andıracak,
Yıldırımla vurulmuş kartalın düşmesini.

Vasfi Mahir Kocatürk

Ezgili Yürek

Hangi taşı kaldırsam
Anamla babam
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim
Süt dolu bir torbayla
Şöylece çıkageldim
Kime elimi verdimse
Döndürüp yüzümü baktımsa
Kısmet kapıyı çaldı
Kör pınara su geldi
Ben şakıyıp durdukça öyle
Gülün kokusu geldi
Bebesi olmayana
Bunalıp da kalmışa
Acılarla yüklü
Dargın yüreklere
Yetiştim geldim
İyi ki geldim.

Ruhi Su

Lavinia İçin Sonnet

sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!…
birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya,
sen o akarsusun…akma!…kendine eğil,
orda gördüğün dalı, ey solgun lavinia,
sanki tanır gibisin…belki eski yerinden
göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
usulca büyüttündü, akarak ta derinden;

anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu…

nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
ah! al götür, al götür…bırakma bir kuytuda;
sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
yas…ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda…

kırık…o yaz aynalarda durulsun diye güyâ
sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia…

Hilmi Yavuz

Herkes Dışarı

ölüm henüz hepimizden küçüktü
benim güzel arkadaşım kırıldı fakat

arkadaşlık için çekilen o kısa film
henüz başlamıştı, geçmiş karardı
ve anısı kendinden önce yaşayan
çıktı çıkarıldığı kötülüğün katından
güzelliğini herkesin içine attı

herkes dışarı
kimseye yer yok
içinizde yer yoksa
o güzelliğe

içinizde biri var mı
modası geçmiş acılarla çünkü
bir ilgisi var güzel olmanın
kraliçe olamayacak kadar
güzel kadınları hatırlamanın

gövde eğilsin artık, kim karışabilir
gövde gösterisine soytarıların, fakat
kimdedir işlenmemiş bunca suç,
arzunun hortlaklarına ödemekle bitmeyen
ruh borcu: kim bilir, kim üstlenir?

ruh ne zaman benzedi ki gövdeye
ruh kolay ve güzeldir
herkesin sarılacağı kadar incedir
ruh karşılaştırır, karıştırır
gövdedir bırakan karşı karşıya

o, ruhunu dışarda bırakmayan çıt – kanat
yoktu ki şehirde konacak yeri, duydum
kanatlandı içine, başkasının gövdesine
sığınan bir ruh gibi kırıldı, duydum:

meğer ateşli bir hastalıkmış hayat!

Haydar Ergülen