Leşker

mezar toprağını çizmekte bir otomobil
galoşları giyinip bir evhamın hijyenli saatleri
ziyaret edilmekte

bir de hatırlatmak gerekmekte
soytarıdan devlet olmaz
hiçbir
devlet ebed müddet olmaz
misal evladı fatihan bir leşkerin istilasında
korkular içinde leş
serkeşlerin kıyamında
hemcinsine eş

isteyince hep daha fazlasını; cennetin krallığını
ve kendi karanlığına kıvrılan bilgeliğini
toprağın huyunu gecenin geçkinliğini
ya da itiraf edince bir savaştan döner gibi
kazanmanın ya da kaybetmenin hali değil
bitirmiş olmanın
iki dirhem bir çekirdek olmanın kalbiyle
yaralarına daha sonra dönüp bakmanın
burada ilmi siyaset gterekmiyor
burada hesaplar tükeniyor demenin
demem o ki hayat asla taviz vermiyor
,
bak bu sana dair olsun
ama önce seninle kimliğinle kişiliğinle
itirazın olmaz umarım öyle
başlayalım bence
bir kadının eğrisi olmaz mesela
varsa hatları
ya da bir adamın eskisi
illa gerekiyorsa eksiği
bir adamın eksiği mesela
hep karanlıkta açması kendini
ve sürekli suskunluğuna düşmesi

kendime dair de konuşmalıyım
ağrı kesicileri bırakıp kitaplarımı kapatmalıyım
döktüklerimi
dörtlüklerimi toparlamalı
örneğin önce kendime uğramalıyım
bir ömrün içinde yengiyle yenilginin
atbaşı gittiklerini anımsamalı
kendimi bütün korkulardan soyunmalıyım

belki de o yüzden oluyor bu büyük ayin
adaklar adanıyor kurbanlar kesiliyor
ekran büyüyor buyurgan bildirge öne çıkıyor
hizaya çekecekler uygun adım diyecekler
ikişerli üçerli sıralarla
bölünmeyecek vatan
kan aktıkça kan bağı güçlenecek
lanet edilecek: niye var ki kimlik
örtülü siyasetin çapraşık hazlarla
bulaşık ağzı
büyük general büyük vatan büyük halk
soluk yıldız kaygısız hatıra bunaltıcı yaz
her zaman seçenek olsun
her zaman kaçacak bir yerleşke
hiçbir tedbir
hayatın haşarı sürprizlerini karşılayamaz
ben de diretmeyeceğim
bütün tedbirler için doğrulmayacağım
DÜZ YÜRÜYECEĞİM SADECE ÖNÜME BAKARAK
ŞIK BİR ÖLÜM İÇİN EN ŞIK HAYATI SEÇECEĞİM
DİK SADECE DİMDİK DURARAK

Kenan Çağan

Hatıra

Geçsin günler, haftalar,
     Aylar, mevsimler, yıllar…
     Zaman sanki bir rüzgâr
     Ve bir su gibi aksın…
Sen gözlerimde bir renk
     Kulaklarımda bir ses
    Ve içimde bir nefes
     Olarak kalacaksın…

Enis Behiç Koryürek

Ömr-i Muhayyel (Hayal Edilmiş Ömür)

Bir ömr-i muhayyel… Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel…Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!

Yalnız ikimiz, bir de o: Ma’bûde-i şi’rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahşeyleyerek hâk-ı siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.
Her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese mechûl;
Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,
Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.

Savtındaki eş’ar-ı pür-âhenk ile mâlî,
Şi’rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz,
Ah istiyorum, göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî…

Bir ömr-i hayâlî… Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i hayâlî… Hani göllerde,yeşil,boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî
Bir ömr-i hayâlî!

Tevfik Fikret (Servet-i Fünun, No:401, 1314/1898)

Günümüz Türkçesi ile;

Hayal Edilmiş Ömür

Hayal edilmiş bir ömür… Hani gül köşkleri içinde
Bir kuşcağızın bahar ömrü kadar hoş
Hayal edilmiş bir ömür… Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde o saf ve temiz aşkı veren yerde
Bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve yalan
Hayal edilmiş bir ömür…

Yalnız ikimiz, bir de o: şiirimin ilâhesi
Yalnız ikimiz bir de onun kanadının gölgesi
Topraktakilere bağışlayarak kara toprağı
Omzunda beyaz bir bulutun göklere yükselmek

Her hakikatin içinden uzak, herkese meçhul
Bir masum saflığın kucağının terinde
Bir aşk gecesinin ağır geçen seherinde
Yalnız ikimiz hayalleri avlamakla meşgul

Sesindeki manzumeler ahenk ile dolu
Şiirimdeki aşk ezgileriyle nağme yaparak
Ah istiyorum göklere uçmak için bir hazır kanat
Bir başıboş yuvada, hayal edilmiş bir ömür

Hayal edilmiş bir ömür… Hani gül köşkleri içinde
Bir kuşcağızın bahar ömrü kadar hoş
Hayal edilmiş bir ömür… Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde o saf ve temiz aşkı veren yerde
Bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve dertsiz
Hayal edilmiş bir ömür…

پس سخن كوتاه بايد و السلام

20 Nisan:

Ömr-i Muhayyel (Hayal Edilmiş Ömür)

*

 Ve içimde bir nefes
     Olarak kalacaksın…

*

kenan çağan şiirleri bercestem


18 Nisan:

hiçbir tedbir
hayatın haşarı sürprizlerini karşılayamaz
ben de diretmeyeceğim

*

geçtim artık anlatacak değilim

*

ölü diller arşivi


14 Nisan:

Biliyorum,
yıpranıp aşındığını aşk yüzünden
yorgun düşmüş beni taşıya taşıya.


13 Nisan:

aşktan sonra da yaşayacağım, kaçınılmaz

*

şiir

*

Kalplerimizi birbirine bağlayan cansız iplik koptu,
ellerimizi birbirine çeken sıcaklık soğudu,

12 Nisan:

“Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması 

9 Nisan:

Veda Yazısı Bugün ölecek olsam, “olabilir!” denecek. “Üstü kalsın!” diyebileceğim kadar yaşadım. 

4 Nisan:

Ayrılık Şiirleri Antolojisi


29 Mart:

Büyütülmüş Kar Tanesi

*

günahının hesabı,
Mezara girmeden sorulmuş olsun.

*

gidelim bâri şehrinden

*

Ahmed Paşa Divanı’nda Sevgilinin Mekanıyla İlgili Kavramlar


27 Mart:

Aşkın Kitabı Nizar Kabbani

*

fakat bir erkeği severse bir kadın
elli taşla taşlanır
memleketimde

*

Sen nasıl teselli edebilirsin beni
sen, tesellim olan?

26 Mart:

Jübile Şiiri Selim Temo

*

Yıldızların arası, ne kadar uzak; ama ondan çok daha uzak,
bu dünyadaki öğrenme süreci.

*

Orpheus’a Soneler inanmak bu görünüme. Bu yeterli yine de.

24 Mart:

Hep korku çiçekleri
Oldu saksılarımızı süsleyen.

*

Yürü bire yalan dünya!
Sana konan göçer bir gün.

*

Bağrım doludur gamzen oku yârelerinden


23 Mart:

Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza

*

Derdim çoktur hangisine yanayım

*

Feryâd ki feryadıma imdâd edecek yok
Efsus ki gamdan beni azad edecek yok

*

Ve gözlerinde binlerce resim
Ben o ikisi arasında göçebeyim

*

Anlatılır ki senin bacakların
Çıplakken..iki yasemin tarlası

*

Hüzünler Nehri (Nehru’l Ahzân)

*

Aşk… büyük bir yüzleşmedir
Akıntıya karşı denize açılmadır…


21 Mart:

Kadınların gözlerinde uyumak, dikenli tellerin arasında uyumaktan daha huzurlu ve daha güvenlidir.

*

Saklayıp kalb-i mükedderde seni
Anarım âh ile her yerde seni!

*

Elhân-ı Hazân şiiri Cenap Şahabettin

*

Bir kadından geçince dîgerine
Zannederdim ki aşkı bulmuştum;

*

Uyuyor haste-yi sitem kalbim,
Rahm et ey yâdigâr uyandırma;

*

Sen uyurken yanımda ben ağlar,
Gizlerim saçlarında gözyaşımı.

*

Tâ uzaklarda işte bir piyano,
Tâze parmakların temâsıyle
Ağlıyor bir hazân havâsıyle…

*

Temâşâ-yı Leyâl Sen bile başladın görülmemeğe…

17 Mart:

-Fethi Gemuhluoğlu’na
‘Kalbim uçurumlarda açan çiçek.

*

Sen, gecelerin ortasında bir ada gibi
En son gücümle kıyılarına yaklaştığım

*

Yetim İstanbul şiiri Nurettin Özdemir

*

Asıl çekilmez olan hayatın yükü değil,
İnsanın bir amansız koşuda yorulmasıdır.

16 Mart:

bense hâla seni seviyorum

*

İşte böyledir gülüm bazı şeylerin
Hiç hissedilmez varlıkları ama,
Yoklukları bir uçurum kadar derin

*

Bir tapu sicil muhafızıdır ki,
Eski günler ve anıların
Tapularını saklar.


15 Mart:

Ez pişteke birîndar im
Li ber qamçiyê xwe rabûme

*

Bizi birbirimizi öldürmeye alıştırırlar


14 Mart: 

Yürekten düşkünsen karına, ruhunu bir tek kadına vermişsen,
başını eğ ve boyunduruğa hazırla boynunu.

*

Sevgidir en uzun süren
ve tanımaz bizi bir daha.

*

Yağmur Yağmasaydı şiiri Nevzat Çelik
ben kederimi ellerinden tuttum

*

Ferit Edgü Dönüş Hikayesi

*

yüreğimde binlerce yüze dağılmanın kederi

9 Mart:

hepimiz güzeldik bir
zamanlar


8 Mart:

Aşkı müşkül gizlemek, halka ayan etmek de güç

*

Aşkım ebedidir erecek sanma zevale

*
*

7 Mart:

26 Şubat:


25 Şubat:

24 Şubat:

*

23 Şubat:


21 Şubat:

*
*
*

18 Şubat:

*

*
*

*

*

*
*
*

*

*

*

*

*

*


14 Şubat:
*

*

7 Şubat:

*

*

*

5 Şubat:

*

1 Şubat:

31 Ocak:

Uzun süredir kendimden, Allah’tan ve insanlardan uzağım

*

İslâm Düşüncesinde Hüzün Kavramı Kur’an’da Hüzün


28 Ocak:

mescitte hatırıma hayalin gelmişti

*

Güneşim, gidiyor musun?
dilsizlik âlemine, 


27 ocak:

Sızlıyor içimde sevgili yâdın


25 Ocak:

Rıhtımda uyuyan gemi şiiri Ahmet Hamdi Tanpınar

*

Her şeye, herkese sadece katlanıyordum

*

Sonuna geliyoruz dostum
Eksiliyor soframızda
Bir bir iskemleler

*

birlikte yaşlanmayacağımızı bilmenin yaş farkı

*

Her aşkın öldüğünde gittiği yer aynı değil.

*

Öldürdüğümüz Aşklar İçin Fransızca bir sözün yanlış çevirisi

*

öldüğünden haberi yok fotoğraflarının

*

el yazımı istiyorsunuz benden
ne yapacaksınız el yazımı, diyorum, ben bile bir şey yapmıyorum artık onu

*

Özenle sürdürüyorum seni
Kendimde
Başkalarını severken bile
öylece duruyorsun


19 Ocak:

Ruh halimin güvercin tedirginliği 

16 Ocak:

O gün, bütün çabalarına rağmen bir tek kişiyi bile tevhidle buluşturamamış bir peygamber evine nasıl bir hüzünle dönerdi?

12 Ocak:

Anne, Neden Beni Bıraktın?

*

Karımın İstanbul’dan Yazdığı Mektup Nazım Hikmet

10 Ocak:

aşk nedir gece sisini delen bir ışıktır aşk

*

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi Yılmaz Güney

*

Uzun bacaklarını
Bacak bacak üstüne atıp
Gülümsedikten sonra

*

Neyi değiştiriyor üzüntümüz?
Neyi değiştirir ki üzüntümüz?


8 Ocak:

Kar her seferinde İstanbulluları hazırlıksız yakalar

*

Hayalin ben yaşadıkça.
Gözlerime uğrayıp duracak,


6 Ocak:

“Mü’min kul (ölünce) dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur.”

Fekku’t-tâlasim “Bilmecelerin Çözümü”

قصيدة فكّ الطّلاسم لربيع السّعيد عبد الحليم

1- Dünyama geldim, ve kesin olarak biliyorum nasıl geldiğimi,
Ayetlerin rehberliğinden anladığım bir iş için geldim,
Önümde bir rehber gِördüm ve uydum,
Keşke bilseydim nasıl saptı insanlar bu rehberden,
Keşke bilseydim!

جئتُ دُنْيايَ وأدْري، عن يَقينٍ كيف جئْتُ
جئتُ دنيايَ لأمرٍٍ من هُدَى الآيِِ جَلَوْتُ
ُولقد أبصرتُ قُدّامي دليلاً فاهْتَدَيْتُ
ُلَيْتَ شِعْرِي كَيْفَ ضَلَّ القومُ عـنه!

لَيْتَ شِعْرِي!

2- Bilinmeyen bir sır değildir bu varlığın durumu,
Allah’a gِötüren birer harikadır evrendeki her şey
Yaratılışa tanıktır karadaki ve denizdeki varlıklar,
Keşke bilseydim nasıl saptı insanlar bu rehberden,
Keşke bilseydim!

لَيْسَ سرّاً ذَا خَفَاءٍ أمرُ ذيّاك الوُجُودْ
كلُّ مَا في الكَوْنِ إبْدَاعٌ إلى الله يَقُودْ
كائناتُ البَرّ والبَحْرِ على الخَلْقِ شُهُودْ
لَيْتَ شٍعْرِي كَيْفَ ضَلَّ القَوْمُ رُشْدًا!

لَيْتَ شِعْرِي!

3- Ata Adem peygamberdir, her şeye gücü yeten Allah’ın yaratışıdır bu,
Onu seçti, ona doğruyu gِösterdi ve ona müjdeci dedi,
Ona katından ilim kaynağını verdi, aydınlatsın diye;
Keşke bilseydim insanlar onu nasıl gِörmez,
Keşke bilseydim!

آدمُ الجَدُّ نَبيٌّ، فِطْرَةُ اللهِ القَدِيرْ
ْاجْتَبَاهُ و هَدَاهُ و دَعَاهُ بالْبَشِيرْ
و حَباهُ، من لَدُنْهُ، فيْضَ علمٍ كيْ يُنيرْ
لَيْتَ شِعْرِي كَيْفَ يَعْمَى القومُ عنه؟

لَيْتَ شِعْرِي!

4- Atam gibi, rabbim gِstermiştir bana doğruyu emin ruh ile,
Bir peygamberden diğeriyle gelmiştir bize zikr-i mübin,
Hakkın ışığında gِörürüz gizli gaybın gizemini;
Keşke bilseydim nasıl saptılar onun doğru yolundan?
Keşke bilseydim!!

مثلُ جَدّي قد هَدَاني اللهُ بالرُّوحِ الأَمِينْ
من رَسُولٍ عن رَسُولٍ جَاءَنَا الذِّكْرُ المُبينْ
في ضِيَاءِ الحقِّ نَجْلُو طَلْسَمَ الغَيْبِ المَكينْ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ حَادُوا عن هُدَاه؟

لَيْتَ شِعْرِي!

5- “Ol” dedi rabbim, ben de oldum, sonra da bugün canlı oldum,
Elimdedir gemimin dümeni, nasıl istersem,
Özgürüm seçimimde, ister asi ister razı olayım,
Apaçık gerçekten saptılar, nasıl saptılar?
Keşke bilseydim!

قَالَ رَبّي: كُنْ فَكُنْتُ ثمّ صِرْتُ اليَوْمَ حَيَّا
وقُوَايَ مُشْرَعَاتٌٍ كَيْفَ شِئْتُ في يَدَيَّا
دُمتُ حُرًّا في اخْتِيَاري إنْ عَصِيّاً أوْ رَضِيَّا
عن جَلِيِّ الأَمْرِ ضَلُّوا! كَيْفَ ضَلُّوا!

لَيْتَ شِعْرِي!

Deniz                                            البحر
6- Bir gün sordum denize: İnsanlara cevap vereyim mi senin adına?
Cevap verdi deniz: Haydi, iftira sِözlerden bıktım artık,
Sen de benim gibi rabbimin yaratığısın, ve doğruluk fışkırıyor senden,
Keşke bilebilseydim, hak olduğu halde ne çabuk unuttular bunu,
Keşke bilebilseydim!

قد سَألْتُ البَحْرَ يَوْمًا: أ أُجيبُ النّاسَ عَنْكَا؟
فأجَابَ البَحْرُ هَيَّا، قد سَئِمْتُ القَوْلَ إفْكَا
أنتَ مِثْلِي، خَلْقُ رَبّي و يَفِيضُ الصِّدْقُ مِنْكَا
لَيْتَ شِعْرِي كَمْ نَسَوْهُ وَهْوَ حَقٌّ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

7- Ey deniz, yeter artık senin hakkında sِöyledikleri uydurmalar,
İşte sahil, biliyor senin ِnünde diz çِöktüğünü,
İşte nehirler, sana akıtıyor onları Allah’ın gücü
Sanıyorum şِöyle dedi dalgalar kِöpürdüğünde:
Keşke bilebilseydim!

أيّها البَحْرُ كَفَانَا قَوْلُهُم زُورًا عَلَيْكَا
هَا هو الشَّاطِئُ يَدْرِي أنّه جَاثٍٍ عَلَيْكَا
هَا هي الأنهارُ أَجْرَتْهَا يَدُ الله إلَيْكَا
أحسب الأمواج قالت حين ثارت

لَيْتَ شِعْرِي!

8- Yücesin sen ey deniz, ah! Ne yüce durumun!
Bir esir değilsin ey deniz. Sapıtmıştır esir olduğunu sِöyleyen.
Sen itaat edensin ey deniz, senin gizemini yaratana,
Keşke bilseydim bunu nasıl esaret dediler?
Keşke bilebilseydim!

أنتَ يا بَحْرُ عَظيمٌ.. آه ما أعْظَمَ أمْرَكْ
لستَ يا بَحْرُ أسيرًا.. ضَلَّ مَنْ يَزْعمُ أسْرَكْ
أنتَ يا بَحْرُ مُطيعٌ أمْرَ مَنْ أبْدَعَ سِرَّكْ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ قَالُوا ذَاكَ أَسْرٌ؟

لَيْتَ شِعْرِي!

9- Sen ey deniz, itaat edersin Allah’a, emrettiği şeylerde,
Bir de bakarız, suya kandırır yeryüzünü ve ağaçları bulut,
Yağmur yığınları kılar Allah bulutları,
Keşke bilseydim, nasıl akıl erdiremediler sana?
Keşke bilseydim!

أنتَ يا بَحْرُ تُطيعُ اللهَ فيما أَمَرَا
فإذا بالمُزْنِ تَسْقِي أَرْضَنَا و الشَّجَرَا
سُحُبًا يَجْعَلُُها اللهُ رُكَامًا مَطَرَا
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ لَمْ يُولُوكَ فَهْمًا؟

لَيْتَ شِعْرِي!

10- Rahman olan rabbimiz akıttı rızkımızı senden ve çevrenden,
Ve gِösterdi bize, onu nasıl derleyeceğimizi, senin erdemini inkar etmeden,
Ve dalgaları nasıl geçeceğimizi, senin heybetinden korkmadan,
Keşke bilseydim, insanlar seni ne kadar kِötü anladılar?
Keşke bilseydim!

ربنا الرحمنُ أجرَي رزقَنَا منك و حوْلَك
ْو هدَانَا كيف نَجْنِيه و لا نَجْحَدُ فضْلَك
ْكيف نَمْضي نَمْخُرُ الأمواجَ لا نَرْهَبُ هَوْلك
ْليتَ شِعْري كم أساءَ القوْمُ فَهْمَكْ

لَيْتَ شِعْرِي!

11- Sen ey deniz, benim yararımasın, toprağım ve havam gibi,
Yücelerinde güneş ısı ve ışıktır gِökyüzüm için,
Bir evdir gecenin karanlığı, yorgunluk ve çabamdan sonra,
Keşke bilseydim, rabbimin iyiliği nasıl unutulur?
Keşke bilseydim!

أنت يا بَحْرُ، لِنَفْعي، مثْلُ أَِرْضِِي و هَوائِي
في عُلاَكَ الشّمْسُ دِفْءٌ و ضِياءٌ لِسَمَائِي
و ظَلامُ اللّيلِ سُكْنَى، بَعْدَ كَدْحي و عَنَائي
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ يُنْسَى فَضْلُ رَبِّي؟

لَيْتَ شِعْرِي!

12- Allah seni de benim gibi yarattı, içinde sedefler ve kumlar var,
Allah beni sudan ve çamurdan yarattı, asıl olan bu.
Sonra akıl ile şereflendirildim, ruhun üflemesiyle yücelirim,
Allah’ın akıl ile ِödüllendirdiği kimse nasıl unutur?
Keşke bilseydim!

قد بَرَاكَ اللهُ مِثْلِي، فِيكَ أَصْدَافٌ ورَمْلُ
وبَرَانِي اللهُ من مَاءٍ وطينٍ، ذَاكَ أَصْلُ
ثم كُرِّمتُ بعَقْلٍ وبنَفْخ الرُّوح أَعْلُو
مَنْ حَبَاهُ اللهُ عَقْلاً كَيْفَ يَنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

13- Bir denizim ben ey deniz, kıyıları kıyıların olan,
Seni kuşatan da umulan yarınla dün,
Yok olacaksın sen, ve insanların sonsuzluğu gerçektir bundan sonra,
Nasıl unuturuz, benliğimize kapılarak, ebedilik yurdunu?
Keşke bilseydim!

إنّني يا بَحْرُ بَحْرٌ شَاطِئَاهُ شَاطِئَاكَا
الغَدُ المأْمُولُ والأمسُ اللّذان اكْتَنَفَاكَا
أنت تَفْنَى وَ خُلودُ النّاسِ حقٌّ بَعْدَ ذَاكَا
كَيْفَ نَنْسَى، في غُرُورٍ، دَارَ خُلْدٍِ؟

لَيْتَ شِعْرِي!

14- Leyla gibi kaç genç kız ve Mecnun gibi kaç delikanlı
Dalgaları dinlediler şafakta, ibadet edip Allah’ı yüceltirken dalga,
Coştu iman her ikisinin yüreğinde ve dedi ki:
Dalgaların da duası vardır, bilmiyor musun?
Keşke bilebilseydim!

كَمْ فَتَاةٍ مِثْلِ لَيْلَى وفَتًى كَابْنِ الْمُلَوَّحْ
أَنْصَتَا للمَوْج فَجْراً عِنْدَمَا صَلَّى وَسَبَّحْ
زَغْرَدَ الإيمَانُ في قَلْبَيْهِمَا حُبًّا وأَفْصَحْ
إنّ للمَوْج دُعَاءً، أَوَ تَدْرِي؟!

ليت شعري!

15- Duası vardır evrenin : tesbih ve zikir,
Şarkısı vardır kuşların : tamamı hamd ve şükür,
Yüceltir yaratıcıyı deniz, gezegenler ve çiçekler,
Keşke bilseydim, nasıl unutur rabbini kul?
Keşke bilseydim!

إنّ للكَوْن صَلاَةٌ هي تَسْبِيحٌ وَ ذِِكْرُ
إنّ للطَّيْرِ نَشيدًا كلُّهُ حَمْدٌ وَ شُكْرُ
سَبَّحَ الخَالِقَ بَحْرٌ وَ مَجَرَّاتٌ وَ زَهْرُ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ يَنْسَى العَبْدُ رَبَّهْ؟‍

لَيْتَ شِعْرِي!

16- Nice krallar çevrende gece kubbeler kurdular da,
Sabah oldu, fakat yerinde bulamadık sisten başka bir şey,
Onların, ey deniz, var elbette hesapla karşılaşacakları bir günleri,
Hangi mülk onları kurtaracak o sırada?
Keşke bilseydim!

كَمْ مُلُوكٍ ضَرَبُوا حَوْلَكَ في اللّيْل القِبَابَا
طَلَعَ الصُّبْحُ ولَكِنْ لم نَجِدْ إلاّ الضَّبَابَا
و لَهُمْ، يا بَحْرُ، يَوْمٌ فيه يَلْقَوْنَ الحسَابَا
أيُّ مُلْكٍ سَوْفَ يُغْنِي حِينَ ذَاكَا؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

17- Sِöyle bana ey feleğin kitabı, var mı onun ِöncesi ve sonrası?
Bir gemiyim ben onda, o ise engin bir deniz,
Yok benim bir amacım, var mı feleğin benim gidişimde bir amacı?
Bِöyle sِöylediler! Peki dinlediler mi benim cevabımı?
Keşke bilseydim!

يا كتَابَ الدّهْرِِ قُلْ لي أ لَهُ قَبْلٌ وَ بَعْدُ
أنا كالزّوْرَق فيه وهو بَحْرٌ لا يُحَدُّ
ليس لي قصدٌ، فهل للدّهْرِ في سَيْريَ قَصْدُ؟
هَكَذَا قَالُوا! فَهَلْ أَصْغَوْا لِرَدِّي؟

لَيْتَ شِعْرِي!

18- Nereden bileyim rehbersiz, gaybın mahiyetini ve boyutlarını?
Nice yaratık kıpırdar çevremde, ve ben gِörmem onları,
Belki serçe bir şey gِörür, benim gِözümden kaçan,
Keşke bilseydim, rehbersiz nasıl bilirim?
Keşke bilseydim!

كَيْفَ أَدْرِِي دُونَ هَدْيٍٍ كُنْهَ غَيْبٍ أوْ مَدَاهُ؟
و كَثيرٌ مِنْ وُجُودٍٍ، دَبَّ حَوْلِي، لاَ أَرَاهْ
قد يَرَى العُصْفُورُ شيئًا غَابَ عَنْ عَيْني وَ تَاهْ
لَيْتَ شِعْرِي، دُونَ هَدْيٍ كَيْف أَدْرِي؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

19- Aklım alır ilmi beş duyudan,
Eksik ve karmaşık gِörecektir ilmi, onun dışındakilerle,
Nasıl hüküm verebilirim ilimsiz,  hayattan ve hayatın ters yüz edilişinden?
Keşke bilseydim, nasıl razı olur insanlar bilgisizliğe?
Keşke bilseydim!

إنّ عَقْلي يَسْتَقي الْعِلْمَ من الخَمْسِ الحَواسْ
و عَدَاها سَتَرَاهُ في قُصُورٍ و الْتِبَاسْ
كَيْفَ أُفْتِي دُونَ عِلْمٍ عَنْ حَيَاةٍ وَ انْتِكَاسْ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ يَرْضَى الجَهْلَ قَوْمٌ؟

لَيْتَ شِعْرِي!

20- Güzellik, mükemmellik ve uyum vardır evrende,
Yemyeşil yaprak açar bitkiler, ve rızk alınır ondan,
Meyveler vardır güneş ışınından, en güzel tada sahip,
Bir rolü vardır güneşin, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

إنّ في الكَوْنِ جَمالاً و كَمَالاً و وِِفَاقْ
يُورِقُ النَّبْتُ اخْضِرارًا و به الرِّزقُ يُسَاقْ
منْ شُعاء الشّمْسِ أَثْمارٌ لها أَحْلَى مَذَاقْ
إنّ للشّمْسِ لَدَوْرًا، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

21- Yemyeşil yaprak açar bitkiler, ve hava temizlenir onunla,
Zehir vardır insanların nefes verişinde, bitkinin kِöklerinde yükselen,
Yok olur zarar onda ve kalır insanlara yararlı olan,
Bitkinin de bir rolü var, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

يُورِقُ النبْتُ اخْضرارًا، و به الجوُّ يُنَقَّى
في زَفيرِ الإنْسِ سُمُّ في عُرُوقِ النَّبْتِ يَرْقَى
فَيَزُولُ الضُّرُّ عنه، ما يُفيدُ النّاسَ يَبْقَى
إنّ للنَّبْتِ لَدَوْرًا، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

22- Yemyeşil yaprak açar bitkiler, ve artar onunla iyilik,
Sıra sıra dizilmiş hurmalar rızkımızdır yükselen hurma ağaçlarında,
Ne kadar yararlı koku ve nektar verir bitkiler,
Ekinin de rolü vardır, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

يُورِقُ النبْتُ اخْضرارًا، و به الخَيرُ يَزيدْ
بَاسِقَاتُ النَّخْلِ فيها رِزْقُنَا طَلْعٌ نَضيدْ
يَهَبُ النَّبْتُ عُطُورًا وَ رَحيقًا كَمْ يُفيدْ
إنّ للزَّرْعِ لَدَوْرًا، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

23- Yemyeşil yaprak açar bitkiler, ve parlar onunla otlaklar,
İşte koyunlar yaşıyor bak, her yerde otlayarak,
Ve süt ve ete çeviriyorlar otları, açlar için,
Koyunların da bir rolü var, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

يُورِقُ النبْتُ اخْضرارًا، تَزْدَهي منه المَرَاعِي
هَا هِيَ الأَنْغَامُ تَحْيَا رَاتِعَاتٍ في الْبِقَاعِ
تَجْعَلُ النَّبْتَ حَلبيًا و لُحُومًا للجِياعِ
إنّ للأَنْغَامِ لَدَوْرَا، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

24- Bir ay var, gümüşsü ışığında deliller ve büyü olan,
اeker denizi kendine, gel-gittir o,
Ve izlediği bir yِörünge var, bir hilaldir o, sonra dolunay,
Bir durumu var ayın da, nasıl gِöz ardı edilir bu?
Keşke bilseydim!

قَمرٌ في ضَوْئه الفِضِّيّ آياتٌ و سِحْرُ
يَجْذِبُ البَحْرَ إليه، إنّه مَدٌّ و جَزْرُ
و مَدَارٌ سَارَ فيه، مِنْ مَحاقٍ تَمَّ  بَدْرُ
إنّ للبَدْرِ لَشَأْنًا ، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

25- Bir güzellik, mükemmellik ve dayanışma vardır evrende,
Yoktur onda bir itişme, eksiklik ve aldatmaca,
Bir sevgi ve dayanışma vardır bu evrenle insan arasında,
Bir rabbi vardır evrenin de, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

إنّ في الكَوْن جَمَالاً و كَمَالاً و تَعَاوُنْ
لَيْسَ في الْكَوْن نُفُورٌ أوْ قُصُورٌ أو تَغَابُنْ
بَينَ هَذَا الْكَوْن و الإنْسانِ وُدٌّ و تَضَامُنٌ
إنّ للْكَوْن لَرَبًّا، كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

26- Bir bağ vardır kara, denizler ve gِökler arasında,
Nice bağlar gِördük insanla evren arasında,
Nasıl sِöylerler: “Amaçlı değil, rast gele” diye?
Nasıl sِöylerler “Yaratıcısı yoktur evrenin” diye?
Keşke bilseydim!

بَيْنَ بَرٍّ و بِحَارٍ و سَمَاوَاتٍ تَرَابُطْ
بَيْنَ إنْسَانٍ وَ كَوْنٍ كَمْ رَأيْنَا مِنْ رَوَابِطْ
كَيْفَ قَالُوا:”لَيْسَ قَصْدًا، إنّمَا خَبْطَةُ خَابِطْ”
كَيْفَ قَالُوا: “لَيْسَ للأكْوَانِ خَالِقْ”؟

لَيْتَ شِعْرِي!

27- Bir delil gِördü akıl, evrenin kitabında okunan,
“Bir tanrısı vardır evrenin, mahlukatı yaratan ve kuran” diye,
Allah’ı buldu akıl, bِöyle başlar hikmet,
Nasıl saptılar, doğru yol akılla kavrandığı halde?
Keşke bilseydim!

أبْصَرَ العَقْلُ دَليلاً في كتَابِ الكَوْنِ يُقْرَأْ
إنّ للكَوْن إلهًا أَوْجَدَ الخَلْقَ و أَنْشَأْ
اهْتَدَى للهِ العَقْلُ، هَكَذَا الحِكْمَةُ تَبْدَأْ
كَيْفَ ضَلُّوا وَ الهُدَى بالعَقْلِ يُدْرَكْ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

28- Bir delil gِrdü akıl evrenin harikasında, izlenen,
“Bir tanrısı vardır evrenin, en iyi yaratan her şeyi” diye,
Ancak akıl sınırlıdır, Allahö bilgisi ise en geniş,
Akıl gaybı nasıl bilir rehber olmadan?
Keşke bilseydim!

أبصَرَ العَقْلُ دَليلاً في بَديعِ الكَوْنِ يُتْبَعْ
إنّ للكَوْنِ إلهًا أَتْقَنَ الصُّنْعَ و أَبْدَعْ
بَيْدَ أنّ العَقلَ مَحْدودٌ و عِلْمُ اللهِ أَوْسَعْ
كَيْفَ يَدْري العَقْلُ غَيْبًا دُونَ هَدْيٍ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

29- Kesinlikle kavradı akıl, Allah’ın gaybı bilen olduğunu,
Nasıl kalır akıl yollar arasında şaşkın biri olarak?
Allah gِöstermiştir ona vahyi, net ve canlı olarak,
Nasıl bilir akıl gaybı, vahiy olmadan?
Keşke bilseydim!

أَيْقَنَ العَقْلُ بأنّ اللهَ عَلاَّمُ الغُيُوبِ
كَيْفَ يَبْقَى العَقْلُ فَرْدًا حَائِرًا بَيْنَ الدُّرُوبِ؟
قدْ هَدَاهُ اللهُ وَحْيًا دُونَ لَبْسٍ أو نُضُوبِ
كَيْفَ يَدْرِي العَقْلُ غَيْبًا دُونَ وَحْيٍ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

30- Bir elçi gِönderdi Allah, bol ilmi bildiren,
Neredeydik? Nasıl geldik? Ve dِönüşümüz nereye?
Doğru bir vahiy, kendi katından; hak yolu, aydınlatılmış,
Keşke bilseydim, nasıl uzaklaşır akıl ondan?
Keşke bilseydim!

أرْسَلَ اللهُ رَسُولاً أَبْلَغَ العِلْمَ الغَزيرْ
أيْنَ كُنَّا؟ كَيْفَ جِئْنَا؟ وَ إلى أيْنَ المَصِيرْ؟
وَحْيُ صِدْقٍ مِنْ لَدُنْهُ، دَرْبُ حَقٍّ قَدْ أُنِيرْ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ يَنْأَى العَقْلُُ عَنْهُ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

31- Evrendeki her şey yaratılmıştır benim için, ey deniz;
Bir amacı vardır insan hayatının, boşa değildir dünya,
Bir rol için yaşıyorum, sِözüm ve eylemim var bu rolde,
Akıl doğru yolu bulur bِöyle, nasıl saçmalar?
Keşke bilseydim!

كلُّ مَا في الكَوْنِ مَخْلوقٌ، أَيَا بَحْرُ، لأَجْلي
لِحَيَاة النّاس قَصْدٌ، لَيْسَتِ الدّنيَا لِهَزْلِ
إنّمَا أَحْيَا لِدَوْرٍ، و لَهُ قَوْلي وَ فِعْلي
هَكَذَا فَالْعَقْلُ يَهْدي، كَيْفَ يَهْذي؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

32- İnsanların sırları en iyi bileni rabbini bilenidir,
Bilmeceler yoktur akıl için, yolunda yürüdüğünde,
Başta bulur Allah’ı ve hak aydınlatır onun aklını,
Nasıl sapıtır akıllı kişi doğru yolunu?
Keşke bilseydim!

إنّ أَدْرَى النّاس بالأسْرَار مَنْ يَعْرِفُ رَبَّهْ
لَيْسَ عِنْدَ العَقْل أَلْغَازٌ إذَا مَا سَارَ دَرْبَهْ
يَهْتَدي للهِ بَدْءًا فيُنِيرُ الحَقُّ لُبَّهْ
كَيْفَ ذُو عَقْلٍٍ لَبيبٍ ضَلَّ رُشْدَهْ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

33- Hiçbir bilmece yok gِönlümde, cevabını kavrayamadığım,
Hiçbir şüphem yok,doğru yola dِönmüştür yüreğim,
Bir yol var Allah’ın kitabında, gِörürüm onda doğruyu,
Keşke bilseydim, nasıl saptı insanlar ondan?
Keşke bilseydim!

لَيْسَ في صَدْرِىَ لُغْزٌ، قَطُّ لَمْ أَعْىَ الجَوَابَا
لَيْسَ عِنْدِي أيُّ شَكٍّ، للهُدَى قَلْبي أَنَابَا
في كِتَابِ الله مِنْهاجٌ أَرَى فيه الصَّوَابَا
لَيْتَ شِعْرِي، لِمَ حَادَ القَومُ عَنْهُ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

34- Yüreğimde, ey deniz, sırlı ışıklar var,
İman parıltıları ışıldar onlardan, ben ferahken,
Bunun için artar sevgim, daha fazla yaklaştıkça,
Keşke bilebilseydim, insanları da kendim gibi gِörebilecek miyim?
Keşke bilebilseydim!

إنّ في صَدْرِيَ يا بَحْرُ لأَنْوَاراً عِجَابَا
أَشْرَقَ الإيمَانُ منها وَأنَا كُنْتُ الرِّحَابَا
وَلِذَا أزدَادُ حُبًّا كُلَّمَا ازْدَدْتُ اقْتِرَابَا
لَيْتَ شِعْرِي! هَلْ أَرَى الأَقْوَامَ مِثْلِي!

لَيْتَ شِعْرِي!

Kabirler arasında     بين المقابر
35- Kabirler arasındayken demiştim ruhuma:
اukurlardan başka yerde gِördün mü güvenlik ve rahatı?
Cevap verdi: İşte güvenliğim, nimetim ve müjdeler,
Azığını hazırla ve hazırlan, şüphen mi var?
Keşke bilseydim!

ولقدْ قُلْتُ لنَفْسي و أنا بَيْنَ الْمَقَابِرْ
هل رَأَيْتِِ الأَمْنَ والرّاحَةَ إلا في الحَفَائِرْ
فأجَابَتْ: “ذَاكَ أََمْنِي ونَعِِيمِي والبَشَائِرْ
فَتَزَوَّدْ و تَهَيَّأْ، هل تُمَارِي؟

لَيْتَ شِعْرِي!

36- Konuş ey kabir, sِöyleyin ey kumlar,
Bedeni içinize aldığınızda ve eş dost çekip gittiğinde,
Nasıl dِöndü ruh bedene ve kulak verdi soruya?
Bir sınav vardır kabirde, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

أيّهَا القَبْرُ تَكَلَّمْ، أَخْبِرِينَا يا رِِمَالْ
عِنْدَمَا وَارَيْتِ جِسْمًا و اخْتَفَى صَحْبٌ و آلْ
كَيْفَ عَادَتْ فيه رُوحٌ ثمّ أََصْغَى للسُّؤَالْ؟
إنّ في القَبْرِِ امْتِحَانًا كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

37- Sormuştum kabire: “Hangi misafir başarılı sende?
Zengin mi, makam sahibi mi, yoksa güçlü mü kurtulan?”
Cevap verdi bir ses: “Kalk da iyice bak, amellerin ne kadarı salih?
Bir sınav var kabirde, nasıl unutursun bunu?”
Keşke bilseydim!

و لقدْ سَاءَلْتُ قَبْرًا: أَىُّ ضَيْفٍ فيك نَاجِحْ؟
صَاحِبُ الأَمْوَالِ أمْ ذُو الْجَاهِ و السَّطْوَةِ فَالِحْ؟
رَدَّ صَوْتٌ: قُمْ تَبَيَّنْ كَمْ من الأَعْمَالِ صَالِحْ؟
إنّ في القَبْرِِ امْتِحَانًا كَيْفَ تَنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

38- Ya bir nimet var kabirde ya da sürekli bir azap;
Bize aklımız gِöstermiştir yüce iyilik sahibi Allah’ı,
Ve vahiy gelmiştir bize, sırat-ı müstakim’i gِösteren.
Dostum! Bilgisizlik nasıl yüz çevirtir ondan!?
Keşke bilseydim!

إنّ في القَبْرِِ نَعِيمًا أوْ عَذَابًا مُسْتَدِيمْ
قدْ هَدَانَا عقلُنَا للهِ ذِي الفَضْلِ العَظيمْ
و أَتَانَا الوَحْيُ يَهْدِي للصِّراطِ المُسْتَقِيمْ
يا صَدِيقِي! كَيْفَ صَدَّ الجَهْلُ عَنْهُ؟

لَيْتَ شِعْرِي!

39- Dostum! Herkes bir olmaz bu kabirlerde,
Bazıları yaşamıştır hayatını Rahman ve Ğafûrun yolunda,
Bazıları da yaşamıştır aldatıcı şeytan yolunda,
Keşke bilseydim, eşit olsalardı nasıl bir adalet olurdu?
Keşke bilseydim!

يا صَدِيقِي مَا تَسَاوَى الكلُّ في هَذِي القُبُورْ
فَفَريقُ عَاشَ دُنْيَاهُ لِرَحْمَنٍ غَفُورْ
و فَريقُ عَاشَ دُنْيَاهُ ُلشَيْطَانٍٍ غَرُورْ
لَيْتَ شِعْرِي! أىُّ عَدْلٍٍ إنْ تَسَاوَوْا؟

لَيْتَ شِعْرِي!

40- Şüphe duyma, herkes eşit olmaz bu çukurlarda,
Kimisi iyilik kazanır, hidayet basiretin ışığıdır zira,
Kimisi de kِötülük kazanır, şaşkının uyarılmasına rağmen,
Dostum! Nasıl bir haksızlık olurdu, eşit olsalardı?
Keşke bilseydim!

لا تُمَارِي! ما تَسَاوَى الكُلُّ في هَذِي الحَفَائِرْ
فَفَرِيقٌ حَازَ خَيْرًا، و الهُدَى نُورُ البَصَائِرْ
و فَريقٌ حَازَ شَرًّا رَغْمَ إرْشادٍ لِحَائِرْ
يا صَدِيقِي! أَىُّ ظُلْمٍ لَوْ تَسَاوَوْا؟

لَيْتَ شِعْرِي!

41- Şüphe duyma, herkes eşit olmaz burada,
Kimisi ebediliği hak etmiştir, cennet bahçeleri içinde,
Kimisi ebediliği hak etmiştir, cehennem ve duman içinde,
Ölümden sonra diriliş vardır, nasıl unutulur bu?
Keşke bilseydim!

لا تُمَارِي، مَا تَسَاوَى الكُلُّ في هَذَا المَكَانِ
فَفَريقُ لخُلُودٍ في رِيَاضٍٍ منْ جِنَانِ
و فَريقُ لخُلُودٍٍ في جَحِيمٍٍ و دُخَانِ
إنّ بَعْدَ المَوْت بَعْثٌ كَيْفَ يُنْسَى؟

لَيْتَ شِعْرِي!

42- Yok olup boşa gitmez zaman kabirlerde,
Ancak zaman, bizim için, bir ِömür ve getirisi olacak bir birikim yapmaktır.
ömrün meyveleri toplanır ِlüp gittikten sonra,
Dostum! Kurtulacak mısın artık fırsatı kaçırmadan ِönce?
Keşke bilseydim!

لا يَصِيرُ الوَقْتُ في الأَرْمَاسِ مَحْوًا و هَبَاءْ
إنّما الوَقْتُ، لَنَا، عُمْرٌ و ذُخْرٌ ذُو نَمَاءْ
و ثِِمَارُ العُمْرِ تُجْنَى بَعْدَ مَوْتٍ و فَنَاءْ
يا صَدِيقِي! هل سَتَنْجُو قَبْلَ فَوْتٍ؟

لَيْتَ شِعْرِي!

43- Konuş ey kabir, sِöyleyin ey çürümüş kemikler,
Dürüp bükmedi ِölüm düşlerinizi, dünyalık şeyler sona erse de;
Kalır amel defterinin sayfaları, karşılaşacağız umduğumuzla,
Niyet ettiğini elde eder herkes, şüphen mi var?
Keşke bilseydim!

أيّهَا القَبْرُ تَكَلَّمْ، حَدِّثِينَا يا رِمَامْ
مَا طَوَى أَحْلاَمَكِ الَمْوتُ و إنْ زَالَ الحُطَامْ
صَفْحَةُ الأَعْمَالُ تَبْقَى، سَوْفَ نَلْقَى ما يُرَامْ
و لكلٍّ مَا نَوَاهُ، هل تُمَارِي؟

لَيْتَ شِعْرِي!

44- Dostum! ölüm bir geçiştir insanlar için,
Bir yoldan diğerine, düzen ve intizamla,
Yok olup gitme değildir bu, tekrar dirilip kalkacağız yığınlardan,
Başlangıçtaki yaratılış gibi; yoksa şüphe mi ediyorsun?
Keşke bilseydim!

يا صَدِيقِي! إنّمَا المَوْتُ عُبُورٌ للأنَامْ
منْ مَسَارٍ لِمَسَارٍ في اتِّسَاقٍ و نِظَامْ
لَيْسَ هَذَا بالتَّلاَشِي، سَوْفَ نَحْيَا منْ رُكَامْ
مِثْلَِ خَلْقٍٍ عِنْدَ بَدْءٍ، هل تُمَارِيي؟

لَيْتَ شِعْرِي!

45- Dostum, bir bilmece değil bu, perdeler arkasında,
Cenine sor, kalacak mı karanlıkta, ışık olmadan?
Bir şey değildi ِönceden o; yeniden diriliş günü de bِöyle,
Gِörünen bir tasviridir cenin,  yeniden dirilişin, şüphe mi duyuyorsun?
Keşke bilseydim!

يا صَدِيقِي! لَيْسَ هَذَا طَلْمَسًا خَلْفَ السُّتُورِ
سَلْ جَنِينًا هل سَيَبْقَى في ظَلاَمٍ دُونَ نُورِ؟
لمْ يَكُنْ منْ قَبْلُ شَيْئًا، هَكَذَا يَوٍْمُ النُّشُورِ
صُورَةٌ للبَعْثِ تَبْدُو، و تُمَارِي؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

46- Dostum! Sürekli ikamet yeri değildir dünya,
Geçip gideceğiz: ِönce kabir, sonra diriliş ve kıyamet;
Ebedilik orada gerçekten; nice belirtilerini gِördük,
Bir hatırlatma var ana rahminde, hem de ne hatırlatma!
Keşke bilseydim!

يا صَدِيقِي! لَيْسَت الدُّنْيَا بِدَارٍٍ للإقَامَهْ
سَوْفَ نَمْضِي عَبْرَ قَبْرٍ ثمّ بَعْثٍٍ و قِِيَامَهْ
و هُنَاكَ الخُلْدُ حَقًّا، كَمْ رَأَيْنَا مِنْ عَلاَمَهْ
إنّ في الأَرْحَامِ ذِكْرَى أَىَّ ذِكْرَى؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

47- Yok rahimde ne su, ne yemek, ne de gِökyüzü;
Yok rahimde ne güneş, ne hava, ne de ışık;
Bir parçacık var onda sadece, aslında değeri olmayan,
Kabire benzer rahimler, bunu nasıl unuturuz?
Keşke bilseydim!

ليْسَ في الأَرْحَامِ مَاءٌ أوْ طَعَامٌ أوْ فَضَاءْ
لَيْسَ في الأرْحَام شَمْسٌ أوْ هَوَاءٌ أوْ ضِيَاءْ
لَيْسَ فيها غَيْرُ ذَرٍّ كان في الأَصْلِ هَبَاءْ
تُشْبِهُ الأرْحَامُ قَبْرًا، كَيٍْفَ نَنْسَى؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

48- Apaçık deliller vardır rahimlerde, akıllı için,
Nasıl içinde hapsetti, sonra büyüttü, attı ve boşaldı,
Bir hayattan diğerine? Ve bِöylece şekil tamamlandı?
Diriliş şeklini gِöreceksin, hala şüphe mi ediyorsun?
Keşke bilseydim!

إنّ في الأرْحَام آياتٍ لِذِي لُبٍّ تَجَلَّتْ
كَيْفَ غَاضَتْ ثمّ زَادَتْ ثمّ أَلْقَتْ و تَخَلَّتْ
منْ حَياةٍ لِحَياةٍ، هَكَذَا الصُّورَةُ تَمَّتْ
صُورَةُ البَعْثِ تَرَاهَا، و تُمَارِى؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

49- Şüphe duyma yeniden dirilişte, kolaydır bunu anlamak,
Kalk, bak ve düşün güvercinin uçan yavrusunu,
Bir ِölüydü çamur ve kireçten yapılmış bir zarda,
Keşke bilseydim, nasıl kıpırdadı içinde ruh?
Keşke bilseydim!

لا تُمَارِي في نُشُورٍ، فَهْمُ ذَيّاكَ يَسِيرْ
قُمْ و شَاهِدْ و تَأَمَّلْ فَرْخَ وَرْقَاءَ يَطِيرْ
كان مَيْتًا في غِلاَفٍ قُدَّ مِنْ طِينٍ وَجِيرْ
لَيْتَ شِعْرِي، كَيْفَ دَبَّتْ فيه رُوحٌ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

50- Şüphe duyma, kalk ve bak, gece nasıl gِösteriyor şafağı,
Kalk, bak ve düşün, nasıl suluyor bulutlar çِölü,
Kalk, bak ve düşün, nasıl çiçek veriyor yeryüzü?
Nice hayat vardır ِölümden sonra, nasıl unuturuz bunu?
Keşke bilseydim!

لا تُمَارِي، قُمْ و شَاهِدْ كَيْفَ يُبْدِي الليلُ فَجْرَا
قُمْ و شَاهِدْ و تَأَمَّلْ كَيْفَ تَسْقِي السُّحْبُ قَفْرَا
قُمْ و شَاهِدْ و تَأَمَّلْ كَيْفَ تُعْطِي الأرضُ زَهْرَا
كَمْ حَياةٍ بَعْدَ مَوْتٍ، كَيْفَ نَنْسَى؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

Kavga ve Mücadele  صراع و عراك
51- Bir uyum vardır ruhumda, güven ve esenlik yayan,
Bir melek eşlik eder ruha, sevgi ve uyum saçan,
Sevinç dolar yüreğim ve doğru yolunu bulur, rabbime ne zaman yakarsam;
Keşke bilseydim, nasıl unuturum rabbimi anmayı?
Keşke bilseydim!

إنّ في نَفْسي وِفَاقًا شَاعَ أَمْنًا و سَلامَا
يُؤْنِسُ النّفسَ مَلاَكٌ شَعَّ حُبًّا و وِئَامَا
كلَّما ناجَيْتُ رَبّي سُرَّ قلبي و اسْتَقَامَا
لَيٍْتَ شِعْرِي، كَيْفَ أَنْسَى ذِكْرَ رَبّي؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

52- Bir uyum vardır ruhumda, güven ve esenlik yayan,
Vahyi tanırım onda ve kovarım bulutları yüreğimden,
Hiç şüphem yok evrenin bir düzeni olduğundan,
Bir hastalıktır bu şüphe, hem de ne kadar dert veren!
Keşke bilseydim!

إنّ في نَفْسي وِفَاقًا شَاعَ أَمْنًا و سَلامَا
أَعْرِفُ الوَحْيَ و أَجْلُو، فيه، عن قلبي رُكَامَا
لَيْسَ عِنْدِي أىُّ شَكٍّ أنّ للكَوْنِ نِظَامَا
إنّ هَذَا الشَّكَّ دَاءٌ، كَمْ يُعَانَى؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

53- Bir uyum vardır ruhumda, güven ve esenlik yayan,
Helalini bilirim hayatın, hoş gelmez bana haram,
Işık bağışlamıştır Allah bize, yolunu kaybeder ışığı gِörmeyen,
Nasıl sever bazıları karanlıkta yaşamayı?
Keşke bilseydim!

إنّ في نَفْسي وِفَاقًا شَاعَ أَمْنًا و سَلامَا
أعْرفُ العَيْشَ حَلاَلاً لَيْسَ يَحْلُو لي حَرَامَا
قدْ حَبَانَا اللهُ نُورًا، ضَلَّ رُشْدًا مَنْ تَعامَي
كَيْفَ يَهْوَى البَعْضُ عَيْشًا في ظَلاَمٍ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

54- Belki bir kavga ve mücadele gِörürüm ruhumda,
Tuzak kuran bir düzenbaz sebep olabilir buna,
Elinde yemler, ِölümü koymuş arasına;
Fakat hiç uymadım ona, nasıl kulak veririm şeytana?
Keşke bilseydim!

رُبّمَا أَشْهَدُ في نَفْسِي صِراعًا و عِراكَا
يَطْرُقُ البَابَ عليها مَاكِرٌ يُلْقِي شِبَاكَا
في يَدَيْهِ مُغْرِياتٌ طَيَّهَا دَسَّ الهَلاَكَا
لَمْ أُطِعْهُ، كَيْفَ أُصْغي لِغَرُورٍ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

55- Kalbim andırırken kuşluk vakti yemyeşil bir ormanı,
İçinde çiçekler, ِten kuşlar ve ırmaklar olan,
İkindi oldu da kalbim kabir gibi ıssız bir çِöl oluverdi,
Şeytan mı vesvese verdi ona fısıltılarla yoksa?
Keşke bilseydim!

بَيْنَما قَلْبِي يَحْكِي في الضُّحَى إحْدَى الخَمَائِلْ
فيه أَزْهارٌ و أَطْيارٌ تُغَنِّي و جَدَاوِلْ
أَقْبَلَ العَصْرُ فأَمْسَى مُوحِشًا كَالقَبْرِ قَاحِلْ
وَسْوسَ الشَّيْطَانُ فيه بالهَوَاجِسْ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

56- Bazen şikayet ederim dertler, sıkıntılar ve zorluklardan,
Fakat yِöneldiğimde rabbime dua ile,
اeker gider dertler, duruluk akar sonra,
Allah’ım! Nasıl yüz çeviririz sana dua etmekten?
Keşke bilseydim!

قدْ أُعَانِي منْ هُمُومٍ أوْ عِدَاءٍ أو عَنَاءْ
بَيْدَ أنِّي حين أَرْنُو صَوْبَ رَبّي بالدُّعاءْ
يَرْحَلُ الهَمُّ بعيدًا ثمّ يَنْهَلُّ الصَّفاءْ
يا إلَـهِِي كَيْفَ نَـغْـفُو عن دُعَائِكْ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

57- Bir melek vardır ruhumda, aydınlık ve mutluluk saçan,
İyilik, güzellik ve kulluk akımını yayarak;
Şeytanın vesvesesini ve onun inadını güçlendiren şeyleri uzaklaştırarak;
Hangi dostluk, hangi müjde vardır bunun ِötesinde?
Keşke bilseydim!

إنّ في نَفْسِي مَلاَكًا شَعَّ نُورًا و سَعادَهْ
دَافِقًا تَيَّارَ خَيْرٍ و صَلاَحٍ و عِبَادَهْ
مُبْعِدًا وَسْواسَ إبْليسَ و مَا أَقْسَى عِنَادَهْ
أيُّ أُنْسٍ، أيُّ بِـشْـرٍ بَعْدَ هَذَا؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

58- Dostum! Bir kuruntu değildir cin ve melek meselesi,
Elektriği gِördün mü sen? Yahut kavrayabildin mi sırrını onun?
Gِörüyor musun, kanını temizlemek için akan havanın akışını?
Nasıl yok sayabilirsin gِörmediğin her şeyi?
Keşke bilseydim!

يا صَدِيقِي، لَيْسَ وَهْمًا أَمْرُ جِنٍّ أوْ مَلاَكْ
هلْ رَأَيْتَ الكَهْرِبَا؟ أمْ سِرُّها جَازَ مَدَاكْ
هلْ تَرَى سَيْرَ الهَوَا كَيْمَا يُنَقِّي مِنْ دِمَاكْ
كَيْفَ تَـنْـفِي كلَّ شَيْءٍ لا تَرَاهُ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

59- Şüphe duyma varlığından, hem şeytanın hem meleğin,
İşte evren geniş, yıldızları ve balıkları var,
İyice bakarsan dostum, gِöreceksin kendinden başka yaratıklar,
Niye iyice düşünmüyorsun gِök yüzünü?
Keşke bilseydim!

لا تُمَارِي في وُجُودٍ لِلَعِينٍ و مَلاَكْ
هَا هُوَ الكَوْنُ فَسِيحٌ ذو نُجُومٍ و سِمَاكْ
فَتَدَبَّرْ يا صَدِيقِي، سَتَرَى خَلْقًا سِوَاكْ
لِمَ لا تُمْعِنُ فِكْرًا في السَّمَاءْ؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

60- Dِön hür ve ِözgür olarak, sevinç içinde, ey şaşkın,
اِz bağları şüpheden ve aldatıcı şeytana boyun eğişten,
Mutlu yaşa bahçelerde, dirilişe inanarak,
Nice deliller var güneşin ışığı gibi, yol gِösteren!
Keşke bilseydim!

أيُّهَا الحَيْرانُ عُدْ حُرًّا طَليقًا في سُرُورِ
فُكَّ قَيْدًا مِن شُكُوكٍ، مِنْ خُضوعٍ لِلْغَرُورِ
عِشْ سَعيدًا في رِيَاضٍ مِنْ يَقينٍ بالنُّشُورِ
كَمْ دَليلٍ مِِثْلِ ضَوْءِ الشّّمْسِ يَهْدِي!!

لَيْتَ شِعْرِي!

61- Kalk şafakta vakti ey şaşkın, gِireceksin ışık kafilesini,
Seni çağırıyor derinlerdeki ses, Rahman ve Şekûr olan Allah’a,
Kalk ve boyun eğ, hakka dِönerek, bağışlayıcı Allah’a
Sesleniyor tevbeleri kabul eden! Uyacak mısın emrine?
Keşke bilseydim!

أيُّهَا الحَيْرانُ قُمْ فَجْرًا تَرَى مَوْكِبَ نُورِ
هَاتِفُ الأَعْمَاقِ يَدْعُوكَ لِرَحْمَنٍ شَكُورِ
قُمْ، و طَاوِعْ، عائِدًا للحَقِّ، للهِ الغَفُورِ
قابِلُ الـتَّـوْبِ يُنَادِي! هل تُلَـبِّي؟!

لَيْتَ شِعْرِي!

62- Hiçbir şeyi gِöz ardı etmiyorum geçmiş hayatımdan,
Hiçbir şeyi inkar etmiyorum gelecek hayatımdan,
Bir ِözüm var, ruhumdur o benim, ve sonsuzdur o,
Sonsuzluk yurdudur ِölümden sonraki yerim,
BEN BİLİYORUM!

أنا لا أُغْفِلُ شَيْـئًا من حَيَاتِي المَاضِيَهْ
أنا لا أُنْكِرُ شَيْئـًا من حَيَاتِي الآتِيَهْ
لِـيَ ذاتٌ هِيَ رُوحي وَهْىَ دَوْمـًا بَاقِيَهْ
و مَقَـرِّي بَعْدَ مَـوْتٍ دَارُ خُـلْدٍ

أنَا أَدْري!

Rebi’ es-Sa’id

Bilmiyorum

1. Geldim, bilmiyorum nereden, ama geldim;
Önümde bir yol gördüm, yürüdüm,
İstesem de istemesem de yürümeyi sürdüreceğim,
Nasıl geldim, nasıl gördüm yolumu?
BİLMİYORUM!

2. Bu varlığın içinde yeni miyim yahut eski mi?
Özgür müyüm yoksa bağlı bir tutsak mı?
Hayatımda kendimi ben mi yönetiyorum, yoksa başkası mı?
Bilmek isterdim, ancak…
BİLMİYORUM!

3. Benim yolum nasıldır? Uzun mu, kısa mı?
Tırmanan mıyım yahut düşüp yok olan mı?
Ben mi yolda yürürüm yoksa yürüyen yol mu?
Yoksa ikimiz dururken, geçen sadece zaman mı?
BİLMİYORUM!

4. Keşke bilseydim, o meçhûl güvenli alemdeyken,
Acaba biliyor muydum orada gömülü olduğumu?
Ortaya çıkıp sonradan, bir gün var olacağımı?
Yoksa acaba hiçbir şeyi anlamıyor muydum?
BİLMİYORUM!

5. Acaba, bu şeklimle bir insan olmadan önce,
Herhangi bir şey miydim ya da hiçbir şey mi?
Var mı bu bilmecenin bir cevabı yoksa sır mı kalacak ebedî?
Bilmiyorum ve niçin bilmediğimi de…
BİLMİYORUM!

DENİZ

6, Sordum bir gün denize: “Ey deniz ben senden miyim?”
Doğru mu bazılarının hakkımızda söyledikleri?
Yoksa yalan, yanlış ve iftira mı dedikleri?
Güldü bana dalgaları ve dedi ki
BİLMİYORUM!

7. Ey deniz, biliyor musun üstünden kaç bin yıl geçtiğini?
Hatırlar mı sahiller, önünde diz çöktüklerini?
Biliyor mu nehirler, senden doğup sana döndüklerini? |
Ne diyor köpürdüğünde dalgalar?..
BİLMİYORUM!

8. Sen, ey tutsak deniz, Ah!.. Ne büyük tutsaklığın!
Ey haşin deniz! Sen de ben gibisin elinde değil hiçbir şeyin,
Ahvâlimiz bir, benzemiyor özrüme özrün,
Ne gün kurtulurum bu tutsaklıktan? Ya Sen ne zaman?..
BİLMİYORUM

9. Gönderdiğin bulut ile ağaçlar sulanır bir de toprağımız,
“Yedik meyveleri” deriz, halbuki biz seni yeriz,
“İçtik yağmurları” deriz de seni içeriz, …:
Doğru mu bu inandığımız yoksa yanlış mı?
BİLMİYORUM!

10. Sordum ufuktaki buluta: “Kumunu hatırlar mısın?”
Sordum yapraklı ağaca: “Kadrin ne bilir misin?”
Sordum boyundaki inciye: “Aslını anımsar mısın?”
Sandım ki hep bir ağızdan dediler:
BİLMİYORUM!

11. Raks ediyor dalga, bitmez bir savaş varken derinliğinde,
Yaratırsın balıkları, ama obur balinaları da,
Ölüm ile güzel yaşam buluşmuştur bir arada sinende,
Bilseydim keşke, beşik misin yoksa mezar mı?
BİLMİYORUM!

12, Leyla gibi kaç genç kız ve Mecmûn gibi kaç delikanlı,
Nice saatleri kıyında geçirdiler, Leyla şikayet edip, Mecmûn açıklayarak,
Dinler; her ne konuşsa Mecmûn, Leyla söyler, Mecmûn’sa kendinden geçer,
Yoksa kaybettiği bir sır mıdır dalganın sesi?
BİLMİYORUM!

13. Geceleyin nice krallar otağ kurdular da etrafında,
Sisten başka bir şey göremedik sabah oldu da,
Ey deniz! Bir gün dönerler mi yoksa dönmeyecekler mi asla?
Sordum: “Kumun mu içindeler?” Kum dedi ki: “Ben”
BİLMİYORUM!

14. Ey haşin deniz! Senin de ben gibi kabukların ve kumun var,
Sen gölgesizsin ve benimse yeryüzünde bir gölgem var,
Sen akılsızsın ey deniz, benimse bir aklım var,
Acaba ben gidiyorken sen niçin kaliyorsun?
BİLMİYORUM!

15. Ey feleğin kitabı! Söyle var mı bu denizin öncesi ve sonrası?
Ben bir kayık gibiyim onun içinde, o ise uçsuz bucaksız,
Zamanın amacı var mı gidişimde, ben gidiyorken amaçsız,
Bilmek ne güzel, fakat nasıl bileyim?..
BİLMİYORUM!

16. Ey deniz! Bilsen ne acayip sırlar var içimde,
İndi bu sırların üstüne örtüsü ben olduğum bir perde,
Bunun için daha da uzaklaşıyorum, her yaklaştığımda,
Bilmek üzere görüyorum kendimi ama…
BİLMİYORUM!

17. Ey deniz! Ben de bir denizim, kıyısı kıyın olan,
Meçhûl yarını ve dünü seni kuşatan,
İkimiz de ey deniz, bir damlayız buradan ve şuradan,
Dün nedir, yarın nedir diye sorma?.. Ben…
BİLMİYORUM!

MANASTIR

18. Hayatın sırrını keşfetmiş bir topluluk var dediler manastırda,
Ancak bozuk akıllılardan başka bir şey bulamadım orada,
Cesetleşmişler; çünkü ülküler helak olmuş kalplerinde,
Ben kör değilim de başkaları mı kör?..
BİLMİYORUM!

19. Tapınaktakiler sırları en iyi bilenleriymiş insanların güya,
Dedim: “Doğruysa söylenenler, sır çıkmış açığa”,
Şaştım; Örtülü gözler güneşi görüyor da,
Niçin göremiyor örtüsüz olanlar?..
BİLMİYORUM!

20. İnziva ile takva ise eğer uzlet, kurt rahip olur,
Manastırsa aslanın ini, onu sevmek farz ve vacip olur,
Keşke bilsem, yetenekler yaşatansa öldüren inziva mı olur?
Bir günahken inziva, nasıl günahı yok eder,
BİLMİYORUM!

21. Gördüm manastırda dikenli teller içindedir güller,
Gördüm ki: temiz çiğdem sonra acı suya kanaat etmişler,
Canlı ışık etrafında karanlığa razı gibiler,
Var mıdır kaibi sabırla öldürmenin bir hikmeti?
BİLMİYORUM

22. Şafakta girdim manastıra, neşeli bir şafak gibi,
Gece ayrıldım oradan, kızgın bir gece gibi,
Bir sıkıntı vardı içimde, oldu bin bir sıkıntı,
Manastırdan mı derdim yoksa geceden mi? :
BİLMİYORUM!

23. Girdim manastıra münzevileri konuşturmak için,
Bir de ne göreyim, bir topluluk, en az ben kadar şaşkın,
Ümitsizlik alaşağı etmiş onları, teslim olmuşlar zayıflıklarından,
Bir de baktım kapıya, yazılmış üstüne:
BİLMİYORUM!

24. Hayret, itaatkar, hem de zekî münzeviye!
Terk etmiş insanları, yaratıcının bütün güzelliği onların üzerinde,
Sonra başlamış aramaya onu ıssız yerlerde,
Su mu gördü çölde yoksa serap mı?..
BİLMİYORUM!

25. Ne kadar da tereddüt edersin bu açık gerçekte ey münzevi!
Dileseydi şayet Allah Güzeli sevmemeni,
Yarattığında akılsız ve ruhsuz eylerdi seni,
Dedim: “Yaptığın günahtır”, bana dedi ki:
BİLMİYORUM!

26. Ey kaçan adam! Asıl ayıp işte bu kaçışın,
Kurtuluş yok ettiğinden, çöllere de gitsen,
Sen her hâlükârda cânî, öcünü alamamış bir katilsin,
Hoş görür mü Allah bunu, hiç affeder mi? :
BİLMİYORUM!

MEZARLAR ARASINDA :

27. Mezarlar arasındayken demiştim kendi kendime:
“Güveni ve rahatı buldun mu, bu çukurdan başka bir yerde?”
İşaret etti, bir de baktım ki göz çukurlarında bir böceğin açtığı yara,
Sonra dedi ki: Ey soran! Ben de…
BİLMİYORUM!

28, Bak (ey nefsim)! Bu mekân nasıl da denk etti herkesi,
Köle kalıntıları arasında kral yok olup gitti, :
Bir daha ayrılmamak üzere aşık ile sevmeyen bir araya geldi,
Bu mu en mükemmel adalet? (Nefsim) dedi ki:
BİLMİYORUM

29. Eğer ölüm bir diyetse, temiz olmanın suçu ne?
Eğer sevapsa, günahkârlığın erdemi ne?
Eğer ölüm varsa, kazanç ya da kayıp ne?
Niçin “kötülük” ya da “iyiliğin” adları var?
BİLMİYORUM!

30. Konuş ey mezar! Söyleyin ey çürümüş kemikler bana,
Yıktı mı hayallerinizi ölüm, öldü mü kara sevda?
Kimdir ölen, yıllardan ve milyonlarca yıldan bu yana?
Mezarlarda, ortadan mı kalkar zaman?
BİLMİYORUM!

31. Eğer yatışsa ölüm, sonu uzun bir kalkış olan,
Neden sürekli değil, güzel kalkışımız bu yatıştan?
Neden bilmez kişi, acep göç ne zaman?
Ne zaman anlaşılacak bu sır, ne gün bilecek insan?
BİLMİYORUM!

32. Bir uykuysa eğer ölüm, ruha rahatlık veren,
Tutsaklık değil, özgürlük, son değil, başlangıç iken,
Niye severim uykuyu, hoşlanmazken ölümden?
Neden korkar ruhlar ecelden?
BİLMİYORUM!

33. Ölümden sonra kabir ötesinde dirilme ve canlanma var mı?
Bir hayat ile sonsuzluk mu yahut yok oluş ile kayboluş mu?
Doğru mu insanların söyledikleri yoksa yalan mı?
Doğru mu bazı insanların bildikleri?..
BİLMİYORUM!

34. Ölümden sonra hem bedenimle, hem ruhumla dirileceksem,
Acaba bir kısmımla mı yoksa tamamen mi dirileceğim?
Bir çocuk mu yahut orta yaşlı mı olacağım?
Dahası, ölümden sonra tanıyacak mıyım kendimi?..
BİLMİYORUM!

35. Ey dostum! Örtüleri parçalamakla oyalama beni,
Öldükten sonra aklım hesaba katmaz formaliteleri,
Eğer aklım başımdayken bilmiyorsam akıbetimi,
Nasıl bilebilirim kaybettikten sonra aklımı?.
BİLMİYORUM!

SARAY VE KULÜBE

36. Yüksek kubbeli, heybetli bir saray gördüm,
“Seni yapan yıkılasın diye mi yapmış” dedim,
Bir parçasısın onun, bilmiyorsun nasıl kaybolduğunu dedim,
O da bilmiyor senin ne içerdiğini; biliyor mu?..
BİLMİYORUM

37. Ey ustalar istemeden önce bir hayal olan örnek!
Bir fikirsin beyinde, seni örtmüş karanlık,
Ve kalplerde böceklerin yediği bir dilek,
Sensin kendinin ustası, hayır… hayır…
BİLMİYORUM!

38. Nice saraylar vardır da, ustalar onları ilelebet baki sanır,
Sarsılmaz dağlar gibi sabit, yıldızlar gibi sonsuz sanır,
Halbuki daha bir taslakken zaman onun üstüne kuyruğunu atmıştır,
Yıkılmak içinse yaptıklarımız neden hâlâ yaparız?..
BİLMİYORUM

39. Bulamadım sarayda bir şey, berbat kulübede olmayan,
Her ikisinde de kölesiyim şüphenin ve gerçeğin,
Mahkumuyum ebedî gecenin ve aydınlık sabahın,
Sarayda mı, kulübede mi üstünüm?
BİLMİYORUM!

40. Hem kulübe, hem sarayda yok kendimden kaçacak bir yerim,
Hem umuyor, hem korkuyorum, hem razı oluyor, hem kızıyorum,
Altın yaldızlı ipekten mi yoksa keten midir elbisem?
Öyleyse çıplak niye elbise bekler?!.
BİLMİYORUM!

41. Tan vaktine sor: “Var mı çamuru ve mermeri?”
Saraya sor: “Örtmüyor mu karanlık onu da kulübe gibi?”
Yıldıza, rüzgara, bir de buluta sor ki:
“Acep her şey gördüğümüz gibi mi?”
BİLMİYORUM!

DÜŞÜNCE

42. Belirdi içimde birçok düşünce ve açığa çıktılar,
Benden sanmıştım onları, ancak fazla kalmadan uzaklaştılar,
Kuyuda bir an görünen hayal gibi, sonradan kayboldular,
Nasıl çıktı ortaya, niçin kaçtı benden?
BİLMİYORUM!

43. Acaba yolcu mudur, yeryüzünde ondan ona konan kişi?
Bir şey mi şüphelendirdi onu, kalmayı kabul etmedi?
Yoksa bana uğrayıp gitti mi köprüyü geçmem gibi?
Benden önce bir başkasında mı gördün onu?
BİLMİYORUM!

44. Yoksa bir an çakıp da kaybolan şimşek miydi?
Ya da bir kafesten uçup giden kuş gibi mi?
Yahut içimde çözülüveren bir dalga gibi mi?
Ben arıyorum onu, o ruhumdayken,
BİLMİYORUM!

ÇATIŞMA VE KAVGA

45. Bir çatışma ve bir kavga fark ediyorum içimde,
Bazen bir şeytanım, bir melek gibi görüyorum kendimi bazen de,
İki kişi miyim ben, katılmayı reddeden biri diğerine?
Yoksa acaba gördüğümde yanılıyor muyum?
BİLMİYORUM!

46. Kalbim kuşluk vakti, bir ormana benzerken,
İçinde çiçekler var, dereler, kuşlar var şarkı söyleyen,
Gönlüm ıssız bir çöle döndü, vakit ikindi olurken,
Nasıl olur kalbim önce bahçe, sonra da çöl,
BİLMİYORUM!

47. Nerede çocukluğumdaki gülüşüm ve ağlayışım?
Neşem nerededir ve gururlu toyluğumdaki saflığım?
Nerede, nasıl yürürsem öyle yürüyen hayallerim?
Kayboldu hepsi, ama nasıl?
BİLMİYORUM!

48. Bir inancım var, fakat benim inancım ve dindarlığım değil,
Ağlıyorum, ama daha önce ağladığım gibi değil,
Gülüyorum bazen de, ancak yürekten değil,
Keşke bilsem, nedir değiştiren beni?
BİLMİYORUM!

49. Her gün dertli, her zaman duyguluyum,
Bugünkü ben, gecelerden ve aylardan beriki ben miyim?
Yoksa güneşin batışındaki ben, doğuşundaki ben değil miyim?
Her soruşumda kendime verdiğim cevap:
BİLMİYORUM!

50. Nice işler var, bende iken korktuğum,
Kaybettiklerimi arzulayarak gecelediğim,
Nedir beni ona sevdiren ve ondan nefret ettiğim?
Ondan yüz çeviren ben miyim? —
BİLMİYORUM!

51. Niceleri vardı, bir süre eğlenip zevk alarak beraber yaşadığım,
Ya da nice yerler, zevk ü safa ile zaman geçirdiğim, :
Uzaklığını yakınlığından daha açık gördüğüm, i
Nasıl kalır kaybolan bir şeyin izi?
BİLMİYORUM!

52. Nice bahçeler var, ömrümü ağaçlarını korumakla geçirdiğim,
İzin vermedim insanlara, çiçek koparmalarına oradan,
Gelip kuşlar yediler meyvelerini sabahleyin,
Uçan kuşların mı bahçe yoksa benim mi?
BİLMİYORUM!

53. Zeyd’e göre nice çirkin olan; Bekir’e göre güzeldir,
Zıt iken birbirlerine, Amr’a göre bir hayaldir,
Bilseydim keşke, iddiasında hangisi doğrudur?
Niçin bir ölçüsü bulunmaz güzelliğin?
BİLMİYORUM!

54. Gördüm; iyilik unutulur, kusurlar gibi,
Doğuşu da beklenir güneşin, batışı gibi,
Gördüm ki kötülük de gider gelir, iyilik gibi,
O hâlde niye yabancı sayarım kötülüğü? :
BİLMİYORUM!

55. Hani yağmur istemeyerek yağar ya,
Hani yerdeki çiçekler kokularını zorla saçar ya,
Güç yetiremez yer, dikenini yahut gülünü gizlemek için ya,
Sorma: “Hangisi daha hoş ve daha güzel?”
BİLMİYORUM! |

56. Diken bir kralın ya da peygamberin başında taç olabilir,
Gül bir hırsızın veya bir zalimin elinde olabilir,
Tarladaki diken, derilen gülü kiskanabilir,
Yoksa acaba kendinden daha hor mu görür?
BİLMİYORUM!

57. Bazen korur beni tehlikeden, elimi yaralayan bir diken,
Bazen olabilir zehir kokuda burnumu dolduran,
Yine de en iyisidir güİ, yasa ve örfüne göre olan,
Hepsi zulüm dolu bir yasadır bu, ancak…
BİLMİYORUM!

58. Yıldızları gördüm, neden doğduklarını bilmezler?
Bulutları gördüm, neden yağmur yağdırdıklarını bilmezler?
Ormanları gördüm, neden yaprak açtıklarını bilmezler?
Niçin bunlar da benim gibi cahil?
BİLMİYORUM!

59. Her emin oluşumda üstümden örtüyü kaldırdığıma,
Nefsim güldü bir gizemle sırra vakıf olduğumda,
Kendimi bulamadım, ümitsizliği, şaşkınlığı buldum da,
Bilmemek mükafat mıdır yoksa ceza mı?
BİLMİYORUM!

60. Bülbülün ötüşünü dinlemek bir tutkudur bana,
Yeşil yaprağın hışırtısı, derenin şırıltısı da,
Görürüm yıldızları, meşaleler misali karanlıkta,
Onlar mıdır zevk veren yoksa ben mi?
BİLMİYORUM!

61. Bir gün ben melodi miydim acaba bir telde?
Yahut bir dalga mıydım acaba bir nehirde?
Ya da parlak yıldızların birinde?
Yoksa bir koku, bir hışırtı, bir meltem mi?
BİLMİYORUM!

62. Bende de var; sedefler, kumlar ve inciler, deniz gibi,
Bende; meralar, tepeler ve dağlar yeryüzü gibi,
Bende; yıldızlar, bulutlar ve gölgeler gökyüzü gibi,
Deniz miyim, yeryüzü mü, gökyüzü müyüm ben?
BİLMİYORUM!

63. Bal, şarap ve tatlı su, içeceğimdir benim,
Sebze, meyve ve helal et de, yiyeceğim,
Kaç canlı yok oldu gitti varlığımda diyeceğim?
Kaç canlıda bir şeyler var benden?
BİLMİYORUM!

64. Sözü daha anlaşılır, daha tatlı mıyım ben, vadi serçesinden?
Daha da mı güzelim çiçekten, hoş muyum kokusundan?
Yılandan daha akıllı, daha da garip miyim karıncadan?
Yoksa da düşük ve aşağıda mıyım onlardan?
BİLMİYORUM!

65. Yaşayanların hepsi ölür benim gibi,
Yerler elbet, içerler benim gibi.
Uyanır da uyurlar, konuşur sa susarlar benim gibi,
Ah bir bilsem, nedir onlardan ayıran beni?
BİLMİYORUM!

66. Gördüm karıncayı rızkı için çalışır benim gibi,
İhtiyaçları var hayatta ve hakkı benim gibi,
Aynıdır feleğin nazarında suskunluğu konuşmam gibi,
İkimiz de gidiciyiz bir gün, ama nereye?…
BİLMİYORUM!

67. Şarap gibiyim, ancak hem içenim, hem sâkî,
Aslı gizli benim gibi, hapsi toprak hapsim gibi,
Çıkarılır tıpası ondan, tıpkı benden çıktığı gibi,
O, ne olduğunu bilmiyor ve ben de
BİLMİYORUM!

68. Halt etmiş “şarap, fıçının kızıdır” diyen,
O, fıçıdan önce kökündeydi asmanın,
Asmadan önce içindeydi sabah bulutunun,
Peki daha önce neredeydi?…
BİLMİYORUM!

69. O, kafamdaki düşünce, gözümdeki nurdur,
İçimdeki umut, kalbimdeki duygudur,
Bedenimde coşarak akan kandıri
Peki daha önce nasıldı?…
BİLMİYORUM!

70. Bir şey hatırlamıyorum geçmiş hayatımdan,
Bilmiyorum bir şey gelecek yaşantımdan,
Bir özüm var, ancak bilgim yok mahiyetinden,
Ne zaman bilir özüm aslını özümün?…
BİLMİYORUM!

71. Geldim ve gidiyorum bilmeden her şeyi,
Bir bilmeceyim… Gidişim de sırdır gelişim gibi,
Karışık bir bilmece, yaratan da bu bilmeceyi,
Tartışma! Akıllı kişidir diyen:
BİLMİYORUM!

İliyyâ Ebû Mâdî

Abdülbaki Gölpınarlı’nın Tarihi İstanbul Konuşması

Bir çeşit yol tarifi vardı.. Bir çeşit ev tarifi: “…oraya vardın mı sağa dön. Solda bir bostan göreceksin…doğruca git. Gene soldan, köşede: önünde koca asırlık bir çınar ağacı, cumbalı, sarayyavrusu bir konak…

 Sağda az meyilli bir yokuş…

 Vur o yokuşa! Aşağı-yukarı yüz adım ötede, sağda: bahçesinde salkım söğüt; küçük, kuş yuvası gibi ahşap bir ev.. 14 numara! Karşısında küçük bir bakkal  var; Bakkal  İbrahim  Efendi…

 İşte o ev Selvinaz Kalfa’nın evi…

“ Bir çeşit gidiş vardı… Bir çeşit dosta gidiş: Yanları açık, tek yahut çift atlı sayfiye arabasına kurulurdunuz. Yanınızda torununuz, ön tarafta damat bey.. Yaya bir saatte varılacak yola, sağı-solu seyrede ede yarım saatte varırdınız. Siz arabaya binerken arabacı yerinden iner, yardıma “müheyya” dururdu. Varacağınız yere varınca “dur”‘ dediniz mi, gene hemen yerinden atlar, önüne kavuşturur, hizmete amade bir hal alır: gerekirse tutunmanız için elini değil “kolunu” uzatır: parasını alınca da “teşekkürler” eder, “hayırlar” dilerdi…

 Bir çeşit hitap vardı…

 Bir çeşit söz söyleyiş: Kadına hanımefendi denirdi: Erkeğe beyefendi…

 Yaşlıca ve sakallı zata efendi hazretleri.. Erkeğe paşam diyenler bulunurdu ve bunlar ekalliyetlerdi: yani azınlıklar. Arabadan inen “hayırlı işler” derdi arabacıya…

 Arabadan inene “güle-güle” derdi arabacı…

 Bir çeşit vapur yolcululuğu vardı…

 Bir çeşit dostluk: Aynı semtte oturanlar, aynı yola gidenler buluşurlardı vapurda. Hemen herkesin oturduğu yer belliydi. Yerden temennalar…

 İçten iltifatlar…

 Hal-hatır soruş…

 Biraz belki “riya” da vardı…

 Bir çeşit iltifat: Oğul sorulurken, mahdum beyefendi denirdi. Oğuldan söz edilirken, mahdum bendeniz…

 Babaya peder denirdi, anneye valide…

 Kızdan kerime cariyeniz diye söz edilirdi. Peder duacınız denirdi babadan bahsedilirken…

 Ve muhatap her sözü bir estağfirullahla karşılardı. Gidilirken babanın eli öpülürdü, annenin eli…

 Ve duaları alınırdı. Küçükler öpülürdü. Yaşdaşlarla görüşülürdü. Evde kalanların gönülleri hoş olurdu…

 Gidenler kutlulukla, sevinçle giderlerdi…

 “Esnaftan…

” diye kınayanlar yok değildi: Belki de çoktu…

 Fakat “Biz esnafız, bizde yalan yok “demeyen esnaf yoktu. Seyyar satıcıların sesleri besteliydi, sözleri ezgili…

 Ürküten, can alan, uyuyanı uyandıran ses yoktu. Ezan, namaz kılmayana bile bir “ruh sükunu” ydu …

 Bir müzik vakfesi…

 Bir huşu anı…

 Sabah salası “dilkeş-i haveran’dan, ezanı saba”dan…

 Öğle, ikindi, yatsı ezanları, önce hazırlanmış makamlardandı. Akşam ezanının ise bambaşka bir ahengi, bambaşka bir dokunuş tarzı vardı…

Mahalle kahvesinin bir çeşit vazifesi vardı. Bir çeşit içtimai toplantı yeriydi orası. Her sabah işine giden oraya uğrardı…

 Herkes birbirleriyle bir kere daha görüşürdü. Hasta yoksulun iyaline, kimsesiz kadının haline orda çare aranır, bulunurdu. Doktor yollanırdı…

 İlaç alınırdı…

 Kömür gönderilirdi. Para toplanırdı. Bunlar yollanır, gönderilirken de: yollayanlar, gönderenler söylenmez, yardım olduğu bildirilmezdi: “Akrabanızdan biri göndermiş…

” denirdi…

 “adını söylemedi”…

 Bir çeşit külhanbeylik vardı…

 Bir çeşit emniyet kolu:  Mahallenin namusundan mesul sayardı kendilerini bunlar. Mahallenin bekçisine,  karakoluna yardımcıydılar.  Bunlar yüzünden uykuda ürkmezdi insan…

  Uyanan uyanacağı zaman uyanırdı. Geçinirdi mahalleliden bunlar…

 Ellerinden bir kaza çıkarsa hapishanede mahalleli yardımcıydı bunlara…

 Ve üzüntülü…

 Bir çeşit hizmetçi kadın vardı…

 Bir çeşit ev halkından olanlar: İhtiyarlayan dadı olurdu “ana yarısı”…

 Genci evlendirilirdi; kocasıyla o eve bağlı kalırdı. Varlıkları birdi, yoklukları bir…

 Bir çeşit yaşayış vardı…

 Bir çeşit huzur ve sükûn: Sabah ezanında kalkılır…

 Kuşlukta işe gidilir…

 Gün batarken ya meyhaneye uğranır ya eve dönülür; fakat yatsıdan sonra uyunurdu. Geç kalan genç, “terliksiz” çıkardı odasına…

 Kimseyi uyandırmazdı…

 Herkesi sayardı. Geceleyin ne korna sesi vardı ne vapur düdüğü, ne radyo haberi, ne mahalleler arasında çocukları uykularından belinlendirip sıçratan, sinirlileri de delirten otomobili ilân yaygarası; ne mahalle arasında kafeterya, ne çalgılı gazino…

 Bir çeşit hayır dileyiş vardı…

 Bir çeşit gönül alış: İnşaatta çalışan, yol kazan, odun kesen, kol gücüyle bir iş gören kişiye rastlanınca, “kolay gelsin” denirdi. Bu söze muhatap olan, bir an işini bırakır memnun olur, “eyvallah” der, yeni bir güçle işe başlardı…

 Bir çeşit aşinalık vardı…

 Bir tarz kardeşlik: Yolda, kıble yönünden gelen davranır, rastladığına selâm verirdi; sıra onundu. Ve büyük, küçüğe; yaşlı, gence; atlı, yayaya “ilk selam veren” di. Selam, verilen tarzdan daha da güzel bir tarz alınır…

 Bu rastlantı hayra yorulur…

 Her iki yolcu da ferahlı, kutlu, yoluna devam ederdi…

 Bir çeşit yola çıkış vardı…

 Bir çeşit yola yöneliş: Evden, el-yüz öpülerek ayrılanın ardından su dökülürdü…

 “Su gibi git, su gibi gel; engel tanıma; rastlarsan su gibi aş” demekti bu. Arabaya binen yolculara, şehrin sınırlarını aşınca önce arabacı “uğurlar olsun” derdi. Bunu duyanlar, “uğurun Hakka olsun” sözüyle karşılık verirler, birbirlerine de “uğurlar olsun” derlerdi. Yolculukta rahatsızlanana yardım edilir, çocuklar eğlendirilir, ihtiyarlara yer verilir. Yol, karşılıklı saygıyla sürer gider, aşılır biterdi…

Bir çeşit nezaket vardı…

 Bir çeşit insanlık: Lokantada bir masaya oturan, o masada evvelce oturmuş olanlara mutlaka “müsaadenizle” der, izin alır; yer var da oturursa, “afiyet olsun” demeyi ihmal etmez, “teşekkürle karşılanırdı. Yemeyi önce bitiren, gene oturanlara “afiyet olsun” demeden gitmez. Bir çeşit hatır saymak vardı…

Bir çeşit insanca saygı: Toplulukta gizli konuşulmazdı. Kimsenin sözü kesilmezdi. Bağıra bağıra konuşmak pek ayıp sayılırdı. Herkes birbirinin sözüne riayet eder. Özüne saygı beslerdi ve bu saygı bilmeyenler pek ayıplanırdı. Kaçınılırdı onlardan…

 “Meclis bozan” denirdi onlara ve pek nadir bulunurdu böyle kişiler…

 Bir çeşit hoşgörü vardı: “İnancı inanılmasa bile hoşgörüş: ayıplananın ayıbını örtüş…

 İnancı ayrı olan sağsa, gıyabında “Allah hidayet etsin” diye anılırdı. Ölmüşse “dinince dinlensin” denirdi. Körün, sağırın yanında körlükten, sağırlıktan söz edilmezdi. Ayıplananın yanında o ayıbını hazırlatacak sözden kaçınırdı ve böylece bir mecliste herkesin ilk düşüncesi buydu…

Yollar tertemizdi. Ayrıca da; herkes sabahleyin kapısının önünü sular, süpürürdü. Nasılsa yolda bir taş…

 Hem de küçük bir taş gören giderken durur; bir çocuğun sürçmesine, bir âmânın düşünmesine sebep olur diye hemen eğilir alır, yolun kenarına kordu. Yolda birisinin düşürdüğü küçük bir ekmek parçası, bir simit parçası gören eğilir onu alır. Öper, yahut öper gibi ağzına doğru götürür, sonra ya bir duvar kovuğuna ya bir ağaç yarığına kordu. “Nimet” ti ve nimete hürmet getirirdi. Mahalleli birbirini tanır, severdi. Uygunsuz kişi hiçbir mahallede tutunamazdı. Bir ölüm bütün mahalleyi kapsardı. Cenaze kalkar kalkmaz, o eve “önce kıble komşusundan” çorbasıyla, etlisiyle, tatlısıyla bir tepsi yemek gelirdi…

 Ertesi gün sağ, sonra sol komşudan. Ve bütün bunlara öbür komşular sırayla katılırdı, bir hafta yaslı evde yemek pişirmek zahmeti düşünülmezdi. Sabahleyin evde ilk iş “lambanın şişesini silmek” olurdu. Lamba şişesine hoffladıktan sonra küçük incecik bir sopaya sarılı temiz bir bez şişeye sokulur; döndürüle döndürüle, şişe gıcır-gıcır silinir; üstü de silindikten sonra kenara konur; lambanın gazına gaz eklenir; fitili temizlenir; hususi makasla kesilir; idare kandili de aynı tarzda hazırlanırdı. Ne elektrik vardı, ne elektrik kesilmesi! Ne küçücük bu günün eğri-büğrü, kırık-dökük mum istifi…

Şehrin yollarında, iki yanda ağaçlar vardı…

 Pencerelerde fesleğenler…

 Bahçeleri vardı her evin…

 Bahçelerde  güller, çeşitli  güller, karanfiller…

 Yol kenarında gecesefaları…

 Bir  meydan vardı…

 Geniş güzel: Ortasında suyu pırıl pırıl büyük bir havuz. Girişinde sağda, iki güzel, temiz kahve: asırlık çınarlarla, kestane ağaçlarıyla gölgeli…

 İkinci kahvenin sonunda tertemiz bir lokanta…

 Buluşulur, oturulur, sohbetler edilir. Yemek yenilir, dinlenilirdi. Üstatlar gelirler…

 Şiirler okunur…

 İstekliler “baygın âşıklar” gibi onların yüzlerine, sözlerine dalarlardı. Küllük denmişti nedense vaktiyle…

Sonradan Güllük olmuştu adı. Uçan kuşun kanat sesi duyulurdu orda…

 Alınan verilen soluk, işitilebilirdi. Şehzadebaşı’ndan, Beyazıt’tan giderken sol yanda bir kahve vardı. Adı, Fevziye’ydi…

 Haftada bir musiki âlemi kurulurdu orada. Hoca’dan Büyük Dede’ye, Büyük Dede’den Şevki Bey’e dek nağmeler cağlardı, besteler dile gelirdi, güfteler duyulurdu gönülde. Ama ayrı bir söz, bir fısıltı duyulmazdı…

 Nefes alınmazdı sanki. Birisi bir para düşürmüştü yere…

 Hemen ayağını basmıştı üstüne. Sesi, bu ahengi bozmasın diye…

 Boğaz, Göksu, Haliç, Kağıthane. Kıyılardaki yalılar…

 Ordaki musiki âlemleri…

 “Hammiğnesi” kayıklar…

 Nağmeler, elemler, emeller…

 Bütün bunlar ne söze sığar, ne yazıya gelir…

 Dostluk vardı, vefa vardı; Söz vardı öz vardı;  Sükûn vardı, rahat vardı, ruh vardı, Huzur vardı, feyiz vardı, zevk vardı, Neş’e vardı, edeb vardı, can vardı; Canan vardı, hicran vardı…

 Aşk vardı…

 Şimdi “yol”u sormayın; bilen yok ki…

 Evler burunsuz…

 dümdüz yüzlü. Hepsi de birbirinin aynı…

 tanınmaz ki…

 Şoför arkadaş, sakallıya baba…

 Amca; gence abi diyor.  Kadın’a artık  “bayan” demeyi de unutmuş…

 Teyze, yenge, abla diyor. Vapurda “bildik” yok…

 “Belli  yer” kalmamış. Ezan  artık  inanana  “Aziz  Allah” dedirtmiyor…

 adamı ürkütüyor; “Lâhavle” dedirtiyor. Seyyar satıcıların sesleri canından bezdiriyor herkesi.. Mahalle kahvesi hiç kalmadı. Külhanbeylik, “haraççılık” olmuş. Geceyle gündüz belli değil. Yollar, pislikle dolu mu dolu. Apartmanlarda oturanlar birbirlerini tanımıyorlar…

 hepsi her gün bir olayla dertli…

 Elektrik muma, gaz lambasına muhtaç ediyor adamı. Ağaçlar kesilmekte…

 Çeşmeler musluksuz. Kalanların kitabeleri, aynaları, kırılmayı bekleyen boynu bükük zavallılar…

 Küllük; eğri büğrü merdivenli, yamrı-yumru duvarlı otomobil mahşeri…

 Seyyar satıcı pazarı…

 Çiğ renkli kilim duvarlara asılmış, Gözleri zedeliyor. Pislik birikintileri ayakları kaydırmakta. Biber, et, soğan kokuları buram buram. Borazanlı satıcıların sesleri kulakları tırmalıyor ve bu “meydanlıktan  çıkmış” meydanın  sonunda, irfan  merkezimiz  Üniversite! Çalışanın hatırı mı sorulur…

 Tanıyan mı var onu? Selâm, bir “gericilik “. Hiç böyle şey olur mu? Ne ilkel töre!.. “Uğurlar olsun” ne demek? Dense bile yok buna karşılık veren…

 Masaya oturanın “afiyet olsun” demesine şaşanlar bulunur…

 “Nereden tanıyor ki bu bizi” diyor içinden ve cevap bile vermiyor…

Beş kişi bir araya gelse, beşi de bağıra bağıra konuşuyor bu gün…

Yahut “ee… iii… uuı..’.’ diye inleye inleye, kesik konuşmak moda olmuş…

İnanca, dine, imana saygı değil, “sövgü” var artık. Müzik piçleşmiş…

Ne Doğulu, ne Batılı, fakat şu muhakkak ki bizim değil, değil, değil.. Ve biraz değil çok pek çok zırdeli!…

Ve biz, bu ülkede artık garibiz: “Gâh olur gurbet vatan gâhi vatan gurbetlenir…”

Abdülbâki Gölpınarlı

Şehirden Ayrılış

– Diyarbakır’a ithaf olunur –

Balığın sırtına yüklerim ayrılığın surlarını
Kalkan balığı olur korur şehzadelerimi surlar
Tek sığındığım liman olur kadim burçlar
Zoraki ayrılık içten getirir serzenişleri
Topraktan, kumdan bizi aldatan seraptan fayda görmedik ki
Medet umuyoruz gökteki buluttan, akan nehirden, bekleyen denizden
Ne yüzgeci olan bir balığım, nede gemisi olan bir denizci

Geçmeliyim bu denizi geri dönmek için
Yeryüzü hep ihanet sarmalında tuttu bizi
Yolculuk artık şehri denizler ötesine götürmede
Yeni güvenli bir liman, ötelerin ötesine
Bir avuç yerde yaşatmak imkânsızlaşınca kadim tarihi
Atıyoruz en yorgun burçtan kendimizi
Soruyoruz hangi cenaze bizim gibi sıcak
İçsek bu nehri gidermez susuzluğumuzu
Ana kucağı Dicle’den geçer tahtadan beşikler
Taşır sırtında ümmetin yetimlerini en sessiz haliyle
Ölü bir deniz olur, gidişin hazin melodramına
Yere düşen gözyaşları sökülüp alınmıştır topraktan
Heybeye doldurulmuştur hüzün kokan hatıralar
Bir gün insanca bir yaşamın sürdüğü diyarlar
Elbet birgün birgün gün gün gün
Hayat bulacaktır bu yerlerde

Hakkı Aytaç

Prenses R

İlk bakışın tatlı anını
Ölümsüzce sonsuza değin yaşamak
Gün geçtikçe kördüğüm
Alfabemin tek prensesi “Prenses R”
Senin kollarında tabutumu hazırlayıp
Ellerimi göğsümde kavuşturmanın vaktidir

Hakkı Aytaç

Hasta Kız

Yetmiyor bulanık sular benizlerini tarif etmeye
Sokakların intizarını çürüten sessizliğe gömme bizi
Hasretler, yıllar boyu senin gülüşüne rengârenk kesilmiş
Tuz yangınında geriye kalan gözyaşlarınla ıslat hayatımızı

Benim kaldırımlarımda ağır ritminde akıyor hayat
Kimseler uğramıyor artık yorgun çıkmazımıza
Evlerimizden de çıkamıyoruz kapılarımız narkozlu
Halepçe’ye çöken elma kokusu yayılıyor şiirlere
İçimize çektikçe redifler düşüyor kapı önlerine

Hugin ve Munin bile senden haber getirmiyor artık
Taşların arkasına saklanıyor şahit tuttuğumuz toprak
Bizi evde taş duvarlara, sokakta kaldırım taşlarına
Şiirin siyah köşe taşına, gökyüzünde meteorlara…
İbrahim’i bir dua gibi bizi bırakıp nereye gidiyorsun
Adalet mi bu! Sefa kadar cefanı istiyoruz senden

Mahalleli sensizliğin sıtmasıyla sarsılıyorken
Sivrisinekler bataklığını göğsüme kurup oturmuşken
Pul pul dökülen benim şiirim, senin bedenin
Paramparça olmuş cesedinden bir reçete yaz
Kürlerle doldururuz ayrılığın kemoterapi çilesini
Bu şehre aynı kâbusla uyanıyor minareler
Ve ölmek için erken diyor salâ okuyan şairler

Hakkı Aytaç