Sen nasıl teselli edebilirsin beni
sen, tesellim olan?
Varlığının özünü sevdiğim
küçük ayaklarının izlerini bıraktın
ruhuma
kıyıların ıslak kumlarında kalan
Gunnar Ekelöf
Çeviri: Hüseyin Baş
Şub 23
Şub 23
Şub 23
Üniversiteden tanıdığım bir hâkim arkadaşı ziyaret etmek üzere Silivri’deki 6 Numaralı cezaevine gitmeden evvel telefon açıp bilgi alayım dedim. Tam 2 saat 40 dakika boyunca aramama rağmen santral bir türlü telefonu bağlamayınca çıkmış olduğum yol zaten beni bir o kadar sürede cezaevine getirdi. Üzerimdeki metalleri çıkardım, avukat girişinden cezaevine doğru yürüdüm. Görevli sadece Perşembe günü avukat görüşü olduğunu ve iki gün sonra gelmem gerektiğini çok kibar şekilde söyledi bana. Ve ekledi: Keşke önceden telefon etseydiniz. Yev he he dedim içimden, telefonlarınız meşgul, 2 saat 40 dakika aradım fakat cevap bulamadım deyince ses etmedi, verecek bir cevabı yoktu. İki gün sonra tekrar yola koyuldum, 2 saat sonra cezaevinde oldum saat 13.00’da. Aynı zamanda açık görüş var. FETÖ’cülerle avukatları görüştürüyorlar. FETÖ’cü olmayanlarla yakınlarına açık görüş yaptırıyorlar. Ertesi gün de FETÖ davasından alınlarla yakınları kapalı görüş yapacakmış. Avukat görüşme odası sınırlı olduğu için bir sıra listesi yapmışlar. Adımı on birinci sıraya yazdılar. Sıra bana saat 16.30’da geldi. Benden sonra adı yazılan 4 avukat ise görüş yapamadı, haftaya Perşembe dediler onlara. Sıra bana gelene kadar oradaki bütün mahkûm sülalelerinin çocuk seslerini dinlemek, ter kokularını koklamak durumunda kaldım. Birinci saatin sonunda not defterime roman taslağı çizdim. Sonra arkada boş bırakılmış hortumun ağacın etrafını doldurduğunu görünce diğer ağaçlara yönlendirip ağaç sulamaya başladım. Çam, kaysı ve çok küçük olduğu için ne olduğunu çıkaramadığım birkaç tür… Döndüm hâlâ bana sıra gelmemiş. Tekrar çıktım, beyaz gömleğimden avukat olduğumu anlayan bir gardiyan, avukatsınız galiba size bir soru sorabilir miyim deyince buyur dedi. Bugün bizi FETÖ davasından işten uzaklaştırdılar ne yapabilirsiniz dedi. Bilmiyorum dedim. Olağanüstü Hal geçsin avukat tutun. Tuttuğunuz avukata da para verin. Embesillik yapmayın. Tamam abi dedi, elinde valizi ile gitti. Sulama bitti, içeri girdim, sıra bana gelmiş. Bu arada çok beklediğim için motivasyonum da bozuldu. Kadın klavye kullanmasını bilmiyor, UYAP kullanmasını bilmiyor, FETÖ şüphesi ile görevden uzaklaştırdıkları insanların yerine birilerini bulamamışlar. Buldukları da bilgisayar bilmiyor. Az kalsın kendim oturup yazacaktım, kaydımı yapacaktım.
İçeri girdim, avukat görüşme odasına kamera koymuşlar, bi tane de gardiyan hemen yanı başımızda bizi dinliyor. Dünya tarihinde avukat ile görüştürmeme, yakınlar ile görüştürmeme, Guantanamo, Esad Rejimi, Pakistan Hükümeti tarafından uygulanan şeyler ama avukat görüşmesinin kamera ve lise mezunu adam tarafından izlenmesi bir ilk. MİT ajanı değil, gardiyan izliyor konuşmayı. Savunma hakkını ihlal etmek başkadır, ama savunma hakkına sıçmak, sıçtığını sıvamak bambaşka bir şey imiş anladım. Tabii ilk etapta hemen bu aletlerin ve dikizlemenin evrensel hukuk kaidelerine aykırı olduğunu şerhini düştük müvekkil ile. Deliller ne dedim. Sordukları soru lisede hangi okula gittiğim idi dedi. Hmmm dedim. Peki nasıl bu kadar hızlı bir liste oluşturup 2.500 hakimi aldılar dedim. 2014 HSYK seçiminde Yargıda Birlik Platformu diye bir yapı kurdu AKP dedi. Buraya üye olmayan, bu partiyi sevmeyen, yani kendilerine oy vermeyen herkesi listelemişler dedi. Oylar gizli verilmiyor muydu dedim. Evet gizli dedi. Nasıl anladılar peki dedim senin oy vermediğini? Adliyede kalemlere hizmetlilere sorup kimin oy verdiğini kimin vermediğini sorup kabataslak bir liste hazırladıklarını düşünüyorum dedi. Bunları gardiyanlar dinledi, kameralar kaydetti. Çıkacaksın buradan, bu delillerle kimse darbeden yargılanamaz dedim. Bütün uluslar arası dava imkânlarını deneyeceğiz gerekirse. Çıktım.
Hapishanede çalışacak insan yok, avukat görüş odalarının sadece 3 tanesine kamera takılabildiği için avukatlar müvekkilleriyle görüş yapamıyor. Sıra beklerken akşam oluyor. Sistem yıkılmış. Devlet yıkılmış. Devlet televizyonlardan ve mitinglerde Türk Bayrağı sallayan insanlardan ibaret kalmış. Adil yargılanma ihlal ediliyor, savunma hakkı yok sayılıyor, fiziksel, psikolojik işkence gırla gidiyor. Yandaş derneklerin avukat başkanları bunlar insan olmadığı için savunulmaya değer yanları yok dolayısı ile savunma hakları yok, biz gelen davaları almayacağız diye açıklama yaparken aynı derneğin üyesi hapishanede müvekkiline kafa göz giriyor darbeci diye. Darbeyi organize eden 1000-2000 arası sivil ve asker caninin yüzünden 300.000 kişi yargılanıyor, işinden atılıyor. Kocalarını içeri atıp bankadaki nafakalarına el koyup açlığa terk ediyorlar kadınları, çocukları mağdur ediyorlar. Rüşvet, yolsuzluk şimdilerde yerini yağmaya talana gaspa terk etmiş. Utanıyorum. Avukatlık yapmaya utanıyorum. Hani suçlar şahsiydi, suçlunun yakınları da cezalandırılamazdı, hani herkes suçluluğu ispat edilene kadar masum sayılırdı. Gidip kaçak bi gazetecinin karısını rehin almışlar ya. Böyle bir şey olabilir mi? Bankalardaki üç kuruşlarına el konulmuş memurların. İşkence edip bi de görüntüleri medyaya veriyor embesiller. Sonra da utanmadan suçlu iadesi istiyorlar. Hangi ülkenin kanununda işkenceyi açık açık yapan devlete suçlu iade edilmesini olumlu bulan bir yasa var? Terör örgütü ile ortaklık yaptığını itiraf eden Cumhurbaşkanı kendini masum sayarken, örgüte inanan halkına akla gelen tüm hukuksuzlukları yapıyor. Bunların hepsini üst üste düşünüp kafayı yiyorum şu an. Kamera beni izlerken yaptığım müvekkil görüşünü ise hiçbir zaman unutmam. Kastre edildim çünkü, hukuk onurum incindi. Şimdi hepinizi uyarıyorum.
1-Topladığınız delilleri bir an önce, her ne kadar adam eksikliği var ise de, hızlıca, uyumadan, uyarıcı alarak inceleyip şu birinci dereceden masumları bir an önce salın, işlerinin başlarına geçsinler.
2-Başka geçim kaynağı olmayan ailelerin el koyduğunuz paralarının geçinebilecekleri kadarını iade edin, aç kalmasınlar.
3- Darbe gecesi cürmü meşhutların dosyalarını tefrik edip bir an önce cezalandırın, toplumun vicdanı rahatlasın, geç gelen adalet, adalet değildir. Yani en azından teşebbüs ile örgüt üyeliğini ayrı davalar yapın.
4- Hukukun temel ilkelerini çiğnemeyi bırakın en azından tazminatlarını bizim vergilerle ödüyorsunuz çünkü bize giriyor.
Av. Cihat Duman
Şub 23
Klâsik Türk edebiyatının temel konularından en önemlisini, aşk ve dolayısıyla aşkın iki tarafı olan âşık ve sevgilinin durumu oluşturur. Sevgiliye ait hemen hemen her unsurun âşığın gözüyle nazma döküldüğü bu edebiyatta, sevgilinin mekânıyla ilgili çeşitli kavramlar yer alır. Genel olarak, pek çok klâsik edebiyat şairinde ortak diyebileceğimiz bu kavramlar, şairlerin konuya yaklaşımları, üslup farklılıkları ve hayal dünyalarının zenginliği vesilesiyle farklılıklar da arz eder. Bu bağlamda çalışmamızda, 15. yüzyılın önemli şairlerinden olan Ahmed Paşa’nın Divan’ında yer alan sevgilinin mekânıyla ilgili kavramlar tespit edilecek, şairin bu kavramlara yaklaşımı incelenecektir.
Giriş
Klâsik Türk şiirinde, şairin/âşığın hayal dünyasında genel bir sevgili tasavvuru vardır. Güzellik ve estetik timsali olarak aktarılan sevgili, dış görünüş bakımından tabiattaki varlıklara ait zikredilebilecek en güzel benzetme yönleriyle birlikte anılırken; bunların âşık üzerindeki yansımalarını ve etkilerini dile getiren beyitlerin sayısı on binlercedir. Sevgilinin fizikî güzelliklerinin anlatıldığı bu beyitler dışında cilvesi, işvesi, nazı, âşığa ilgisizliği, cevr ü cefâ kaynağı oluşu vb. özellikleri klâsik edebiyat şairlerinin üzerinde sıkça kalem oynattıkları hususlardandır.
Güzellik unsurlarının tesirlerinin yanında sevgilinin manevî davranış ve tavırlarıyla acınası bir görünüm arz eden ve kendinden geçen âşık, sevgiliye kavuşma arzusunu daima taze ve zirvede tutmasıyla aşkının büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Elest bezminde büyüsüne kapıldığı sevgilinin visaline mazhar olmak için girdiği mücadeleler, onu liyakat sahibi bir âşık yapmakla birlikte, orada verdiği söze sadakatini ispat için birer vesiledir. Onun için hayat, sevgiliye yakın olmakla kıymet kazanır. Bütün hayatı hicran ülkesinden vuslat diyarına yolculukla geçer. Sevgiliye dorğu attığı her adımla mutlu olur, huzur bulur. Hâlini arz etmek üzere eline divitini alır, Mecnûn’la boy ölçüşecek seviyede olduğunu paylaşır.
Mezkur mertebeye gelmiş bir âşık için sevgiliye ait olan ya da ondan izler taşıyan her şey kıymetlidir. Bu bağlamda sevgiliye yaklaşmada önemli bir merhale olan mekân, âşık için kutsî ve hayatîdir. Sevgiliye ait mekâna ve hatta mekânda bulunan varlıklara yaklaşımını ifade ederken kurguladığı dünya, âşıkla sevgili arasındaki duygusal irtibatı salayan bir köprü gibidir. Âşık; mekânda bulunan varlıkların, gözündeki ve gönlündeki karşılığını dillendirmekle hem sevgiliye arz-ı hâl eder hem de bununla teselli bulur. Kendi kendine çözümler üretir, çareler önerir. Sevgilin mekânı âşık için sığınılacak tek yerdir. Sevgili ister ilâhî ister beşerî olsun, bu durum değişmez. Sevgilinin haricinde bir büyüğe yazılan ve övgü içeren kasidelerde de memdûha (övülen) yine benzer düşüncelerle yaklaşılır.
Klâsik edebiyatta çeşitli kavramlarla ifade edilen sevgilinin mekânına ait unsurlar, âşığın dünyasında farklı çağrışımlar oluşturarak mısralarda yer almaktadır. Genel olarak klâsik edebiyat şairlerinin konuya yaklaşımlarına örneklik teşkil etmesi bakımından çalışmamızda 15. yüzyıl şairlerinden Ahmed Paşa Divanı’nda1 sevgilinin mekânına ait unsurların işlenişinde kullanılan düşünce, hayal ve tasavvurlar ve bu meyandaki kavram dünyası ele alınacaktır.
Ahmed Paşa Divanı’nda; gönül, Ka’be, kıble, harem, ravza, dergâh, kûy, diyâr, gülşen, şehir, mahalle, ev, kapı, eşik vb. kelimeler sevgilinin mekânını ifade etmek için kullanılan belli başlı kavramlardır. Bunların, bazen müstakil olarak ele alındığı, bazen birkaçının bir araya getirilerek tamlama oluşturulduğu veya aynı beyit içerisinde birbirleriyle anlamsal ilişki kurularak kullanıldığı görülmektedir.
Çalışmada; tespit edilen bu kavramlar ve bunlar etrafında oluşturulan düşünce, hayal ve tasavvur dünyası on iki başlık halinde incelenmiştir:
1. Gönül / Dil
Sevginin menbaı ve merkezi olan gönül ya da dil; genellikle farklı bir varlık gibi mütalaa edilir. Âşığın, tecrid sanatını kullanarak zaman zaman gönlüyle konuşup dertleştiği, hatta ona nasihatler ettiği görülür. Sevgilinin mekânı bağlamında düşünüldüğünde dikkat çekici tasvirler ve tahayyüllerin ortaya konulduğunu söylemek mümkündür. “Ben hiçbir yere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” mealindeki kutsî hadis sebebiyle gönül, Ka’be’den daha kıymetli addedilmiştir. Gönül, Yûnus Emre’nin genel tasavvufî inanışı dikkate alarak: “Gönül Çalab’ın tahtı / Çalab gönüle baktı/ ki cihân bedbahtı / Kim gönül yıkar ise” sözleriyle veciz bir şekilde ortaya koyduğu üzere, genel bir kabulle Allah’ın mekânı olarak düşünülür.
Ahmed Paşa Divan’ında da, sevgilinin en önemli mekânı âşığın gönlüdür. Fakat sevgilinin bu mekânda belirli bir süreç neticesinde yer aldığı görülür. Bu süreç bir savaşta kalenin, şehrin ya da ülkenin fethedilmesine benzer. Klâsik edebiyat düşünce ve hayal sistemi çerçevesinde tahakkuk eden bu süreçte sevgili, avcıya benzeyen gamzesiyle (yan bakışıyla) âşığın gönlüne ok yadırarak saldırır. Bu saldırı, bir avın üzerine yağmur gibi ok yağmasına benzeyecek kadar büyüleyicidir:
Âh kim sayyâd-ı gamzenden dile peykân yağar
Oh nice sihr etti nahcir üstüne bârân yağar(G 35 / 1)
Gamzenin hücumuna sevgilinin diğer bir güzellik unsuru olan zülf de yardım eder. Zülfün saldırısı gönül ve can askerini kırar, parçalar:
Saldı zülfün kim şikest ede dil ü cân leşkerin
Ehl-i islâm üstüne n’ederdi bir bî-din salıb(G 12 / 2)
Karşı koyacak kimse kalmayınca zülf; Mısır ülkesine benzeyen gönüle çadırlarını kurar:
Şâm-ı zülfün çerisi kondu gönül Mısrına kim
Sâye-bânlarla doludur kamu meydân-ı Mısır(G 84 / 2)
Gönül ülkesi, artık teslim edilmeye hazırdır. Çünkü,bu hengamede aşkın gamı da gönderdiği askerlerle gönül ülkesini istila etmiştir ve âşığa merhamet dilenmekten, bir barış teklifinde bulunmaktan başka çare kalmaz:
Rahm eyler isen vakt durur kim gam-ı aşkın
Saldı dil ü cân memleketine sipeh ey dost(G 21 / 3)
Amansız saldırılar karşısında tahammülü kalmayan gönül, malup olur; gönül ülkesini memnuniyetle sevgiliye teslim eder:
Dil mülkün açtı kal’a-i dîn oldu kirpiğin
Şükrâne al bu fetha ki resm-i kadîmdir (G 32 / 9)
Artık bu noktadan sonra gönül ülkesinin hâkimiyetini tamamıyla ele geçiren sevgilinin her sözü bir ferman sayılacaktır:
Ol şeh-i hûbân ki iklîm-i dilin sultânıdır
Her ne der cân üstüne fermânanun fermanıdır (G 106 / 1)
Gönül her ne kadar bu süreçte yorgun düşmüş, virane olmuşsa da üzülmeye gerek yoktur. Madem ki sultan gönlün hakimidir, eninde sonunda burayı imar edecektir:
Çün hayâli tahtısın vîrâne gönlüm gam yeme
Âkıbet ma’mûr olur şol yerler sultân andadır(G 43 / 6)
2. Diyâr
Memleket ve ülke anlamına gelen diyâr, Ahmed Paşa’nın Divanı’nda sevgilinin mekânı olarak kullanılan bir diğer kelimedir. Şair, diğer kavramlarda olduğu gibi, diyârla ilgili olarak çeşitli anlam dünyaları oluşturur.
Klâsik edebiyat kültüründe, hazinelerin ejderhalar tarafından korunduğu inancından hareketle yeni bir hayal oluşturulan aşaıdaki beyitte sevgilinin diyârı bir hazineye (genc-i diyâr) benzetilmektedir. Feleğin yaptığı büyüyle o hazinenin bekçisi sevgilinin kirpikleri (tî) olmuştur. Beyitte geçen tî (kılıç) kelimesi her ne kadar kirpik olarak düşünülebilse de, aslında daha geniş anlamıyla sevgilinin bakışını ve bakışın gönüldeki tesirini ifade eder. Bu durumda genc-i diyâr ejderhayı andıran bir bakışla korunmuş olur:
Genc-i diyârına ne tılısım etti rûzigâr
Kim tiın ejdehâsı ona pâs-bân imiş (K 26/12)
Şaire göre, sevgilinin diyârı güzellerin bulunduğu bir mekândır. Bu güzellerin gamzeleri fitne çıkarmaktadır. Gamzenin yani yan bakışın fitne çıkarması, klâsik edebiyatımızda zaman zaman karşılaşılan bir durumdur ki, bu da gamzenin en önemli özelliklerinden biridir. Aşaıdaki beyitte de bunun örneğini görüyoruz. Sevgilinin diyârında güzellerin gamzeleri fitne çıkarınca, ney ile tambur da inlemeye başlamıştır. Ney ile tanburun çıkardığı yanık namelerin kaynaı bir yönüyle diyâr-ı yârdaki güzellerin gamzelerinden saçılan fitnelerdir. Beyit bir başka bakış açısıyla deerlendirildiğinde ise, âşığın gamzeden dolayı ney ve tambur gibi inleyişi akla gelir:
Gamze-i hûbân eder ancak diyârında fiten
Nây ile tanbûr eder ancak zamânında enîn (K 23/6)
Bir başka beyitte, hasret ateşiyle yanan, yakası parça parça olmuş hâlini sevgiliye arz etmekle yetinmeyip onu açıkça tehdit eden bir âşık tablosuyla karşılaşmaktayız:
Korkum oldur ki gamından yakamı çâkedeyin
Nâr-ı hasretle diyârını yakam gelmez isen (G 164/4)
Âşık, sevgilinin diyârında dolaşılmadık bir yer bırakmaz. O, sadece sevgilinin diyârında dolaşmakla kalmaz; aynı zamanda hasret ateşiyle döktüğü gözyaşlarıyla da oradaki tüm taşları yıkayarak, tozdan pastan arındırır. Burada sevgilinin diyârı, âşığın gözyaşlarıyla yıkanan bir yer konumundadır:
Diyâr-ı yârda bir seng yoktur
Ki göz yaşında anda zeng yoktur (K 4/13)
3. Şehir
Diyardan sonra en büyük dünyevî mekân olarak zikredilen şehir, Ahmed Paşa’nın “gidelim bâri şehrinden” redifli gazelinde sevgiliye sitem dolu ifadelerle anlatılır. Gazel; sevgilinin ayrılığına sabredemeyen âşığın kırık bir gönülle sevgilinin şehrini terk etme isteğinin dile getirildiği matla beytiyle başlar:
Firâk-ı yâra sabr olmaz gidelim bâri şehrinden
Gönül çün sındı cebr olmaz gidelim bâri şehrinden (G 232/1)
Sevgilinin güzelliğine sonsuz bir sevgiyle balanmasına karşın istediği ilgiye göremez:
Güzellik sende gâyetde sevük bende nihâyetde
Çü fikrin yok re’âyetde gidelim bâri şehrinden (G 232/2)
Sevgilinin şehrinde bulunduğu süre içerisinde âşığın kısmetine, kebap olan bir gönül ve şarap gibi kırmızı akan gözyaşları düşmüştür. Gönlün iyice harap olmasıyla âşığa sevgilinin şehrinden gitmekten başka yol görünmemektedir:
Dil odundan kebâb oldu gözüm yaşı şarâb oldu
Gönül mülki harâb oldu gidelim bâri şehrinden (G 232/5)
Gazelin diğer beyitlerinde de benzer sitemlerin peş peşe sıralandığı görülür. Şunu da ifade etmeliyiz ki bu sitemler, âşığın sevgilinin şehrini terk edeceği anlamına gelmez. O, sadece hâlini sevgiliye arz ederek meded bekler. Sevgilinin cevr ü cefası ne kadar çok olursa olsun, gönlü ne kadar yanarsa yansın şehri terk edecek değildir. Çünkü geceleyin, sevgilinin şehrini aydınlatmak için mum yerine âşığın âhının ateşi/ışığı gereklidir:
Subha dek şehrinde ol mâhın ziyâ-bahş olmaga
Şu’le-i âhım yeter şem’-i şebistân olmasın (G 251/10)
4. Kûy
Divanda sevgilinin mekânı ile ilgili olarak kullanılan diğer bir kelime “kûy”, yani köydür. Kûy; örneklerde de görüleceği üzere, kimi zaman tek başına veya kimi zaman da ele aldığımız diğer bazı kelimelerle birlikte kullanılarak sevgilinin mekânını ifade eder. Bu manada kûy, geniş ve genel bir mekânın karşılığıdır.
Ahmed Paşa’ya göre sevgilinin köyünü uzaktan da olsa görmekle veya bizatihi köye gitmekle gönüldeki sevgili arzusu eksilmez. Cennete gelen kişi, nasıl Cemâlullah’ı görmek isterse, âşık da cennete benzeyen sevgilinin köyüne gelince dîdârı görmek ister:
Kûyunu görmekle dilden zâ’il olmaz şevk-i yâr
Kâni’ olmaz cennet-i firdevse dîdâr isteyen (G 226/4)
Aşağıdaki beyitte sevgilinin köyüne varmak ve orada toprak olmak isteyen bir âşık vardır. O toprağın tozlarını da sabâ rüzgarı sevgiliye iletecektir:
Bilmezem ki nice varam kûyuna dil-dârımın
Ben meğer toprak olam ilte sabâ gerdim benim (G 210/5)
Âşık, sevgilinin köyünde, sevgiliye ulaşma yolunda tek de değildir; arada “rakip” vardır. Ancak, sevgili gönül için bir gül bahçesi olunca rakip de o gül bahçesindeki dikenler hükmündedir. Dikenden dolayı gül bahçesinden ayrılmak, âşığa yakışmaz:
Kûyundan anun gitme rakîbi görüp Ahmed
Cân gülşenidir kaçma anun hâr u hasından (G 235/7)
5. Mahalle
Mahalle, sevgiliye ait bir mekân olarak birkaç beyitte geçmektedir. Bu beyitlerde âşık, ettiği efgânlardan dolayı mahallenin köpeklerinin kendisinden incindiğini söyler:
İncinir benden mahallen itleri
Ettiğim efgân elinden el-gıyâs (G 23/4)
Diğer beyitte ise, mahallenin köpeklerinin ayaklarının tozları bile en güzel amberden daha kıymetli tutulmuştur. Bu da, âşığın sevgiliye verdiği önemi göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekicidir:
Mahallen itlerinin hâk-i pâyın
Bulanlar anber-i sârâya vermez (G 121/4)
6. Gülşen
Gül bahçesi manasına gelen gülşen, sınırları içerisindeki bitkilerin güzelliği ve sevgiliyle teşbih ve istiare yönleriyle ilişkilendirilmesiyle klâsik edebiyatın temel mekânlarından birisidir. Divan’da sevgilinin köyünde bulunan gülşen, âşığın birkaç gün kalmak istediği, ancak gereken izni alamadığı bir mekân olarak anılmaktadır:
Düştü durdu komadı yoluna gitmeğe beni
Eledi bir iki gün gülşen-i kûyunda şehâ (G 9 / 3)
7. Ka’be / Beytü’l-Harâm / Harem
Ka’be, Beytü’l-Harâm ve Harem; Ahmed Paşa Divanı’nda bazen tek başına, bazen de başka kelimelerle birleşerek sevgilinin mekânını anlatmada kullanılan kutsî kavramlardır.
Tavaf edilen Ka’be’ye ihtiramda bulunulur. Âşık da sevgilinin bulunduğu bu mek’ânı tavaf eder. Tavaf çıplak ayakla yapılır ve âşık da bu geleneğe uyar. Rakibi gayr-ı Müslime benzeterek Ka’be gibi olan sevgilinin bu mekânına sokmak istemez. Ka’be’nin yolları veya etrafı dikenlerle doludur. Fakat, nasıl gerçek mümin için bu dikenler veya vermiş olduğu ezalar aşk dolayısıyla zevk mahiyetini alırsa, âşık için de sevgilisinin mekânında görülen her diken veya onun orada bulunmasını önleyecek her güçlük, ya aksine kolaylık hâlini alır ya da zevk verir (Tolasa 1973, s. 302). Şairin bu yaklaşımı, aşkın ve sevgilinin kutsiyetini ortaya koymakla birlikte âşığın da kutsî bir yolda yürüdüğünü gösterir. Âşık için sığınılacak tek yer sevgilinin köyünde bulunan Ka’be’nin haremidir ve başka bir yere secde etmek de âşığa haramdır:
Harîm-i Ka’be-i kûyun yeter penâh bana
Harâm ola dahi bir gayrı secde-gâh bana (G 4 / 1)
Diğer bir beyitte, Merve ve Safâ gibi Ka’beyle ilgili iki kavram kullanılarak sevgilinin kapısının Kabe’ye benzetildiğini görmekteyiz:
Ey kasr-ı ruh-perver ü v’ey tak-ı dil-güşâ
Merve hakkıyçün oldu kapın Ka’be-i Safâ ( K 42/1)
Âşığın sararmış yüzünden akan gözyaşının sevgilinin kapısına ulaşması için ondan yardım istenen aşağıdaki beyitte, mekân Ka’be’nin Harem’ine benzetilmektedir. Gözyaşı aktığında Ka’beye altından bir oluk gerekeceği için âşık, sararmış yüzünün bu görevi ifa edeceği inancındadır:
Bulsun kapına ko ruh-ı zerdimden eşk râh
Zirâ harîm-i Ka’beye zer nâv-dân gerek (K 166/7)
Aşağıdaki beyitte, Harem kelimesi kûy ve kapı kavramlarıyla birlikte kullanılmaktadır. Âşık, sevgilinin köyünü dolaştıkça kapısını öpmektedir. Şair bu durumu, Ka’be’yi tavaf edenlerin Ka’be’nin kapısını ve duvarlarını öpmesiyle eşdeğer tutmakta ve sevgilinin mekânını Ka’be’ye teşbih etmektedir:
Ahmed öper kapını kûyunu devr ettikçe
Ki tavâf-ı Harem içre der ü dîvâr öpülür (G 40/5)
Söz konusu mekân Ka’be olunca, burasıyla ilgili kavramların da zikredilmesi gerekecektir. Bu sebeple “Lebbeyk, Beytü’l-Harâm (Ka’be), Safâ, sa’y ve harâm” gibi Ka’be ile ilgili kavramlara yer verilerek sevgilinin kapısının Ka’be’ye benzetildiği görülmektedir. Dinî bir gelenek olarak hac esnasında, Ka’be’nin etrafında tavaf sırasında “Lebbeyk” sesleri yükselir. Lebbeyk: “sana geldim, emret Yâ Rabbi!” anlamındadır. Sa’y ise, hacıların Safa ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gidip gelmelerini anlatan bir kavramdır. Bir de Ka’be’nin önünde harîm denen bir yer vardır ki buraya girmek haramdır. Şair; bütün bu kavramları bir arada kullanarak Ka’be’ye benzettiği gelmek isteyenler için, sevgilinin kapısının haram kılınmasını istemektedir:
Ka’be kapın Safâsına lebbeyk uranların
Beytü’l-Harâma sa’yi var ise harâm ola (G 5/2)
Sevgilinin köyünün Ka’be’ye benzetildiği bir başka beyitte, âşığın en büyük düşmanlarından birisi olan rakîbin Müslüman olmadığı için sa’y etmeye de hakkının bulunmadığına işaret edilir. Çünkü, ancak ona layık olan birisi sevgilinin Ka’be’ye benzeye köyüne gitmeli ve sa’y etmelidir. Bu kişi de şüphesiz, âşıktır:
Ka’be-i kûyun tavâfına ne sa’y eyler rakîb
Mekkeye varmak revâ mıdır Müselmân olmayan (G 227/6)
Âşık, sevgilinin Ka’be’ye benzeyen kapısında beklemeyi, adeta onun muhafızlığını yapmayı hak etmektedir. Ancak bu işe başka talipler de vardır. En doğrusu, sevgilinin kapısını beklemeye kim layıksa onun beklemesidir. Çünkü, âşık var iken varken Ebû Leheb’in Ka’be’nin muhafızlığını yapması doru değildir. Beyitteki “Ahmed” kelimesi tevriyeli olarak Hz. Peygamber olarak da düşünülebilir. Bu durumda âşık, Hz. Peygamber; ayârda Ebû Leheb olmaktadır:
Ayâr kapın Ka’besini beklemesin kim
Ahmed var iken hâfız ana Bû-leheb olmaz (G 115/8)
Ka’be ile ilgili aldığımız son örnek beyitin birinci mısraında âşık, sevgilinin Ka’be’ye benzeyen köyünü hayal ederken la’l gibi kıpkırmızı gözyaşı döktüğü dile getirilmektedir ki bu kanlı gözyaşı demektir. kinci mısrada geçen Beyt-i Ma’mûr, yedinci kat semâda Ka’benin hizasında bulunan gök ehlinin tavaf mekânıdır. Şair, dökülen kanlı gözyaşının, Beyt-i Ma’mûr’un üzerine yakuttan bir oluk olacağını söylemektedir:
Ka’be-i kûyun hayâlinde bu çeşm-i la’l-bâr
Beyt-i Ma’mûr üstüne yâkûttan mîzâb olur (G 90/6)
8. Dergâh
Dergâh, Farsça “kapı” anlamına gelen “der” kelimesi ile bazı kelimelere eklenerek mekân ismi yapan “gâh/geh” edatının birleşmesiyle oluşmuştur. Bu şekilde dergâh kelimesi ilk anlam olarak kapı yeri, kapı önü demektir. Ancak dergâhın özellikle tasavvufta esas kullanıldığı anlam ise tekkedir. Zamanla bu kelime; “Dergâh-ı İlâhî” ve “dergâh-ı izzet” (Allah’ın katı); dergâh-ı âlî (padişah kapısı) örneklerinde görüldüğü üzere başka kelimelerle bir tamlama oluşturarak farklı anlamlarda da kullanılmıştır. Mesela Sultan Bayezid’in methinde yazılan bir kasidede dergâh kelimesinin, padişahın yüce katı anlamında kullanıldığını görüyoruz:
Arûs-ı devletin olmazdı mübtelâsı bu halk
Sevâd-ı der-gehin olmasa rûy-i şevkete hâl(K 22 / 14)
Aşağıdaki beyitte âşık, hac vazifesini yerine getirmek için sevgiliden himmet beklemektedir. Haccın edasının şartlarından biri de Kabe’yi tavaftır. Tavaf olmadan hac eda edilmiş sayılmaz. Âşıkların kıblesi (Kabe’si) ise sevgilinin bulunduğu mekândır, hatta sevgilidir. Dolayısıyla âşığın, haccını eda edebilmesi için sevgilinin mekânına (dergâhına) gitmesi gerekmektedir:
Dedim ki Ahmed bendene bir himmet et haccetmege
Ol kıblesi âşıkların dediki gel der-gâhıma (G 289/8)
Âşık, sevgilinin dergâhında bir nefes alacak kadar bile kısa bir süre kapıcı olmayı, padişahlık tacını başına takmaya tercih eder. Burada brahim Edhem-vârî bir yaklaşım söz konusudur:
Tâc-ı Husrevden geçerdim görse idim bir nefes
Kullarında der-geh-i âlîde der-bân olduğum (G 212 / 4)
9. Ev
Mekânla ilgili kavramlar içerisinde en az kullanılanlarındandır. Âşık, sihir bilmesi durumunda gümüş bir süpürge olup, sevgilinin evine yüz sürmeyi (evini süpürmeyi) hayal eder. Çünkü, yüzünü süreceği her yerde sevgilinin ayak izleri vardır:
Sihr bilsem bir gümüş cârûb ederdim kendimi
Yüz sürerdim şol eve dâ’im ki cânân andadır (G 42/2)
10. Kapı ( Der / Bâb)
Kapı; sevgilinin hareminin iptidasıdır ve Farsça “der”, Arapça “bâb” kelimeleriyle de karşılanır. Ahmed Paşa’nın sevgilinin kapısıyla ilgili çok geniş bir hayal dünyası kurduğu görülür. Klâsik edebiyat kültürü çerçevesinde bazı şairlerde de gördüğümüz bu hayal dünyası dışında orijinal teşbihlerin ve tasavvurların da beyitler arasına nakşedildiğini söylemek mümkündür. Sevgilinin kapısı, âşığın sürekli gözyaşı döktüğü ve lütuf ve ihsan beklediği bir mekândır.
Genel olarak sevgilinin kapısı; âşığın, gözyaşları eşliğinde dertlerini anlattıkları bir mekândır. Elinde duadan bir kâse bulunan âşık, bir dilenci gibi sevgilinin kapısını çalar ve ondan ihsan bekler, lütuf dilenir. Âşığın bu kapıyı bırakıp başka bir yere gidecek takati yoktur; ayağı bağlanmıştır. Zaten gitmek de istemez. Onun vazifesi, altın (zer) gibi kıymetli gözyaşlarını, sevgilinin kapısına saçmaktır. Âşığın gözyaşlarının altın gibi kıymetli olmasının yanında, çehresinin de altın renginde olduğu ifade edilir. Bunun sebebi ise, ağlayıp inlemekten yüzünün sararmasıdır:
Uş kâse-i niyâz ile geldim kapına kim
Deryûze-i nevâl-i atân eyleyem senin (K 6/4)
Ahmedin tâkati yok k’ede kapından seferi
Ayağı balı durur gidemez ey yâr dahi (G 301 / 8)
Yoluna dîde-i uşşâk güher-hîzoluban
Kapına çehre-i uşşâk zer-efşân yaraşır(G 45/2)
Sevgilinin kapısına altın saçma işi, âşık varken başkasına düşmez. Güneşin de altın (gibi ışıklarını) saçtığını gören âşık, kapının güneşin hararetinden yanma ihtimaline engel olmak için canını feda etmeye hazırdır. Sevgiliyi güneşin ışıklarından bile kıskanan bir âşıktan da başkası beklenmez:
Kapına zer saçtığıyçin mihr inen germ olmasın
Cân nisâr etmek anı gördükçe kârımdır benim (G 209/4)
Sevgili, kolay kolay kapıdan kendini göstermez. Bir kıyamet alâmeti olarak tasavvur edilen bu hadisenin tahakkuku hâlinde, sevgiliyi görme fırsatı yakalayan âşığın biraz da mutluluk gözyaşlarına hâkim olamaması gayet tabiîdir:
Kâmetin çıktı kapından oldu gözyaşı revân
San kıyâmet koptu gökten ahter-i tâbân yağar (G 35/7)
Aşağıdaki beyitte güzelliğiyle meşhur olan Hz. Yûsuf’un, sevgilinin kapısına kul edildiğini görürüz:
Eğer ol Yûsuf-ı Mısrı bu şâhın yüzünü görse
Kapısında kul olaydı geçeydi kendi çağından (G 255/5)
Sevgilinin kapısında istenmeyen bir tip vardır ki, bu da daha önce geçtiği üzere âşığın en büyük düşmanı olan rakîptir. Bu bağlamda âşık, sadece kendisinin hak ettiğini düşündüğü sevgilinin kapısından rakîbin kovulmasını talep eder. Sevgilinin kapısı bir cennettir ve cennette iftiracı birisinin (rakîbin) olması düşünülemez:
Sür kapından rakîb-i gammâzı
Lâyık olmaz behişte bühtâncı (G 300/6)
Rakîbi kapıdan kovulunca, kendisine mekân edinmek için âşığın gerekçeleri de hazırdır: O, hem yetimdir hem de dilenci… Acınası bir hâlde bulunan âşığa merhamet etmek, onu kapıdan kovmamak gerekir:
Ahmedi gözden salıp sürme kapından yaşların
Sâ’ili mahrûm edip eytâmı mabûn eyleme (G 276/7)
Beyitteki “sürme” kelimesi; çok ağlamaktan dolayı hastalanan, hatta kör olan âşığın gözleri için şifa sayılan sevgilinin kapısının toprağı olarak da düşünülmelidir. Bu toprak, âşık için gözlerine sürebileceği en kıymetli sürmedir.
Âşığın kapıda bir dilenci oluşuyla ilgili benzer beyitlerden birinde, yine gözyaşıyla sevgilinin kapısına yüz süren bir âşık portresi karşımıza çıkar. Sevgilinin lütfu o kadar geniştir ki, dilencileri kapısından asla kovmaz:
Gözyaşı ile yüz sürer eşiğine Ahmed
Sâ’illere lutfun kapısından ola mı red (G 29/7)
Âşığın, sadakatini ve balılığını ispat etmesi için sevgilinin kapısında köle olduğunu göstermesi gerekir. Eğer Kur’ân üzerine yemin etmek gerekirse, sevgilinin mushafa benzeyen yüzü bunun için yeterlidir:
Kapına kul oldum deyu Ahmed öpüp and içmege
Mushaf yüzünde yazılan şol Âyet-i Rahmânı sun (G 223/8)
Âşığın, sevgiliden talepleri bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Sevgilinin yay gibi kaşlarına ve gamzesine canını kurban etmek için hazırdır ve sadece emir beklemektedir:
Gel ey kemân ebrûsuna kurbânlar olduğum iriş
Ol gamze-i bîmâr için kapında kurbân et beni270/317/4
Yukarıda sevgilinin kapısının, âşığın derdini anlattığı bir mekân olduğunu söylemiştik. Âşık, derdini sadece anlatmakla kalmaz, gözyaşlarıyla yazmaya da çalışır. Ancak durumu vahimdir; gece gündüz anlattığı derdinin ayrıntısına henüz girememiş, sadece genel hatlarıyla özetleyebilmiştir:
Eşkim kapında derdimi her dem yazar velî
Tafsîl ile yazılmadı ol mâ-cerâ henüz (G 118/8)
11. Eşik / Âsitân
Eşik veya âsitân, sevgilinin haremine ulaşmada sınırdır. Âşık için kapıyı açmak, eşiği atlamak tahakkuku mümkün görünmeyen bir hayaldir. Âşık, eşikte sevgilinin yüceliğini ve kudretini görürken, kendi acziyetini ve fakriyetini idrak ile hâlini ona arz eder. Eşik, sevgiliye uzak ya da yakın olmanın tam ortasıdır. Bir başka deyişle eşik; vuslatla hicran arasında bir nokta; sevgiliye ulaşmada son adımdır. Ancak klâsik şiirimizde son bir adımla bu noktayı aşan da yoktur.
Eşikle ilgili Divan’da karşılaştığımız belli başlı düşünce, hayal ve tasavvurlar şu şekildedir: Öncelikle sevgilinin eşiği, âşık için büyük bir devlet (saadet, bereket)tir. Çünkü, eşikte sevgilinin yüzünü görmesiyle âşığın başına gün doacaktır. Gün, güneş demektir. Başına güneş doğması; hem zihninin aydınlanması hem de “başına güneş geçmesi” anlamındadır. Böylece; kendinde olmayan âşığın iyice kendini kaybetmesinin alameti zuhur edecektir, zaten onun istediği de budur:
Gördüm kapında yüzünü gün dodu başıma
Bildim ki devletim benim ol âsitân imiş (K 26/4)
Çünkü eşikten ayrılanın gökte yıldızı olmayacak, cihanın padişahından uzak bir halde, mutsuz bir şekilde yaşayacaktır:
Eşiğinden ayrılanın gökte yoktur yıldızı
Bî-sa’âdetdir olan şâh-ı cihânından ırak (G 147/2)
Âşığın kısmeti, eşikte cevr ü cefa çekmektir. Sevgili, naz edip bîgâne davranınca, âşığın başına gökten sayısız taş yağar. Âşığa da talihine ağlamak düşer:
Eşiğinden Ahmedin cevr ü cefâdır mansıbı
Bu ne tâli’dir ki gökten seng-i bî-pâyân yağar (G 35/9)
Cevr ü cefa içindeki âşığın kanlı gözyaşları sevgilinin yollarını yıkarken, kirpiklerinin görevi de eşikte süpürge olmaktır:
Bu kanlı yaşım yollarına âb-zen olup
Kirpiklerim eşiğine cârûb olacaktır (G 44/4)
Gözden dökülen kanlı yaşlar, artık bir sel boyutuna ulaşmış; âşıkta sabır ve tahammül kalmamıştır:
Her dem gözümden eşiğine seyl-i hûn gider
Sabr u karâr dilden ü cândan sükûn gider (G 74/1)
Âşık eşiği bırakıp gitse, hatta bunu düşünse, sabah rüzgârı onu alıp tekrar getirecektir. Çünkü âşık, artık sabah rüzgârına bile direnemeyecek kadar zayıf ve güçsüzdür. Bu beyitte, “bâd-ı sabâ” kavramından âşığın sabaha kadar sevgilinin eşiğinde beklediği de anlaşılmaktadır:
Fikr ederdim ki gidersem eşiğinden sanemâ
Beni bu za’fım ucundan yine döndüre sabâ (G 9/ 1)
Eşikle ilgili sevgiliyle âşık arasında birtakım diyaloglara şahit olunmaktadır. Âşık, muhtemelen bir müddet eşikten uzak kalmış ve mazeret olarak hasta olduğunu öne sürmüştür. Ancak, eşikte görünmese de alayıp inlemesi çok uzaklardan sevgilinin kulağına ulaşmıştır:
Hastayım varmadığım oldur dedim eşiğine
Dedi sen gelmezsin ammâ nâle vüzârın gelir (G 97/5)
Sevgili, âşığa eşiğinde bulunmasının iznini de vermiştir. Ancak bir şartı vardır: eşikte dolaşan köpekleriyle dostluk kurması. Âşık için bu bile büyük bir lütuf ve ihsandır:
İtlerimle eşiğimde âşinâ olsun demiş
Ömrü çok olsun ki bana lutf edip i’zâz eder (G 98/2)
12. Cennet / Ravza / Makâm-ı Mahmûd
Ahmed Paşa, sevgilinin bulunduğu mekânı anlatmak için dünyevî kavramlarla iktifa etmez; cennet, ravza, makâm-ı Mahmûd gibi ahiret hayatına ilişkin mekânları kullanarak hem sevgiliye hem de duyduğu aşka kutsiyet atfeder.
Demler gelir ki cennet-i kûyında dilberin
Eşkim cevâhiriyle olur her civârla’l(K 12/7)
Sevgilinin köyünün, “cennet-i kûy” tamlamasıyla cennete benzetildiği bu beytin manasını iki şekilde düşünmek mümkündür: Birincisi; bir Müslüman dünyada cennete layık bir kul olmak için ibadet eder, İlâhî emirleri yerine getirir. Cennet, onun dünyada işlediği amellerin karşılığıdır. kincisi ise; cennet, Cemâl’in (hakiki sevgilinin) görüleceği yerdir. Âşık için sevgilinin cennete benzeyen köyünde bulunmak büyük bir şereftir. O, her fırsatta sevgiliye daha yakın olmanın (visâl/vuslat) hesaplarını yapar. Orada bulunduğu için bir yandan sevinirken, diğer yandan da henüz sevgiliye kavuşamamanın hüznünü yaşar. Bu sebeple âşık bazen öyle gözyaşı döker ki, bu gözyaşları etrafa cevherler saçar; sevgilinin köyünde her taraf la’l olur. La’l, kırmızı bir mücevherdir. La’l kelimesinin
kullanılması, aşk derdiyle dökülen gözyaşlarının kanlı bir hâl alması sebebiyledir. Bu da kesretten kurtulup vahdete ermek için gereklidir.
Ahmed aceb i cennet-i kûyundan olsa dûr
Bilmezlik ile âdem elinden neler çıkar (G 67 / 8)
“Ahmed’in sevgilinin köyünün cennetinden uzak olmasına şaşılmaz; insanın bilmeden elinden neler çıkar/neler gider” şeklinde çevirebileceğimiz beyitte, Âdem kelimesi üzerine iham-ı tenasüp yoluyla hem Hz. Adem, hem de kelimenin anlamı olarak insan kastedilmiştir. Şaire göre Hz. Adem’in, elinde olmadan cennetten çıkmasına şaşırmamak gerektiği gibi, âşığın da sevgilinin cennetinden uzak kalmasını yadırgamamak gerekir. Çünkü, nasıl Hz. Adem’in cennetten çıkarılması onun iradesi dahilinde olmamışsa, âşığın sevgilinin cennetinde bulunmaması da arzu ettiği bir şey değildir.
Ahiret hayatına ilişkin diğer bir mekân olan ravza; “bahçe, sulu yer, bostan, çimenlik” gibi anlamlara gelse de, kavramsal olarak cennet bahçesi demektir. Pek çok klâsik edebiyat şairi gibi Ahmed Paşa da, genel olarak bu kavramı benzer anlamlarda kullanmaktadır:
Redd etme kim niyâzıma âmin eder melek
Ravzan önünde çünkü du’âneyleyem senin (K 6/4)
Tasavvufî inanışa göregerçek müminler, cennet değil didar (cemâl-i lâhî) isterler. Âşık da sevgilisini görmek ister, onun mahallesini görmekle tatmin olmaz. Bu bakımdan sevgili dîdâr iken, kûy da cennet halini alır (Tolasa 1973, 302) Ravza, cennet bahçelerinden bir bahçedir; âşık için cennet olan sevgilinin mekânı içinde bir bölümdür. Yukarıdaki beyitte sevgilinin ravzasının önünde dua eden bir âşık görülmektedir. Âşığın duasının mahiyeti vuslata erme talebiyle ilgilidir. Âşık dua ettikçe melekler de: “âmin” diyeceklerdir. Melekleri duasına ortak eden âşık, bu vesileyle sevgili tarafından reddedilmeme ümidi taşır.
Bir başka beyitte sevgilinin bulunduğu mekân, makâm-ı Mahmûd’a benzetilmektedir. Makâm-ı Mahmûd; övülen, derecesi yüksek olan makam demektir ve Hz. Peygamber’in kıyamet günü şefaatte bulunacağı makamdır. Âşığın burayı mesken edinmek isteyişi, sevgilinin mekânına atfedilen kutsiyetin farklı bir ifadesidir:
Yeridir edinse mesken Ahmed
Kûyunda k’odur Makâm-ı Mahmûd (G 30 / 5)
Sonuç
Konuyla ilgili olarak yukarıda zikredilenler haricinde onlarca örnek beyit vardır. Fakat, mevcut örneklerin Divan’daki sevgilinin mekânına ait kavramları ve bu kavramların şair tarafından kullanılış şekillerini ortaya koyması bakımından yeterli olduğu kanaatindeyiz.
Genel olarak Klâsik edebiyatımızda, özelde de Ahmed Paşa Divanı’nda çoğu zaman şiirin merkezinde yer alan sevgiliye ait her unsur gibi mekân da önemli bir yer tutmaktadır. İçerisinde sevgiliyi barındırması bakımından kıymet verilen mekânlar, âşığın hâl-i pür-melâlini arz etmede bir vasıta olarak görülmüştür. Diğer pek çok şairde de karşılaşılabilen sevgiliye ait mekânlarla ilgili kavramların, Ahmed Paşa’nın geniş muhayyile kuvvetiyle zaman zaman orijinal düşünce, tasavvur ve ifadelerle mısraların arasına ustaca yerleştirildiğini söylemek mümkündür.
KAYNAKÇA
Ahmed Paşa (1992). Divan, (hzl: Ali Nihad Tarlan), Ankara: Akça Yayınları.
TOLASA, Harun (1973). Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
Muhammet KUZUBA
Duygu GÜNER
Şub 23
Gamından gönlüm eğlenmez dem olmaz kim yürek yanmaz
Bu derde kimse katlanmaz gidelim bâri şehrinden
Safâda gayrilerle sen cefâlar içre kalam ben
Ölem yeğdir bu dirlikden gidelim bâri şehrinden
Bu söz kim dediler hakdır güzellerde vefâ yokdur
Garîbin kadri alçaktır gidelim bâri şehrinden
Dil ü cân bî-mecâl oldu gamından pâymâl oldu
Çün eglenmek muhâl oldu gidelim bâri şehrinden
Tapun gayre penâh imiş işimiz dün ü gün âhmış
Seni sevmek günâh imiş gidelim bâri şehrinden
Dil alır sâhir imişsin cefâda mâhir imişsin
Vefâsız kâfir imişsin gidelim bâri şehrinden
Usûlî’den gönül aldın dönüben yerlere çaldın
Çü bizi firkate saldın gidelim bâri şehrinden
Usûlî
Şub 23
Hicran kucağında tuttuğun sırdaş,
Çağlamış, bulanmış, durulmuş olsun,
Sözüne sazına güven de yanaş,
Kulağı ezelden burulmuş olsun.
Boş kafa gezdiren seyyahlar gibi
Keşkülünün delik çıkması dibi,
Ariften anlasın seçsin garibi,
Hakikat yolunda yorulmuş olsun.
Taban tepmiş olan gam kervanında,
Dostunu konuklar tatlı canında,
Koçlar gibi duran pîr meydanında,
Aslanlar yurdunda kurulmuş olsun.
Gel dese de bakma nâkes aşına,
Bir fırsat arar da kakar başına,
Dostun namert dehrin mihenk taşına,
Felaket pazarında vurulmuş olsun.
Duysun aşkın elindeki rebabı,
Okunsun alnında çile kitabı,
Neyzen gibi günahının hesabı,
Mezara girmeden sorulmuş olsun.
Neyzen Tevfik
Şub 23
2Kendi kendime, “Gel, zevki tat. İyi mi, değil mi, gör” dedim. Ama gördüm ki, o da boş. 2 Gülmeye, “Delilik”, zevke, “Ne işe yarar?” dedim. 3 İnsanların göklerin altında geçirdiği birkaç günlük ömürleri boyunca, yapacakları iyi bir şey olup olmadığını görünceye dek, bilgeliğimin önderliğinde, bedenimi şarapla nasıl canlandırayım, akılsızlığı nasıl ele alayım diye düşündüm durdum.
4 Büyük işlere girdim. Kendime evler inşa ettim, bağlar diktim. 5 Bahçeler, parklar yaptım, oralara türlü türlü meyve ağaçları diktim. 6 Dal budak salan orman ağaçlarını sulamak için havuzlar yaptım. 7 Kadın, erkek köleler satın aldım; evimde doğan kölelerim de vardı. Ayrıca benden önce Yeruşalim’de yaşayan herkesten çok sığıra, davara sahip oldum. 8 Altın, gümüş biriktirdim; kralların, illerin hazinelerini topladım. Kadın, erkek şarkıcılar ve erkeklerin özlemi olan bir harem edindim. 9 Böylece büyük üne kavuştum, benden önce Yeruşalim’de yaşayanların hepsini aştım. Bilgeliğimden de bir şey yitirmedim.
10 Gözümün dilediği hiçbir şeyi kendimden esirgemedim.
Gönlümü hiçbir zevkten alıkoymadım.
Yaptığım her işten zevk aldı gönlüm.
Bütün emeğimin ödülü bu oldu.
11 Yaptığım bütün işlere,
Çektiğim bütün emeklere bakınca,
Gördüm ki, hepsi boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.
Güneşin altında hiçbir kazanç yokmuş.
12 Sonra bilgelik, delilik, akılsızlık nedir diye baktım;
Çünkü kralın yerine geçecek kişi
Zaten yapılanın ötesinde ne yapabilir ki?
13 Işığın karanlıktan üstün olduğu gibi
Bilgeliğin de akılsızlıktan üstün olduğunu gördüm.
14 Bilge nereye gittiğini görür,
Ama akılsız karanlıkta yürür.
İkisinin de aynı sonu paylaştığını gördüm.
15 “Akılsızın başına gelen, benim de başıma gelecek”
Dedim kendi kendime, “Öyleyse kazancım ne bilgelikten?”
“Bu da boş” dedim içimden.
16 Çünkü akılsız gibi, bilge de uzun süre anılmaz,
Gelecekte ikisi de unutulur.
Nitekim bilge de akılsız gibi ölür!
17 Böylece hayattan nefret ettim.
Çünkü güneşin altında yapılan iş çetindi bence.
Her şey boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış. 18 Güneşin altında harcadığım bütün emekten nefret ettim. Çünkü her şeyi benden sonra gelecek olana bırakmak zorundayım. 19 Kim bilir, bilge mi olacak, akılsız mı? Güneşin altında bilgeliğimi kullanarak harcadığım bütün emek üzerinde saltanat sürecek. Bu da boş. 20 Bu yüzden güneşin altında harcadığım onca emeğe üzülmeye başladım. 21 Çünkü biri bilgelik, bilgi ve beceriyle çalışır, sonunda her şeyini hiç emek vermemiş başka birine bırakmak zorunda kalır. Bu da boş ve büyük bir hüsrandır. 22 Çünkü ne kazancı var adamın, güneşin altında harcadığı bunca emekten, bunca kafa yormaktan? 23 Günler boyunca çektiği zahmet acı ve dert doğurur. Gece bile içi rahat etmez. Bu da boş.
24 İnsan için yemekten, içmekten ve yaptığı işten zevk almaktan daha iyi bir şey yoktur. Gördüm ki, bu da Tanrı’dandır. 25 O’nsuz kim yiyebilir, kim zevk alabilir? 26 Çünkü Tanrı bilgiyi, bilgeliği, sevinci hoşnut kaldığı insana verir. Günahkâra ise, yığma, biriktirme zahmeti verir; biriktirdiklerini Tanrı’nın hoşnut kaldığı insanlara bıraksın diye. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.
3
Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır.
2 Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var.
Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var.
3 Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var.
Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var.
4 Ağlamanın zamanı var, gülmenin zamanı var.
Yas tutmanın zamanı var, oynamanın zamanı var.
5 Taş atmanın zamanı var, taş toplamanın zamanı var.
Kucaklaşmanın zamanı var, kucaklaşmamanın zamanı var.
6 Aramanın zamanı var, vazgeçmenin zamanı var.
Saklamanın zamanı var, atmanın zamanı var.
7 Yırtmanın zamanı var, dikmenin zamanı var.
Susmanın zamanı var, konuşmanın zamanı var.
8 Sevmenin zamanı var, nefret etmenin zamanı var.
Savaşın zamanı var, barışın zamanı var. 9 Çalışanın harcadığı emekten ne kazancı var? 10 Tanrı’nın uğraşsınlar diye insanlara verdiği zahmeti gördüm. 11 O her şeyi zamanında güzel yaptı. İnsanların yüreğine sonsuzluk kavramını koydu. Yine de insan Tanrı’nın yaptığı işi başından sonuna dek anlayamaz. 12 İnsan için yaşamı boyunca mutlu olmaktan, iyi yaşamaktan daha iyi bir şey olmadığını biliyorum. 13 Her insanın yiyip içmesi, yaptığı her işle doyuma ulaşması bir Tanrı armağanıdır. 14 Tanrı’nın yaptığı her şeyin sonsuza dek süreceğini biliyorum. Ona ne bir şey eklenebilir ne de ondan bir şey çıkarılabilir. Tanrı insanların kendisine saygı duymaları için bunu yapıyor.
15 Şimdi ne oluyorsa, geçmişte de oldu,
Ne olacaksa, daha önce de olmuştur.
Tanrı geçmiş olayların hesabını soruyor.
16 Güneşin altında bir şey daha gördüm:
Adaletin ve doğruluğun yerini kötülük almış.
17 İçimden “Tanrı doğruyu da, kötüyü de yargılayacaktır” dedim,
“Çünkü her olayın, her eylemin zamanını belirledi.”
18 İnsanlara gelince, “Tanrı hayvan olduklarını görsünler diye insanları sınıyor” diye düşündüm. 19 Çünkü insanların başına gelen hayvanların da başına geliyor. Aynı sonu paylaşıyorlar. Biri nasıl ölüyorsa, öbürü de öyle ölüyor. Hepsi aynı soluğu taşıyor. İnsanın hayvandan üstünlüğü yoktur. Çünkü her şey boş. 20 İkisi de aynı yere gidiyor; topraktan gelmiş, toprağa dönüyor. 21 Kim biliyor insan ruhunun yukarıya çıktığını, hayvan ruhunun aşağıya, yeraltına indiğini?
22 Sonuçta insanın yaptığı işten zevk almasından daha iyi bir şey olmadığını gördüm. Çünkü onun payına düşen budur. Kendisinden sonra olacakları görmesi için kim onu geri getirebilir?
4
1Güneşin altında yapılan baskılara bir daha baktım,
Ezilenlerin gözyaşlarını gördüm;
Avutanları yok,
Güç ezenlerden yana,
Avutanları yok.
2 Çoktan ölmüş ölüleri,
Hâlâ sağ olan yaşayanlardan daha mutlu gördüm.
3 Ama henüz doğmamış,
Güneşin altında yapılan kötülükleri görmemiş olan
İkisinden de mutludur. 4 Harcanan her emeğin, yapılan her ustaca işin ardında kıskançlık olduğunu gördüm. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.
5 Akılsız ellerini kavuşturup kendi kendini yer.
6 Rahat kazanılan bir avuç dolusu
Zahmetle, rüzgarı kovalamaya kalkışarak kazanılan
İki avuç dolusundan daha iyidir.
7 Güneşin altında bir boş şey daha gördüm:
8 Yalnız bir adam vardı,
Oğlu da kardeşi de yoktu.
Çabaları dinmek nedir bilmezdi,
Gözü zenginliğe doymazdı.
“Kimin için çalışıyorum,
Neden kendimi zevkten yoksun bırakıyorum?” diye sormazdı.
Bu da boş ve çetin bir zahmettir.
9 İki kişi bir kişiden iyidir,
Çünkü emeklerine iyi karşılık alırlar.
10 Biri düşerse, öteki kaldırır.
Ama yalnız olup da düşenin vay haline!
Onu kaldıran olmaz.
11 Ayrıca iki kişi birlikte yatarsa, birbirini ısıtır.
Ama tek başına yatan nasıl ısınabilir?
12 Yalnız biri yenik düşer,
Ama iki kişi direnebilir.
Üç kat iplik kolay kolay kopmaz.
13 Yoksul ama bilge bir genç artık öğüt almayı bilmeyen kocamış akılsız kraldan iyidir. 14 Çünkü genç, ülkesinde yoksulluk içinde doğsa bile cezaevinden krallığa yükselebilir. 15 Güneşin altında yaşayan herkesin kralın yerine geçen genci izlediğini gördüm. 16 Yeni kralın yönettiği halk sayısız olabilir. Yine de sonrakiler ondan hoşnut olmayabilir. Gerçekten bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır.
5Tanrı’nın evine gittiğinde davranışına dikkat et. Yaptıkları kötülüğün farkında olmayan akılsızlar gibi kurban sunmak için değil, dinlemek için yaklaş.
2 Ağzını çabuk açma,
Tanrı’nın önünde hemen konuya girme,
Çünkü Tanrı gökte, sen yerdesin,
Bu yüzden, az konuş.
3 Çok tasa kötü düş,
Çok söz akılsızlık doğurur.
4 Tanrı’ya adak adayınca, yerine getirmekte gecikme. Çünkü O akılsızlardan hoşlanmaz. Adağını yerine getir! 5 Adamamak, adayıp da yerine getirmemekten iyidir. 6 Ağzının seni günaha sürüklemesine izin verme. Ulağın önünde: “Adağım yanlıştı” deme. Tanrı niçin senin sözlerine öfkelensin, yaptığın işi yok etsin? 7 Çünkü çok düş kurmak hayalciliğe ve laf kalabalığına yol açar; Tanrı’ya saygı göster.
8 Bir yerde yoksullara baskı yapıldığını, adaletin ve doğruluğun çiğnendiğini görürsen şaşma; çünkü üstü gözeten daha üst biri var, onların da üstleri var. 9 Tarlaların sürülmesini isteyen bir kral ülke için her bakımdan yararlıdır.
10 Parayı seven paraya doymaz,
Zenginliği seven kazancıyla yetinmez.
Bu da boştur.
11 Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır.
Sahibine ne yararı var, seyretmekten başka?
12 Az yesin, çok yesin işçi rahat uyur,
Ama zenginin malı zengini uyutmaz.
13-14 Güneşin altında acı bir kötülük gördüm:
Sahibinin zararına biriktirilen
Ve bir talihsizlikle yok olup giden servet.
Böyle bir servet sahibi baba olsa bile,
Oğluna bir şey bırakamaz.
15 Annesinin rahminden çıplak çıkar insan.
Dünyaya nasıl geldiyse öyle gider,
Emeğinden hiçbir şey götürmez elinde.
16 Dünyaya nasıl geldiyse öyle gider insan.
Bu da acı bir kötülüktür.
Ne kazancı var yel için zahmet çekmekten?
17 Ömrü boyunca büyük üzüntü, hastalık, öfke içinde
Karanlıkta yiyor.
18 Gördüm ki, iyi ve güzel olan şu: Tanrı’nın insana verdiği birkaç günlük ömür boyunca yemek, içmek, güneşin altında harcadığı emekten zevk almak. Çünkü insanın payına düşen budur. 19 Üstelik Tanrı bir insana mal mülk veriyor, onu yemesi, ödülünü alması, yaptığı işten mutluluk duyması için ona güç veriyorsa, bu bir Tanrı armağanıdır. 20 Bu yüzden insan, geçen ömrünü pek düşünmez. Çünkü Tanrı onun yüreğini mutlulukla meşgul eder.
6Güneşin altında insana ağır gelen bir kötülük gördüm: 2 Adam vardır, Tanrı kendisine mal, mülk, saygınlık verir, yerine gelmeyecek isteği yoktur. Ama Tanrı yemesine izin vermez; bir yabancı yer. Bu da boş ve acı bir derttir.
3 Bir adam yüz çocuk babası olup uzun yıllar yaşamış, ama uzun ömrüne karşılık, zenginliğin tadını çıkaramamış, bir mezara bile gömülmemişse, düşük çocuk ondan iyidir derim. 4 Çünkü düşük çocuk boş yere doğuyor, karanlık içinde geçip gidiyor, adı karanlığa gömülüyor. 5-6 Ne güneş yüzü görüyor, ne de bir şey tanıyor. Öbür adam iki kez biner yıl yaşasa bile mutluluk duymaz, düşük çocuk ondan rahattır. Hepsi aynı yere gitmiyor mu?
7 İnsan hep boğazı için çalışır,
Yine de doymaz.
8 Bilgenin akılsızdan ne üstünlüğü var?
Yoksul başkasına nasıl davranacağını bilmekle ne yarar sağlar?
9 Gözün gördüğü gönlün çektiğinden iyidir.
Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır.
10 Ne varsa, adı çoktan konmuştur,
İnsanın da ne olduğu biliniyor.
Kimse kendinden güçlü olanla çekişemez.
11 Söz çoğaldıkça anlam azalır,
Bunun kime yararı olur?
12 Çünkü gölge gibi gelip geçen kısa ve boş ömründe insana neyin yararlı olduğunu kim bilebilir? Bir adama kendisinden sonra güneşin altında neler olacağını kim söyleyebilir?
İncil Vaiz (1-6)
Şub 23
ellerine dokundum,
ayrılık döküldü yüzünden.
Necmettin Topçu
Hiç kimse senin kadar
alışkın değildir ayrılıklara
Ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin
acılar ve türkülerle çeyizlenir
bekleyişlerin sararan güzüne
Ve hasret kızıl bir güldür
ayrılıkların mendiline nakışlanmış
Biraz da şairlere özgüdür hasret
…
Ayrılıkların çanı vurduğunda
savrılır pişmanlığın kızgın külleri
Bütün sevdalar hasretin yalımıyla tutuşmuş
bir bozkır türküsüdür kerem’in kavruk bağrında
ve artık
yollara düşmenin zamanıdır
şen olasın halep şehri
Biraz da şairlere özgüdür ayrılıklar….
Ahmet Telli
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
Nazım Hikmet Ran
her ayrılık bir hüzün bırakır yüzümde
Sunay Akın
Ayrılık dedim, kavuşma dedim
“İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi” dedim.
Şükrü Erbaş
Ayrılık burcum…
Parmaklarım birer mihrap çırası
Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.
Şükrü Erbaş
Tutuldu mu ayrılık sevginin depremine
çekildi mi mağarasına inine
kayboldu mu ayrılık denilen yabanıl hayvan?
Süreyya Berfe
ve sonu ayrılıkla bitecek
Sunay Akın
Değil mi ki kavuşmalarımız topal
Ayrılıklarımız koşar adım
Cahit Zarifoğlu
Ayrılık vardı hep
Cahit Zarifoğlu
aşk, bir ayrılıktan geriye yalnız kendini bırakır
Adem Erdoğan
bir çocuğun annesinden ayrılık matemine ağlamakta
olduğunu
biliyorum şimdi
ancak ben yorgun ve perişan
arzu dolu yolu bırakıyorum
yarim şiir, arkadaşım şiir
onun huzurlu eline ulaşıncaya değin gideceğim
Furuğ Ferruhzad
ayrılık ki
anlatamam tekinsiz bir uykudur o
şüpheli bir yalnızlıktır
bir yankıdır kendine doğru
Emin Akdamar
Yazık! şu neş’emi tesmim ederdi hiss-i firak,
Düşerdi ruhuma her ayrılışta bir ahker;
Evet, bu his, bu merak
Verirdi aşkıma bir hadşe-i melalaver.
Tevfik Fikret
unutulmuş bir akşamdı, ruhum
acıyla bağırırdı, çığlık çığlığa
aşk fazladır bize, koşar hemen
gelir ayrılık.
Behçet Aysan
dönüp bakılır son kez
parmaklardaki şefkat azalır
anımsanmaz hangi kadaya gönül borcumuz kaldığı
anımsanmaz:
hâlâ kısa seyirdir dünyada insan
ağır iyiliğim, sevgilim
uzun ayrılık oldum, öyle farz et
yürüdüm, tükendim
‘her kayanın gediğinde ağladım’
gıyâbında yargılandı kalbim
anladım: buymuş bana kısmet
Kemal Varol
Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık
Nurullah Genç
Gökler yakın bir ayrılıkla dolu;
Ahmet Muhip Dıranas
“Ayrılık, sevdanın türbesidir” derler.
Derler ki, “Uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı”.
Madem öyle, neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile?
Pierre Abeilard
bir keredir ayrılık ve kulağında küpe artık.
Birhan Keskin
yola heves edeni ayrılıklar uğurlar!
Haydar Ergülen
adın satır başlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;
Yılmaz Odabaşı
Artık ayrılıkla çektirme azap bana
Ebu’l-Kâsım-i Lâhûtî
Yazık, vuslat günleri kısa; ayrılık günleri uzun!.
Yazık, ömür kısa; ayrılık geceleri uzun!
Yazık, aşk gazellerini, aşk hikayelerini kavuşma günlerinde okuduk.
Ancak vuslatın değerini bilemedik!
Ferîdûn-i Muşîrî
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
Attila İlhan
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Metin Altıok
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm,
Melih Cevdet Anday
Ağlamalıdır ayrılanlar ayrıldıklarında.
Her ayrılık kanıtıdır çünkü
o bitmez arayışımızın
boş çıktığının yine.
Ağlamaya değer.
Ağlamaya değer.
Roni Margulies
Ağır bir ayrılık düşüncesi,
Artık gölge gibi
Vurmaktaydı yüzüne.
Melisa Gürpınar
Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
A. Kadir Bilgin
Ayrılalım Stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
İlkemiz ayrı yaşamak
Ve ne varsa işte bu ayrılıkta.
Edip Cansever
Ayrılık derdindeyiz sevgili
Gassan Satar
Ne zaman başlar ayrılıklar
Murathan Mungan
Şimdi o anıyı arıyorum ve bir yanılsama olduğunu,
küçük bir elvedanın ardında, sonsuz bir ayrılık olduğunu düşünüyorum.
Jorge Luis Borges
Böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur…
Turgut Uyar
Ayrılık ne kadar acı bir şeymiş
Ateşten gömlekmiş, can onu giymiş
Derdin ki: Hakîkat acıklı neymiş
Gönlümün âhını sevdiğim! Bilsen
Tâhirü’l-Mevlevî
Olmadum Ya‘kûb-veş gam-hâne-i ‘âlemde şâd
Yûsuf’am hecrinde ‘âlem beytü’l-ahzândur baña
Sehâbî
Yâd eyledikçe vaslını cânım garîbsedim
Hecrin ile tükendi tüvânım garîbsedim
Geçdikçe âh ayrı zamânım garîbsedim
Sıktı beni muhît ü mekânım garîbsedim
Tâhirü’l-Mevlevî
Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
Mehmet Akif Ersoy
Bir tüy gibi düştü önümüze
Ayrılık!
Kadir Aydemir
Azalan ağzından öğrendim her şeyin bir ömrü olduğunu.
Beni sana bırakıp seni bana ekleyerek
Gittim, aşkı ayrılıkla emzire emzire…
Şükrü Erbaş
Kizlep tutar sevüglüg adrış günü belgürer
Başlığ gözüğ yapsama yaşı onung savrukar
Aşk ne kadar gizli tutulsa,
ayrılık gününde ortaya çıkar.
Yaralı yüreğinle gözünü yummaya çalışma,
gözyaşların etrafa saçılır.
Hüsrev Hatemi
Ayrılıkları ayrıntılar acıtır.
Murathan Mungan
Kalbim. Bir ayrılığı çalıyor kampana. Tren.
Ahmet Erhan
Şunu da yaz bedeli olsun
Sabırla titreyerek öyle yalın
Ve kimsesiz olmadan oturacağız
Kıyısında ayrılığın
Cahit Zarifoğlu
Vechi var kasdeylesem hicrinle ülfet etmeğe,
(Artık ayrılığına kendimi alıştırarak avunmağa çalışsam yeridir)
Cenânî
Kuşku beslermiş aşkı, laf, yalnız biliyorum ki uzun bir ayrılık küllendirir. Ve sükut ayrılığı koyulaştırır, katılaştırır, katilleştirir. Ateşim var ve öksürüyorum, seni çok sakin buldum mektubunda. Avunmağa başlamışsın, buna tahammülüm yok. Ben tam bir monogam’ım, daha doğrusu sen beni öyle yaptın. Öylesine doluyum ki seninle, başka bir hayale, başka bir teselliye, başka bir eğlenceye, başka bir ıstıraba tahammülüm yok.
Cemil Meriç
Bu tarifsiz ayrılığı güneşe kim
Yağmura kim kuşlara kim öğretecek?
Şükrü Erbaş
hüznü çoğalta çoğalta öğreniliyor hayat
ayrılığın acısı da alışana kadar zor
bir kaplumbağa gibi çekiliyorum kabuğuma
bağışla demeyeceğim, ama unutma da”
Selami Karabulut
Ve bir aşkı ayrılığa
Yakıştırabilir misiniz doktor
Kemal Sayar
Ayrılığın iki kıyısından
Birbirimizi çağırdık.
Ellerimiz ayrılıyor,
ruhlarımız,
derin bir bezginlik icinde.
Behruz Kia
boşadır ayrılığı anlatmaya çalışmak
anlarsa ancak yüreği anlar bir çocuğun
annesinden ayrılmışsa)
Akgün Akova
Her tanışmayı bir ayrılma say;
Her doğum bir ölüm habercisi
Kavuştuğumuzda ayrılmıştık bu kesindi,
Her güne ayrılığın korkusu sindi
Hüsrev Hatemi
Bu ayrılığın beni hiç sarsmadığı söylenemez.
Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar
ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi
Mustafa İslamoğlu
unutmuştuk ayrılığı
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bu gün de ölmedim anne.
Ahmet Erhan
Nasıl soğuk ayrılığın güneşi
Onat Kutlar
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Ahmet Telli
Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.
Emrah Serbes / Erken Kaybedenler
Bunlar en mutlu günleri ayrılığımızın
Gülten Akın
sana neyi anlatayım
her sarnıç küflü bir yağmuru
her sevda bir ayrılığı yaşar.
Behçet Aysan
Ve unutma sakın, artık vakti gelince ayrılığın
Rüzgarla uzaklara sürüklenir bakışların
Theo Angelopoulos
1027. Dünyada, ayrılıktan daha acı bir şey yoktur!
• Allahım; bu buluşmayı ayrılığa döndürme, aşkınla mest olanları ağlatma!..
• Can bahçesini tazeleştir, yemyeşil et; bu mest olanlara, bu bağa bahçeye acı onları perişan etme!..
• Gönül yapraklarını, sonbahar gelmişçesine dökme, gönül dallarını kırma; halkı perişan ve yoksul etme!…
• Üstünde, Sen’in aşk kuşunun yuvasının bulunduğu ağacın dallarını kırma kuşu uçurma!..
• Kendi topluluğunu, kendi mumunu birbirine vurma, kırma, dökme; düşmanları kör et, onları güldürme, neşelendirme!..
• Hırsızlar, parlak ve aydınlık gündüze düşmandır! Ama sen, onların gönüllerinin isteklerini yapma!..
• Devlet ve ikbal kabesi, ancak bu halkındır; onların ümit kabesini yıkma!..
• Dünyada, ayrılıktan daha acı bir şey yoktur; ne yaparsan yap, bizi ayrılıkla karşılaştırma!..
***
• Bana ayrılığını gösterme, ayrılığın pek taş yüreklidir. Ey güzelliği yüzünden taşın bile la’l olduğu sevgili, sen gitme.
• Zerre de kim oluyor ki; “Ey güneş gitme!” desin? Kul da kim oluyor ki; “Padişahım gitme!” demeğe cesaret edebilsin?
• Fakat sen ab-ı hayatsın. Bütün insanlar da o ab-ı hayatın içinde yüzen balıklardır. Keremin pek boldur. İhsanına son yoktur. Merhamet et, kerem buyur da gitme!
Mevlânâ Celâleddîn
ayrılığı ezberliyorum
kollarında.
Mario Wirtz
Ayrılığın pek yakın olmasından mı korkuyorsun?
Güvercin gerdanlığı / İbn Hazm
ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?
Birhan Keskin
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.
Yahya Kemal Beyatlı
Birbirlerinden ayrılma zamanı gelmişti.
Cengiz Aytmatov
Şimdi adım kayıptır.
Bir çığlık atıyorum sensizliğin alfabesine.
…
Aşk senden ayrılmıştır artık,
Sensizlik benden….
Faysal Soysal
Ağlamalıdır ayrılanlar ayrıldıklarında.
Her ayrılık kanıtıdır çünkü
o bitmez arayışımızın
boş çıktığının yine.
Ağlamaya değer.
Ağlamaya değer.
Roni Margulies
Ayrılmak mı istedik biz?
İyi, akıllıca olur mu sandık?
Öyleyse, ayrılınca, neden cinayet gibi sarstı bizi bu iş?
Ah! Biz kendimizi az tanırız,
Çünkü bir Tanrı buyurur içimizde.
Friedrich Hölderlin
İlk gün kolaydı
ikinci gün biraz zor
Üçüncü gün daha zor ikinciden
Günden güne daha zor:
Öylesine zordu ki yedinci gün
dayanılmayacakmış gibi neredeyse
Şimdiyse
özlemini çekerim
yedinci günün
Erich Fried
Ayrılık ölümün diğer ismidir
Cahit Sıtkı Tarancı
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş…
Bekir Sıtkı Erdoğan
sevgilim! bu ayrılık yazdığın en muhteşem şiirin..
Pelin Onay
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Kara, sıcak bir duman.
*
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Boşalmış bir şehir.
*
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Yuvalarına girmeyişi güvercinlerin.
*
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Çığlığı bedenin.
*
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Rüzgârsız havada yıkılması bir ağacın.
*
– Nedir ayrılık delikanlı?
– Bahçıvanı, çiçeksiz bir bahçenin.
*
– Neydi ayrılık delikanlı?
– Hiç. Benden kaçması ihtiyar bir atlının.
Süreyya Berfe
ayrılıklar gelir kapımıza dayanır-
Haydar Ergülen
ama en çok sevince kanardım ben
isterdim baş ucumda hep olsun
ayrılıklar için iyi bir anne.
Kemal Sayar
bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
Murathan Mungan
Aşkı ayrılıkla sınama gönül.
Kendine başka bir yol ara.
Süreyya Berfe
Keskin ağzından ayrılık kılıcının,
Yüreğimin yediği darbe,
Hüsrev Hatemi
kıldan ince kılıçtan keskin
ayrılık aramızda bir köprü
seninle diz dize otururken de
Nazım Hikmet
ayrılık demir çubuk gibi sallanıyor havada
çarpıyor yüzüme yüzüme
sersemledim
Nazım Hikmet
ayrılık taş duvar
ayrılık Çin Seddi aramızda
Çin Seddi ne kadar uzun, allah kahretsin
Akgün Akova
Beni ayrılık bekliyor.
Nazım Hikmet
Ayrılık şiiri ne kadar yalın
Onat Kutlar
Ayrılık yazılmış alnımıza
Sergey Yesenin
ayrılık girdi araya
Attila İlhan
‘Ayrılık’ diyeceğim,
Dilim varmıyor…
Tayfun Talipoğlu
Ayrılık deyince oturup sessiz
Çocuklar gibi ağlardı.
Yavuz Bülent Bakiler
Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi.
Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş!
Pablo Neruda
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Şükrü Erbaş
Ayrılık da bir olanaktır bilirsin
İnce bir sis, bir hüzün örtüsü
Ahmet Telli
Ayrılık vakti gelip çattığında koyu bir keder kapladı ikisini.
Ayrılmak istemiyorlardı; ama koşullar.
Hayat ikisinden birini uzak bir yere
Gitmeye zorluyordu- New York`a ya da Kanada`ya
Kuşkusuz eskisi gibi değildi aşkları;
Günden güne azalmıştı o çekicilik
Aşkın çekiciliğinden çok az şey kalmıştı.
Ayrılamıyorlardı bir türlü.
Ama koşullar- belki de yazgı
İkisini ayıran bir sanatçı olarak belirmişti
Duygularına gölge düşmeden, Zaman onları değiştirmeden;
Birbirlerini eskisi gibi bilsinler diye hep.
Yirmi dört yaşında, yakışıklı, genç bir adam.
Konstantinos Kavafis
sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..
konuştuklarımız değil
sustuklarımız doğruymuş o gece
unutma.
Kemal Varol
sen yenisin galiba; ezberinde hiç ayrılık yok
Sezai Sarıoğlu
ayrılık bir nokta mıdır?
uzun sevdaların sonunda,
Mehmet Emin Arı
Ama bir sevda sözkonusu olunca insan hiçbir yere yalnız gidemiyor, hüsranları ve ayrılıkları hep beraberinde götürüyor.
Mario Levi
Duy feryad etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
Mevlânâ Celâleddîn
Kırılgan bir hayatı taşır omuzlarında
Gün olur konuştukça kan damlar,
Dudaklardan
Her sözde ayrılık fark etmeden yeşerir
Ve öfkenin hasadı biçildiğinde
Söz biter, gönül susar
Felakettir…
Adige Batur
her ayrılıkta bizden de bir parça kopar
Hakan Savlı
Ne kadar sevişebildiysek sahici, sapasağlam
O, ayrılıktan tek anladığımızdır
Küçük İskender
Yârdan mehcûr iken düştük diyâr-ı gurbete
Dehr gösterdi bize hicrân hicrân üstüne
Râsih
Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,
Nihat Behram
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.
Birhan Keskin
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada
Louis Aragon
Hoşçakal, dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm
çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaadediyor ileride bir gün
Sergey Yesenin
böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur..
Turgut Uyar
Alın terimizin karşılığıdır ayrılık!
Ingeborg Bachmann
Ah, şu ayrılık gecesi!
Ne derin bir uçurum! Nasıl bir sızı!
Goethe
Ayrıldık; kısa bir süre için, yaşam mutluluktu.
Kısacık bir süre için, güzelmiş gibi göründü; hepsi bu.
Yevgeny Abramovich Baratynsky
ve sonu ayrılıkla bitecek
Sunay Akın
Ayrılık kokusu var havada;
yastığım sığırcık kanatlarının şarkısıyla dolu.
Sohrab Sepehri
sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. kara bir kan içindeyim.
tüller ve silah nedir bilmiyorum.
Yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:
Sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.
Birhan Keskin
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle…
Cahit Zarifoğlu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını
Ahmet Telli
Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Şükrü Erbaş
Ben seni hep ayrılıkla anmışım.
Yılmaz Odabaşı
Her birleşen bir gün ayrılır, her yaklaşan bir gün uzaklaşır. Bu, Allah’ın kanunlarından biridir. Öyle büyük bir felakettir ki, kardeşi ölümdür. Çeşitleri vardır: İlki geçici ayrılıktır, sevgilinin dönüşüyle âşığın derdi biter. İkincisi, âşığın sevgilisini görmeyi yasaklayanın neden olduğu ayrılıktır. Üçüncüsü, dedikoducuların dedikodusundan kaçınmak amacıyla sevgilinin istediği ayrılıktır. Dördüncüsü, birtakım nedenlerden dolayı sevenin kendiliğinden sürüklendiği ayrılıktır. Beşincisi, yolculuğun veya evlerin uzak olmasının neden olduğu ayrılıktır.
Bu bölümde vedalaşmadan da bahsedilir. İki türlüdür: Birincisi, sadece bakışlarla ve göz işaretleriyle vedalaşılır. İkincisinde ise kucaklaşma ve birbirine sarılma mümkündür.
Altıncısı, iki sevgili arasında meydana gelen darılmalardan ötürü ayrılmadır ve en elem verici olanıdır ayrılığın. Son ayrılık ise, ölümden kaynaklanan ayrılıktır ki bu, tam anlamıyla ayrılıktır.
İbn Hazm / Güvercin Gerdanlığı
bir sır- çocuksun, baştan çıkarır gibi açığa çıkardın beni,
ayrılık mı; beni aşka terkettiğin için seviyorum seni!
Haydar Ergülen
Kitapların en harika kitabı
Aşk kitabıdır;
Dikkatle okudum onu
Pek az sayfa sevinç
Formalar dolusu acı;
Bir bölüm sonudur ayrılık
Yeniden buluşma!
Küçük bir parçadır.
Yarım kalmış.
Ciltlerce dert.
Şerhlerle uzatılmış,
Sonsuzca, ölçüsüzce.
Goethe
Şub 23
Dün kalabalıkta
.Sevmekten yorulmaktayım.
Yalpalyan bir sarhoş var
Şimşek vuruyor onu bir çırpıda
Seçip vuruyor
Fırtına çevreği de buluyor emiyor
Yılışık nemli bir şehvetle arzulanıyor
Bahar ayartıyor onu
Köprüde insanlardan yükselen buhar
Camların çiğneyip salonlara kustuğu sıcaklık
Sevmek yapışkan insan teri
İnsan kılı memesi kokarak
Kollarını eklemlerini yalıyor seni
ve şimdi aşkın evinde
iki yabancı insan
misina tutmaktan tuzlu sudan
birbirini duyamaz olmuş iki parmak gibi yatıyor
İstanbulda Suadiye mezarlığında
Yorgun uzman bir kalp
Kimbilir hangi kanlarda akıyor gövdemiz
Kimbilir kimin damarlarında hızlandırıyor sözlerim
Bir bohça aralanır çağırır üfürür – sıcak ve tüterek
Irmak denize boşaltır dağlardan kaçırdıklarını
Atın birden nalları dökülür – delice koşarken yine de
Bilki şöminenin içinden
Yanmış kül olmuş yine de
Seni gözlemekteyim
Bir kadın bir baş kesiyor gördüklerim
Bir kadın kendiyle oynuyor
Kendine ve çocuklarına parçalanarak
Soğuk sıcak yanıp donarak
Dar koridorda yay gibi vınlar
Ve duşa varamadan
Ufak kırmızı lambadan erikler yağar
Bir göz bir çağırma bir dur akar
Geri dön azarlandın
Koltuğa otur şöminenin içine bak
Şimdi hızlan ve hızlandır
Cahit Zarifoğlu