Feryâd ki feryadıma imdâd edecek yok

Feryâd ki feryadıma imdâd edecek yok
Efsus ki gamdan beni azad edecek yok

Tesir-i mahabbetle yıkılmış güzel amma
Virane dili bir daha âbâd edecek yok.

Kes, varsa alkan bana ey tali-i dûnum
Sen var iken âlemde beni yâd edecek yok

Hakkıyla bilir zâr gönül halet-i aşkı
Mâhirdir o fende anı üstâd edecek yok

Ya Rab ne içün zar Nigâr şu cihanda
Nâşâd edecek çoksa da bir şâd edecek yok

Nigar Hanım

Derdim Çoktur Hangisine Yanayım

Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yaresi
Ben bu derde kande derman bulayım
Meğer dost elinden ola çaresi

Türlü donlar giyer gülden naziktir
Bülbül cevreyleme güle yazıktır
Çok hasretlik çektim bağrım eziktir
Güle güle gelir canlar paresi

Benim uzun boylu serv ü çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yüzüm sana dönerim
Mihrâbımdır kaşlarının arası

Dîdar ile muhabbete doyulmaz
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz
Münkir üflemekle çerağ söyünmez
Tutuşunca yanar aşkın çırası

Pir Sultan’ım katı yüksek uçarsın
Selâmsız sabahsız gelir geçersin
Aşık muhabbetten niçin kaçarsın
Böyle midir ilimizin töresi

Pir Sultan Abdal

Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza

Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânımıza
Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza

Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk
Sana baktıkça dolar dîde-i giryânımıza

Cevri çok eyleme kim olmaya nâgeh tükene
Az edip cevr ü cefâlar kılasın cânımıza

Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alıp
Her gelen gamlı gider şâd gelip yanımıza

Gam-ı eyyâm Fuzûlî bize bîdâd etti
Gelmişiz acz ile dâd etmeğe sultânımıza

Fuzûlî

Bağrım doludur gamzen oku yârelerinden

Bağrım doludur gamzen oku yârelerinden
Feryâd anın gamze-i hârelerinden

Nâçâr ederim sabr firâkına rakıybin
Bir çâre bulam deyü anın cârelerinden

Şimden gerü benden yana ne fâide kılsın
Çün oldum anın âşık-ı âvârelerinden

Dikem kefenim yakasına ele girerse
Bir pâre anın eteğinin pârelerinden

Ne vâklalar geçti ki defterlere sığmaz
Şîrâzi ile sevdiginin ârelerinden

Elvan-ı Şirazi

Reşit Galip

Bu Kokuşmuş Kafayla Devlet Yürümez

Dolmabahçe Sarayı’ndaki 1931’in Ağustos’undaki yemekte Ruşen Eşref Ünaydın, Dr. Reşit Galip,  Recep Zühtü, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Celal Sahir, Hasan Cemil Çambel ve daha birkaç kişi ve kimilerinin eşleri var. Dr. Reşit Galip, huzursuz, kabına sığmıyor, içkiyi de fazlaca kaçırmış durumdaydı.

O gece Millî Eğitim Bakanı Esat Mehmet Bey, kız öğrencilerin kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun bulmadığını, bu nedenle daha kapalı giyinmelerini bir genelge ile okullara duyuracağını söyler. Bunun üzerine, Dr. Reşit Galip:

-“Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi! Bu bir gericiliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. Devrimlerden en önemlisi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz. Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez!” Demesi üzerine, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kaşları çatılır:

-“Sözlerinizde hoşgörülü ve ölçülü olunuz” uyarısına karşın, Dr. Reşit Galip:

-“Devrimci devrimcidir. Devrimci olmayan da devrimci değildir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır” diye devam edince, Gazi’nin kaşları iyice  çatılır. Yaşlı ve deneyimli Millî Eğitim Bakanı Esat Mehmet Bey, geçmişte Gazi’nin öğretmenidir. Gazi’nin:

-“Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması, sence bir değer taşımıyor mu?” Sorusuna, Dr. Reşit Galip:

-“Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttukları içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır” cevabını verir. Gazi:

-“Bu masada hocama ve bir Millî Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize izin veremem” diye çıkışır.

-“Bunun üzerine, herhalde Dr. Reşit Galip özür dileyerek susmuştur” diye düşünüyorsunuz, öyle mi? Ama yanıldınız! Aksine:

-“Devrimleri korumak için sizden izin istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Roz Nuvar’a verdiğiniz 15.000 liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz!” Diye devam eder. Hayda! Paşa değil, bakan değil, meclis başkanı değil. Sade bir milletvekili, herkesin içinde Cumhurbaşkanı’nın yüzüne karşı söylüyor bunları. Olacak şey mi? Gazi:

-“Yoruldunuz, biraz dinlenseniz iyi olacak. Buyurun, biraz dinlenin!” Diyerek, Dr. Reşit Galip’in nazikçe sofrayı terk etmesini ister. Herkes bu saygısız milletvekilinin hemen kalkıp gideceğini beklerken, O:

-“Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak, sizin kadar benim de hakkımdır” demesin mi? Böyle bir  durumda, siz Gazi’nin yerinde olsaydınız, ne yapardınız, bilemeyeceğim, ama o büyük insan:

-“Öyleyse, biz kalkalım!” Diyerek gerçekten sofrayı arkadaşlarıyla birlikte terk eder. Gerçek ‘büyük insan’ odur ki, güçlüyken, güçsüzler karşısında sinirlerine hâkim olmayı bilir. 30’lu yılların ünlü liderlerinden ne Hitler yapabilmiştir bunu, ne Stalin, ne de Mussolini…

-“Boş ver onları sen muhterem de, bu öykünün sonu nasıl bitmiş, onu söyle sen bize” diyorsunuz, öyle mi?

Doğal olarak, Gazi gibi bir lider, Dr. Reşit Galip gibi bir milletvekilinin kendisini küçük düşürmesini kabul edemez. Kim bilir, bunun acısını ondan nasıl çıkarmıştır? Diye düşünüyorsunuz, değil mi? Bakalım…

Gazi, sabah uyandığında, Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’ndan Dr. Reşit Galip’i sorar. Bıyıkoğlu, Ankara’ya gidecek kadar borç para istediğini, bunun üzerine 25 lira verdiğini söyler. Gazi:

-“Bu durumda olan bir arkadaşa 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydin… Adamın  parası yokmuş, baksana! Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var…” der.

Hikmet Bil
(Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, İstanbul 1981. s. 54)

Yürü Bire Yalan Dünya

Yürü bire yalan dünya!
Sana konan göçer bir gün.
İnsan bir ekin misali,
Seni eken biçer bir gün.

Ağalar içmesi hoştur,
O da züğürtlere güçtür.
Can kafeste duran kuştur,
Elbet uçar gider bir gün.

Âşıklar der: Ne olacak?
Bu dünya mamur olacak.
Osmanlı Halep alacak,
Dağı taşa katar bir gün.

Yerimi serin bucağa,
Suyumu koyun ocağa,
Kafamı alın kucağa,
Garip anam ağlar bir gün.

Yer üstünde yeşil yaprak,
Yer altında kefen yırtmak.
Yastığımız kara toprak,
O da bizi atar bir gün.

Bindirirler cansız ata,
İndirirler tuta tuta,
Dünyadan yol var ahrete,
Yelgin gider salın bir gün.

Karac’oğlan, naaşıma,
Çok işler geldi başıma.
Mezarımın baş taşına,
Baykuş konar, öter bir gün.

Karacaoğlan

Korku Çiçekleri

Ne peygamber-, ne de can çiçekleri
Ne de buhûrumeryem;
Hep korku çiçekleri
Oldu saksılarımızı süsleyen.

Ürkek bezgin baktığımız göklerden
Yarınlara güvendi umduğumuz.
Çocuklar, evler ve ekmek…
Ama mutlu muyuz?

Zehirli, yeşerirse toprakta
Bir tohum, içtiği baldıranlardan
Açar korku çiçekleri, yozlasmış tür.
Yeni aşı ister, budamak ister
Bizden geçmiştir.

Vardığımız her çizgi bir duvar kesildi
Kaygan küfler aşamayınca.
Ve ne olur bilirsin
Ve güzeldir dünya…
Yaşamayınca..

Behçet Necatigil

Orpheus’a Soneler XI

BAK gökyüzüne. Hiçbir takımyıldızı var mı adı “süvari” olan?
Çünkü bu tuhaf bir biçimde mal olmuş bize
bu gurur dünyadaki. Ve bir ikinci kişi
onu yürüten ve tutan ve onu taşıyan.

Değil mi öyle, ele geçirilmiş ve ehlileştirimiş,
varlığın bu güçlü doğa parçası?
Yola çıkış ve dönüş. Yine de anlatır bir dokunuş.
Yeni uzakları. Ve bir oluverir her ikisi.

Ama gerçekten öyle mi? Veya her ikisi de
kastetmezler mi aynı yolu, beraber gittikleri?
Masa ve çayır ayırır onları adlandırılamaz biçimde.

Bir aldatmacadır yıldızların bağı.
Bir süreliğine sevindirsin bizi yine de
inanmak bu görünüme. Bu yeterli yine de.

Rainer Maria Rilke
Çeviren:Yüksel Özoğuz

Orpheus’a Soneler XX

Yıldızların arası, ne kadar uzak; ama ondan çok daha uzak,
bu dünyadaki öğrenme süreci.
Biri, mesela, bir çocuk … bir sonraki, bir ikincisi -,
Ne denli düşünülemez uzaklıkta birbirinden.

Kader, o ölçer bizi belki de varoluşun mesafesiyle,
bize yabancı görünse de;
düşüne ne çok mesafe var yalnızca genç kızla erkeğin arasında
o ondan kaçar ya da öyleymiş gibi yaparsa..

Herşey uzak -, ve çember kapanmıyor hiçbir yerde.
Bak tabağın içinde, neşeyle hazırlanmış masada,
garip duruyor balığın suratı.

Balıklar konuşmaz … , demişti bir zamanlar. Kim bilir?
Ama yok mu sonunda bir yer, balıkların orada
dili olsun, o dil hiç konuşulmasa da?

Rainer Maria Rilke
Çeviren:Yüksel Özoğuz

Jübile

kanıyor içimde güneşe bakan güller
biliyorum sözcüklerin eğimini
beni bu odaya gömen şeyin de adı var
her gün bakar gölgesiz bir eşikten
bir istavroz çıkarıp zamana karşı

biliyorum saflığın karmaşayı beklediğini
sunulmuş armağanlar gibi kıyıda unutulan
bir hıncı bileyen anılarla kabarır yelkeni

yoruldum her şeye bir anlam bulmaktan
günü sularla anmaktan gülü kuşkuyla
terk edip mavi sözleri saten bir tene
kusuru aramaktan kusuru sevmekten
derim ki teşnedir ruhum gelmeyen cevaplara
adım geçmez bir kadının rüyalarında
geçer zaman göğün çeperinden
ayılır orada bir suskunun depremi

kimsiniz
bu boşluğu dolduran kim
gövdem mi soyunuyor anlamından

yoktur ruhun çeperinde bir mazi
yaşadım işte acı çektim yaşlandım
bu muydu herkesin benden beklediği

yok sesimle yankılanan bir yüz
mutsuz bir hayat tuhaf ilkeler filan
hatta bir ara bir dantel cumhuriyeti
hep gitmek terbiyesi iş ki marifet
kalmadı kimseye diyeceğim yalan
gitmeliyim kalmaktan iyidir çünki

kanıksıyorum demek gittikçe
bana şair diyorlar bilge diyorlar aydın filan
genç kadınlarda bir ilgi bir ihtimam
unutulmuş arkadaşlardan ortak ani talebi
oysa odalarda yankılanan bir sessizlik gibi
aynı yüze döküldüm bunca sene sonunda
beni yok sayan bir dilin içine süzülerek
efendiye sokuldum beni gör ben de varım diyerek
bıraktım annemin sesinde kamaşan dilimi

dürüst olmalıyım ey Türk şiiri
ne ben sarıldım sana ne sen sevdin beni
hükmetmek için senin gemsiz atına
rüzgârla anılmış olmalıyım
yoksa bilinir senin sözlüğündeki adım
Ortaşark’ta bir topluluk ve ondan olan kimsedir

şimdi yakanı bırakıyorum, çünki seni yendim
arıttım benimmiş gibi bütün sözcüklerini
buymuş demek bana yaşattığın cehennem
buymuş demek benden sakındığın özgürlük
ama sevdim seni çünki köleler severler
bir beyaz yüzde bir gölge gibi dururken
elleri olsun isterler uzun çarşılarda marifetli

burada ayrılıyor yolumuz Türkçeciğim
süzülmek için göğe salınan kanatlarla
bir sağa bir sola kolan vururken serseri
bir asinin gölgesiymişim biliyorsun
yakışmam artık kendi üstüme bile

öyleyse suya dönmeli çünkü suya dönmek iyidir
o suda bir elma boyuna soyunur
estirir rüzgârını kuzeye doğru
çünkü kuzeye esmek iyidir
çıkmak için bir masalın geçmiş kipinden!

Selim Temo
Jübile / agorakitaplığı / 2017