Şafakla gitmene
diyeceğim yok.
İçime oturan,
gece yarısı
ayrılman.
Ki Tsurayuki
Şub 23
Tarihe geçmek önemli bir mesele ise bunun müsbet ya da menfî bir namı olmalıdır. İstanbul’un şehir tarihine cami yapan; çeşme, imaret, mektep, han, yapanlar geçmiş; hayır dua ile anılmışlardır. “Yeni” ve “modern” kelimelerinin sihrine kapılarak tarihî acımadan yokedenler -şimdi, şimdi- hayırla anılmıyor.
Gökkafes’i oraya konduranlar da hayırla anılmayacak. Maslak gökdelenler ile vücut buluyor, bu mekânın İstanbul ile bir ilgisi yok, varsın olsun. Ama Şehzadebaşı’na bir gökdelen yapmaya kalkarsanız yer yerinden oynar.
Çünkü nefsî İstanbul dediğimiz yer, asıl İstanbul “sur içinde kalan” bölgedir. Bu bölgenin tarihî kimliğini tahrip etmeden dönüştürülmesi çok önemli bir eylemdir. Boğaz’ı, Üsküdar’ı ve Eyüpsultan’ı da buna katabiliriz. Yılların ihmalini bir yerde durdurmak, son dakikada galibiyet golünü atmaktır. Sevinçle haber aldığımıza göre -gazeteler yazdı- Süleymaniye, Ayvansaray, Yedikule, Zeyrek, Cankurtaran, Kumkapı, Gedikpaşa, Laleli, Fener ve Balat, Eyüpsultan, Tarlabaşı ve Üsküdar da on bin ev aslına uygun olarak yenilenecekmiş.
Büyükşehir, Beyoğlu ve Fatih belediyeleri bu dönüşüm projesini TOKİ, KİPTAŞ ve özel sektörün katkıları ile hayata geçirecek.
Gazeteler ve bazı yazarlar bu “dönüşüm” ile mahallelerin geri geleceğini müjdeliyorlar. Bu mümkün değildir. O güzel insanlar o güzel atlara binip gideli çok oldu. Mahalleyi mahalle yapan öncelikle insan unsurudur. İnsan bir duvar, bir ev değil ki yıkıp yeniden yapasın. İnsanın oluşması; âdet, an’ane, görgü ve geleneğin oluşması asırlar alır.
Mahalle geri gelmez belki ama mekan yeniden eski günlerine dönebilir. Ahşap ile mor salkım yeniden biraraya gelebilir. Bu dahi tarihe geçmeye yeter. Yeter ama dönüşüm sonucu ortaya çıkacak olan bölgelere asla “Müze Kent” gözüyle bakmamalıyız. Müze deyince aklıma kelebek koleksiyonları geliyor. Öldürülmüş ve dondurulmuş kelebekler. Bunlara saatlerce bakabilirsiniz. Ancak fulyadan kalkıp hanımeline doğru uçan, uçarken etrafınızda bir tur atan afacan kanatların sizi de kanatlandırdığını hissedemezsiniz.
Müze Kent ölü kenttir.
Dönüşümü düşünenler, yenilenen mekânların nasıl bir hayata sahne olacaklarını hesaba katmalı. Tabii ilk akla gelen “turizm” olacaktır. İşte burada duralım. Duralım çünkü önümüzde bir örnek var. Sultanahmet’deki Soğukçeşme Sokağı.
Çelik Gülersoy’un hayata değil turizme kazandırdığı bu sokakta çember çevrilmez, uçurtma uçurulmaz, pencereden pencereye konuşulmaz, kapı önü sohbetleri yapılmaz. Oradan esas duruşta ve sessizce geçersiniz, en fazla fotoğraf çekersiniz. Burası bir film platosu, hayatın nabzının atmadığı bir ölü mekândır. Döviz karşılığında dondurulmuş gıda.
Birkaç kere yazdım bir daha yazıyorum. İstanbul’un içinde üç büyük, sayısız küçük metruk semt var. Büyükler Gedikpaşa, Süleymaniye ve Tarlabaşı. Buralarda her an yıkılabilecek evler var ve bu evlerde geçim sıkıntısı yüzünden mecburen oturan insanlar var. Kadir Başkan sadece bu üç büyük metruk semti hayata döndürürse tarihe geçecektir.
Tünellerden ve üçüncü köprüden derhal vazgeçip, bütün sermayesini raylı sistem ile bu semtlerin ihyasına harcamalıdır.
Sur içi İstanbul turistlerden önce biz sakinleri için gereklidir, kıymetlidir. Burada yaşamayanlar İstanbul’da yaşadım diyemez. “Dönüşüm projesi” İstanbul’un yakın tarihinde Haliç dahil en büyük ve önemli projedir. Bu proje yıllar boyu sürebilir. Vazgeçmeden inatla sürdürülmeli asla yarım bırakılmamalıdır (Süleymaniye için onlarca proje yapılıp rafta kaldığını unutmayalım). Dolayısıyla mesele İstabul’u da aşıp bir devlet meselesi olarak görülmelidir.
İstanbul’un “Kültür Başkenti” olması gökdelenlerle gerçekleşemez. Gökdelen dünyanın her yerinde görülen ibtidaî bir yapıdır ve olsa da olur, olmasa da. Gözümde bir “kuş evi” kadar değeri yoktur. Biz evimizi yaparken kuşları da düşünen bir milletin çocuklarıyız. Metruk semtleri ihya ederken Yahya Kemal ile Tanpınar’ın ilaveten Turgut Cansever hocanın “Türk İstanbul” konusunda söylediklerini daima göz önünde tutmalıyız.
17 Mayıs 2006
Mustafa Kutlu
Şub 23
Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır.
Toprak kokusu değince o rüyaya
Aşk çözülür… geriye menekşeler kalır.
Solmuş menekşeler: derinliğin tarihi.
Yenik kavimlerin tarihi.
Sevmek ateştir diye seslenir biri.
Yalnız o mu? Kavuşmak ateş
Kalbini bıraktığın sular ateş
Şarkılar ateştir: “iki mehtap
arasında kaldı gönül.”
İki güneş
İki gökyüzü arasında.
Bir buluta karşı iki güneş durduğunda
Her ölüm kendi gövdesinin şeklini alır.
Kemal Sayar
Şub 23
Zaman yoksulluğu, mal zenginliğini alır götürür.
Bir turistin gözü mutlu bir manzaraya takılır. Sade giyimli bir adam kumsalı yalayan dalgalardan kurtulup kenara çekilmiş bir balıkçı teknesinde uyuklamaktadır. Fotoğraf makinesinin flaşı patlar ve balıkçı uyanır. Turist balıkçıya bir sigara uzatır ve sohbete koyulur. “Hava bu kadar güzel, balık da bol iken sen neden çıkıp daha fazla balık tutacağına burada yatıyorsun?”
Balıkçı: “Çünkü bu sabah yeteri kadar tuttum.” der.
Turist: “Ama bir düşünsene günde üç dört kez daha çıksan eve üç dört kat daha fazla balık götürürsün. O zaman ne olur biliyor musun?” Balıkçı “hayır” anlamında başını sallar. “Daha bir yıl dolmadan kendine bir motor alırsın” der turist. ” İki yıl sonra da ikincisini alırsın. Üç yıl sonra da bir iki tane filikan olur. Düşünsene! Bir gün kendine bir imalathane yapabilirsin. Hatta balık sürülerinin izini sürmek ve filikalarını takip etmek için, bir helikopter bile alabilirsin ya da balıklarını şehre götürmek için kendi kamyonetlerini kullanırsın. Ondan sonra…”
“Sonra?” diye sorar balıkçı.
“Sonra” diye devam eder turist, bir zafer edasıyla “Kumsalda rahatça oturup güzelim okyanusu seyredip uyuklayabilirsin!`” Balıkçı turiste şöyle bir bakar: “Ama sen gelmeden önce de yaptığım şey tam olarak buydu zaten!“
Hienrich Böll tarafından anlatılan bu hikaye, zenginlerin umutlarına ve korkularına ışık tutar. Tembel balıkçıyı, güneşte sere serpe uzanmış uyuklarken gören turistin aklına, kendince hiçbir kurtuluşu olmayan bir duruma, yani fakirliğe düşme korkusu gelir. Ve birden içgüdüsel olarak zenginin umudunu fakire yansıtır. Bir an bile düşünmeden üretkenliği artırmanın planlarını yapar. Sonunda, tüm bu çabalara anlam vermesi beklenen bir vaatte bulunur: “Çalışmaktan kurtulup özgürlüğe kavuşarak zamana hükmetmek.”
Anekdotu bu kadar şaşırtıcı kılan şey ise hikayenin döngüsel yapısıdır. Zengin fakirin başladığı noktaya ulaşmak için çaba harcamaktadır. Zengine bir sürü rahatsız edici sorular soran bir paradoks sunulmuştur. Zengin fakirin zaten sahip olduğu şeyleri elde edebilmek için neden o kadar acıya ve sıkıntıya katlansın ki?
Ya da daha kötüsü nasıl oluyor da zengin o kadar uğraşıp didinmesine rağmen fakirin sürdüğü sefahati süremiyor? Gelişmişlik masalı zaman bolluğuna erişmek için devamlı surette mal varlığını artırmaktan bahsetmektedir. O halde bugünün zengin toplumlarının gözden kaçırdığı bir şeyler var. Sorun nedir o zaman?
Zamanın Anısına
Hep söylendiği gibi, zamanın tasarrufu herhangi bir parasal hareketin özünde yatmaktadır. Arkwright`ın Spinning Jenny`sinden Bill Gates`in ağ tarayıcısı Explorer`ına kadar ilerlemek amacıyla geliştirilen pek çok teknoloji, az zamanda çok iş yapmanın çok zamanda az iş yapmaktan daha iyi olacağı düşünülerek kullanılmaktadır. Aslında zaman tasarrufu yapmak, son iki yüz yıldır üretim ve tüketim biçimlerini değiştiren üretim devrimlerinin ayırt edici özelliği olmuştur.
İleri görüşlü insanlar, çalışmanın sona erip herkesin istediği şeyle uğraştığı yeri, özgürlüğün yükselen krallığını çok önceden görmüşlerdi: Sabahları avlanmak, öğleden sonraları balığa çıkmak, ikindide hayvanlarla ilgilenmek ve akşam yemeğinden sonra edebi sohbetler etmek… Böyle bir gün, sadece genç Karl Marx`ın ideali değildi. Öyleyse bu ütopyaya ne oldu? Bütün zaman nereye kayboldu?
Bu anlamda otomobilin kullanımı güzel bir örnek teşkil edebilir. Başlangıçta otomobil; bir yere gitmek için gereken süreyi inanılmaz derecede kısaltan mükemmel bir zamandan tasarruf edici olarak tanınmıştı. Fakat sanılanın aksine arabası olanlar bir yerden bir yere gitmek için arabası olmayanlardan daha az bir süre harcamıyorlar. Onlar daha uzak yerlere gidiyorlar. Hızın gücü yolda geçen daha fazla süreye dönüşüyor. Tasarruf edilen zaman yine yollarda harcanıyor. Sonuç olarak, sıradan bir Alman vatandaşı 1950’de yılda 2000 km yol kat etmesine karşın günümüzde 15000 km yol kat etmektedir.
Ulaşımdan iletişime, üretimden eğlenceye tasarruf edilen zaman sürekli daha uzak mesafelere, daha fazla görüşmeye, daha çok çıktıya ve artan bir etkinliğe dönüşmektedir. Tasarruf edilen saatler yeni üretim mekanizmaları tarafından harcanmaktadır ve bir süre sonra, büyüme zaman tasarruf edici aletler için yeni bir baskı oluşturmaktadır. Bu da döngüyü başa almaktadır.
Üretimdeki olağanüstü ilerlemeler, daha fazla olmasına rağmen, kesinlikle daha çok zamana dönüşememiştir. Aksine büyük ölçüde yeni ürün ve mal olarak geri dönmektedir. Şu bir gerçek ki; zaman içinde sonuçları değişmeyecek olsa, herkes günümüzün normal çalışma saatlerinden sadece bir bölümüne katlanırdı. Başarma isteği seviyeleri değişmeyecek olsa, herkesin gündelik işlere daha az vakit ayırabileceği gibi… Her neslin, üretkenlik artışlarını yiyip bitiren şey, üründeki ve isteklerdeki amansız büyümedir. Zenginlik ütopyası özgürlük ütopyasını geride bırakmıştır.
Neden hiçbir zaman yeteri kadar yok?
Hikayemizdeki balıkçı, zaten zengin olan toplumların daha fazlasını elde etmek için nasıl uğraştıklarını görse çok şaşırırdı herhalde. Sonuç olarak balıkçı, sabah avıyla tatmin olmuştu ve artık dinlenebilirdi. Asıl mesele daha önce incelediğimiz konudur: yirminci yüzyıl ekonomisinin önde gelen düşünürlerinden John Maynard Keynes, üstün düzeyde başarı sağlamış bir toplumun bir noktada doyumu yakalayıp yakalayamayacağını merak ediyordu. “İkna Olmuş Denemeler“ adlı eserinde, eşit şekilde dağılım, bolluk imkanlarının önemini azalttığından, zenginlik olduğunda üretim zorunluluğunun anlamını kaybedip kaybetmeyeceğini sorgulamıştır. Fakat zengin toplumlar bu beklentiye uyum sağlamayı hala beceremiyorlar. Doyumsuzluk ilkesine takılmış durumdalar. Acaba neden “yeterlilik” kavramını görmezden geliyorlar?
Böyle bir toplumda önemli olan malın ve hizmetin sembolik gücüdür. Mala ve hizmete faydalı, kullanışlı gözüyle bakılmaz. İfade gücü olan metalardır onlar… Önemli olan, ne iş gördükleri değil, ne söyledikleridir. Modern toplumda mallar birer iletişim aracıdır. Kullanıcının kendisi hakkında mesajlar vermesine yarayan bir işaret sistemini oluştururlar. Eski güzel günlerde, eşyalar sosyal statü hakkında bilgi verirlerken, şimdilerde belli bir yaşam tarzına bağlılığı ifade ederler.
Birçok ürün, şimdiye kadar mükemmelleştirilmiştir ve daha fazla geliştirilemez. Bu mallar ancak daha fazla sembolik değer sunduğunda, yeni alıcılar bulabilirler. Rahatlıkta ve hızda sınıra ulaşmış arabalar teknolojik harikalar olarak tasarlanmıştır. Zamanı dosdoğru göstermekten öteye gidemeyecek olan saatler ise, “dalış saatleri” olduklarında sportif bir havaya bürünürler. Görüntü kalitesi bakımından en mükemmel seviyeye ulaşmış televizyonlar, daha geniş ekranlarla sinema etkisi yaratmaya çalışır. Ürünün kullanışlılığı zaten sorgulanmadığından tasarımcılar ve reklamcılar müşterilerine sürekli yeni heyecanlar ve yeni kimlikler sunmaktadırlar.
Böyle bir ortamda tüketici ve ürün arasındaki ilişki, temel olarak hayal gücü tarafından şekillenir. Bu da bozulmaya oldukça meyilli bir ilişkidir. Çünkü duygular ve anlamlar asla sabit kalmaz. Onların her şekle kolayca girebilmesi ve modasının çabucak geçmesi, tasarımcılar tarafından defalarca ve çeşitli yöntemlerle sömürülmesine neden olmuştur. Aslında hayal gücü, bir mal veya hizmetin sürekli kullanılması için tükenmez bir hazinedir. İşte bu yüzden zengin toplumların günün birinde doyum seviyesine erişeceği beklentisi gerçekleşmemiştir: “Mallar kültürel simgeler haline geldiğinde ekonomik büyümenin sonu gelmez.”
Tutumluluk ve Refah
Belli bir eşikten sonra, her şey zaman hırsızı haline gelir. Malların seçilmesi, satın alınması, kurulması, kullanılması, denenmesi, korunması, düzenlenmesi, tozunun alınması, tamir edilmesi, saklanması ve sonunda atılması gerekmektedir. Bunun gibi, randevuların aranması, ayarlanması, kararlaştırılması, ajandaya not edilmesi, gerçekleştirilmesi, değerlendirilmesi ve sürdürülmesi gerekmektedir. Günümüzde en değerli eşyalar ve en değerli iletişim araçları bile kaynakların en kısıtlı olanına, yani, zamana yenik düşmektedir. Zengin toplumlarda malların, hizmetlerin ve olayların çeşitliliği bir patlama yaşamıştır. Fakat gün, kendi muhafazakar tutumuyla sadece 24 saat olmaya devam etmektedir. Zaman darlığı, zenginliğin düşmanı olmuştur. Zenginin birçok şeyi olabilir ama zaman fakiridir. Aslında, çok seçenekli bir toplumda, insanlar, çeşitliliğin yokluğundan değil, bolluğundan muzdariplerdir. İlk etapta, refahı imkanların darlığı tehdit etse de, sonrasında, hedeflerin çokluğunun doğurduğu bir karmaşanın tehdidi söz konusudur. Seçeneklerin çokluğu, insanın ne istediğini bilmesini, neyi istemediğine karar vermesini ve elindekiyle yetinebilmesi giderek zorlaştırmaktadır.
İnsanın refahı çift boyutludur: Maddi ve manevi… Yiyecek alıp, yemek hazırlayan her insan, karnını doyurmanın maddi hazzını ve belli bir mutfağın yemeğini hazırlamanın ya da biriyle paylaşmanın manevi hazzını yaşar. Bu manevi haz ise dikkat gerektirir. Bu da zaman anlamına gelir. Malların ve hizmetlerin tam değeri, onlara dikkat edildiğinde anlaşılabilir: Düzgün kullanılmalı, doğru dürüst tadı çıkarılmalı ve kıymeti bilinmelidir. Aynı anda çok fazla şeye sahip olmak, manevi doyumsuzluğa yol açar. Seçenek bolluğu tam doyumu kolaylıkla azaltabilir. Yani “zaman fakirliği mal zenginliğini yer bitirir.” Başka bir deyişle, “tüm hazzın azalmaya mahkum olduğu yerin ötesinde maddi şeyin bir sınırı vardır.” O halde tutumluluk refahın anahtarıdır.
Günümüzün sorunlarının özünde biraz olsun tutumluluk gösterememek var. Yaşama sanatı ölçüyü tutturabilmeyi de gerektiriyor aslında. “Her az, kesinlikle daha çok olabilir.” Modern tüketici, sürekli olarak zamanı çarçur etmektedir. Seçeneklerin patlama yaptığı bir çağda, hayır diyebilme iradesini gösterebilme yeteneği, daha zengin bir toplum yaratmanın önemli bir parçasıdır. Bu yetenek olmadan oyun yazarı “Odon von Horvart`in dövünmesi” evrensel bir özür haline gelebilir: “Ben gerçekten çok farklı bir insanım. Sadece bunu göstermeye çalışmıyorum.”
Kuşkusuz, zaman bolluğu olmadan daha az cömertlik, daha az merhamet, daha az adanmışlık ve daha az özgürlük olmak zorunda… Balıkçının kendiliğinden anladığı ve turistin istemeye istemeye fark ettiği bir modern zaman fakirliği…
Wolfgang Sachs
Çeviren: Züleyha Yılmaz
Şub 23
yüzlerce savaş uçağı dolaşıyor gözlerinde
yüzlerce kere sığınaklara almıyorsun eski günlerimizi
dünya yörüngesinden çıkıp yalınayak gezegenlerin arasında koşuyor
göğsüne bir kuyruklu yıldız saplanıyor dünyanın
göğsüme “senden sonra geçecek ilk gün” saplanıyor
uzun boylu, esmer bir şarkı taşınıyor yan odaya sen gidince
kartondan ellerle tokalaşıyorum artık, yırtılıyor parmaklar
mesela, eğer, belki seni unutursam
atlı karıncanın lunaparktan kovulması gibi
gözlerin çiğnenmemiş karlar gibi
Ayşe Sevim
Şub 23
İlk gün kolaydı
ikinci gün biraz zor
Üçüncü gün daha zor ikinciden
Günden güne daha zor:
Öylesine zordu ki yedinci gün
dayanılmayacakmış gibi neredeyse
Şimdiyse
özlemini çekerim
yedinci günün
Erich Fried
Siliniyor izleri
Çağ dışı bir çağrıyı
Sigara içer gibi
İçine çekerek.
Behçet Necatigil
ölülerin bakışları misali kıpırtısız bakışlarla
bir sigara dumanına dalabilir insan
Furuğ Ferruhzad
yalnızlık bir barda unutulan sigara paketi gibidir
fark edildiği yerde sahiplenilir
ve hiçbir yalnızlık unutulduğu yerde bulunamaz
insan,
unuttuklarını arar mı..?
Pelin Onay
Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde
ıssız bir adaya düşen
yalnız adamın
dumanı görülsün diye yaktığı
ateşiydi sizlere
uzattığım
Ve siz
her seferinizde
sigaranızı yaktınız
ama açıktan geçen gemiler gibi
yanınıza beni almadan
gittiniz! ..
Sunay Akın
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
Furuğ Ferruhzad
Bazen babamla gideriz, çok uzağa değil şuralara
Babamın gençliğine gideriz, benim gençliğime
Birer sigara yakar, vay anasını deriz.
Dilek Kartal
ne şiir çare artık ne üst üste sigara
ya gerçek değil benim gördüğüm
ya ben çok kötüyüm bu ara
Sıtkı Caney
bu şimdi ayrılıkönü yakılmış bir sigaranın ilk nefesidir
Bayram Balcı
Gitgide alışıyorum sana….
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz…
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin…
Yanımda olduğun zamanlar;
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun…
Ümit Yaşar Oğuzcan
gömleğini düzenli ilikler kıyıya iner sigara yakar
bir tabureye oturup denize bakar
Hayriye Ünal
Saçlarını düzeltir gibi yapan ellerinle
Sigarayı usulca tutan ellerinle
Elbiselerin için siyahlar toplayan ellerinle
Çok yağmurlu şarkıların o yanlış hüznüne tutkundun sen
Süleyman Unutmaz
sigaranı mı sordun sönmüş şurda duruyor
sönmüş orda duruyor işte
– ama ne kadar ahşap ev varsa yakar yine de
Turgut Uyar
Bazı geceler uyanıp sigara içiyorum karanlıkta
Odamdaki aynada yanıp sönen küçük kırmızı bir yıldızım
Didem Madak
Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu
Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla
Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu
Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla
Nurullah Genç
Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Edip Cansever
Sigarasını yakıyor o
İyi, yaksın
Bardağına cin koyuyorum
Ağır ağır içiyor
Her şeyin tersini taşıyor yüzü -sanki-
Ve taşırıyor
-Bir şair de olabilir, bir ermiş de-
Edip Cansever
tam nasıl söylemiştin, anımsayamıyordum -belki, yıllar içinde, kafamda o kadar evirip çevirmiştim ki bu tümceyi, tam biçimini artık yeniden kuramıyordum (yıllar sonra, o gün bu tümceyi üzerine not ettiğim sigara paketini buldum: şöyleydi:
“bizim senin ile hiç ilişkimiz olmadı ki…”)
önce hiçbir şey anlamadım; hep de düşünüp durdum; ancak da yıllar sonra, anladım:-
haklıydın
Oruç Aruoba
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
? Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş
yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
– Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında herşeyin, herşeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız
Ahmet Erhan
su içmek, sigara yakmak kadar
doğaldı sizde kaçmak
Hilal Karahan
Aç karnına sigara boş yere sigara
Sonra “tütünler ıslak” ve tafra
İdris Ekinci
ve güvertesinde
sigarasını rüzgâra karşı yakan
bir katil üşür
Sunay Akın
Bir ara çantandan sigara çıkardın ve yaktın. Allahım, bir sigara nasıl böyle güzel tutulur. Hani zararlıydı sağlığa. O ellerin tuttuğu her şey ömre ömür katardı. Ellerinle kutsadığın bir nesne nasıl zarar verebilirdi herhangi bir şeye. Tek bir hareketinle bütün bir sigara sektörünü aklayıp masumlaştırdın sen orada.
Ali Lidar
sigaramda yol görünüyor
Murat Kapkıner
Çayını açık içen
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Büyüklere görünmeden
Bi sigara yakabilirim
Müşir Fuat
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Cemal Süreya
Cahit Zarifoğlu
şarkılıydım o gece
sigaram keyifle tüttü
düşlerimin arasında
Enver Ercan
sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine
uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım
demeli baba sigara dumanından bir mask suratında
yaşlanıyorum, çünkü korkuyorum diye sayıklamalı anne
kızımın kalbini karartacak gemiler ufukta
Ahmet Murat
Boynumda menekşe rengi bir papyon
Hafifçe sarkık
Dudağımda bitti bitecek bir sigara
Kenarında dudağımın
Dışarı çıktım.
Edip Cansever
İlhan Berk
sevişme sonrası içilen sigaralar gibi yorgun ve uykuludur yüreğim
Pelin Onay
Gelse
Değişmiş çok, yaşlanmış da
Sigaramı yakıyor durmadan
İstemem diyemiyorum – ama yakmasa –
Edip Cansever
Bir demet kır çiçeğinin içinden,
Bir tanesi olsam ve kendimi saçlarına taksam…
Kahve olsam bir fincan,
Dumanı, kokusu olsam kahvenin,
Sardığım sigara olsam dudaklarında,
Bir öpücük, bir öpücük daha olsam.
Sahir Üzümcü
Sigaralar arasında duman altı bir gençliğim
Ve izmarit sonbaharında yaşam.
Kaçamak gülüşler,
Baktığım yerde durmalar.
Sebepsiz tartışmalar,
Yüklenmeler sonucunda büyük ağlamalar…
Aslında hayatı keşiş tadında yaşamak,
Lütfü Şener
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Didem Madak
Unutma!
Sabahlar artık gecikir.
İster sağa dön ister sola gözüne uyku değil gidenin hayali gelir.
Kendini şiirlere verirsin.
Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin.
?
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Ümit Yaşar
uzun sürmedi sokaklarda
kaçak sigara satışından kurduğum düşler
Sıtkı Caney
Sigara tutarlar, canım istemez
Alır, içerim ama
İsmail Uyaroğlu
ben bu şiiri bu baharda bitirirsem bahse girerim
bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim
sigarayı bırakırım sekiz saat uyumaya başlarım
İsmail Kılıçarslan
Gardiyan yatağının kenarında,
elinde yağlı ebonit bir jop
ne zaman sigara isteyeceğini bekliyor tutkuyla..
Belinde sallanan anahtarlar
daha önce hiç duymadığın bir özgürlüğün şarkısını mırıldanıyor,
köprü açılıyor,
senin canın sadece sigara istiyor..
Düşsel
olur bırakma sigarayı, siktir et sağlığa zararlı sloganını.. sen
bilmiyorsun, gittiğinden beri izmaritlerde dudak izini aradığımı.
Küçük İskender
bi ekmek bi sigara borcumu
bakkala ödeyip,
Dilek Kartal
Tahminim öğle paydosunda zulada yakar bir acı sigara.
Utku Çakıl
Sigara üstüne sigara yakmasın,
İbrahim Berber
gündelik ayrıntılarda düşünüyorum seni..
çayını karıştırırken mesela,
mesela sigaranı söndürürken..
?
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
Cemal Süreya
bir cigara yakıp dalacağım biraz
aynen senin dudaklarını söyler kalbim
hep böyle uzaktan bakmayacağız mutluluğa
dans edeceğiz asfaltında şehirlerimin
Ömer Faruk Toprak
Cigaramı yakar evime dönerim…
-Gidin gemiler, gidin
Vardığınız yerlere selam edin
Gün olur bütün kaygılardan uzak
Ben de gelirim…
Turgut Uyar
Varılmaz doruklarına yorgun düşer vuslat,
Bir cigaralık nefes olur yaşam!
Dündar Sansur
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu herşeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.
Sait Faik Abasıyanık
Sanırdım
Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar
Beni anla.
Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma.
Didem Madak
ha! bazen de hz. ali “cigara” içmeye geliyor
bunlar iyi şeyler
galiba
..
Muhammed Palewi
Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonra, anısı kalsın
bekle başında onun sabaha dek
Belki benim sana böyle sığınan
yapayalnız ve öylesine yorgun
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak
Ahmet Telli
Zincirleme yanar bu garip cigara
Karşıda tüten baca
Anamın memesi burnumda tütüyor
Can Yücel
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu.
Cemal Süreya
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani kurşun sıksan geçmez geceden
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık…
Ve zehir-zıkkım cigaram.
Gene bir cehennem var yastığımda
Gel artık…
Ahmed Arif
Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Attila İlhan
peşin söylemeli ki, sonra bana gücenmeyesin
benim cıgaram var, rakım var
alıştığım insanlar var bunca yıldır
sevdiğim, inandığım
onlarla görüşmeden edemem
Metin Eloğlu
Vazodaki boynu bükük papatya: Konuş benimle
Cıgaramın dumanından dökülen kül: Konuş benimle
Refik Durbaş
Ben cıgara içerim,
kitap okurum,
sana bakarım ben.
Sen oturmuş yemek hazırlarsın.
A. Kadir
Akşam üzeri balkona kuruldu muydu,
Bacak bacak üstüne atıp cıgarayı da yaktı mıydı,
Metin Eloğlu
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
yitirmiş öpücükleri
payı yok, apansız inen akşamdan
bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene
seni, anlatabilsem seni
yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini
Ahmed Arif
Şub 23
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor, tütün neyime zarar
Keseme zarar, ciğerime zarar, sevdama zarar
Metin Eloğlu
ey serseriliğim, ey anılarımın ahşap kraliçesi
şarabı sev, tütünü incitme, beni de unut artık.
Refik Durbaş
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Orhan Veli
başkalarının yaşadıklarına
tütün ve tuz olan
kelimeler
aşkların telef ettiği kalp susuzluğuna
düşen pay
kendine kazdığın kar kuyusundan
su taşır herkese kısık çeşmeler
Murathan Mungan
yürek değil çocuklar
içimdeki tütün közü
yakar yakar ısıtmaz
Hamdi Özyurt
Eleni’den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
İlhan Berk
Tuğrul Keskin
ayyaş hıçkırıkları başlayacak,
tütünün posası çıktı çıkacak;
midem boşalıp boşalıp dolacak,
ben ki, yenmiş yutulmuşsa yüreğim,
– tütünün posası çıktı çıkacak –
ey çalınmış yürek n’eyleyeceğim?
Arthur Rimbaud
herkes silâhını aldı geldi bir alana oturduk
etrafta yangınlar ve kötü tütün kokuları sıra sıra
Turgut Uyar
çünkü seni unutalı, varoş çarşılarında harac-ı mezat eyledim bilgeliğimi
yanımda tütün
bir kaç kitap
biraz intifada
esmer çocuklar ve ıssız bir halk kuşattı sesimi
direndim ve bir baharı emzirdim son umutlarımda
Hasan Tan
Hasan Ali Toptaş
Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonra, anısı kalsın
Ahmet Telli
Melih Cevdet Anday
Çıt yok koskoca ovada
Yapayalnız üzümler tütünler
bir nefes tütün bir demet yaprağa
ne kadar benzerse
elleri telaşlı; iş arıyor, anıları ateşe veriyor, tütün sarıyor
öyle ölümsüz ki kadının elleri, her dokunduğu adam diriliyor
Ama ben yaşlı bir kadınım artık. Bunu duymaya alışık olmayabilirsiniz, yani bir kadının kendi kendini ele vermesi sizin için şaşırtıcı bir şey olabilir. Olsun. Ben gerçekten yaşlı bir kadınım. Bir zamanlar diri birer aşk ikonu olan göğüslerim şimdi güneşte kalmış bir sigara paketi gibi solgun ve yorgun. Ama içlerinde hala tütün, hala aşk var. Çünkü zaman yalnızca bedeni yakar.
Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Evlerinde oturacak yerim vardı.
Tütün sunarlardı.
Bir dinlenme zamanı kadar birbirimizi duyardık. Alışmak için zorluk çekmezdik.
Çünkü karşıt yerlerimiz kalmamıştı bilirdik. Girintilerimiz çıkıntılarımız uygundu.
Sussak da ses çıkarmazdık.
Turgut Uyar
Rakıdan tütünden beter alışık
Olduğumuz korkunç güzel bir şey var
Tutmuş bırakmaz bizi bir sıkımlık
Canımız çıkana kadar
Cahit Sıtkı Tarancı
Yine söndürüyorum seni
Kül tablama basarak
Önce külün
Sonra ateşin
Son olarak tütünün
Bir iki duman çırpınışı
Birkaç zerre ateş
Söndün işte
Başka sigaralarımla bir olamazsın
Çare ağlamakta mı lizi
Dumanında yorgunluk
Külünde ölüm
Tütününde doğuş
Ateşinde meydan okuma
Ben de ise bu cesaret!
Bu masal biter mi lizi?
M. Hanifi İspirli
Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonra, anısı kalsın
bekle başında onun sabaha dek
Belki benim sana böyle sığınan
yapayalnız ve öylesine yorgun
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak
Ahmet Telli
muhtemelen kaçak uyrukludur tütün
muhtemelen kan ve ağıt yüklüdür
gam kokuyorsa gümüş tabakalarda
fırat’tan nil’e
havva’nın doğurduğu adem’in çocuklarıdır
buralar da sevdalar kaç renktir
sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar
Turgut Uyar
Cahit Külebi
ve alkışlanıyor babalar
ki tütün başında
ekmek başında kabir başında
saçlarında bölünmüş bir şefkatin sımsıcak izi
dudaklarında kaçak tütün tebessümü
ve tokalaşmaları sertçedir, samimidir
kendi renginde akar Kızılırmak
Dicle kendi dilinde çalkanır
ansızın hatırlanmış bir şey gibi
Selim Temo
Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün, yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.
Cevat Çapan
hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi
Cafer Turaç
bu amansız takip bu olmadık tütün sancısı bu haksız rüzigar bende bir yeri biriktiriyor
bende bir yer var:
oradan usul usul dönüyorum bir elimde asayı musa diğerinde züleyhadan kalma sadaka taşı
dünya durdukça aşk durdukça isyan ya da devrim durdukça ben de durup duracağım oldu mu
bileğime burjuvanın sevdiği o çiçekten çizip çizip sonra sileceğim oldu mu
bir şiir var ham erik gibi vadedilmiş kızlar ant içilmiş incirler gibi bir şiir
ben onu bulup ayrılacağım aranızdan oldu mu
sesim birden hırlamaya dönüşecek bunu beklemiyordunuz kimse beklemiyordu
yalan da olsa çocukluk girilir çıkılmaz bir ırmak olsun, aramızda kalsın, ben sizi seviyorum
İsmail Kılıçarslan
ama bana inanmayın rol yapıyorum
ekmek yiyorum, “nasılsın” lara teşekkür ediyorum
bebelere tütün içmesini öğretiyorum
tüm bunlar bir yana
aslında iyi bir iş arıyorum
Osman Konuk
Arif Ay
Orhan Kemal romanlarında rastlardım o kadına
hani tütün içen adamını kokusundan sever ya,
tüttüm durdum da onca biri çıkıp demedi:
o sigarayı bir tutuşun var ki adamım
kim görse aşka düşer de kül olur ona!
Başka resmim olmadığındandır bunca kül bunca duman
o da eskidenmiş meğer, sönmüş, yetişemedim
tütünün fiyaka sayıldığı büyülü zaman
Haydar Ergülen
tüter durur
tütün gibi
dün gibi
Perihan Baykal
Bir gün seni bırakırım ya
tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu
Evet, gün geliyor, bıkıyorum senden,
ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey olur bu.
Cemal Süreya
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Bahaeddin Karakoç
Umudun bir bütün olduğunu
Seziyor muyuz yalnızca
Baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
Öyle bir arada güzel
Yaşamanın lezzetini
Kanımızı tutuşturdukça gün günden
Buğusunu saldıkça
Bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.
Edip Cansever
Ahmed Arif
bu yalnızlığı biz yaratmadık
bilakis tütünü bile dost eyledik kendimize
Özge Dirik
Ellerim ıslaktı gözlerim ıslaktı.
Gelip caydırabilirdin beni gitmekten
Oturup sigara içer anlaşabilirdik…
Edgar Allan Poe
Bu şehrin yağmurları mısra mısra ezberimde
Garda Attila İlhan’a benzeyen bir adam
Kendi mi içiyor rüzgâr mı
Belli değil sigarasını
Yakasında üşümüş zifiri bir karanfil
ne düşündüğü seçilmiyor
Ali Asker Barut
Bıraktığın gibi duruyor tablada sigaran
Sekseninci sayfadaki Gorki
Ve penceredeki karın
Seni bekliyorlar, dönmeni
İsmail Uyaroğlu / Özlem
Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.
Büyük yorgunlukların ardindan oturup sigara içerdi
En büyük zevki yalnız kalmaktı
hücreme temiz çamaşır ve sigara ve selam
yolladığın günlerde de gördüm, yiğittin
İşte ben de o zamandan beri
gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe.
Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim.
Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez.
Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim.
Yolcuyu düşünüyorum artık.
Bertolt Brecht
Ah Muhsin Ünlü
Mutluluk, bir acının bilincine varıp da onu dönüştürmektir
Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
Öpülen ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle
aynı boyutta
Yalnızca yaşamaktır belki de kimbilir…
Ahmet Erhan
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun
Nevzat Çelik
Sonra sen kendi yolunu çizdin..
Benim ilkokulda resmim zayıftı, pek bir şey çizemedim..
Bir işe girdim, ikisi ciddi beş kadını sevdim..
Beşiktaş’ta bir eve taşındım ve sigarayı bıraktım..
Bulaşık makinem var..
Alttan iki dersim var..
Bir kitap projem var..
Ve sen yoksun..
Ah Muhsin Ünlü
Güz erken geldi,sen gelmedin
gelecektin,ben sigarayı bırakacaktım
nikotin bantları yerine
yağmuru akıtacaktım damarlarıma
Refik Durbaş
Hepsi de ur gibi beni
Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
O gün sigara içtim akşama kadar
– İkinci gün aldılar sigaramı –
Ve saatler biraz sarardı
Sarardı bütün ayrıntılar.
Edip Cansever
Sesi duyacaksın, “yine mutfakta sen varsın” diyeceksin,
Camlar açık olacak, bir karanfil sigarası kokusu olacak evde,
Boğulacaksın!
Çisel Onat
Son nefesini vermekte aşkımız
Ulaştı sıfırın altında iki yüze
Ah ne şiddetli hava
Rüzgar söze katılıyor
Bu son gece için değil mi
Şiire giriyor soğuk
Kül tablasına, sigaraya
Nizar Kabbani
Farkında değilim mutsuz muyum?
Yoksa mutlu mu?
Aylaklık günlerine idmanlıyım
Hiçbir şey yapmıyorum
Kadehleri soğumakta
Ve sigara içmekten başka…
Nizar Kabbani
işte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam
Edip Cansever
İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne
İki muhabbet kuşum.
İki kendim varmış maviş anne
Biri benmişim, biri mutsuz
Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
Didem Madak
Sigaramı göğsünde söndürüyorum
Ahmet Necdet
Sigara paketimi
masada unutmuşum.
Sandalyede
Tıpkı benim gibi
Oturuyor boşluğum.
Cemal Süreya
Arkadaş Z. Özger
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmez Erkan
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevemez Erkan
Süleyman Unutmaz
sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
günlerdir söylüyorum;
sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım
Seyyidhan Kömürcü
Sessizce oturdum bir masaya yüreğim bozarmış
bir bardak çay: demi sevda pınarından
bir resim: avucuna kuş konmuş acının resmi
bir yüz: geçen bıldırdan, yalnızlıktan incelmiş
bir sigara: akşam içilir kederle ancak
bir kitap: “Yokuşu Tırmanır Hayat”
Refik Durbaş
Neden olmasın, yeni yakilan bir sigarayla da anlatılabilir şiir
Apansız bir yolculukla da
Edip Cansever
bu sigarayı seninle içiyorum
masada senin gülümsemen
bir bakışın var ki,
masa ile aramızda dert oluyor
Mahmut Avcı
Hastaneye kar yağıyor
Bu bir şiir sayılabilir
Çünkü gözlerim terliyor
Camdan soğuk bir gündemle toplanan
Üşüyen serçelere bakarken
Sırlı kalmış bir sigara ciğerimin sonuna yaklaşıyor
İyiyim derken kendim hakkında
Doktora kötü bir ipucu veriyorum
Mahmut Özkızıl
Bir sigara yakıyorsun, elindeki kadehten yudumluyorsun,
Ve artık kendinde saklı o meçhul mutlu insanın peşinde değilsin,
Sen ki bahtsız birisi değildin,
Sen ki sabırsız da değildin.
Leonardo Lorenz / Öneri
Leon Felipe / Monogami
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
Nevzat Çelik
Gülcihan Atalay
hoşçakalın ağız tadları
sıcak çorbam çayım sigaram
Ersin Ergün
Ötedesin o adamın duldasında
Gözkapaklarına bürünmüş adam
Eli her an omuzunda
Eğiliyor sigaranı yakıyor
Teşekkürler sigara dumanı,
Sağolasın o adam!
Cemal Süreya
Sigaram var, ayakkabım var, rakı bitmiş, sen yoksun
Alsın biri ayakkabılarımı, seni bana yürütsün
Canım yanıyor be işte, insafın hiç mi namı yok?
Ben ağlarım, susarım sonra, kimselere demem bir şey
Sen ağlama, susma da ama, bak buna bağlı her şey..
Ali Lidar
upuzun, tenha bir iskelede, yan yana
aradık birbirimizi
o parmaklarıyla oynadı
ben, onun dudaklarıyla içtim sigaramı
omzuma attığı elinden belli
yaşıt olacağız birkaç yıl sonra
Nuri Demirci
ilk nefesimde sigaramın iliğimi emmesi,
kavşakta yönsüz bir tabela gibi kaldığım!..
“alt tarafı aşk!” diyecekler, inanmadan;
beni bir tek zeytin ağacı anlayacak!
Emre Gümüşdoğan
Emre Gümüşdoğan
nasıl bilebiliriz aşkın yanmamış bir sigara olduğunu
ve bitmeye başladığını yakıldığı anda
nasıl bilebiliriz aşkın yanmamış bir sigara olduğunu
ve bitmeye başladığını yakıldığı anda
bir erkeğin sevişi
usul usul yaklaşan
sigara dumanı gibi
kendine doğru
Lale Müldür
gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az
her nefeste biraz daha kısalırken
bütün beklentileri
duman duman uçuyorlardı.
Ahmet Muhip Dıranas
sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul’a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
Didem Madak
Sigara Yaktıracak Bir Hikaye
Şahin marka araç ile son ses aynı sokaktan iki kez geçen gence dayının biri “taşındı onlar” dedi. Çocuk arabayı sağa çekti müziği kıstı. Arabaya yaslanıp sigara yaktı. Apartmana baktı. Terasta kuşçu vardı. Güvercinler havalandı. Sigarası bitti, müzik kısık sesle devam etti.
Halil Yörükoğlu
Dünyaya gelmesin babaları mutsuz olan çocuklar
Ya da akciğer kanserinden ölmesin bir sigaralık ferahlığı olanlar
Sıkar ve tütünler hayat babaları
Camilere, mezarlara, gözyaşlarına
Yağız Gönüler
Oturdu, ağır ağır bir sigara yaktı
– çoktandır .azaltmaya çalışıyordu –
içkisinden bir yudum aldı, gerindi,
esnedi, adamakıllı yorgundu.
Roni Margulies
Çünkü
Neyi ve kimi daha çok seversen
Hatta bir sigarayı,
Ya da zıkkımın kökünü bile
Esirger senden…
Kayser Eminpur
son kez sigaramı yakar mısınız..?. Ateşime kar yağdı
Pelin Onay
Senden izler taşıyor bütün bu eşya
O bembeyaz kollarının sıcaklığını
hâlâ koruyor bu eski ahşap masa
Almayı unuttuğun sigara paketi işte burada
ki ellerin değmişti defalarca
Ersin Salman
“Oğlumu -dedi-
Gördüm geliyorum.”
Oturdu derin bir nefes aldı
Sigarasından.
“Oğlumu -dedi-
Çok özlüyorum.”
Şükrü Erbaş
Şub 23
Korkuyorum Olric. Bu lanetin üzerime bulaşmasından korkuyorum.
*
Garip işler dönüyor Olric: karışık işler. Görünüşte olağanüstü bir durum yok. Ben Nermin’i seviyorum. Nermin de beni seviyor. Bu durum gün gibi aydınlık; karanlıkta kalan yalnız o “şey”.
*
Günahlarımın ağırlığına dayanamıyorum Olric. Neden beni uyarmadın? Buna hakkım yoktu efendimiz.
Öyle güzel gürlüyordunuz ki. Size kapılmamaya imkân yoktu. Çevrenizdeki bütün sahtelikleri öyle güzel aydınlatıyordunuz ki. Bir daha göremeyecekler sizin gibi bir devi efendimiz. Onların küçük yaşantılarının içinde ben de küçülmedim mi Olric? Ucuzluk bana da bulaşmadı mı? Hayır, efendimiz. Öyle içten yaşadınız ki. Bu kısa süren aydınlıktan yararlanamayacaklar ne yazık ki. Acıtmayan karanlıklarına dönecekler. Onların, hissedemedikleri acılarını da siz içinizde taşıyacaksınız.
*
Beni şımartıyorsun Olric. Zarar yok efendimiz: çünkü artık sizi kimse şımartmayacak. Beni korkutuyorsun Olric. Siz istemeyeceksiniz efendimiz. Güzellikleri kendiniz bulup çıkaracaksınız artık. Selim’in ölümünden de çıkarabilecek miyim? Çıkaracaksınız efendimiz. Çalışacağım Olric.
*
Akşamüstü işimiz bitince bir çeşmenin yanına çömelip kazandığımız paraları sayacağız Olric. Bizi gören insanların yüzlerini hatırlayıp gülüşeceğiz. Bat dünya bat diyeceğiz. Sonunda bizi kör ettin. Çok güleceğiz Olric; çok güleceğiz. Gözleri yaşarmıştı. Kaçalım buradan Olric. Elâleme rezil olacağız.
*
Beni bırakmayacaksın, değil mi Olric? Sizi ne zaman yalnız bıraktım efendimiz?
*
Yamansın Olric. Hiçbir şey belli etmezsin. Duymamış gibi yaparsın. Çok yükseklerde olabilirdin. Ben yerimi seviyorum efendimiz.
*
Ona artık verebileceğim bir şey kalmamış Olric. Alışkanlıklarımdan başka verebileceğim bir şey
kalmamış ona. O ise, bütün bu uzun sevişmeyi, onu şimdiden özlemeye başlamam gibi bir duyguyla açıklıyor. Oysa Olric, içimde özlemini duyduğum uzak ülkemin soğukluğu, beni başarısızlığa uğratabilirdi. Nermin için yeni bir durum: üzerinde fazla durmamıştır. Belki biraz hissetmiştir. Bu, son savaşımız olacak Olric. Sonu nasıl gelirse gelsin, yorgun ordumuz son savaşını veriyor. Askerler, yorgun ve isteksiz. Zafer ya da yenilgi onlar için aynı anlama geliyor artık. Artık savaşmak istemiyorlar.
*
Bana çiçeklerin adlarını kim öğretecek Olric? Yeni şeyleri öğrenmek için çok vaktiniz olacak efendimiz. Ne kadar iyisin Olric. Benim bütün ihanetlerime göz yumuyorsun ve bana doğru yolu göstermiyorsun. Bir gün bu çiçekler o kadar büyüyecek ki bütün reklam demirlerini örtecek.
Sarmaşıklar reklam levhalarına sarılacak ve tabiat medeniyeti yutacak. O zaman biz ne olacağız Olric? Biz her zaman yolda olacağız efendimiz. İlerde bir ağaç topluluğu görüyorum Olric. Suyu görünce bir araya gelmişlerdir herhalde.VB Bir akarsu olmalı aralarında.Yalaktaki suda yüzünü seyretti: tenim daha genç, derim gergin. Yaşlanmış olsaydık bunu yapabilir miydik? Tolstoy, doksan yaşında yapmış efendimiz. Ben Tolstoy değilim Olric. Tolstoy entelektüel bir devmiş. Ufak tefek olduğunu söylüyorlar efendimiz. Üstelik geleceği düşünemiyormuş:büyük bir ümitsizlik içindeymiş. Bizimle birlikte gelseydi ne iyi olurdu.
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Şub 23
geldin ki ıssızdım ne iyi ettin
şiirim bitmişti
sonradan anladım yalnızmışım hem
bana biçtiğin anlam
soluksuz bir nefeste öyle bir doz
ah ki
söylediğin güzel
ama kendinsin o yaşadığın şey
içindeki bir sesim ben
bağırmak istediğin zoraki bir sessizlik
hangi rengi koysam yakışır ya
denk düşmedi mavi
denk düşer başka bir renk belki
çok seviyorum
anlam zavallı anlamıyor bunu
başka şeyler mesela
diyor ki
-beni ayrılığa verme
vermem verir miyim diyorum
hiç
ne iyi ettin geldin ki ıssızdım hem
Emin Akdamar
Şub 23