Milena’ya Mektuplar

Milena’ya Mektuplar

Sevgili Milena,
Milena, Milena, Milena… Adından başka hiçbir şey yazamıyorum mektubuma. Yazmalıyım ama.. Bugün şaşkınım, yorgunum ve sensizim Milena. Biliyorum yarın da yanımda olmayacaksın. Nasıl umutsuz olmayayım? Hastayım diye altı ay dinlen ve günlerini hoşça geçir diyorlar bana.. Oysa bu süre içinde yalnızca dört gün bağışlanıyor bana. Bu dört günün salı ve pazarından yalnız bir parça, sabahlarla akşamlar da yok ediliyor üstelik ! Tam bir esenliğe kavuşamadımsa, suç bende mi, Milena? Sol kulağına fısıldıyorum bunları.. Güzel bir yorgunluktan sonra derin bir uykuya dalmışsın.. Seninle yoksul bir yataktayız, sağdan sola dönüyorsun ağır ağır, dudaklarımdan yana…

… Kimi zaman şuna inanıyorum: Birlikte yaşayamayacağız, boyun eğip yaşama, rahatça uzanıvereceğiz yan yana, birlikte ölmek için. Ama ne olacaksa senin yanında olacak . Hem, doktorun düşündüğü gibi düşünmüyorum ben.. Geçici de olsa bir esenliğe kavuşacaksam dinlenmekle olacak bu. Ama onların bildiği dinlenmeyle bir ilgisi yok, daha doğrusu, başka bir çeşit yorulmayla, seni özleye özleye iyileşebilirim belki biraz.

… Bu elle tutulamayan, bu korkunç aşkın sorumluluğunu bütün açılarıyla yüklenen biri olacağım yerde, sözgelişi odundaki, o her zaman seni görebilen, güzelliğini seyredebilen mutlu bir ayna, bir dolap olsam ne iyi olurdu: Gün boyunca izlerdim seni, koltukta oturuşunu, mektup yazışını, kalem tutan o güzel elini, dalıp giden yüzünü, uykuya dalışını… Neden mi mutlu değilim? Şu son günlerinde nasıl bocaladığını, ya da Viyana’dan ayrılmak zorunda kalışını görmek, üzüntüden yere yıkardı beni de ondan.

… Bana her gün yazma demiştim dünkü mektubumda, bugün de aynı şeyi istiyorum senden, bu ikimiz için de daha iyi olur, hem bugün daha da direniyorum bu isteğimde, ama n’olursun Milena, sen kulak asma bana, gene her gün yazmaya devam et bana, kısacık da olsa yaz, bir sözcük olsun yaz ki varlığını hissedeyim içimde. Yoksa, korkunç acılara boyun eğmek zorunda kahrım tek sözcüğünden yoksun olursam..

… Sakın üzülme benim için, bir bu eksikti Milena, benim için üzülmen… Bu elle tutulamayan, bu korkunç sorumluluk durumunu bütün acılarıyla yüklenen biri olacağım yerde, sözgelişi odandaki, o her zaman seni görebilen mutlu dolap olsam, ne iyi olurdu. seyrederdim seni hep, koltukta oturuşunu, mektup yazışını, yatışını ya da uykuya dalışını.

…”Beni sana getirecek bir yol bulmuştum, karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım… Bu yolu umutla, sevinçle kazmış, kendimden de bir şeyler katmıştım… Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak , ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz… Elbet yüreğim sızlar”…

… Denizin dibindeki avuç içi kadar bir yer okyanusun baskısına nasıl dayanıyorsa, sen de öyle dayanıyorsun Milena. Yaşam, rezillik aslında, bunca çirkinlik içinde insanlara dayanabileceğimi, ummazdım bugüne kadar, utanç duyardım; ama sen bir şey öğrettin bana: Dayanılmayacak gibi olan yaşam değilmiş. Beni sana getirecek bir yol bulmuştum, karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım. Ama bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak zor geliyor şimdi, yüreğim sızlıyor.

Evet, seni seviyorum aptal; bir deniz, dibindeki bir çakıl taşını nasıl severse, benim aşkım da seni öyle kaplıyor ve Tanrı izin verirse, seninle birlikte tekrar çakıl taşı oluyorum. Bütün dünyayı seviyorum, senin sol omzun da dahil buna, hayır, önce sağ omzundu, böylece onu her istediğimde öpüyorum (sen de bluzunu öpeceğim yerden biraz aşağı çekecek kadar iyisin).

… Sevgili Milena, “en çok seni seviyorum” diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, “sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla” dersem, gerçek sevgimi anlatmış olurum belki.

Ebediyyen senin…

Milena’ya Mektuplar-Kafka

Martılar Sokak Çocuklarıdır Denizin

O’nu karanlıkta usulca soydum
öylece savunmasız kaldı
tüyleri koparılmış bir martı misali
öylece üryan kaldı
sanki üzerinden sıyrılıp
akan ipek değil yalandı
geriye kalan sadece aşk
çırılçıplak bir aşktı
sanki çırparak kanatlarını
gururun kayalıklarından
taa ki ruhuma kadar
gözleri sımsıkı kapalı
ve soluksuz uçacaktı
utanması bu yüzdendi anladım
aşkın aynasında bir tanrıçanın

hiç değilse dedim
hiç değilse bir deniz feneri
olarak kalayım yüreğinde
bırak ta yol göstereyim sana
aşka dair açıldığın denizlerde

belki başka bir hayatta
martı ve deniz feneri
olur dedi adlarımız
yeni baştan yazılır
o vakit yazgılarımız

çünkü dedi sevişirken
martılar da bizim
gibi sokak çocukları
değil mi ki denizin
öp dedi sonra beni
öp beni kimsenin
öpmediği yerimden

sonra bir martı çığlığı
belki de başka bir şey
kesti sözlerimizi
düştüğümüzü biliyorduk
açamadık gözlerimizi
aç dedi bana aç artık
ne olur aç gözlerini
açtım baktım gagası kan içinde
yorgun kanatları ıslak
ve bin telaş içinde

sonra bir geminin bacasına konduk
tükürdük kaptanın sarhoş gölgesine
artık dedi gidebilir miyim
kalmadı yorgunluğumun
ve hüznümün anlamsızlığı
bu yolculuk bana dair
ben sokakların çocuğu
sen çocukluğumun sokağı

giderken şöyle dedi;
bir mızıka çal yeter
kanatlanır gelirim
yalansız kalacaksak eğer
sevişmek ölmeye değer.

Hayrettin Turan

Şiir Çalışmaları

20.
Olduğum yerden başlasam yaşamağa;
olduğumu sandığım yerden.

22.
Her geçen yıl eşyasızlığa alıştırıyor
eşyasızlığı bana.
Soğuyoruz günümüzün gözdelerinden
ısınıyoruz yalına, yalınlığa.

23.
Sordum yeni doğmuş bir bebeğe:
-Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun?
-Annemin sütünü düşleyerek.

Bir mezarlıktan geçerken sordum ölülere:
-Affedersiniz. Boş zamanlarınızı nasıl
değerlendirirsiniz?
-“Gelecek”leri düşünerek.

Süreyya Berfe

Yalnızlık Bizim

Affıma sığınarak affet beni
Yüzümden düşen bin parça
Bini bin para etmiyor
Birinde sen olmayınca
İçim geçmiş içine resmen
Gözlerimi dinlendirirken
Farkında değilim
Çoğaltmışız yalnızlığımızı
Paylaşa paylaşa
Sessiz kalabalıklarda
Bu yalnızlık bizim

Ahmet Zeki Yeşil

Tek Başına Ağaç

Ne çok anlatacaklarım var
Oysa ben yalnızım
Bu dünyada.

Hasretim, ama kavuşamam
Dallarımı uzatacak
yok bir dal.

Aynı yağmur altında ıslanacak
Çiçeği açmış birini
Arıyorum.

Kuğu beyazı
düş gibi
kızlar geçiyor…

Ozan, kendini Karacoğlan mı sandın!

Hasan Varol

Olan Oldu Bir Kere

yağmur bitti. kızın gülümsemesi bitti. yol bitti
bitire bitire dedik belki yeni bir oyun buluruz
bir adamın belinde beklemekten yorulmuş bir
bir kadının ölümü anarak iç geçirmesi gibi bir
bir bebeğin ilk kelimesini söylemesi için bir

biri, dünyanın üzerine geldiğini zannediyor
dünya, üzerine geliyor birinin, yağmalıyor onu
anne diye yekinip bağırıp çağırıp hıçkırarak
asılı kalıyor boğazımda ayetler: belki tekasür
belki değil tekasür ve çoğalarak nice arzın ırmağından
eğilerek su dökmek için kaderimin ellerine

İsmail Kılıçarslan

kaç şekerlik dudağın?

biraz kekik
pul biberi biraz
zeytin…
gözlerinden öperim
kaç şekerlik dudağın?

ağzına sağlık, biraz özgürlük…
dökülsün eteğime
kuş cıvıltıları
izin verirsen
bir dal papatya falına baksın
konuşulmaya değer
baharmışsın gibi…

Şükran Belen

Tinin Yürüyüşü

İzi kalmıyor güzün kışa armağan edilecek
Güneşin tırpanı diniyor, akşam olmak üzere,
İyi akşamlar tarla kuşu
Uzaklaşıyor bak umudun resmi
Dilsiz çakıl taşlarının üstüne düşüyor
Leylek sürülerinin gölgesi

Geldi de geçiyor taşın kıvılcımı
Bahçeden bahçeye Gılgamış
Arıyor hâlâ ölümsüzlüğü
Asma kuşunun çatallanan sesinde
Susarken patika, sedir ormanı,
Ölüm geçiyor yaprağın içinden

Sazlar mı olur söğütler mi artık,
Dipsiz söz, büyük kargış konuşmak
Bir ırmağı. Şaşar kalırım
Kenger otunun yuvarlanışına
Öyle bir şey tinin yürüyüşü de
Kentin asfalt sokaklarında,

Çürümüş yapraklara basa basa

Ahmet Ada

Göl Düşleri

– Bir kız el ediyor gölün kıyısında.

– Göl mutsuzluk söylemine hazırlıyor.

– Yoğun bakım cehenneminden yeni çıktım
Gömleğim kanser lekesi, mutsuzluğum
Günden güne artıyor, biçimini buluyor bende
Kaçıp sığındığım hüzün

– Sözcükler kör, göl durgun.

– Çözülmek üzere geyiklerin indiği göl,
Gök sancağını arıyor, sancaktarı olduğumda
Özgürlüğün, ey çorak toprak, elini ver
Rüzgâra bürünerek gel yanıma

– Sözcükler kan, yeryüzü çığlık çığlığa.

– Gömülmüş damağıma sürgün muhabbeti..
Siz ey dünyanın tacirleri, yeryüzü tefecileri,
Sancağı yükselttikçe sancaktar,
Çözülmektedir ayakları şeyhlerin de..

Ahmet Ada

İçimdeki Ağaç

Göğün çekici üstümde
Denizin hiçliği yanı başımda
Bir gider bir gelirim sevgilim
Elimde hoş kokulu kırmızı bir elma
İçimde bir elma parlaklığı

Neden ağardığını bulamazsın sevincimin
Baksan da göremezsin sevgimin terlediğini
Ceplerimdeki kuş sesleri
Başka bir şey değil, çağrıdır sana
Her yanıma yerleşen gülümsemene

İçimdeki ağaç sensin
Yüzlerce kuş havalanır üstünden
Sevgilim
Seni çoğala çoğala sevdiğim zaman
Tuhaftır
Geyikler kente iner

Ahmet Ada