yalnızım; çünkü siz varsınız!

yüzünüz gün ışığına küskün bir serçe yavrusu kadar kimsesizdir. bunu anladığımda sizi tanımıyordum bile; ansızın çıktınız karşıma. öyle kararlı bir sessizliğiniz vardı ki, ürkekliğinize bile dokunamadım hoyrat bulup ellerimi.

boynunuzdaki ve dilinizdeki ben, gözlerinizin kuşatılmış sabah okyanusu parlayışı ve çocuk dağınıklığı ayaklarınızın uzaklığım oluyor her özleyişimde sizi.

hayır! gerçek olabileceğinize inanmadım hiç. en beyaz o gecede bile lanetli bir korkuyla kapattım gözlerimi.

dudaklarınız, yalnız dudaklarınızdı belki kudurgan bir sevinçle boğulayazdığım o an.

sizi sevmek için büyüttüğümü söyleyemem kalbimi. ne sizde var buna inanacak
genç kız coşkusu;
ne de ben yağmurlardan kaçacak kadar yitirilmiş bulutlarıma yerinmedeyim.

vedalaşmak sizinle ve sonsuza doğru vedalaşmak istiyorum.
bir başka uyumun cehenneminde, dilime amansız yakışan sözcüklerle

yalnızım; çünkü siz varsınız!

Orhan Alkaya

İdiller Gazeli

gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgâr

çocukluğun tutmuş da yine âşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

hadi git şehirler yık kalbimize bu aşktan

Haydar Ergülen

Sen Aşk Şiirisin

bir patikasın; önce köylere sonra uzaklara ulaşacaksın
havada zambak kokusu olacak.
yanında mor menekşeler, papatyalar, öte yanda dere gibi akacaksın
rengin hasret senin derlerse, gurbet olup mor dağlarda ağlayacaksın …
sen aşk şiirisin, kavuşmalar olacaksın.
/ bakma efkardır daima yakan, sigara ateşi ile mektupları bir ucundan

gecenin yarısı; incecik tül çekilmiş üstüne, çırılçıplaksın
gözlerin yıldızlardan daha sıcak,
yanında anlaşılmaz serenatlar, öte yanda kızgın lav olup çağlayacaksın
tenin sevdanın öte yüzü, yeryüzünün en bakire çiçeği gibi açacaksın ….
sen aşk şiirisin, sevişmeler olacaksın.
/ ulaşılamaz çok uzaklardan, bir düş sarmalını tutup ayak ucundan

kavganın ortası; bıçağın körü saplanmış sırtına, yaralısın
gözlerin kangren acılar açacak,
kaldırımda kana bulanmış gövden, öte yanda anıt gibi ayakta duracaksın
direnişin ta kendisidir bakışın, elindeki bayrağı gururla sallayacaksın …
sen aşk şiirisin, mücadeleler olacaksın.
/ gülümseyen çocukları tutup kollarından, öyle ineceksin darağacından

sarhoşluk vakti; alkol ağır çökmüş üstüne, kendini tanımayacaksın
gözlerin nikotin sarısına boyanacak,
karşında boş sandalye, üzerine dudağı kırmızı bir fotoğraf koyacaksın
tüm zamanlarında belki ona, onsuzluğun kahpe tarafını anlatacaksın …
sen aşk şiirisin, yalnızlıklar olacaksın.
/ hani binlerce ölü hatıradan, damlayarak okunurcasına gözyaşlarından

deniz mavisi; martı kanadı bahane, aynı kokuya yakalanacaksın
gözlerin keşfedilmemiş adalara dalacak,
avucuna inci tanesi gibi dökülecek yıldızlar, yakamozlarınla saracaksın
gözlerden uzak sevdanı yüreğine saklayacak, istiridye olup kapanacaksın
sen aşk şiirisin, hayaller olacaksın.
/ ıssız sahillerin ıslığından, türküler dinleyeceksin köpüksüz dalgalardan

ay karanlık; tüneklerini boşaltmış kuşlarınız, birden ayılacaksın
havada şuuru yitik bir boşluk olacak,
bitmiş denizlerin fenerleri karanlık, dünyanın olmayan son noktasındasın
el sallamadan kaçmış bütün trenler, ayak seslerin ve gölgen tek başınasın
sen aşk şiirisin, ayrılıklar olacaksın.
/ toplayarak sesini duvarlarından, gözünü kilitsiz kapıdan hiç ayırmadan

Cevat Çeştepe

Uyuyan Masallar

“Seni özleyeceğim..! “
“Özleme soluksuz kalırsın..” dedi kadın.
Kadının, bakışlarını uzaklarda, denizin üstünden dağların gökyüzüyle buluştuğu çizgide gezdirişini izledi uzun süre adam. Güzel iri gözlerinin derinlerinden gelen sorgulayan umutsuz boşluğa seslendi:
“Ben masalımızı istiyorum.”
“Bu masal seni uyutmaz… Uyanışımızın masalı olur ancak. Uyanman kötü. Cinleri lambadan çıkartmaya zorlama. Uyumalısın sen.! ”
“Saçlarının, kırmızı güllerinin kokusu böyle büyürken bende, nasıl uyuyabilirim? ”
“Göğsümde uyu. Anne kollarımın sıcağında. Masalımız tümüyle tozpembe değil, devler var, haramiler var.. Hepsiyle başa çıkamazsın..”
“Sen yanımda ol..”
“Söz veremem. Biliyorsun yarınsız geldim sana. Şimdiki an’da karşılaştık seninle.” dedi kadın.
“Ellerimiz ve dudaklarımız suç ortağı bu masalın. Eğer korkarsak bu masalı kimler okuyacak. Masalımızdan sorumluyuz biz. Kaçamayız, bu masal kendini yazdırtacak tohumları ekti ruhumuza çoktan.”
Kadın:
“Yaşanmamışlıkların örselediği yüreğinin sarhoşluğu bu. Özgürlüğünle sarhoşsun, yenik düşüyorsun. Ben kabuk bağlamış yaralarımla geldim, senin açık yaralarını sarmaya. Yarın kanamaktan korkuyorum.”
“Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var, böyle karşılaştık biz.”
“Taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu masalın içinden. Kimseler incinmeden? ”
“Herkesin, her şeyin avukatı var, ama aşkın yok..! ” dedi adam.
Kadın:
“Olması gerekenle, bizim istediklerimiz arasında uçurum olmamalı.”
“Değerlerimiz var, gençlik yıllarımızdan süzülüp gelen.. Onlar hem gündüzümüze hem de gecemize dahil.” dedi adam.
“Seni özleyeceğim..! ”
“Özleme soluksuz kalırsın..” dedi kadın.
“Yanlışlara da ihtiyacım var.. Ama sığda yaşanacak şeyler değil. Derinlerde soluksuz kalabileceğim yanlışlıklar istiyorum ben.” dedi adam.
Kadın:
“Ya beni sığların ışıltılı renkleri kendine çekerse.. Soluğum yetmezse o kadar çok diplerde kalmaya.. Belleğimi acıtırsa kabuk bağlamış yaralarım.”
“O masala sığındım çoktan.” dedi adam.
“Şu an’ın masalında kalmalıyım. Yarın düşlerimden vazgeçmeyi öğrenmem için bir hayat yaşadım ben.” dedi kadın.
“Seni özleyeceğim..! ”
“Özleme soluksuz kalırsın..” dedi kadın.
Adam:
“Bir dere kenarında gökyüzüne bakarak uykuya dalarken düşleyeceğim seni.”
“Yıllardır geceleri avuçlarımda parlattığım taşı vereceğim eline. Taşları severim, renk renk, büyüklü küçüklü taşlar koyarım yastığımın altına, yatağa. Onlarla uyurum.” dedi kadın.
Adam:
“Parmaklarım ürperiyor sedefinden.”
“Masalın ortasından geçiyoruz çünkü..”
“Ellerimizle düşünüyoruz; ellerimizle düş görüyoruz da ondan.” dedi adam.
“Yıldızları boyuyorsun içimde. Direnemem bu akıntıya, bu renklere artık.”
“İnce yüzünün gülümseyen yerlerine damlıyorum, dağılıyorum sende.”
“Yağmur yağacak..! ” dedi kadın.
“Evet.. Ama çıplak omzuna altın rengiyle vuran gün ışığı nedir ki böyle? ” dedi adam.
Kadın:
“Düş görüyorsun… Bir masal bu. Sana uyan bir masal. Daha çok göreceksin..! ”

Şerif Erginbay

YAŞAYAN HECE

Napsan boş, hep orada olacak, istemedikleri yerde bittikçe,
gece çöktükçe, süt döküldükçe,
araba yürüdükçe ve her çöküntüyü geçtikçe ve ağız dolusu sövdükçe
orada olacak, peşine köpek salsanız da hiç şaşmaz
yine orada olacak, avlanmaya kalktıkça, izini sürdükçe döne döne
o yine orada olacak, yanı başında herkesin, kavga sürdükçe, dile döküldükçe
her şeyde her yerde, büyüdükçe, eğildikçe
orada olacak, anam avradım olsun, yaşayacak bu hece : çe.

Julio CORTÁZAR

Aşk Risalesi

Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların

Dirilmek yeniden
Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
Kandan kinden öfkeden
Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi
Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz
Bir bataktan çıkar gibi.

Yürürken otururken yatarken
Hep çürümek durumunda kalmış
Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız
Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz
Dokunduklarımız için ellerimiz.

Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
Çocukluk kalkmış dünyadan gibi
Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.

Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim
Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?
Bu başkaldırma kanatlanma.

Durmadan geçiyordu o zamanlar
Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar
Boğuk bir ses madeni bir böğürme
Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi
Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan
Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği
Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı
Yalayarak
Çekiyordu bizi ve herkesi.

Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın ve yıldızların çağlayarak
Berrak şelaleler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.

Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu
Adı ferhat mıydı neydi
Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Her birinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.

Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibisin bazan.

Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Keremdi Yusuftu Kaystı
Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.

( Ara Çağrı )

Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım
Her gelişin bir taze haberdi unutmadım

Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız
Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki
unutmadım

Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda
Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım

Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi
Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım

Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış
yüreklerimizde
Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde
unutmadım

Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku
Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için
unutmadım

Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri
İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah
unutmadım

O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar
Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım
Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı
Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.

Haydi gel sevgilim
Uzanalım toprağın altına
Çiçekler mayalansın göğsümüzde
Bu akıp giden bu kör gidip yol giden
Kalabalıkları bu insanları
Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan
Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine
Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları
Uyarmak için bir an durdurmak için
Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük
İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız
Ama şimdi kendimizi zorlasak da
anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları
Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?
Uzansak yerin altına ve toprak olsak.

Haydi gel sevgilim
Bir daha deneyelim
Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların
Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden
Vermek hep vermek için
Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz
Aşkın bir adı da berekettir
En iyi anlatandır o
Hirada bir mağarada
Gözden döküleni
Gönülden geçeni.

Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu
Çabalarım
Seni çağıracak olan.

Nasıl da unuttuk
Oysa daha anar anmaz adını
Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi
Kış ortasında çıkıveren güneş gibi
Birden sıyrılıverip bulutlardan
Üryan görülen can gibi
Doldururdun içimizi
Ve eviçlerimizi.

Ah oruçlu bir ağustos vaktinde
Bir kayanın dibinden kaynayan
Soğuk ve berrak sulara
Uzanıp kana kana
Avuç avuç alıp
Yüzümüzde içimizde
Duyduğumuz
Gibi
Aşk.

Ah bir yalnızlık vaktinde
Herkesle birlikte olduğumuz
Gene de yalnız olduğumuz
Bir parkta
Ta uzaklardan gelir gibi
Bir tamburdan bir ezginin
Bizi bizden ve herşeyden
Alıp götürdüğü gibi
Aşk.

Haydi gel sevgilim gene arayalım
Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini
Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü
Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği
Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği
Develerin coşarak çöllerde
Ayak sesleriyle şiirler bestelediği
O vakitleri.

Haydi gel bir daha bir daha
Arayalım
Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı
Bir vakitte
Gürül gürül
Bardaktan boşanır gibi
Yeryüzünü ve gökyüzünü
Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü
Geceyi ve gündüzü
Dolduran
Yüreğimizi kuşatan
O kitaptan
Okunanı.

Yaşamak, avını gözleyen
Sessiz gergin
Soluk soluğa
Bir atmaca
Sağ elimin
Parmakları ucunda.

Ve ölüm
Bir güvercin
Beyaz
Süzülen masmavi gökten
Berrak sulara.

Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor
Bir dal uzuyor uzuyor
Bir gül kanıyor bir seher vaktinde
Yanıyor bir ateş için için
İçimde içimin de içinde
Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor
Bir ney eriyor dudaklarımda

Aşkın bir adı da yorulmamaktır.

Erdem Beyazit

Sendin

Sendin gökkuşağındaki yedinci renk
Sendin denizdeki uçsuz bucaksız mavilik
Sendin içimdeki ateş, yüreğimdeki sızı
Ve sana karşı koyulmaz hasretlikti gönlümde olan
Masallarda adı geçen güzel sendin
Kafdağındaki zümrütü anka kuşu gibi
Bana benden yakın, bana benden uzak olan
Akşamları gökyüzümdeki yıldız sendin
Sendin kaderimdeki yalnızlık
Şiirimdeki kadın sendin
İçtiğim kadehdeki şarap
Gördüğüm rüya sendin
Söylediğim şarkı olan sendin
Sigaramda duman duman
Yüreğime umut olan sendin
Sendin bitmez, tükenmez
Her fırsatta boğazımda düğümlenen sendin
Batan güneş sendin
Kalem tutan ellerim
Kulağımda çınlayan
Yazmaya çalıştığım şiir sendin
Yalnız akşamlarda üstüme çöken
Düşlerken kaybolup gittiğim sendin
Her bir gecede binlerce kere öldüren beni
Yağmur yağarken yüzüme düşen sendin
Aynaya baktığımda gördüğüm
Gören gözlerim sendin
Umudamda sendin, umutsuzluğumda
Yalnızlığımda sendin, yalınsızlığımda sen
Erdem Beyazit

Balkon

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların

Sezai Karakoç

Büyük İlân

 

Sahibinden satılık
Hasarlı
Bir Hayat
1958 model
Kaçıncı el olduğu bilinmiyor
Bana geldiğinde bundan beterdi
Yedirdim içirdim giydirdim
Alkolle çalışır- ÖTV hariç
Sırtında şişe taşımaktan beli büküldü
Ha, bir de egzoz niyetine cigara içer
Kanserli
Bir de ülser
Tekerleri laçka, benden söylemesi
Memleketin bütün yollarında
Bunun yazısı var

Sahibinden satılık
Markası silik, okunmuyor
Antika niyetine
Ama niye
İçi temiz olmasa dağlarda bırakırdım
Bir kötülüğünü görmedim, yalan olur
Ama bir hayrını da
İçi temiz dedim ya, has deri kaplama
Amerikalı değil, sanki dünya kırması
Uçurumdan atarım, üstüme kayıtlı
Devlet malına zarar vermekten filan
Korktum açıkçası

Üçe beşe bakmam
Hasarlı bir Hayat- 1958 model
Sahibinden satılık

Alacaksan
Al, artık…

Ahmet Erhan

Donuk Aşk

Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş…

Sezai Karakoç