aşksız geçen günleri düşmeli ömürlerden

aşksız geçen günleri düşmeli ömürlerden

akşamın buğulu yorgunluğunda
gözlerinin ormanındayım yine
bir suzinak şarkıya kurulmuş bütün saatler
günlerdir peşim sıra susmak bilmiyor
ertelenmiş hüzünler dolaşıyor ayaklarıma
kanatlanıp uçuyor bütün sevinçler

bu şehrin en tenha yeri kalbimdir şimdi
en güzel yeri çiçekçileri
bir demet nergiz aldım sana getiremedim
bugün newroz’du, oturdum hevalno’yu dinledim
tenimde bir ateş yandı günboyu

biliyorum seni sevmek yeni yalnızlıklardır
uzayıp giden bir çığlık, ince bir sızıdır
yoksa ömrünce borçlu kalırım aşka
seviyorum, seviyorum başka seçeneğim yok
yedeğimde yeni acılarım var, öderim diyetini
yeni yazgılar bulurum belki, şiirlere vururum kendimi
başımı kitaplara yaslarım
toplarım şarkılardan yasadışı aşkları sürerim alanlar

seviyorum
başka seçeneğim yok
yeter sınama beni.

a.hicri izgören

Beni tam buramdan sev

Aklıma geldiğinde,
Beni zor durumda bırakışından tanıyorum seni.
Gözlerimde biriken damlaların,
Çiçeklerimi sulayışından hatırlıyorum.
Yaralı bir kuşun yuvasına varışından biliyorum.

Kaşlarımın arasını işaretliyorum senin için.
“Beni tam buramdan sev!!!” diye haykırıyorum…

Sahir Üzümcü

Aşk bazen

“Aşk, biçimsizdir ama, sana geldiğinde bir şekil yaratır sende.
Aşk, çok derindir ama, sana geldiğinde nefes almaya başlarsın yüzeyinde.
Aşk, ellerinde çok hafiftir ama, geldiğini anlarsın göğsünde ağırlaşan yüreğinde.

Aşk, bir portakaldır bazen.
Yere düşüp çürüyecek olan.

Aşk, yerde duran bir taştır bazen.
Daha olmamış portakalı düşürmek için fırlatılan ama çoğu zaman ıskalayan.

Aşk, ıskalayan taşın yuvasından düşürdüğü bir yavru kuştur bazen.
Dala tutunamayan, ama yere çarpmadan hemen önce, son bir kez gözlerinizin içine bakmayı başaran.

Kuşun yuvasıdır çünkü aşk.
Bir ağaçtır bazen. Sessizce olan biteni izleyen.
Portakalı besleyen, taşlara hedef olacak, meyveler veren.

Aşk, bazen küçük, yeşil bir yapraktır.
Her şeyin bir parçası olup, hiçbiriyle ilgilenmeden, kendi üzerindeki tırtıldan başka şey düşünmeyen.

Aşk, bazen, ağacın üzerinde durduğu, o çıplak tepedir.
Her şeyin kendisinden beslendiği ama dışarıdan bakınca, çıplak, ölü görünen.
Ve bazen aşk, hiçbir şeydir.
Yere çarpan kuş yavrusuna “Hiçbir şeyi” öğreten.

Aşkı yakınında hissedersin önce.
Etrafında
Sonra kokusunu, tadını alırsın
Hücrelerinde
Ve aşk, seni ele geçirdiğinde.
Sen artık küçük bir çocuksundur
O çıplak tepede.

Ağaca tırmanmak isteyen
Taş atıp, portakalı yere düşüren.
Yapraktaki tırtılı merak eden.
Ya da yaşlı gözleriyle
Canlanır belki diye
Elindeki ölü, yavru kuşa
Cebindeki ekmekten veren.

“Aşk sensin. Aşkı bulduğun an, senin geleceğinin başlangıç noktasıdır. Sadece aşk, tek başına bütün dünyayı değiştirebilecek güce sahiptir.
Aşk, tüm yeryüzünü ve gökleri, tek başına şekillendirebilir, yeni formlara sokabilir, ona inananların eliyle.
Aşka inanırsan ve kendini ona adarsan, aşk için yaşamak hayatın anlamı haline gelir. Aşkın her çeşidi için hem de. Güzel olan her şeyi sever hale gelirsin.
İnanmayanlar içinse, her aşk, bir başka hayal kırıklığıdır sadece. Kurtulmak gereken bir bağımlılık gibidir aşk onlar için. Ama hiç kurtulamadıkları bir bağımlılık haline gelir.
Aşkı, tam anlamıyla yaşamak istersen, kendini aşktan ve sevdiğin o şeyden ayrı olarak düşünmekten vazgeçmelisin.
Aşkın, aşık olduğun insanın ve onun hayatının ayrılmaz bir parçası olmazsan, kendi varlığının bütünlüğünü korumaya çalışıp, aşkın içine karışmayı, içinde erimeyi, kendin olmaktan vazgeçmeyi göze alamazsan, yaşayacağın şey aşk değil, ilişki olur.”

RASTLANTILAR KRALİÇESİ’ nden……

Sahir Üzümcü

Yüzün

Yüzün,
Zihnimi kul eden zehirli kılıç,
Darbe üstüne darbe yağdırıyor gözlerime
Sallandıkça daha yakın,
Savruldukça daha keskin,
En keskin kenarını salıyor üstüme.

Varmış işte bir yolu, bulunmuş
Cadı çığlığı kazınmış ışıltısına.
Savaş yarası yıldırımlar bezenmiş,
Çeliğin ateşten çaldıklarına.
Saldırdıkça daha sert,
Saplandıkça daha derin,
Daha da derin yer ediyor yüzün aklımda…

Sahir Üzümcü

Hayale benziyor şimdi

Hayale benziyor şimdi sana dair aklıma gelenler.
Sana sımsıkı sarılmış olduğumu hatırlasam da,
Sanırım aklım oyunlarını oynuyor,
Ve kanıyor şimdi kollarımın boş olmasına.
Hiç olmadığını,
Seni uydurduğumu zannettiriyor bana.
Ekleyemiyorum kokumu ve sesimi,
Yarım kalmanın, kokusuz ve sessiz anılarına.

Sahi,
Ben hiç dokundum mu sana?
Bir görüntüm oldu mu gözlerinin gerisinde?
Bir şeklim?
Adımı hiç andın mı hayallerinde?

Neye dokunsam, seni düşünürdüm ben
Hatırlıyorum sanki hala ve yine de.
Hatırladıklarımdan
Hatırlamayı acılaştıran,
Eksilmeyi hızlandıran bir his kalıyor içimde.
Ve düşünüyorum;
“Yanılıyor olmalıyım,
“O hiç olmadı belki de…”

Sahir Üzümcü

Daha çok sevdikçe

Gitmeyi bilmeyenlere çıkıyor yollarımız değil mi hep
Bekleme salonlarına, kahve köşelerine
Kayboluyoruz, kaybolamadıkça, yok ola ola
Şarkı gibi söylenmeyi öğretiyoruz hüzünlere
Daha çok sevdikçe, daha çok gömülüyoruz sessizliğe
Daha yeni kalemler açıyoruz eskiler yenildikçe
Yol almıyoruz ya biz izlerimizde artık
İzler de artık yol olmuyor bize,

Beklemeyi bilmeyenlere gidiyoruz hep değil mi
Ayak seslerimizle, boş ceplerimizle
Tutmaya, sıkı sıkı sarılmak diyoruz ya biz utana sıkıla
Sanki gibi duyulmayı öğretiyoruz en iyi bildiklerimize
Daha çok gittikçe, daha çok geri dönüyoruz kendimize
Daha keskin bıçaklarla oynuyoruz elimiz kolumuz kesildikçe
Kilitliyoruz ya biz kapılarımızı, pencerelerimizi artık,
Kapılar, pencereler de artık açılmıyor yüzümüze…

Sahir Üzümcü

bana bir mektup yaz Min’el

bana bir mektup yaz Min’el

bana bir mektup yaz Min’el
“Sevgili Dilek” diye başla
“Sevgili Dilek, Nasılsın ?”

iyi değiliz Min’el
ama sen, yine de sor
ben ve bu pek sevgisiz kalabalığım
akıl almaz bir hızla
dibi meçhul boşluğa doğru yuvarlanıp
gidiyoruz sadece

kimse farkında değil
etrafımda kaygısız yüzler
yüzlerceler bir görsen
ama çocuk ışıltına kıyamam
gözlerini sıkıca yum
sakın bakma
bir mektup yaz sadece
boğuluyorum

kederli ellerini birbirinden saklayarak
neşeli örgüler ören kadınlar var burada
ben de yeşil bir kazağa başladım
-bitirmemek üzere-
her sırada bir ilmek kaçırıyorum inadına
git gide daralıyor örgü
ben git gide daralıyorum
muhtemelen boynuna geldiğimde,
boğulmuş olacağım kendi kırmızımda
sakın,“ kazak yeşildi “deme zeki çocuk
bana bir mektup yaz diyorsam boş değil
çok acil Min’el
çok acil

dün gece dolabımı topladım nihayet
tahmin edersin çekmecelerin sevincini
sadece derin bir oh çektiler desem, yeter mi
beni anladığını biliyorum

ellerini uzatsana Min’el
ellerini uzatıp
çeksene beni hecelerimden
senaryosunu sevmediğim bir filmde
zoraki repliklerim var biliyorsun
artık görmüyorsun ama artık
dudaklarım kanıyor bu yanlış dublajdan
havadan sudan olmayan sohbetleri özledim
cevabımı umursayan ‘Nasılsın’ları
seni özledim Min’el
bana bir mektup yaz

bak bir ilmek daha kaçırdım işte
görseler,
toparlamak için çullanırlar örgüme biliyorum
saklıyorum Min’el
herkesten her şeyi saklıyorum
saklanıyorum birlikte yürüdüğümüz sokaklarda
gel demiyorum sana
gelebilsen
zaten
biliyorum

bana bir mektup yaz Min’el
yaşlanıyorum

Dilek Kartal

Adım Geçiyor mu Yüreğinden

adın geçince yüreğimden,dili tutulur kırk yaşımın
aşk afacanı bir çocuk olurum düş salıncağında

adın geçince yüreğimden
sınırlar kalkar aradan
kahkahaya kurulur dünya
ruhumun koynunda sakladığım şairliğim
eli yüzü aşka bulanmış çıka gelir
kervanlarla masal taşır
sıraya geçmiş heyecanlı sözcükler bırakır kıyılarına
ardıma düşer bahar
yüreğim kuş ötüşü konar kalbinin dallarına
tenimde ateşin şarkısı
dokun özlem yangınlarıma
susmasın ellerin bu sonsuz yolculukta

adın geçince yüreğimden,dili tutulur kırk yaşımın
gençliğe dair ne varsa özlenen, coşkulu akar ırmak

eski bir oyundur yaşamak
başlar ruhumdaki tarih
yaşarım seni
beklediğim bir düş gibi
son cemreyi bulmuş bahar gibi
yürek ucumda kızıl bir tomurcuk nasıl da parlak
kozasından çıkar kalbim
ayaklarım değmez toprağa
ellerimi gördün mü
koşarak gelir saçlarına
imbatın kuytularında saklanan k/özüm
lavlansın nefesinin ummanında
yaşamın lekelerini sileyim kokunla
yüzüne baksam, baksam
gözlerimin düştüğü her yerde
tekrar tekrar ölsem sonra

adım geçiyor mu yüreğinden
içimdeki tel örgüleri, kopartacak
özlem dansa başladı yine…

Nilgün Arıkan

Gidişin Kadar Korkaktın

 

Sen gittin…Mabedim oldu isyan kuyularım.
Zaman dikenli tel etrafımda.
Ben çabaladıkça o kanatıyor.
kırık dökük yanlarım.
Umutlarım yaralı
Düşlerim sürgün.
Yokluğun kadar yaşlandım.
Özlediğim kadar yosun bağladım diplerde
Ben gelmek istedikçe sana
Hasretin kesti bileklerimi.
Oysa yoldun bana, varıştın.
Aşımdın, suyumdun, hayattın.
Ama izini kaybettim sevgili.
Rüzgar getirmez oldu kokunu
Kuşlar söylemiyor nerdesin?
Yağmurlar kurak yüreğime faydasız.

Sen gittin..
Baharın soluğu kesildi
İklimlerim hep kış artık…
Buzdan bir heykelim, ayazlarında.
Eriyeceğimi bile bile
Yine de bekliyorum ecelim olacak güneşi.
Ben yokluğunun çıkmaz sokaklarında
yüreği kelepçeli mahkum,
Gülüşün, boğazıma dayalı keskin bıçak
Anla esaretin yordu, öldür artık..

Sen gittin
Hangi duvara assam yakışmadı gidişin.
salonda ayak izlerin kalmış.
Hala bıraktığın yerde kitabın.
Bu kadar küçük müydü evim?
Nereye dönsem sana çarpıyorum.
Yara aldıkça, kanıyor ruhum.
Saatler yine sensizliği gösteriyor.
Demleniyorum ıssızlığında.
Dokunulmaz şimdi hüznüm.
Susturuyorum hayatı.
Masada yalnızlığım ve ben.
Kokunla sarhoşum, anılar mezem.
sevdiğin türküleri söylüyorum hıçkırarak
öksüzlüğüme ağlıyorum sevgili.

Sen gittin
Ve sen kök saldıkça ruhumun derinliklerinde
Ben sen oldum çoğaldım, büyüdüm.
Ahh cana susayan sevgili!
Ben hiç sırtımı dönmemişken sana
Sen gidişin kadar hep korkaktın.
Oysa direnmekti sevmek.
Madem ki gitmek istedin, peki..
Kayboluşum, kimsesizliğim
Matemim, can çekişim, kıyametim,
Bil ki, istemiyorum dönme artık geri.
Sen bile dolduramazsın artık bendeki yerini..

EzHeR

Gitmenin Manifestosu

Gidersin!

Bıçak kemiği kesmiştir çoktan
Düşünmenin zamanı değildir…

Bir hırka yanına
Bir şort, bir tişörtü
Bir sırt çantasına doldurup
Birde en sevdiğin kitabı alırsın

Unutup ne varsa
Hayatı sıfırlayarak
Çıkarsın geçmişinden

Kozasını yırtan tırtılsın
Sen artık eski sen değil
Kocaman kanatlarıyla
Bir kelebeksindir

Titrersin
Korkacaksın elbet
Doğası gereğidir
Korkacaksın

Ama başın diktir
Kararından eminsindir
Dünya tersine dönse
Sen geri dönmezsin

Sokak sokak düşünürsün
Cadde cadde yorulursun
Bir de yağmur yakalar yolda
Bir tanıştan emanet şemsiye
İmdada yetişir, şaşarsın

Anneni aramaya utanırsın
Kardeşlerini aramaya çekinirsin
Yıllar vardır akrabandan soran olmamıştır halini

Yine bir tanışın yetişir imdadına

Davet eder, gidersin,
Ucundan oturursun koltuğa
Bekâr adam, kahvaltılık hazırlar
Bilse, becerebilse yemekte yapar

Çay, kahve bol muhabbet
Gece ilerler, söner lambalar
O uyurda seni uyku tutmaz

Hatırlarsın birden
Ne kadar alacağın varsa
Ve eşe-dosta akrabaya
Verip unuttuğun paralar
Gelir kuruş kuruş aklına

Lazım olmadığında hatırlamazdın

Sonra sızarsın

Kabûs görmezsin, ama karışıktır rüyaların
Yâr koynunda geçirilen gecelere benzemez
Evlât öpüşüyle uyanmazsın o sabah

Sesler duyarsın mutfaktan
Erken kalkmıştır arkadaşın

Seslenir seslenmez, asker gibi
Fırlarsın uzandığın koltuktan

Yüzünü yıkarken aynada
Tanıyamazsın kendini
Kaybolursun
Dalarsın

“Sofraya buyur” der dostun

Yine kahvaltı sofrasıdır
Bu sefer taze ekmekle
Gazeteler günlüktür
Üzerine sohbet

Anlatır, sorar arkadaşın
Sen akşamın planlarını yaparsın
Canın sıcak banyo çeker belki, söyleyemezsin

Konuşmak istesen de zorlanırsın

Özgürlüğünün
İlk ve değersiz bedelleridir hepsi
Daha büyüklerine hazırlanasın diye
Selin sesidir bunlar, çığın uğultusudur

Mecbur güçlü
Çok güçlü olacaksın

Öğle yemeğine ısrar eder arkadaşın
Vefasına minnettar, ayrılırsın
Son paranı bir akşam evvel
Beklerken kahvehanede
İçtiğin çaylara vermişsindir

Borç alırsın biraz
Teşekkür eder, çıkarsın sokaklara

Haykırmak
Bağırmak gelir içinden
Yapamaz, mırıldanırsın

Elveda biriktirdiklerim
Merhaba yeni hayatım
Merhaba bilinmeyen geleceğim…

Anasını… Satayım şâirliğin!

Neyzen Muharrem Dere (neyzence)