Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
Şub 23
Ağlarım ağlatamam
Şub 23
başkaya acele iki bilet
Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini hayat halleder
Her kelimen bir zahmet başka coğrafyadan olsun
Sen başka coğrafyadan o Etin kokun başka başka dil
Yahu benim dediğim o değil Sen üzgün gezegen ol diyorum
Bacakların güzel olsun Yüzün gözün önemli değil
Öpüşmesen de olur Beni zaten herkes öpüyor
Sevişmesen de olur Beni zaten herkes seviyor
Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini tanrı halleder
Yok öleceksen söyle başka sevgili bulayım eşten dosttan
Yani aslında ölmesen de olur Zaten herkes bugünlerde başka ölüyor
Herkesin de ölmesi de değil mesele Sen tüm aşka egemen ol diyorum
Sonra sarılır sarılır uyuruz Aman ne romantik ama ne
Bırak fincan kırılsın Tabaktaki fal ikimize de yeter
Bu gece kar yağacakmış Biraz üşürsem yalnızlığımız geçer
Hatırla dizlerine yatıp sana sorduğum sorulardan ilki:
Yıldız ibikli kaç tavuk çalabilir kalbin kümesinden bir tilki
Başka soruları düşünme Bu aralar nedense herkes başka fikirde
Gülün, karanfilin derdi yoksa o renk cümbüşleri ne diye
Ekose pantolonumu, spor ayakkabılarımı, yeni gömleğimi giydim
Başkasına gitmene gerek mi var Ben geliyorum seninle
Kaç dil biliyorsan o kadar uzaklaşırız Yol ve mevzu bulmak kolay
Bakarsın kötü arkadaş da ediniriz börtü böcekten itten kopuktan
Yahu benim dediğim o değil Bir anlasan gerisini başkaları halleder
Düşünsene oturup sabaha kadar bunları konuşmuşuz Yalnız ikimiz
Dışımızda başka kim varsa Hepsi kaybolmuş Medeniyetler seviyesinde
Kaç dil biliyorsun Benle o kadar konuş Gerisini sokak halleder
Şub 23
Hayır duası
Dilencinin avuçlarında acı birikir de
Yangınlara benzeyen günler yaşarım
Yoksulların gözyaşları dökülür defterlerime
İntihar etmek için çıktığım kulelerden
Yaşamayı öğrenerek inerim
Göğsüm kendine yetmeyen aşklara mezar olur
Defterlerimin sayfalarında çocukluğumu
gizlediğim ormanlar iç çeker
uykusu kaçar ölülerin
satırlarına sığındığım kitaplar kilitlenir
menzilinde yaşadığım nefret bulaşır
kelimelerime
ziyan olur bütün sözlerim
yüzümün gürültüsüyle rüyalarım dağılır
bir gölge kalır benden geriye
Işısın içimdeki kandil
Beni öldürenler uzun yaşasın
unutkan bir yürüyüşe dönüşsün
adımlarım
yeşersin dudaklarımda kuruyan şiir
Gözyaşı ve keder
Kan ve irin
Kin ve Öfke
hepsi geçer hepsi geçer
hepsi
Dönme vakti gelmedi mi?
Annem tuz almaya göndermişti beni
Şub 23
Rüyam Gördü Seni
Çöl…
gün uçtu
göz çelerip
kapanana dek
“maviye gel!” diye bağırıyordu adamın biri
elinde bir parça puslu gök
suflör unutmuş çoktan, bir eski replik
“aşkım onurumdur, düşürmem!”
dur! bekle…
biraz daha ölme’sen
yeni bir hüküm biçelim
bu şarabî kumaştan, sek!
vardır herkesin bir leylâsı
-âmennâ-
ama çöle…
…kays gerek!
Vaha…
sürüleyim istedim, içindeki gurbete
gül uğrusu sabanınla
ağzımda günâşık tohumları, tırrım tırrım trampetler
otların zamanı örttüğü o yerde:
şeb-i yeldâ’dan da uzundu gece, upuzun
şaraba durduğum, kıyâma durduğum, aşka durduğum
usulca batardı aramızda bir ada
göğsünün eterinde kırkikindiler
halil ibrahim sofraları
ikrâr ile, ikrâr ile
sürdüm kendimi ağzına
ağzın ki kutlu yenilgim, şenlik ateşim
-ah, o kalabalık tenhâ!-
kim ister çarpışmayı bir yıldızla?
ben, istedim!
Ilgım…
ne zaman saysam göğü bir kuş eksik
kaç kuş saydıysam biri fazla göğünden
huysuzum ah, kırılma kusurum
yokluğun kaç ülke eder
kırlangıç uçuşu?
yordum yoruldum, duydum ki
en güzel ergânunlar susarmış
uykusuz bir güneşin değdiği
-tâbiri câiz
izi kelâm!-
saklanma boşuna
rüyâm gördü seni
Perihan Baykal
Şub 23
Ben Sensizliği Yalnızlık Sanmıştım
yalnızlıklar
‘insana en yakın yalnızlıktır insan’
ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde.
(yalnızlık bende bensizlikti oysa;
ya da bende birçok ben.)
neresinden bakılırsa bakılsın,
her cümlede bir çift göz vardır
ve her noktada bir insan.
o insan ki, bakar bize ve ötemize;
ve o insan ki, giyindiği zamanın gerisinden sorar
hep
kaygılanır, duraksar ve sessizdir;
ve geldim demenin bir sessizliği varsa, öpüşelim
demenin, sen hala gitmiyor musun demenin ya da
ölmek istemenin bir sessizliği varsa,
kelimeleri de vardır sessizliğin
duruşun kelimeleri vardır;
bakışın, uzanışın,
gülüşün…
ama, yalnızlığın kelimeleri yoktur.
o, bütün kelimelerden oluşmuş bir kelimedir.
yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez,
birikir kalem uçlarında, kağıtlarda, zarflarda.
bakışlarda birikir, susuşlarda, bekleyişlerde, kapılaarda
ve birikim yüktür her zaman,
yalnızlık bir yükün ağırlığıdır.
yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından
o nesnenin kucağına gezdirirken,
yürür yada koşarken,
coşarken ya da
deli dolu yaşarken
ansızın ölümü istemektir yalnızlık;
kendimizin kendimize sağırlığıdır.
masa çırılçıplaksa bir sandalyeyi gösterir bize
siyah beyazı, beyaz siyahı gösterir.
uzatmıştır parmağını bir çocuk, uzakları;
uzaklarsa çocuğu gösterir.
ottur taş dibinde salınır boyunca, rüzgarı;
rüzgardır çullanır üstüne
otu gösterir.
adımlarımızın ürkekliğidir,
basacağınız yeri;
kuştur gökyüzünü,
gökyüzüdür kuşu gösterir.
ne
neyi
neyle örterse örtsün,
her şeyin bir göstereni vardır.
yalnızlığı gösterense, her şeydir.
yalnızlık alıp karşına kendini
öteki kendinlerle konuşmaktır
bakışmaktır öteki kendinlerle;
dövüşmektir.
kimi zaman da, öldürmektir
içlerinde en çok sana benzeyeni,
benzemiyor diye.
yalnızlık, öldürmektir.
ben sensizliği yalnızlık sanmıştım bir keresinde.
sensiz kalmamak için sendim o vakitler;
yüzün gelirdi bir yerlerden bir ülke,
kokun gelirdi bir bahar
ve gülüşün gelirdi bir düş gibi,
ille de kendi kendine vurmuşluğun gelirdi de;
ben hep şarkı sanırdım gökyüzünü
kim bilir kimin söylediği.
ıssız teknelerle kıyılarıma koşardım hemen,
bakardım (bakmak uzanmaktır);
atlaslar yırtılırdı düşümün bir ucunda,
bir ucunda ben;
ve suların unuttuğu yunus hıçkırıkları vururdu alnıma
dudaklarımdan tuz kervanları yürürdü.
kervanlar ki, birer seraptır harami günlüğünde.
ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.
sensiz kalmamak için sendim o vakitler;
seni uyuyordum sürekli,
seni içiyordum çay diye,
cennet diye seni düşlüyordum
-ki, sen yeşil çıplak bir yeşildin gözümde
cennetten damıtılmış
(oysa cennet, gelecek korkusunun
en düşsel çocuğuymuş, uzaktan emzirdiğimiz);
ve çarşaflar dillenince ayak seslerinde,
çıldırıp dağlarıma çıkıyordum ben;
dağlarım sendin.
gece gece yatak yalnızlıkları vardır bu yüzden,
masa yalnızlıkları vardır sandalye sandalye,
mutfak yalnızlıkları,
düş yalnızlıkları
ve gülüş
ve iş
ve bakış
ve söyleyiş
ve susuş,
hatta park, cadde ve duruş,
sonra dökülüş,
sonra yerlere kadar bükülüş
ve gidiş geliş
ve yöneliş yalnızlıkları vardır.
ölümün yalnızlığı yoktur ama;
ölüm, bir başına yalnızlıktır
yalnızlık kendini her gün yıkıp her gün kuran
çok eski bir handır.
taşlarında yüzyılların parmak izleri vardır,
burçlarında göğü;
ve odaları birer andır.
kilidi zamandır bu hanın,
pencereleri dışarıdan çok içeriye bakar,
kapıları dışarıdan çok
içeriden azdır;
hanlar ki yorgun yolcuların çaldığı
yitik bir sazdır.
gece gündüz seninle gezer yalnızlık;
adımlarının önünde düşlediğin
adımlarındır kimi zaman.
biraz sonradır yani;
sen buradayken
mutfağa gidip sana dönen sendir.
kapıyı kilitledim mi’dir yürüdükçe,
musluğu kapattım mı’dır.
ya da kollarının salınımında
bir afişin rengini duymaktır ansızın;
bir tekerleğin ağırlığını
ayak izlerinde görmektir.
yalnızlık düşen bir bardak sesidir
dönüp baktığın,
kırılan şarap şişesidir ya da
ağzındaki cümleyi kana bulayan.
yalnızlık hadi gidelim’dir çoğu kez,
hadi n’olursun.
ister içinden bakılsın ister dışından,
bütün pencereler
birer yalnızlıktır ev denen yalnızlığın yüzünde.
çatılara üşüşen antenlere bakmayın, yalnızlıktır;
camları titreten şu müzik,
şu perdeler
ve omzunuza çarpıp geçen şu bıyık,
şu bira kasaları sonra,
şu mikrofondaki ses,
şu gülüş,
şu öpüşme
ve bütün alışverişler
yalnızlıktır.
gece, gündüz sizinle gezer, yalnızlık.
kimileri düşer yalnızlığa,
kimileri yükselir.
düşenler için ufuk yoktur artık;
bütün renkler beyazdır,
sesler birdir
ve yarın belki’dir,
dün şüphelidir,
bugün nerededir?
üstelik, sular kaskatıdır,
yönler düğümlenmiştir.
ve aynadır her şey;
tozludur anılarla,
kat kat kirdir.
düşenler için yalnızlık,
durup dinlenmeden akan susuz bir nehirdir
ben neyi yalnızlık sanmıştım bir keresinde?
sulardan bana akanı bilmiyordum o vakitler,
elmalardan, vitrinlerden, bebeklerden
bana akanı bilmiyordum.
pencere camı çatlasa
içimde bir cam fabrikası yıkılırmış bilmiyordum.
güzelliklerim güzelliklerinizdendi
güzelliklerimi bilmiyordum.
çirkinlikler varmış insanı büyüleyen,
bilmiyordum.
“gözün gördüğünü el, elin gördüğünü göz görmezmiş”
bilmiyordum.
nesneler adama tasma takıp gülermiş,
bilmiyordum.
bütün şarkılar aynı makamda okunur
ayrı makamda dinlenirmiş
ve susmak da bir şarkıymış
bilmiyordum.
Bütün şarkılar aynı makamda okunur
ayrı makamda dinlenirmiş
ve susmak da bir şarkıymış
bilmiyordum.
Ben yalnızlığı ne sanmıştım bu keresinde?
Şub 23
Beni Aşka Terkettiğin İçin Seviyorum Seni
bir sır -çocuksun, yalnızca aşk açık sende,
ne sen kalıyorsun ne o, aşktan başka
biri yok, gel, aşk istediği için varsın,
ne onu kurtarıyorsun ne kendini, aşktan başka
biri yok, git, aşk istediği için yoksun
ayrılıktan değil, taşıdığı saflıktan konuşursun;
ayrılık sana dönmektir, yeniden bana
ruhumuz öpüşür ya, başkasındayken ağzımız,
gövde gözaltındadır, oysa ruhumuz sere serpe
seni senden beni benden bağışlar birbirimize
bir sır- çocuksun, aşkla açıyorsun kullandığın her şeyi
burda değilsin, çoktan çekilmişsin ve seninle
gitmiş senin olan, her zamankinden çoksun bu evde,
çünkü aşk hepimizden çalışkandır, ben duruyorum
vefa aşk listesindeki ceza nöbetine
bu karanlıkta daha iyi görüyorum seni
aynı tünelden geçiyorsun gelişte ve gidişte
kavuşmaya, ayrılığa aynı yolu kullanıyorsun,
beni büyüten aşktan söz ediyorum, yolculuğa övgü,
zaman yok ki aşktan başka, uykusuzluğa övgü,
bir sır- çocuksun, baştan çıkarır gibi açığa çıkardın beni,
ayrılık mı; beni aşka terkettiğin için seviyorum seni!
Haydar Ergülen
Şub 23
Güzellik Uykusu
İbrahim bey bu gece eve gelmedin
Kaç kez açıldı senin için kimdir o penceresi
Farkında mısın bilmem
Düşmansız yaşamak köreltiyor adamı
Ve insanı yoruyor başkasının şarkısı
İşte bundan dolayı düşmanı püskürtmekten
Vazgeçip susuyorum ve tüfeği alnıma
Kaş diye çatıyorum.
A benim
Oğulotu bitmeyen topraklarda
Şaşırıp kalan kalbim
Senin Türkçen yok mu, anlatıyorum işte
Bir kuş kalbi misin ki ürkmek için bahane
Arayıp duruyorsun.
Bize dönecek oysa o güzel ölüm
Yatacağız beraber güzellik uykusuna
Her gün bahar olacak ve onun temizliği
Yeni yıkanmış tül perde ne ki
Benzetecek bizi dağların doruğuna.
Ölümden korkuyor musun diyor okurun biri
Neden korkayım, ona ne yaptım ki
Bir kez olsun binmedim saltanat kayığına
Ve ömrüm boyunca
Heyelan bölgesinde yaşadım sanki
Başım çatlıyor bakalım ne çıkacak:
Toprak bile yaşlanıyor demek ki…
İbrahim Tenekeci
Şub 23
Kadın Erkeğin Geleceğidir
Kadın erkeğin geleceğidir
Renktir kadın onun ruhunda
Uğultusudur sesidir onun
Yoksa kadın eğer bir küfürdür erkek tanrıya
Meyvası olmayan bir çekirdektir yalnızca
Dili korkunç rüzgarlar estirir o zaman
Harap eder hayatı tahripkardır
Mahveder kendini kendi elleriyle
Söylüyorum işte size
Erkek kadın için doğmuştur aşk için doğmuştur
Değişecek bu eskimiş dünya değişecek
Önce hayat sonra da ölüm
Ve bütün birlikte paylaşılan şeyler
Hayatın ilk adımları ve kanayan buseler
İşte o zaman görülecek erkek ve kadın çiftinin hükümranlığı
Portakal ağaçlarının nasıl yeryüzüne bir kar gibi yağdığı
Louis Aragon
Şub 23
Aklım Takıldı
Aklım takıldı!
Bir şey diyeceğim!
Yok, yok demeyeceğim!
Vazgeçeceğim!
Aslında başka bir şeydi söylemek istediğim.
Yazdım, sildim.
Yazdım, sildim.
Seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla! Hisset ya da.
Yormak istemiyorum artık hiç kimseyi. Yorgunum zira! Yeniden kurasım yok hiç, aşka dair cümleler. Kelimeleri yan yana getiresim yok bir de, kendimi anlatmak için.
Sen anla!
Konuşmak istemiyorum kısaca. Konuşacak ne var ki? Benim sana gelene kadar ne yaptığım mı, senin bana gelene kadar ne yaşadığın mı?
Saçma!
Ne geçmişe aidim artık ne de geleceğe ve kaçırmak istemiyorum şu anı da, olmuşların, bitmişlerin, gelmişlerin, geçmişlerin laf kalabalığında. Olacakların, biteceklerin ve geleceklerin kurgusunda ya da.
Ama şimdi burada, seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla!
Ne şu andan öncesi ne şu andan sonrası Dedim ya; bir tek şu anın ciddiyetindeyim.
Hayallerim yok sana uzun uzun anlatabileceğim ama çok istersen kurarım tabi senin için ve illâ merak ediyorsan hatırlarım elbet canımın yanmışlığını da zira unutmuş değilim.
Ruhumda dikiş izlerim.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için! Hiç söylenmemiş sözler duymaya ihtiyacım var, ve belki yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var, yetmiyor bildiklerim.
Şimdilik, baş edilir gibi değil içime çekilmişliğim.
Sözlerini duyuyorum; düşüncemi zorlayan, aklımı sana uçuran. Her anlamaya çalıştığımda merak edilen oluyorsun. Anlamak istemiyorum merak etmekten korktuğum için!
Yoksa buradayım yani, yörüngendeyim.
Masallar tadındayım. Zehirli elma hevesindeyim! Bul beni! Lakin ne soru istiyor canım ne cevap. Ne bir beklentim var ne de bir söz verebilirim.
Bulursan, sadece bulduğuna sevineceğim! Ve eğer geleceksen, seni burada bekleyeceğim.
…
Özür dilerim bu kadar yorgun olduğum için!
Can Yücel
Şub 23
Anladık…
Biz seninle…
varoş bir mahallenin
beğeneni çok alıcısı yok.
en gösterişli vitriniydik
bir taş darbesiyle
tuz buz olduğumuzda
anladık
su geçirmez değildi hayat…
Biz seninle
eski bir cami avlusunun
sahipsiz iki güverciniydik
ezan sesiyle başlardı
güne öksüz uyanmalarımız
dualarımız ağladığında
anladık…
annemiz değildi
her başımızı okşayan
Biz seninle…
ıssız bir kentin
tek ıslık sesiydik
kendi sesine yabancı
birbirine sevdalı…
şehir dirildiğinde
anladık…
aşktı bizi kör ve sağır eden…
Esra Ezher