– Artık seni düşünmemeyi başardığım günler oluyor. (Soğuk Dağ)

– mektuplarımı aldın mı?
– üç mektup aldım, yanımdaydı, verdiğin kitapla birlikte
– ben yüzüç tane göndermiş olmalıyım
– bana yazdın mı?
– her fırsat bulduğumda, eğer almadıysan özetleyebilirim
– hayır
– ”umarım iyisindir, umarım düşüncelerindeyimdir, karanlık bir yere kaymamı önleyen şey sadece sensin”
– ben bunu nasıl yaptım, birbirimizi tanımıyorduk bile, sadece birkaç saniyeydi..
– binlerce saniye… ve her biri küçük bir kese elmas gibiydi… gerçek veya sahte olmaları önemli değildi, boynunun şekli bu gerçek.. seni kollarımın arasında hissedişim, kendime çekişim.. bu gerçek…

‎”bazı dinlerde üç kez seninle evleniyorum demen yeterliymiş ve evleniyormuşsun..

– seninle evleniyorum..
– seninle evleniyorum..
– seninle evleniyorum..”

– Artık seni düşünmemeyi başardığım günler oluyor. (Soğuk Dağ)

Uzun Yağmurlardan Sonra

sen yağmurlu günlere yakışırsın
yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
ıslanan yapraklar gibi yüzün ışır
ışırsa beni unutma

alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
her şeye rağmen ellerin üşür
üşürse beni unutma

yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
kahredersin başın önüne düşer
düşerse beni unutma

Gülten Akın

Uyu Artık

Yorgun musun?
Yattın mı?
Uyu—
Düşünme beni.
Ben ki
Hiç düşünülmedim senden önceleri.

Senden öncesi:
Düşüncesi kızgın kumlara serpilen
Azgın yellerle savrulan
Bir damla gibi—
Bir söz gibi:
Sağır kağıtlara serilen
Sessiz dudaklardan dökülen.

Ben, zaten
Hiç söylenmedim ki senden öncesi.
Uyu artık—
Söyleme beni.

Yattın mı?
Yorgun musun?
Biraz kıpırdaşan uyumadan önce—
Bilemesen
Nereye koyacağını ellerini,
Biraz oynatsan bileklerini
Düşünürken beni
Uyuyamadan önce—
Bilsen
Nasıl özlediğimi ellerini
Bileklerini.

Oruç Aruoba

Aynı Bardaktan İçmeyeceğiz

Aynı bardaktan içmeyeceğiz
Ne sıcak şarabı, ne suyu,
Kuşluk vakti öpüşmeyeceğiz,
Pencereden bakmayacağız akşama doğru.
Sen güneşle soluklanıyorsun, ben ayla,
Ama düştüğümüz aynı sevda.

Sadık ve sevecen dost, benim yanımda,
Senin yanındaysa neşeli bir sevgili.
Gri gözlerindeki korkuyu anlıyorum sanma,
Ve bu çektiklerimizin sensin sebebi.
Sıklaştırmıyoruz ayaküstü buluşmalarımızı.
Ne çare ancak böyle koruyabiliriz huzurumuzu.

Şiirlerimde yalnızca senin sesinin ezgisi duyulur
Senin şiirlerinde benim soluğum eser.
Bir ateş ki, ona kim dokunur,
Buna ne korku, ne unutuş cesaret eder
Ve bilsen nasıl hoşlandığımı
Seyretmekten senin kuru, pembe dudaklarını.

1913

Anna Ahmatova

Uyuyan Park

Uykuya daldığında sessizce çektim ellerimi
Örttüm düşlerini
Ve gözkapaklarının altında gizlenen bala daldım
Dualar ettim dermanı kalmayan ayaklara
İki büklüm oldum, kalp atışlarına karşı
Bir buğday gördüm, mermer ve bakır üstünde
Bir damla kan süzüldü gözlerimden
Titredim
Evet, yatağımda uyuyordu park

Kapıya koştum
Hala uyuyordu birtanem, canım
Dönüp bakamadım
Eski ayak seslerini duydum, yüreğimin zilini
Kapıya koştum
– O ise anahtarı çantasında
Bir aşk meleği gibi uyumakta-
Yağmurlu bir gece,çıt çıkmıyor yollarda
Onun kalp atışlarından ve yağmurdan başka
Kapıya koştum
Kapı açılıyor
Çıkıyorum
Kapı kapanıyor
Gölgem çıkıyor ardımdan
Madem ki yabancısıyım artık anılarımın ve evimin
Neden “elveda” diyeyim?

Merdivenleri indim
Çıt çıkmıyor
Onun kalp atışlarından ve yağmurdan başka
Ve onun ellerinden sefer arzusuna doğru
İnişe geçiyor adımlarım

Ağacın yanına gittim
Burada öpmüştü beni
Burada çarpmıştı beni
Gümüşümsü karanfilimsi yıldırımlar

Burada başlıyordu onun dünyası
Burada bitiyordu…
Soğuk mu soğuk civa gibi birkaç saniye durdum
Yürüdüm
Duraksadım
Sonra yürüdüm
Adımlarımı ve belleğimi toplayarak
Yürüdüm “ben” le birlikte!

Ne veda ne de ağaç!
Uyumuştu pencereler ardındaki kösnüler
Uyumuştu tüm ilişkiler
Uyumuştu pencereler ardındaki ihanetler
Uyumuştu bilimadamları!

Rita uyuyor
Uyuyor
Uyandırıyor düşlerini
Sabah, öpücüğünü alacak
Yine gün doğacak
Sonra kahve yapacak bana
Ve kendine sütlü kahve
Yine aşkımızdan söz edecek
Belki bininci kez
Yine yanıtlayacağım
Sabah kahvemi hazırlayan o ellerinin
Kurbanı olayım o ellerinin

Rita uyuyor
Uyuyor
Uyandırıyor düşlerini
– Evlenecek miyiz?
– Evet
– Ne zaman?
– Askerlerin keplerinde
Menekşeler göverdiğinde!

Sokaklar
Gazinolar
Pastaneler
Kaldırım kahveleri
Gişeler
Hepsini turladım birer birer
Seni seviyorum Rita, seni seviyorum
Sen uyu, ben gidiyorum
Taş yürekli bir kuş gibi nedensizce gidiyorum
Cılız bir rüzgar gibi nedensizce gidiyorum
Seni seviyorum Rita, seni seviyorum
Sen uyu ben gidiyorum
Sen uyu
Soracağım tam onüç kış sonra
Soracağım:
Uyuyor musun hala?
Yoksa uyandın mı Rita’m!
Rita!
Seni seviyorum Rita’m!
Seni seviyorum!!!

Mahmud Derviş

Seni düşünmeyi sevdim önce

Seni düşünmeyi sevdim önce
Sonra görmeyi sevdim
yakmanı
yanmayı
dokununca ellerimdeki yangını sevdim

vakitsiz aşklar savurdum
vakitsiz sonbaharlara
dirgen uçlarında
kara bulutlar biriktirdim
yağmurları göz pınarlarımda

sonra sesini sevdim
dinlemeyi
tınını
duymayı
sözlerindeki söylemeyişleri sevdim

uçları kanlı mermiler düştü düşlerime
uykusuzluklarımdan
yorgundum
emanetti nefesim
zamanı değildi seni istemenin
kokunu okşuyordu iki elim
birikmiş
söylenmemiş sözlerine taliptim

ve gözlerini sevdim
demir attığım gözlerini
görmeyi
bakmayı
diner sandığım fırtınalarda
gözlerinde sulara gömülmeyi sevdim

birkaç kadehe sığmıyordu acılar
esrik kayboluşlarım bundandı gece yarıları
adı unutulmuş sokaklarda
hüzünler büyütüyordum gök kuşaklarında
beyaz bir tek kağıdımda kalınca
sebepsiz kırılıyordu kalemin ucu
ay kırıkları batıyordu ayaklarıma
kumsalında dolaşınca
gözlerin düşüyordu yollarıma

hiç söylemedim
ama ben seni
– bilirsin ölüm vardır ayrılıklarında –
bir merminin kovanını sevdiği kadar sevdim

yatak odasındaki kırmızı ışık kadar sırdaş
bir kentin ışıkları kadar bilge
keskin bir bıçak sırtı kadar yakın
çığlıkları suskun bir kadını sevdim

sonra seni ummayı sevdim
içimdeki kanamayı
bildiğim tüm küfürler dil ucumda
anla işte
ben seni sevdim

yalnız senin olduğum bir ayindeyim şimdi
dualarım yollarına serili
sana uykusuz

ve yedi rengindeyim seni özlemelerin
bu yüzden cümle yollarım kördüğüm
cümle sokaklarım çıkmaz

yara acır
kan acımaz

Orhun Basat

gözleriniz

gözleriniz
yalnızlıktan kıyıya sokulan deniz
kayan yıldızlar barınağı
dün
günün üşüdüğü yerde
yüreğimdeydiniz.

(gölgelerdir gündüzleri saçma kılan
karanlıkta bulur kendini gerçek yaşam
biz karanlıkları giyinen
gözleri ışığa dayanıksız
hüzün böcekleriyiz)
bilmeliydiniz

gözlerinize düşmeden önce
yıldızları ben düşürürdüm gözlerinize
artık dirilmem söz konusu değil
yalnızlığın dipsiz sularında batık bir gemi
rüzgarlarla sürgünüm
gecelerinizden firari

barışçıl bir umutdu gökkuşağı aramızda
ama çaldırdım renklerini hoyrat bir geceye
üzgünüm
siz çıkıp gelseniz bari.

çok kolay aslında unutmak
açıkta olmasa göbeğiniz – üçüncü gözbebeğiniz –
ve beni öldüren kokunuzu sürüp
hüzünlü bir şarkı mırıldanarak
papuçlar elinizde yalın ayak ve arzulu ve çıplak
yüreğimin sokaklarından geçmeseniz…

Orhun Basat

Yoksun Ya

Sen yoksun ya, denize düşüyor martılar.
Sıcak bir kurşun gibi çıldırasıya gideceğim;
Kim ölür diye düşünmeden,
Ölümüm, kimin son nefesinde yaşam bulur,
ve ben daha kaç kez geberirim gitmeden?..

Güller karanlık ağlar!
Sabahlar uyanmadı sensizliğe,
Küflenmiş bekleme salonları gibi yerli yersiz ihtiyar;
ömürlerce beklemiş bir çift göz gibi…
ve bir bank yalnızlığı var şehrimin göğüs cebinde;
Kollarını sıvamış bir yakamoz,
Akşamdan kalma birkaç yıldız var gökyüzünde…

Bu ne ıssız tesadüf böyle!
Sen bir an aklımdan çıkınca, özlemiyoruz birbirimizi, ikimiz de;
ikimizin de aklına gelmiyor hiçbirimiz…
Söyle;
Bu ne vicdansız gidiş,
Bu ne haince bekleyiş böyle.

Papatyaları da sen mi kopardın?
Gülleri sen mi yoldun gözlerinden?
Gidişlerin sende kalsın;
Gülüşlerin nerde?
Sen yoksun ya, kalbimin üzerine ceketimi koyacağım;
Gelen yerleşmesin
Hani sen yoksun ya, şehrim dağınık, duvarlar yok…
Soğuk sararıyor biraz,
perdeler tutuşuyor, pencereler biraz kırık,
sesimin geri kalanını cebime koyuyorum,
özlediğim yeter; Dön artık!..

Mehmet Şahin

Aşk, çünkü

‘aşk’,çünkü, önemsiz;giderek,değersiz bir şeydir: kişinin ‘başına’,nedensizce;hatta,nesnesizce ‘gelir’ : neden şu kişiye aşık olmuşsunuzdur; kimdir,aşık olduğun –belirsizdir- çünkü,yalnızca bir ‘etkilenim’, bir ‘tutku’dur işte : bir tutulmuşluktur…

sevgi ise dünyanın en önemli;giderek de(enderliğinden mi acaba-herhalde…) en değerli şeydir – çünkü, kişinin bilinçle ve tam da belirli bir kişiye yönelik,bulunabileceği en yoğun ve en yalın – anlamlı;amaçlı- eylemidir.

düşün: sevgi,eylemdir.

Oruç Aruoba

Bir akşam kuruyemişçiye gider,

Bir akşam kuruyemişçiye gider, kuruyemiş alırsın. “Ayrı mı olsun, karışık mı?” diye sorar satıcı. “Karışık” dersin: biraz beyaz leblebi, tuzlu fıstık, badem, Şam fıstığı (kabuklu; kabuksuzu çok pahalı), biraz da fındık -tuzla kavrulmuş. Satıcı kesekağıdını doldurur, sallar, içindekileri iyice karıştırır. Evde, kesekağıdını büyücek (yeterli büyüklükte) bir -cam- kaba boşaltır, içkini koyar, çalışma masana oturursun. Önce leblebileri teker teker ötekilerin arasından seçer, avucunda toplarsın -bir yandan yer, bir yandan içersin (-bir yandan da yazacağını düşünürsün). Kapta hiç leblebi kalmadığından emin olunca (iyice karıştırırsın kabı, emin olmak için; emin olmalısın), fıstıklara geçersin, onları da teker teker seçer, toplar, birer birer, kabuklarını kül tablasına ayıklayarak yersin; onlar bitince (iyice emin ol), bademleri, onların da kabuklarını ayıklayarak (hepsi ayıklanmaz; ayıklanmayanlarını öyle kabuklu yersin; sonra Şam fıstıklarını seçer (kabukları açılmayanları kül tablasına atarsın) -o arada, yazacağını düşünmeye epey uzun aralar verirsin); en son da pek sevmediğin fındıkları yersin; zaten yalnız onlar kalmıştır kapta; onları ayıklaman da gerekmez -bu arada içkin de bitmiştir. Yaşamı anlamaya başlamışsındır. (-Şimdi ne yazacağını biliyorsun.)

Oruç Aruoba