Irmak boylarında,
su mercimekleri nasıl büyür
suya sezdirmeden usulca,
sevdam öyle büyür
sana sezdirmeden sessizce.
Ki Tomonori
Şub 23
Şub 23
Kişi, kendi birliğini ancak çatışmalar içinde bulabilen varlıktır.
Yaşam kişinin kendi alanıdır, ama yaşam- zindandır çoğunlukla; bazen bile değil.
Kişi hep başkalarının varlık bedelini öder. Kendi bedeli hiç yoktur zaten kişinin; ödediği hep başkalarının bedelleridir.
Kişi ‘Zaman dışı’ dır hep – Bu yüzden kendine zaman bulmak, çalmak zorundadır.
Kişi erteleyendir. Değerlendirmelerini; dolayısıyla ulaşacağı sonuçları; dolayısıyla vereceği kararları, dolayısıyla bulunacağı eylemleri, ve dolayısıyla, ne olacağını hep erteleyen.
Kişi hep, kendi yaptıklarıyla, olmayı istediği ‘kişi’ ile ‘kendisi’ arasında setler çeker.
Kişi ‘istem’ ile ‘olma’ arasında gidip gelen bir olumsuzluktur: Hep istemediğini olan; olduğunu hiç istemeyen – istemediğini hep olan; istediğini hiç olmayan – hep olduğu, hiç istemediği olan.
Kişi, susuyorsa, ya çok az şey biliyordur, ya da çok fazla.
Kişi, anımsadığıdır.
Kişi, kendini bir türlü bulamayıp, boyuna dünyayı ve nesneleri kurcalayandır.
Kişinin, kendi üzerine soruları arttıkça, yanıtları azalır. ( Zaten tersi doğru değil mi: Kendi üzerine bütün yanıtları” bilen” kişi, kendini hiç sorgulamamış kişi değil mi ? Yani insanların çoğunluğu.)
Ölümdeki hiçlik, kişinin en öz varlığıdır.
Kişi, kendi dibine hiç ulaşamayandır – Boyuna suya dalan ama nefesi yetmeyerek, dibe ulaşamadan hep yeniden, yüzeye çıkmak zorunda kalan.
“Kişi,çıkar” yolu olmayandır: kişinin yolları”çıkmaz sokak”lardır.
Kişiyi kişi yapan, kendisine”sahip olması” yada, sanki yoğun bir çabalama sonucu, kendisini “bulması”
değildir. – kendini aramasıdır; bu arama edimini de sürekli kılabilmesidir.
Kişi ancak kendi kendini atlatarak var olabilir; kendini tam ve sürekli bir bilinç içinde tutmaya çalışan kişi,
ölümün kapısına dayanır…intiharın.
-Bir insan”cinsi”nin özelliklerini yinelediği sürece kişi değildir – ancak yinelenemeyecek, yepyeni bir yanıyla ortalama ”genellik”ten ayrıldığı yerlerde kişi olabilir.
Kişi, bir insanın kendine dönüp dineldiği yerlerde oluşur – o yerlerin toplamıdır.
Kişi, yoktur; yada varlığı yokluğudur.
Her düşünme, kendi yalnızlığının içinden çıkarak gizlice, sonradan gelen yada sonrasından giden düşünme içinde konuşur.
“Roma” kadar engin, derin, karmaşık; yüksek, geniş,dolambaçlı olmakla, herhalde.
Özgürlük budur belki de – sürekli bir yersizlik; sürüp giden bir yol.
Kişi, yaşamı boyu, bir yerde takılıp kalıp, yolda olduğunu sanabiliyor; yada, ters taraftan, sürekli yürüdüğü halde bir yerde durduğunu….
Önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olmaktır; aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak.
Yer de, yön de, yol da, bilinçtir.
Kendi yönünü bulmanın tek yolu, başkalarının yüklerini yüklenerek başkalarının yollarını yürümektir.
Bir yaşam, bir yönün bir yol olup olamayacağının deneme sürecidir.
Yeni bir yola çıkmak isteyen kişi,
eski yerini zorlar
-ta ki, o yer yerle bir ola;
ve yol, yeniden açıla
Ancak kendi (eski) yerini yerinden eden,
(yeni) bir yola çıkabilir.
Oruç ARUOBA
Şub 23
Yaşamın, kendi kendine ağırlık haline getirdiğin
şeylerin altında ezilmenin süreci olacak.
Yaşamı ‘hafifçe’ yaşayabilseydin, yaşamın olayları da
uçup giderler, sana yük olmazlardı – ama o zaman da,
uçucu, boş olurdu yaşamın. Bu yüzden, yaşadığın her
olayı ‘ağır’laştıracaksın; ki uçup gitmesin, omuzuna
çöksün; sen de onun yükünü taşıyasın.
Yaşaman, yaşamın yükünü yüklenmek olacak.
Yaşam, yükleneceğin yüktür.
Yaşamın, yükündür.
Oruç Aruoba
Şub 23
Yaşamın, olaylar ve durumlar içindeyken,
birşeyler yaparken, kendini seyretmenin süreci
olacak.
‘Çelişik’ birşey, değil bu; kişiliğin ‘gelişen’ birşey
değildir ki – ta başından beri (neresiyse o ‘başı’…),
tam olarak vardır; yaşam boyu da, yaptıklarında,
yalnızca, ortaya çıkar, kendini gösterir:
Hem de, hep yeniden aynı sıra içinde çıkar ortaya.
Sen ise bir seyirci olacaksın yalnızca;
‘elinden birşey gelmeye’cek, durumlar, olaylar
karşısında – kişiliğin, ne yaptıracaksa onu yaptıracak
sana; sen de yapacaksın bunu.
.
Yaparken de, hep, yaptıklarını kendin yapıyormuşun
gibi bir izlenim edineceksin – bir yanılsamadır bu.
Yaşam, yazarı da, sahneye koyanı da, başoyuncusu da
sen olan; ama senin yalnızca seyircisi olduğun
bir oyundur.
Ama bu, senin özgür olmadığın anlamına gelmez –
yaşamın, özgürlüğünün alanı olacak: Seyirci, seyrettiği
oyun karşısında nasıl özgürse – her an, oyunun ‘doğal’
sonunu beklemeden, tiyatrodan çıkıp gidebilirse-,
sen de yaşam karşısında öyle özgür olacaksın.
Özgürlüğün, yaşamının farkına varman olacak.
Oruç Aruoba
Şub 23
Yaşamının büyük bir bölümü, yaşamına yön verme çabalarınla geçecek -öyle ki, gün gelecek, bakacaksın, yaşamın,, yön bulma çabasıyla döne döne, yola hiç çıkamamış…
Yaşamın yönünü bulmaya çalışırken, yaşamın yolunu bulamayacaksın.
Yaşamın, yön bulmaya çalışırken, yolsuz kalacak -yaşamın yönünü bulmaya çalışırken, yaşamın yolunu bulamayacaksın.
Yaşamın, yön bulmaya çalışırken, yolsuz kalacak -yaşamın yönünü bulacağım derken, yolunu yitireceksin.
-Sonunda, yaşamın yönünü bulsan -bulduğunu sansan- bile, bakacaksın ki, yolunu yürüyecek durumda değilsin artık…
Yaşamın, yönsüz – yönü olsa bile, yolsuz – kalacak: Yönsüz, hem de, yolsuz yaşayacaksın.
Yaşamının yolu hiç olmayacak; belki, yönü olsa bile…
Yaşamının yolu yok.
Yaşamında hep ‘sahici olmaya, yaşadıklarını ‘sahiden’ yaşamaya — yaşamı ‘sahi’ yaşamaya — çalışacaksın; ama yaşadıklarında hep bir sahtelik arkaplanı, bir yapmacıklık çizgisi, bir uydurulmuşluk havası boy gösterecek.
yaşamın, beklediğinin gelmemesi – ki, işte : senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen olacak.
Yaşamın yalnızca anlaşılamaz, bilenemez olmakla kalmayacak, yer yer, yaşanamaz hale de gelecek:-Garip, çelişkili yönelmelerinle, kendini öyle durumlara sokacaksın ki içinden çıkılamaz bile değil, daha, içine girilemez bile olacaklar.
yaşamdan ne istediğini bilememekle de kalmayacaksın – bakacaksın ki, ne olduğunu bilmediğin şeyler istemişsin; istediğinin ne olduğunu bilmeden de, ne olduğunu bilmediğin şeyler yapmışsın.
Çelişkili eylemlerinle hem kendini hem de ilişkide olduğun kişileri öyle durumlara sokmuş olacaksın ki, sen de onlar da, ne yapılabileceğini bilemediğiniz durumlarda kalacaksınız.
Anlaşılamaz, bilinemez, giderek, yaşanamaz bir yaşam yaşayacaksın – bunu, üstelik, ötekilere de yaşatacaksın.
Yaşam yaşanamaz olacak – senin için de, ötekiler için de…
Yaşamı yaşayamayacaksın-ız.
Yaşamında en zor işin, kendi yolunu yürümek olacak -ve, ilişkin olan, önem ve değer verdiğin kişilere, bunu anlatmak: Yaşamının, yaşadığın kadarıyla, yalnızca senin yaşamın olduğunu; aynı şeyin onlar için de geçerli olduğunu; ilişkide olmanın da, bu temel gerekliliği engellemediğini, engellememesi gerektiğini…
Ama, anlatamayacaksın ki…
-Çünkü, daha kendin bile gereğince anlamamış olacaksın bunu…
Yaşamında, yürüyüp yürüyüp, bir an durunca, çevrene bakıp göreceksin ki, yürüyüşüne şu ya da bu noktada katılmış, bir süre seninle birlikte yürümüş kişilerden hiçbiri yok yanında:–
Sen, bir an, ‘Buradayım’ demek için durunca, onlar, artık, ‘orada’ olacaklar- ‘buradayım artık’ bile demeyeceler sana, ‘orada’larından seslenerek…
‘burada’nda kimse bulunmayacak -‘orada’ndan kimse seslenmeyecek sana…
Şub 23
1.
Ölüm yaşamdan daha belirgindir.
Ölüm yaşamdan daha kesindir.
Yaşam belirsizdir; oysa ölüm,
belirgin ve kesindir.
Hep bir süreç olan yaşam, ölüm anında,
sonunu değil, sonucunu bulur : Ölüm
yaşamın sonucudur – kişinin nasıl bir
yaşam yaşadığı, öldüğü ölümden bellidir.
Ölümü bilen, onun bilincinde olan bir yaşam,
yaşam sürecinin her anında ölümü yaşama katarak,
yaşamı bilinçli kılar – ölümü yaşamdan koparmadan,
ama ölümün yaşamı kaplamasına da izin vermeden,
ölümü, her an, yaşam kılar.
Aristoteles
3.
İnsan, eninde sonunda,
ancak kendi kurdunu besler.
İnsan, kurdunu hak eder.
Insanı yiyen,
hakkını kendisinin hazırladığı kurttur.
Insan, “birbirinin kurdu“ değil,
kendi kendinin kurdudur – “insan insanın“ değil,
insan kendinin kurdu…
(Bu kurt da, tüylü, azman, keskin dişli, hırıltılı “lupus“ değil; kaygan, ufak, kemirgen çeneli, sessiz, kıpır kıpır solucandır.)
Hobbes
4.
Yaşam, yaşayan insanın kendinden kaçmasıdır;
çünkü onun “en-kendi-olduğu“, ölümdür –
yaşamı da, bunun bir değillemesi yalnızca…
Yaşam, ölümü değillemekle, temelde, kendini
değiller, çünkü yaşamın anlamı, ölümde temellenen
bir anlamdır – başka bir anlam da, yoktur.
Anlam, ölümdür.
Ancak ölümü unutmayan; onu
Bir anlam temeli olarak,
kendi dayanağı olarak,
sürekli ’canlı’ tutan bir yaşamdır,
anlamlı yaşam.
“Gallipoli“ Heidegger
7.
Yaşam, kendi kendini, ölüm olarak, isteyendir.
Ölüm de, yaşam olarak yaşanmış, ve, bitmiş olan –
istenmiş, gerçekleştirilmiş – ve tükenmiş olan…
8.
Ölüm yaşantısıdır
bizi yaşatan.
Yaşamını gereğince yaşayan insan için,
zorunlu tek yaşantı, hep, hüzündür.
Bizi yaşatandır, hüzün : hüzün –
yaşamın nasıl dopdolu, ama nasıl da
bomboş – gelip geçici, bitici, sonlu –
nasıl ölümlü olduğu yaşantısı…
11.
İşte – ölüm taç giydirir…
Ölüm yaşama katkıda bulunur –
onun doruk noktasını oluştururak :
yoksa yaşam, kendi işleyişiyle
sürüp gitseydi, herşey yozlaşırdı.
Bazı şeyleri (belki, her bir şeyi)
yaşayıp bitirmek gerekir; yoksa,
yaşanıp durdukça, bayatlarlar.
13.
İnsan, yaşamın anlamını
ölümde bulur ancak.
Yaşam ancak ölümün varolabilmesiyle
-ve bilinçlendirilebilmesiyle-
anlamlıdır.
Ölümsüz yaşam, anlamsızdır.
Nasıl ki ölümü hesaba katmayan yaşamlar yaşayan
insanların yaşamları anlamsızdır – aynı şekilde,
ölüme bilinçle giden yaşamlar yaşayabilen kimi
insanlar, yaşamlarının son anlarıyla, ortaya
yoğun anlam birimleri koyabilirler.
Ölüm, çünkü, yaşamın ‘sona erişi’ değildir –
şu koşulla: Yaşam, başından başlayarak, yaşam olarak,
ölümden anlam çekebilmişse; ölüm, bir son olarak
-anlamsızlığını birlikte getirerek- gelince,
‘biten’ yaşamın anlamını çekip almak şöyle dursun,
ona, yeni, yoğun bir anlam yükler.
Ölümle ‘sona eren’, yaşamın kendisidir; anlamı değil:
Öyle yaşamlar vardır –olmuştur ve yeniden olabilir-
ki, asıl anlamlarını ölmüden sonra yaşarlar –
ve yaşatırlar.
Kimi yaşamların anlamı, ölümle, ölümden sonra,
başlar – ve büyüyerek sürer. Kimi yaşamlar
-çoğunlukla insanların yaşamları- ise,
ölümle gerçekten de sona erer; çünkü, zaten,
başından başlayarak ve boydan boya anlamsız olmuşlardır.
İnsanların çoğunluğu, yaşamlarını anlamsız yaşıyorsa,
pek ender bir azınlığı, ölümlerini yaşayarak,
yaşamlarını da anlamlı yaşıyor.
Mesele de, yalnızca ölüm anında anlamlı olabilmek
değil. – Bütün bir yaşam boyu ölümü de yaşama
katan yaşam biçimleri, bunu yapabilmekle, sürekli
bir anlam içeriği edinirler.
17.
Ölümü bilmeyen insan, yaşamaz –
yaşamıyordur : kişi değildir.
Yaşamakta olmanın bilincini sağlayan,
ölüm bilincidir.
Ölümü bilmeyen yaşam,
yaşam değildir.
İnsanı yaşatan ölümdür.
Ölüm kişiyi yaşatır.
18.
Dolu bir yaşam, her anında – ya da,
her iki anının arasında – ölüme
olanak tanıyan yaşamdır.
Yaşadığın her andan sonra –her andan da
önce-, ölebilecek durumdaysan,
gerçekten yaşıyorsun demektir…
Ancak ölebilecek olan kişi yaşar.
(Bu bir tautoloji mi : zaten,
insan –yaşarken- her an, ölebilir…?)
Ama, bilinçli yaşayan kişi, her anını
ölebilme bilinciyle birlikte yaşar –
öyle yaşıyorsa, işte, biliçlidir…
Yaşam bilinci, eninde sonunda,
ölüm bilincidir.
Yaşamı biliçlendirmeni sağlayan,
sağladığın ölüm bilincidir.
19.
Kişi, varolma gücünü,
ölü yüceliklerden alır –
Kişinin yaşam besini, ölüp gitmiş kişilerin
geride bıraktıklarıdır…
Kişi de, işte, tam olarak, ölümünden sonra
geride bırakabileceklerinin toplamıdır.
Kişi ölümden sonra geri kalandır.
Kişi, ölümün yokedemediğir.
Kişi, ölümden sonra da yaşayandır.
20.
Kişi, tek yaşam olanağını ölümde görüyorsa;
görebiliyorsa, özgürdür.
Kişinin özgür olabilmesi, ölümüdür.
Ölüm, özgür olabilmektir.
“İnsan ölümlüdür” – ama, ölümü hep belli bir insan;
bir kişi yaşar; çünkü ölen insan, hep, şu belli insandır;
kişidir.
Ölüm, kişi olabilmektir.
21.
Yaşamın sana açıkça söyleyebileceği tek şey,
ölümdür.
Öyleyse, yaşamın tek açık anlamı,
ölümdür.
Yaşamın tek anlamı ölümse,
yaşamın anlamı – yoktur…
Ölüm, yaşamın anlam içerği ise,
yaşamın anlamı – boştur…
Ölüm, yaşamın belirginleşmiş yanıysa,
yaşam, biliçlendirilmiştir.
Yaşamın tek belirgin yanı ölümse,
yaşam her yanıyla – özgürdür…
22.
Felsefe, hep, yeniden, sürekli,
ölüme gelip dayanan, dayanacak,
dayanması gereken yaşam biçimidir.
felsefi yaşam biçimi edinen
kişi için de, her yer barınılmaz,
her yol çıkmaz, her yön olanaksız,
her yük ezici – her anlam boştur —
çünkü, ölüm, vardır.
35.
Yaşamın bir şeyleri yitirmenin süreci olacak
__sonradan da, bu yitirdiklerini alsında
yitirmemiş olduğunu öğrenmenin süreci…
Yaşadıkların, yitmeyecekler – yaşayacaklar.
Birşeyleri yaşamışsan, gerçekten yaşamışsan,
onları yitiremezsin artık – istesen bile :
istemesen bile ; yaşar artık onlar…
Yaşadıklarınsın.–
Yaşamın, bütün yaşadıklarını yitirip,
yeniden kazanmanın süreci olacak
– hep yeniden yitirip,
hep yeniden kazanmanın
süreci…
36.
Yaşadığın her an,
her yaşadığın an,
yaşar
59.
yaşamı bilemezsin – yaşadığın, bilemediğindir;
bildiğinde bile, neyi bildiğini bilemediğin…
Yaşamın, bilemediğin
olacak.
61.
Yaşamında, yapacağını hiç bilemedğin anlarda,
yapacağın apaçık belirecek.
62.
Yaşamın, olaylar ve durumlar içindeyken,
birşeyler yaparken, kendini seyretmenin süreci
olacak.
‘Çelişik’ birşey, değil bu; kişiliğin ‘gelişen’ birşey
değildir ki – ta başından beri (neresiyse o ‘başı’…),
tam olarak vardır; yaşam boyu da, yaptıklarında,
yalnızca, ortaya çıkar, kendini gösterir:
Hem de, hep yeniden aynı sıra içinde çıkar ortaya.
Sen ise bir seyirci olacaksın yalnızca;
‘elinden birşey gelmeye’cek, durumlar, olaylar
karşısında – kişiliğin, ne yaptıracaksa onu yaptıracak
sana; sen de yapacaksın bunu.
.
Yaparken de, hep, yaptıklarını kendin yapıyormuşun
gibi bir izlenim edineceksin – bir yanılsamadır bu.
Yaşam, yazarı da, sahneye koyanı da, başoyuncusu da
sen olan; ama senin yalnızca seyircisi olduğun
bir oyundur.
Ama bu, senin özgür olmadığın anlamına gelmez –
yaşamın, özgürlüğünün alanı olacak: Seyirci, seyrettiği
oyun karşısında nasıl özgürse – her an, oyunun ‘doğal’
sonunu beklemeden, tiyatrodan çıkıp gidebilirse-,
sen de yaşam karşısında öyle özgür olacaksın.
Özgürlüğün, yaşamının farkına varman olacak.
71.
Yaşamda yapabileceklerin, zaten, yapabildiklerin
olacak – ama yapabildiklerin, yapabileceklerinden
daha az olabilecek : ıskalayabileceksin – bundan da
korkma, kaçınma; zaten, yapabileceklerini
yapabildiklerinden ayrı, bağımsız olarak
saptayabilseydin, ‘her şeye kadir’ olurdun!
Yapabileceklerine boş ver – yapabildiklerini yap!
75.
Yaşamında yapabilecek her şey tükendiğinde,
ya da hiçbir şey yapamayacak duruma düştüğünde,
yazarsın – ancak da o zaman yazabilirsin:
Yazabilmen, yazabileceklerinin tükenmesi;
olacak.
hiçbir şey yapamıyorsan, yazarsın
– ancak da, o zaman…
76.
Yazman, en üst yapmandır – belki de bu yüzden;
ancak o zaman,
yol açılır ona.
Yazman, her şeyin üstünde, yapmandır;
en üst yapmandır,
yazman.
Çünkü yazman, bütün öteki yaşama ve yapma
basamaklarını gerektirir – ancak onları gerçekleştire
gerçekleştire; basamakları adım adım (neşeyle, sevinçle,
hüzünle, acıyla) tırmana tırmana ulaşabilirsin en üst
basamağa :
yazmaya…
Yaşamının doruk noktasıdır yazman –
Yaşa – sonuna, ucuna, doruğuna dek – , ki,
yazasın…
Yazmak, yaşamak uçurumunun doruğudur.
Wittgenstein
77.
Yaşamı yazmaya kalkıştığında, sıkıntıya düşersin hep
yaşadığın, yazıya gelir gerçi; ama, yazıldığında
içine gireceği –girdiği- biçim, aykırılığı, çelişmesi,
zıtlığıyla, seni huzursuz eder, sana sıkıntı verir.
Yaşadığını, yaşadığın biçimiyle, yazıya dökemezsin –
dökülür
gider…
Yaşadığını yazamazsın.
Yazdığın da, yaşadığın değildir.
Yaşarsın belki; ama yazamaszın ki:
Yazarsın belki; ama yaşamamışsındır ki…
Yazdığın, yaşamadığındır –
yaşadığın, yazılmadan kalır;
yazılmadan
geçer.
Şub 23
Bir adım; yere basan iki ayak arasındaki uzaklık değildir, gövdeyi taşıyan bir ayak, ileten öteki ayak – ve, bir önceki ile bir sonrakilerde hep yer değiştiren ayaklar arasında sağlanan sürekli devinimdir.
Yürüdüğümüz yoldaki yerler, yolumuzun yönüne katılır.
Kişinin yükü olmasaydı, yürümeyi de seçebilirdi – Yolun dışına çıkıp gitmeyi…
Yola çıkan kişi, yerle bir olmazsa, bir yere varır sonunda.
Yol, iki yer arası değildir – yer, iki yol arasıdır.
Kişiler yan yana yürümesini bilmiyorlar ki – hep birbirlerinin üstüne üstüne yürüyorlar.
Homeros’un deyimi hala geçerli: Çoğunluk, insanların neredeyse hepsi, ”bir”(er) yük olarak yaşıyorlar yeryüzün(d)e.
Özgürlük yürümekse, açılmamış belirsiz yollarda yürümektir.
Sahici yürüme, yol açmadır.
Yürünmemiş yol, yol değildir.
İnsan durup dinelme bilmez bir gezgin olduğunu (Erek karanlıkta durur) onu bilmez. Olsun varsın, önemli olan: yolu bilir.!
Kendi yönünü bulamayan kişi için “yol” yoktur. – bir sürüklenmedir bütün “yürüme”si
Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile artık, hep, yolda kalacaktır.
Yön de yoldur, yer de.
Yerlerimiz, hep yeni yollarımızın başları; yollarımız da,hep yeni yerlerimizin sonları ola.
Dünyasını kendi çevresinde kendisi kurmuş, kendine varan her yolun sonuna yalnızca kendisinde bulunan bir yer koymuş kişi kendi yerinden dışarıya çıkan yolu nasıl bulsun ki?
Yeri yalnız kendi yeri, yolu yalnız kendi yolu olan kişi, ne yerinde ne yolunda başka kişilere rastlamayacaktır – rastladıkları da hep, onun ne yerini, ne yolunu anlayanlar olacaktır.
Sahici yerini bilmeyen kişi için, yön de yoktur, yol da – meğer ki, kendi yersizliğinden bir yön ve bir yol çıkara, edine.
Bir yola çıkan kişi, bir yerden bıkandır; bir yerde konaklayan ise, bir yolda yorulan – bu iki konum böylesine farklı.
Kendine yeni bir yol arayan kişinin yönünü, eski yerinin koşulları ile kendi güdüleri,yönelimleri, el birliği ile hazırlarlar.
Çünkü yollar bulunmaz: yürünür, yerlerde ise olsa olsa, durulur – onlar, bulunur artık, yürünmez….
Kişi, yoldaş diye, ancak kendi ulaşabildiği yerlere varabilecek, daha ileriye yürüyemeyecek kişiler seçiyorsa, kendisi de duruyor demektir.
Bir yerde ( “ Bir süre için” diyerek ) dinelen kişi için en büyük tehlike o yere yakınlık duyması; o yeri, bütün yollarının sonu, bütün yönlerinin ereği sanması; yerleşebileceği bir yer saymasıdır – en büyük tehlike huzurlu yerlerdir – mezardır orası.
Her bir yorgun yolcunun dineldiği yer, dinelmiş bir yolcunun yola çıktığı yerdir.
İçinde yeniye yer tanımayan bir “düzen “, eskinin düzensiz karışımından başka bir yere ulaşamaz.
Her an ayrıyı, aykırıyı, yeniyi yaşayan kişi, düzenli bir yaşam yaşıyordur.
Köleliğe tek çare,herhalde; zincirlerini koparmak ve zincirsiz kalmak değil, kendi zincirlerini kendisi yapmış, kendisi kendi ayaklarına takmış, bağlamış olmaktır.- özgürlük de budur…(Hani”kendi kendisinin efendisi olmak”tan söz ediliyor ya…..)
Yürüme – Oruç ARUOBA
Şub 23
Gece boyunca birisi gönlümle konuşuyordu
“Onu görmekten perişan olmuşsun
Sabah beyaz yıldızlarla
Gidiyor, gidiyor, onu tut”
Ben senin kokunla bu dünyadan gitmiş
Yarınların aldatmacasından habersiz
Nazlı kirpiklerinin üzerine azıcık dökülüyordu
Altın tozu gibi gözlerin
Tenim ellerinin dokunuşuyla ateş gibi
Zülüflerim nefesinle dağılıyor
Aşktan şaşkın
“Kim sevgilisine âşık olduysa
Onu üzmez
Gitsin, gözüm arkasında
Gitsin, aşkım onu korur” diyordum
Ah, şimdi sen yoksun ve günbatımı
Yayıyor yolun göğsüne gölgesini
Yavaş yavaş üzüntünün karanlık tanrısı
Bakışımın mabedine ayak koyuyor
Her duvarın üzerine yazıyor
Bütün kara kara ayetlerini
Furuğ Ferruhzad
Şub 23
Artık kalem tutunca çabuk yoruluyor
Ellerim, kireçlenmiş parmaklarım ve klavye
Hislerimi bir word dosyasına sıkıştırıyorum sevgilim
Pahalı diyorlar hayat, kaç tl’ye tekabül eder?
Gel de Hesap et.
Bazen şiir yazmak şizofrenik bir dürtüyle geliyor
Bütün hitapları var oluşuna adıyorum.
Karışan bir beyin, açık havada kalmalı ki
Oksijenin hücrelere kavuşmasıyla
Rasyonaliteye vurulmadığız
Delillenmiş olsun.
Kafiye arama sözcüklerimde sevgilim,
İçimdeki sesler senfoniye durdu.
Ben hep Nietzsche’nin akademik kariyerine özenmişimdir
Sınavlarda kendini kaybedenler kulübünde olmamdan belki
Alfabenin tüm harfleri bir sınav kısaltmasına dâhil
Saç telleri gibi uçları kırık taşınıyor sınav çocukları.
Test kitaplarını ateşe verip, ısınsak bir şiirle sevgilim
Sahil şarkıları tadında bir beste yapsak sallanarak söylesek:
Sınav: hayatınızı şekillendiren: algılarınızdı.
Kıyamam yüzüne doyasıya bakmaya sevgilim
Elbet, İsraf yeryüzünün dengesini bozar.
Nebiye Arı
Şub 23
fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni
bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni
ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni
bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni
gâlib-i dîvâneyim ferhâd u mecnûn’a salâ
yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni
şeyh gâlib