Nargile

Kız elmalı nargileyi
seviyor
Ben kızı seviyorum
bir de elmayı
Elmalı nargileyi sevmiyorum
demedim
Yanlış anlamayın
ikimizin de başı dumanlı…

muhammet çelik

Adam beni seviyor
ben elmalı nargileyi
Adamı sevmediğimi kim söylüyor
yanlış olmasın aman
Ben adamı seviyorum
adam nargileyi elmalı

Adamın gözleri beni çekiyor
benim ince dudaklarım nargileyi
Dumanı hava çekiyor
adam gözlerini çekmiyor
Çekiniyorum nargileden ve adamdan
adamın sevgisini çekiyorum içime
bir de dumanını nargilenin

Nebiye Arı

Ayrılık

 

İlk gün kolaydı
ikinci gün biraz zor
Üçüncü gün daha zor ikinciden

Günden güne daha zor:
Öylesine zordu ki yedinci gün
dayanılmayacakmış gibi neredeyse

Şimdiyse
özlemini çekerim
yedinci günün

Erich Fried

Gitme demiyorum, hobi olarak gene git

Gitme demiyorum, hobi olarak gene git
Biraz dolaş, hava al, hava ver, ekonomiye can ver
Köpeğini gezdir mesela, parklar hepimizin
Elimde senedin var sen kaybedersin

Kutuna gidebilirsin yahut sinemaya
Hava güzel olacakmış yarın şemsiyeni alma
Sen yokken ben biraz uyurum, elma soyarım
Çıkmışken ceketimi de terziye verirsin

Gitme demiyorum, hobi olarak gene git
Saçlarını boyat, ne bileyim balyaj yaptır
Sahafları dolaş mesela, ucuz oluyormuş
Elimde elinin izi var, yıkarım görürsün bak

Suyuma gidebilirsin yahut yoğurt almaya
Hava sıcak olacakmış yarın öğlene kalma
Sen yokken ben biraz özlerim, çekirdek yerim
Çıkmışken raketimi de servise verirsin

Gitme demiyorum sevgilim, hobi olarak gene git
Hatta Ayı Yogi olarak git, KOBi olarak git mesela, kredi al
Yüzde on büyü, değişiklik olsun

Gitme yani
Bak, hobi lazımsa ben olurum hobi
Gitme
Bir daha söylemiycem

Bahadır Cüneyt Yalçın

Kalbim, Kovulmuşlar Bahçesi

 

dalgınlığım suçlarıma eklenebilir
suskun bir kadını yaralarından sevdim
dalgınlık suları ki kâlb üzerinden geçer
yorgun bir bulut olup yatağına eğildim

eski bir dilden usulca konuşuldu; aşk
resimlerde bir ayrıntı olma inceliğidir,
ve kendi yüzünü şaşkın çocuklar gibi sevmenin
hiçbir yüze karşılık gelmeyen acemiliğidir…
aşkın zor dilini senin yüzünden ezberledim.

Yüzüne ince bir örtü gibi rüzgâr düşüren
aralık kalbinden aşklar dökerken tanıdım seni
geveze kımıltıların bahçesiydi dağınık tenin
ıssızdım uğramıştım ben üşüyen göçmen
anladım bu aşk sürer bizi evinden
uzak nehirler gibi kederli mevsimlere

güzelsin, küçük yağmurlar topladın da yüzüne
sana sığındıkça ıslandı yorgun saçlarım
n’olur şakacı bir yıldız gibi geceme gizlenseydin
gülümseyen, suya düşen ve kalbimi süsleyen
kırılmış ay parçaları gibi yatağıma inseydin

ah, beni yaralı aşklara üfleyen flüt
konuş ve suçumu suçsuzluğuma biriktir benim.

Haydar Ergülen

Sormuyorsun ama iyi değilim ben

 

sormuyorsun ama iyi değilim ben
serçeler ayağımın altından yeri çekiyorlar
sonra kim çıkarmışsa üşüdüğümün dedikodusunu
yeri üstüme seriyorlar gece niyetine
serçeler
saçıp kaçıp saç/ak/larıma saklanıyorlar

alnım cayır cayır yanıyor kaç gündür
ellerimi tutma !
o gece bulutlar göğü kusarken üstüme
ben yüzünü seyrediyordum
o gece sen
sıcağını alıp giderken çarşafımdan
ve bulutlar
b/elâ bir tufan doğururken çığlık çığlıga
yüzümle ellerimin arasına girip
hızla büyüyordu yüzün
amin diyemediğim bir dua
dolanıp duruyordu dilime
serçeler
saçlarıma giden yolu yeni öğreniyordu

doğduğum sokakta bir terzi vardı
O’nu görmeye gittim bu gün
– ölmüş-
paltomun ceplerini büyütecektim
ellerim, tufan ve yüzün
yüzün, ellerim ve tufan
bir de tufan; yüzünden ellerime bulaşan
sığabilsin diye
ceplerimi büyütecektim
– ölmüş-
iyi değilim ben

tütün kokulu sohbetler geliyor aklıma
gülüşündeki şarap tadı
hatırlıyor musun
nasıl sarhoş olmuştu kirpiklerim
sen, nasıl da gülmüştün
gözümün güzüne b/akamayışına
dudaklarını dudaklarıma yaslayıp
“yemin olsun ki” demiştin;
“şaraba ve tütüne”
“gözlerinsiz gidilmeyecek bir daha
ne uykuya,
ne ölüme ”

Sanmıştım ki…

kundağımı özlüyorum bu aralar
serçeler nasıl da acımasız
yer bütün ağırlığıyla sırtımda
bulutlar hâlâ öğürmekte
ayağımda sallasam diyorum kendimi
ninnisiz, sadece sallasam
ve derin derin dalsam
annemin İsrafil olduğu uykuya

Sormuyorsun ama iyi değilim ben

Dilek Kartal

Açıkla beni kardeşim

 

Açıkla beni kardeşim
Uzaklara gideceğim.
Bir tefsirimi yap.
Kendimi okumadan ah ben ne kitaplar okuduysam
Kendimi sevmeden ah ben kimlere vurulduysam
Kendimi tanımadan ah ben kimlerin kapısında?

Olmuyor be kardeşim
Yakışmıyorum ben bu dünyaya
Ölsem de çürüyorum. Yaşasam da

Ah kardeşim
Ayrı ayrı kapılardan girdim, ruhuma.
Aradım beni.seni.onu.bizi.sizi.onları
Yoktum. Yoktun.Yoktu.Yoktuk.Yoktunuz.Yoktular.
Ümitsizim şimdi ta Allah’ına kadar

‘Ümidini kesme Kafir olursun’ diyorlar
Peki ya kafirler ümidini bağlarsa Mümin mi olurlar?

Beni açıkla kardeşim
Uzun zamandır yaşamadığımı söyle
Yeryüzündeki bütün adresleri elimle tutuştur.
Herkese gidecek bir yolcunun aslında kimseye gidemeyeceğini anlat bana
Ne olur ikna et beni.
Söyle: Hâlâ Yaşamalı mıyım?

Bu kadar bahar ne’mize gerek kardeşim?
Bunca gelin neyin kınası?
Ben kimin nişanlısıyım gözüm? Neden siy/ahlar içindeyim böyle?

Kayıpkentli

Unutmak Azize

 
 

Hatırlamamak değildir
Hatıralar kaosudur ki
En çok neyi hatırlıyorsan
En çok neyi unuttuğunun üzerinedir

Ah Azize
Seni artık hatırlamayacağım işte
Sadakat: unutmaktır, sevene

Seven ise: çakılıp kalan değil
çekip gidendir.

İşte şimdi babanı düşün Azize
Bu dünyadan göçende bile aklı sende kalan babanı

Kadir Bal

Anne Beni Merak Et

 

anne beni merak et
kaybolmam yakın

yorulursam tut beni
saçlarımın dalgalı geçmişinden

ben sadece
derdimi anlatmak istedim dinleyicilere
aklını yitirimiş bir dünya uğruna
öfke enkazı sözleriyle dehşet saçan
nefrete bulaşan
ve deliler mezarlığında kaybolan insanlar gördüm

yalancı düşlere uyandığım sabahlar
burnum kısalırken doğrularımla
kendimi ihbar ettim sessizce
ben de delirdim
epey delirdim
beter oldum

biliyorsun
serseri bir aklım var tutunduğum
ardına saklandığım anılarım rehin

durduk yere ara bu aralar beni
şarkıların içine saklandı ruhum
çoktandır bulamıyorum kendimi unuttuğum ritimde

inceldiği yerden koptu yine dilim
yüreğim sağır, gözlerim ağır
bir çığlık atsam geçecek
ama
sesim ahlaz güncesi gibi kayıp

her yolculuktan gitmeden dönüyorum
kadınlığımdan başka sığınacak yerim yok

buğulu camlardan süzülüyor umutlarım
söyleyemediğim sözler için, için için
idamlarda sallanıyor şah damarım

isimsizdi tüm gülüşler
ve her gözyaşı aksansız bir alfabe

ben sadece çok istedim
neyi istediğimi bilmeden
suya döküldüm kaçarken
dağıldı omurgalarım

alıkoy beni / düşünürken
özle özleyebildiğin çocuk gözlerimden

Fulya Codal

Yenilgi

 

Bir kadın iki çocukla
Çiviliyim odalara
Söylesem de söylemesem de bu böyle

Çıksam çıksam
Zincirim kadar özgürlüğüm
Yaşamak hep ötelerde

Dili kopmuş bir hayal çanı yüreğim
Sesini yalnız benim duyduğum
Vurur durur çığlık çığlık içimde

Dönüşü olmayan biricik şeymiş zaman
Yaşamak meğer ne büyük bir kazançmış
Kavradım acılar içinde kaybede kaybede

Şimdi hangi güzelliğe dönsem yüzümü
Tomurcuklara yakışmayan bir akşam güneşi
Parçalar kendini karşı tepelerde

Kimsem yok yüzünü sularıma düşüren
Buğulanmıyor bedenim kaç bin yıldır
Bir kadının ılık ince bedeniyle

Geçmişim batık geleceğim çoktan belli
Herkes gibiyim kanı içine akan
Yarasını diliyle yalayan bir hayvan evlerin ininde

Değişti tutkuların rengi ve nesnesi
Bir eşyalar imparatorluğunda yaşıyorum nicedir
Binlerce gerekçe içinde

Otuzbeşimdeyim, çabuk sinirleniyorum, tansiyonum var
Geçtiğim patikalarda kaldı büyük düşüncelerim
Bu yüzden hüzünle bakıyorum gençlere…

Şükrü Erbaş

Satranç Dersleri

 

1
uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşı veba girişimi olduğunu

göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği
bir oyundur satranç

evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak
yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır

çapraz özgürlüklerinde filler
acılardan yapılmış bir alanda
ne zaman ki esrirler
yazsak defterlere sığar mıydı
şah açmazında vezirin ölümcül tutkusunu
yerine göre piyon da bir tufandır
içinde hep bir vezir sürekli mahzun
düz gider çapraz vurulur ve uzun uzun
günbatımlarını çağrıştırır

hüznü uçlarından dolanıp
yalın sıçrayışlarıyla piyonlar arasından
ürkek ama cesur ama sevimli
açsa duyargalarını o tarihsel şiire
iyi bir oyuncu en çok atları sever

sen ey atını kaybeden oyuncu
bir ilkyazdan koca bir güzyontan adam
bırak oyunu

artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü kişnesin
bizim atlar

2
nicoldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı

kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nicoldu

o mağrur gemiler ki açıklarda
güneşin şanla her akşam ufala ufala battığı
suların kabarıp taşarak savrulduğu oradan
kesik bir insan başı gibi taşra düşüp
helak oldular

ün geldi ey iskender
çok acaip gördün ömrün tükendi
geri dön
ürktü
ki endişe
dünyadandır ve hayal hiçtir
sözü onun
…avda
yine geri dön bu son
yoksa öleceksin gurbette
dedi ses ve işitip ağladı
o koca iskender ki
tuhaf matlar yapardı
mat oldu olağan biçimde

artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı
kesin mat yok
iyi oyun vardır sadece
ve satranç aslında dalgınların oyunudur
dalgının ölüm karşısındaki sükuneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur

eğilip o oyuncu
uzatsa boynunu buyruğa

taşlar sürüldüğünde
kaleyi buyruksuz düşündü mü kişi
demek ki bütündür sallantıda
demek ki gök de anlaşılmaz bir biçimde ölü
cinayetlerde yeryüzüne paramparça dağılmıştır
aşk ve umut dağılmıştır
koygun bir gece gibi günü kaplayan
sevgilinin gözlerindeki zeytin siyahını
o oylum oylum kabarık şiiri
kaplayan
bir şeyse buyruksuzluk
taşlar sürüldüğünde
alıp kişiyi kayalar çarpar buyruksuzluk

çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler çıkaran
o beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı
tutup üzengisinden öpüp koklamalı

3
söyleyelim eBİR
ha
in
dir
eSekiz yok
yok ayrı bir düşman falan
genç çeri
ey e hattındaki budala
-Tanrım ne saflık-

bir ara dilim sürçse
de at kıskacını anlatsam
desem ki Ha-
derler ki kemik atıyor
köpek resmine bu adam

anlat
apaçık olanı
gecedir halk
etinin önünde anlam
katledilmiştir

vardın
söylemezler otlar
çok sutün düştü
nice bir taş
ne zamana yetiştin

aykırı sür
çalka
de ki ey at kıskacı kabaran
ateş almış ve ey at kıskacı
diye bağırarak
o oyuncu
oynadığında seni
konuş benimle
sana hizmet danışayım

4
hüzün
yalındır-dağdan
aparılmış kar topakları gibi

yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur

insan
azar azar kopmuştur

yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri

sınav

5
bir oyuna rasgeldim
her taşı yakup hüznü

anlat
bu boşalmış at
hüzündür

yanında
kalfa
çırak
ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı

gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun

kabusa beyaz bir su
oyuluyordu

‘ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
birgün
kalınabilir miydi?’

6
bu hüznün
mesnevisi yazılmadı
gürbüz tarhlar öldü
o ceylanda
bir kaç minyatür
mütekeddir
-de bana bu esrime
bu koygun minyatür yalnızlığından
başka nedir-oysa
kocamandır aşk
usanç
hep eksiler alanında
olup biten bir şeydir
parçala bu trajik geçidi
o taşı sür ey insan
taşı taş-çünkü saat
sınanan bir süreçtir ve atlar
yanıldıklarında
kaygan
o karangu duvarına çarpıp kuşkunun
düşer ölü atlar

çünkü satrançta
çünkü orada ve burada
her zaman
öğretidir zaman
aşkın da
katları vardır-kadim
kabarık bir öyküdür alınyazısı

ey aşk
elbet başındasındır bela kitabının
ne çok dilin var
gece ki anlamadı
şu anda
o
ibrahim ve ishak
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
diye döğünüp duran
gece ki ey gece
o külli aynalar
seni ararlar
ıssız bir hat fotoğrafın
dan sana çıktım

oynanan
göstermelik bir sonoyunuydu
aldandın
ağır taşlar verdik
…ve ay seni bulduğunda
yani ki kanıtladığında kendini
ben
müthiş bir başlık atacağım
şiirime
sevgili gecem diye

7
şebçerağ
söndü mü
diye bir ses

sahi şebçerağ nerde
iskender! iskender!
diye bir ünlem

bu nasıl iskender
aramaz bengisuyu
diye bir hüzün

‘hişt! dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu’
diye bir im
denli narindir intikam

intikam içli bir marştır gerçekte
bir ara ses aygıtını yırtarak çıkarılırdı
o şimdi
dışlanmış bir taş olarak
karlı kış gecelerinde
acılı bir genç şairin her geçişte
hüznüne tanık olduğu
metruk bir kümbet denli müşahhas
aşktır-ve o
ne rahim bir yürüyüştür gecede

(o yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri- bir güm
o kentin
-tarihsel bir kenttir-
o çarşısındaki hasır iskemleli kahvede
onu bir cenini çizerken ağlar gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden gözsüz
ama neden bir kaleden artmış kapı tokmağı gibi
ıssız ve dokunaklı
diye sormadım çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak
denebilir ki-
bir insan en çok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı-
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye’si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz hamleyi)

bu taşı da sürüyorum
koyar gibi o güzel yapının üstüne
ya da komaz gibi taş üstüne taş
(ben daha çok taşları mı anlıyorum nedir
ve nedir taş-
çakmak taşı satranç taşı
sapan taşı göktaşı)
reddetmek gerekiyor kimi taşları ve şeyleri

sözgelimi sapan taşını
-o göz çıkarır sadece-
ortadaki gökkasabı gökdeleni
tanrısız tecimevlerini caminin hemen önündeki
ana caddedeki aykırı kadın salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş mekanın
reddetmek gerekiyor

çağa çıktığımda
kan- çoğalan bir suret ve kendini
ta içerlerde bir yerin üşüyor-duymuyormusundur
yinelenir durur -şu sanki ne diye- akşam ki
dönüp nefsini içine tuttuğun yüzündür
senin yüzün -paramparça
bölük pörçüktür
şu kuytu kalabalıkta
şu yalnızlıkta
ivedi ve kirlisarı
dişiliğini kullanıyordur kuşku
lüks oteller gibi kuşku
kuşku

(çağı deştiğimde
o yüz
diyor yoruldum -aynalar
gösterebilir mi hiç -bana sonumu
nedensiz başladım oyunculuğa
bitireceğim raslantıyla -oyunumu
dostlarım da
var -intiharlar
her akşam ıslak-yapışkan
saçlarıyla girip odama
paniğimden pay toplarlar)

azaldı
halk içinde yüzdeki ben gibiler
eldeki siğile
çıbana -etin yumuşak bir yerinden sökün eden-
döndü halk ve cüzzam ne yürüdü
ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa’şa’ bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de
ve cüzzam ne gün yürüdü sormalı
değil mi ki ebabil
adil
bir infazın adıdır
ve insan
-ne şu ne bu-
iyioyunundan
sorulmayacak mıdır

8
(kıstak)
her dakika
henüz ölmüş gibi ebuzer
kimsesizsindir
içlemin gamevi ay emek

kesik kesik solur
avcının elegözlü nesnesi
kaybettiğin divit -kırdır
faniliğindir o ağaç ki
zekeriya onda saklıydı

yazı ebediyyen vardır
-ortadaki göçük
içerdeki dehşet
pusudaki bungu
kıyım mahzen kan –
çok kandil kırılmış -sanki geç
herşey için – niçin
ertelenir sanır insan herşeyi
öyle sanır – yeniden han
o ölümsüzlük gibi mutantan
taş – düşmüş
vardır – orada nasılsalar öyle
apaçık
kırıktırlar

dili faldır aşkın ey taş

İlhami Çiçek