geride kalan kırlangıç

bazen olur.
geride kalır biri.
bu yıl tam 106 kırlangıç saydım
diyen babamın sevinci.
gelir giderler hep
19 martta dönerler ama.
bekleriz annen ve ben.
kapımız açık bekleriz.
12 ağustosta giderler yine.
bir gün gecikmez.
güneye yemen’e giderler diyor annem
karabiber yemeye.
karabiber severler.
ama bu sabah uyandığımızda
geride kalan bir kırlangıç gördük.
tele tünemiş güneye bakıyordu. bebekti belki de
yemen’e kadar uçamazdı.
bazen olur
geride kalır biri
ve konuşur birden.

biz varız ama
baban ve ben
bekliyoruz burayı,
bizim de aklımız hep yollarda.
ben uçaklara bakıyorum en çok,
yıldızlar gibi gökyüzünde parlayıp sönen,
çocuklarımı getirip götüren
o kanatları seviyorum.
dua ediyorum hep
her köşede bir ip bağlıyorum
kapılara pencerelere.
böğürtlen toplamaya gittiğimizde
elime batan diken duruyor hâlâ.
sızlıyor içimde ama bırak acıtsın diyorum.
annemin ellerinde kalan böğürtlen lekeleri…

bazen olur evet
biri kalır geride.
yurt kılmak için toprağı
kapatır kanatlarını
ve gitmez.
ben her şeye yeniden bakıyorum
tekrar doğmak gibi
taşları sökülmüş bir çitin
ağırlığını anlamak gibi.
ceviz ve iğde kokuları arasında
geceye karışmış hisler.
kimse tutamaz günün hesabını
çocukluk geride kalmıştır,
saçlar sim içinde
mahçup bir kucaklaşma geçmişle.
ve topu topu akılda kalmış birkaç anının
gülümsenerek hatırlanması.
o kadardır bağım görünürde,
uzağım köyün dünya telaşına.
ama rüzgârla konuşmam hiç değişmez.

annemin seksen yaşını aşmışken yürüdüğü tarlada
bahçe çitinin taşlarını düzeltmesi
babamın kuşlara yem verme telaşı
ve onların bu toprağın çok derinlerinde duran nefesini benim
avcumda saymam…
bazen olur evet
biri geride kalır
unutur gitmeyi.
belki cesaret edemez
“sözleştiler kendi aralarında,
anlaştılar güzelce”
diyor annem.
kırlangıçların zarif katarını anlatıyor yemen’e giden. bilmiyor,
o geride kalan
benim kalbimdir.
oraya tüneyip uzaklara bakan
geçmişle gelecek arasında çizilmiş bir hat olan o telde
durup evi hisseden.
kainatı duyan kalbiyle
bir güçsüzlük müdür o kalma,
bir belirsizlik midir kanatları açmayan?
bazen olur evet
biri kalır
ondan bir işaret taşımak içindir doğada,
bakışın belirginleştiği yerde
ruhu konuşturan bir işaret.
her şeye yeniden baktım
otların sararmış aynasında
nefesimi tutarak
taşların koyu yüzünde sayarak izleri.
ve baktığım her yıldızın hesabını tutarak yeniden.
çocukken, kalbimi sevinçten parlatan o doğanın
hâlâ ve ısrarla orada durması
uyandırdı beni.
bazen olur evet
ve olan iyidir hep.

Bejan Matur

bizans sesleri


eğil bak
gör o eski dili
bizi insan kılan gerçekleri.
ve güven duymamızı zamana
devam etmemiz için.
her şey akar evet
her şey değişir
hiçbir şey aynı kalmaz
ve gerçekte hiçbir şey yoktur!
bundan anladığım aşktır.
mitolojik korkularla
güvenin parçalanmasıdır
bundan anladığım.

ama insanız ısrarla.
bir ceylan tedirginliğinde yaklaşsak da olana
acıtır heves.
korkuların en dilsizini seçmiş olsak da.

öyle ya,
sessizlik de bir cevaptır,
sessizlikte bilsen ne gerçekler gizli.
şimdi üzgünüm,
henüz durmamış kalbimle
karanlıkta başka bir dil konuşuyorum.

Bejan Matur
Dünya Güzeldir Hâlâ
Everest Yayınları

kalbin aldığı mesafe

yakalanan nedir,
benzerlik mi?
gözlerin
inişte başlayan çakışması
ve kirpiklerin uzunluğu
daha fazlası değil.
belki nefestir biraz da.
soluğu kaplayan zerrelerin
bir uzay karanlığında seyrederken
dayanak olma,
olabilme hali.
oradayız işte,
ikimiz
tutunacak bir kainat bulamamış
o çelimsiz varoluşun magmasında
gülümsüyoruz birbirimize.
benim ağzımda bir gelincik var
sen gözyaşının kristal kesiğini
gizlemek için özenlisin yine.

insanı incitmeyecek
tek söz bulunmadı henüz.
her söz incitir.

o kadar sessiziz ki
hırıltılarla konuşuyoruz.
arkaik iki hayvanın
kainattan devşirdiği dille
ses veriyoruz birbirimize.
bu bir ‘sevme’ diyorsun bana.
kalbin aldığı mesafe bu.
yıldızların zamanından önce
karanlığında yol alma!
oradayız işte
bir dayanak bulsak
varacağız bir anlama.
kalp bunca akarken
bedenin güçsüz kalışı
ve dağınıklığı uzayda.
beden oraya ait olmayandır diyorsun,
ruhtur bize yol gösterecek olan.
elbette ruhu izleyeceğiz,
onun peşinden gideceğiz.
tereddütsüz onun izinden.

ben dağılan kalbimi tutuyorum
sana akmış olanı.
gecenin yorgunluğunu tanımayan
o acemi kalbe
söz geçirmeye çalışıyorum.
senin saklanarak adımladığın o sokaklarda
bir uzay boşluğunda ilerler gibi
eşlik ediyorum varoluşuna,
kelimelerine
ve gözlerinin
inerken artık oturan anlamına.
o bakış bizimdir
o bakış sonsuzluk içinde bulduğumuz
ışıklı bir dehlizdir.

sen müziği anlatırken
gördüğüm duyduğumdan hep fazladır.
sana belki söylemedim
ama hissettim sevgilim,
iki kalbin benzerlikte
nasıl bir karanlığa düştüğünü.
tut elimi
düşeceksek birlikte düşelim.
tut elimi
bir dayanak yoksa insana
birlikte ürperelim.
ve ben bunları düşünürken
boşluğunu büyüten kainat
aşkın “bir olmak’ olduğunu haykırıyor,
aşkın, bir yıldız kayması anında
yüreğe saplanan kırık bir kanat olduğunu.
o kırık kanatla uçuyoruz birlikte.
o kırık kanatla biz
ölümsüzüz.

çünkü odur,
yalancı peygamberlerin soluğuna
ve güllerin yumuşaklığına gizlenmiş
o ilk söz.
odur aramızdaki
adı konmamış o kanatsız uçma hali.
bir yerdeydim
beni yersizliğe çağırdın.
orada dur
o talimsiz yerde.
orada dur
ve konuş benimle.

ahh ses
varlığın uzayı.

Bejan Matur

Fosseptik Çukuruna Asılan Ciğer

“Özellikle gurbette yaşayan memur aileler, okulların tatile girmesiyle birlikte köydeki evlerine gider, tatili orada geçirirler.

Köy yerlerinde kanalizasyon altyapısı olmadığı için tuvalet gideri için fosseptik çukuru bulunur.

Yaz tatili bittiğinde evden çıkmadan önce aile tüm hazırlıklarını tamamlar ve en son bir kuzu ciğerini de ipe bağlayıp, tuvaletin çukurunun üzerine asarlar.

Temmuz başında tekrar köye döndüğümüzde fosseptik çukurunun tertemiz ve bomboş olduğunu görürdük.

Bir gün anneme sordum :

“Anne, biz neden bunu yapıyoruz?”

O da izah etti:

Burada asılı olan ciğere, bir müddet sonra kurtçuklar üşüşür. O kurtçuklar ciğeri yer ve çoğalırlar. Onlar çoğaldıkça ciğer azalır. Bir gün kurtçuklar ciğeri tamamen yer bitirirler ve aşağıya düşerler. Bu sefer oradaki pislikleri yemeğe başlarlar. Kurtçuklar yine çoğalmaya başlarlar; bu defa da oradaki pislikler azalır, gün gelir o çukurdaki pislikleri de yer bitirirler. Aç kalan kurtçuklar en sonunda birbirlerini yemeğe başlarlar. Nihayet onlar da biter ve kuyu tertemiz olur.

Menfaat grupları arasında son yaşanan çıkar çatışmalarını gördükçe aklıma o evin lağım çukurunun tepesine asılan ciğer geldi. Üzülerek söylüyorum ama vaziyet aynen böyle.

Yıllar evvel bir ciğere saldırdılar, saldırdıkça çoğaldılar.

Şimdi ciğer bitti, lağım çukuruna düştüler.

O kadar açlar ki, oradaki pislikleri de yediler.

Doymadılar.

Şimdi birbirlerini yiyorlar.”

(Anonim)

Ey yolunda giden yolcu

Ey yolunda giden yolcu
Gel anlatayım sana bulduğumu

İnsanlar çözedursun bir durumu
Benimki hepsinin üstünde bir tutku

Bana yeter rızası ve mutluluğu
Uğraşırım kazanmak için tutkusunu

Zeynep el-Meriyye

Hayret edin ey insanlar

Hayret edin ey insanlar
Neler yapıyor kara sevdalar
Onun için indi dolunaylar
Yükseklerden toprağa kadar
Bana sevdiğim yeter de artar
Ayrılınca kalbim peşinden koşar


Ummu’l-kirâm bint el-Muʻtasım

Bu ayrılıktan sonra var mı acaba

Bu ayrılıktan sonra var mı acaba
Aşığın şikayetini sunacağı bir lahza
Kışın beni ziyaret ettiğin her anda
Gecelerdim içimdeki ateşin koruyla

Günler nasıl geçsin ayrılık acısıyla
Kader korktuğum şeyi getirdi başıma 
Ayrılık bitmiyor geceler aksa da
Sabrın da niyeti yok beni azada


Vellâde bint Mustekfî-Billâh

Ayrılığımız için uğraşanlar var ya

Ayrılığımız için uğraşanlar var ya
Niyet yok bizde intikama
Geçtiler her taraftan saldırıya
Azdır beni savunan ama
Çarpıştın onlarla göz yaşlarımla
Canımla, kılıçla, ateşle, suyla

Hamdûne bint Ziyâd el-Mu’eddib
Çeviri: Ömer İshakoğlu

Kınamaya gelmez sevgilim

Kınamaya gelmez sevgilim
Terkedince onu, kaybederim
Bana der, yok benim benzerim
Benim de yok eşim benzerim

***

Rabbim! Kor ateş üstündeyim
Asaleti bilmez hizmetçilerim
Kiminin cehaletinden çekerim
Zekisinin de hilesini beklerim


Hafsa bint Hamdûn el-Hicâziyye

Kaside

Zirvelere ulaşmak keskin kılıçla,
Ve düşlere kavuşmak kara mızrakla.

Kim ki hurma ağacının yumuşak dallarını aşağı eğer,
Başarı ve zafer ağacının olgunlaşmış meyvesini sonunda yer.

Ölümden sonra keskin kılıç darbesi neye yarar?
Zaten ölmüştür heybetinden ürküp iki büklüm özür dileyen bîzâr.

Hiç kınanmasa da savaştan korkan beşer,
Savaştan hüsrana uğramış bir şekilde dönmesi ona yeter.

Sen yaprağa durmadıkça, hiçbir zaferin yaprağı yeşermez,
Düşman korkusu sürekli damlayan kan gibi bitmez.

Kim mızrak korkusuna boyun eğerek kaçar,
İnce belli, beyaz tenli ve cilveli dilberlerden uzak teselli arar.

Kim ihtiyaç kapısı olursa ölüm ve sıkıntılara olur çare,
Daha önce bir savaşa girmemiş olsa da bîçare.

Kim derin cenklere dalmaz ise,
Parlak incilerden gerdanlığı dizemez ipe.

İşte odur ki engin kalpli kişi,
Susuzluktan kavrulandan başkasını yanına yaklaştırmayan kişi.

Peygamber Mustafa’nın adaşı, mutluluk saçan,
Cömertlik yayan, tepelerin güneşi, ihsan dağıtan.

Dinin temelini güçlendiren, dinin gereklerini yerine getiren,
İnançsız saldırganların kellesini götüren.

Din işlerini düzenleyen, para dağıtan,
Nazımda ve nesirde halktan üstün olan.

Hürlerle boy ölçüşür ve onlar kapısında olur kul,
Esaretten yakınanların bağlarını çözer eder hür bir kul.

Savaş meydanına girmek oldu huyu,
Keskin kılıcını oynatmadan kazandı bunu.

Bağışların dağıtıldığı mekân olan yurdu geniştir,
Onun yüce meclisi övünmenin bittiği yerdir.

İnsanlara yakışan yanaklarını onun eşiğine sermeleri,
Övünç kaynağıdır onun parlak karakteri.

Savaşmaktan ağarmış kılıçlar onu alıkoyar beyaz tenlilerden,
Ve uzaklaştırır onu kara mızraklar körpe ceylanlardan.

Ahlakı temiz ve pirûpak,
Mertebesi yıldızlardan hatta zühreden daha parlak.

İki tarafı keskin kılıcıyla düşman saflarını darmadağın etti,
Tıpkı bir sıra örgünün sökülmesi misali.

Zaferler yağmurlar gibi sağanak sağanak yağar,
Alâmeti olan yağmur yüklü bulutlarla bereketi sürekli artar.

Sen cömertlik sahibi, vezir oğlu veziri âzamsın,
Kıymetli, şerefli, herkese iyilik yağdıran Sadrazamsın.

Cömert ellerin her tarafı kuşattı,
İhsanlarına karşılık şükür sözleri az kaldı.

Haşmetlilerin toplandığı revaklar, makamının bir çadırın eteği,
Senin o çadırının kazıkları şahinlerin gözetleme yeri.

Savaşlarınla şeriatın kulpu sağlamlaştı.
Dinin ipi düşmanların bakışlarını kızgınlaştırdı.

Keskin kılıcının öfkesinden, düşmanlar kurtulamadı,
Göz alıcı şimşek çaktığında ortada kimse kalmadı.

Savaşta onları attın atların toynakları altına,
Onlar binerdi heybetle atların sırtına.

Sığındıkları kaleleri feth ederek zafer kazanan,
Tıpkı korkudan yuvasına kuş gibi sığınan.

Kim kapına sığınıp yardım için ellerini açar,
Ümitleri yeşerir, yüzleri tebessümler saçar.

Beni kendine yakın eyle, dileğine karşılık Allah sevabını versin,
Senin ulaştığın şerefin daha yücesine erdirsin.

Üzerine nimetlerini yağdırsın, gücüne güç katsın.
Sana verdiği büyük zaferler ve galibiyetler bâki kalsın.

Onun kelimelerini yücelttiğin için, sana versin mükâfatını,
Sen ki tökezlemekten kurtardın dini ve şeriatı.

Allah’a and olsun ki, dua etmekten durmadın geri,
Gizli ve açıktan yalnızca överim seni.

Çıplak mağdur ve yoksulların oldun kardeşi,
Fakir ve açları doyurmaktan açıkta bıraktın kendini.

Düşmanlarım yakar oldu bana ağıt,
Çünkü ben aşırı üzgün, sabrı ve dayanıklılığı kıt.

İçimdeki hüzne karşın oldum sabırla yaşar,
Ne yazık ki elimde olmadan üzüntüm dışarı taşar.

Damla damla sulanmaya ihtiyacım var,
Cömertliğinin çok taşkın sularında.

Niyetim ve tek dileğim olmaktır hacı,
Hicir’de tavaf eden hacılara göz gezdirerek olmak duacı.

Doğruluğun semasında, ben duamda samimi vefakâr,
Karanlık gecenin sabahındaki ilk ışıkları gibi bayraktar

Başarıda bâki, sağ salim, hoşgörülü ve heybetli kal,
Yardıma muhtaç olanlara da ihsan eyle mal.

Cömert eteğine tutunanlara yağmur bulutu gibi bereket yağdır,
Cömert deniz bile senin ihsan yağmurun karşısında utanır.

Allah sulasın bardaktan boşanırcasına yağan yağmuruyla,
Yoksullar yuva yaptığın yurdunu.

Abdulbâki Ârif Efendi
Çeviri: Celal Turgut Koç