I Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;Aşındırarak bütün güzel duyguları.Bir yarım umuttur elimizde kalan,Göğüslemek için karanlık yarınları.Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,Damağımda kösnüyle gezinirken;Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,Dışarda rüzgar acıyla inilderken.Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,Seninle bir döşekte …
‘’Ben Metin Altıok, adanmış yüreği imgelerin. Türkçenin gece gezen mahalle bekçisi’’ İzmir’in Bergama ilçesinde 1941 yılında Göçbeyli isimli bir köyde dünyaya gelir Metin Altıok. Orta halli bir ailenin ilk çocuğu. Yaradılış itibari ile içe dönük, …
İnsan ömür boyu kendine dolanan bir bağGibi konuştu, gibi söyledi, gibi sevdiSeyrek neşe, biteviye dalgınlık, borçlu sabahlarBir şehrin ortasında hep yaşıyor gibi yaptı İlkeli ve tarafsız bir haber gibiydi yeryüzündeHerkes dinliyor gibi yaptı, çiçekler hariçHiçbir …
kendimden başkakimseye kızmıyorumkendime yakıştırmadığım her davranışher sözkalbimiiçinde Yusuf’un olmadığı bir kuyuya düşürüyoryaşamaktansınıfta kaldımoysasınıfımı geçmek için anneme söz vermiştim ölüm hak, ecel gerçekancak merhametsizlikten deölüyor insanlar omuzlarımda dağlaravuçlarımda ardıç kuşutaşıyorumve kalbimde umudum Allah’ım…her hatamdan sonra merhametinleyeniden …
Tavan arası penceresinden görüyorsun tepeyi, servi ağacını, köylülerin unuttuğu patatesleri bulmak için her alacakaranlıkta keşfe çıktığın tarlayı. Kabukları sen yiyip, içini karnı hep aç olan Mur’a ayırıyorsun. Oğlun öylesine sıskaydı ki zayıflıktan kemikleri sayılıyordu. Önce …
“Baba! Baba! nereye gidiyorsun? Ah yürüme bu kadar hızlı. Konuş baba, konuş küçük oğlunla, Kaybolacağım yoksa.”
Gece karanlıktı, yoktu orada hiçbir baba; Çocuk çiğle ıslanmıştı; Batak derindi, ve çocuk ağlıyordu, Ve pus uçuyordu uzaklara.
BULUNAN KÜÇÜK OĞLAN
Issız bataklıklarda kaybolan gezgin ışığı Takip eden küçük oğlan Ağlamaya başladı; ama hep yakında olan Tanrı, Beyazlara bürünmüş, babası kılığında ortaya çıktı.
Öptü çocuğu ve tuttu elinden, Ve getirdi onu, ıssız vadi boyunca, Acıdan bezmiş halde ağlayarak Küçük oğlunu arayan annesinin yanına.
Karakışta bahar kendine özgü mevsimdir Günbatımında donuklaşsa da sonsuzdur, Zamanda asılı, kutupla dönence arasında. Kısa gün ışıl ışıl olunca, ayaz ve ateşle, İvecen güneş buzu tutuşturur gölcük ve hendeklerde, Sıcaklığın yüreği olan rüzgihsız ayazda, Yansıtarak suyumsu bir aynada Bir ışıltıyı, körlüktür bu öğle saatinde. Ve parıltı, daha yoğun çalı ve maltız alevinden, Uyandırır suskun ruhu: yel değil yortu ateşi Yılın karanlık zamanında. Erimeyle donma arasında Ruhun öz suyu titrer. Ne toprak kokusu vardır Ne de yaşayan şeylerin kokusu. Bahar zamanıdır bu Ama zamanın sözerdiği değil. Şimdi çit Bir saatliğine ağarır geçici çiçekleriyle Karın, daha beklenmedik bir çiçek Yaz çiçeğinden, ne tomurarak ne de solarak, Yani kuşak düzeninde değil. Nerededir yaz, düşlenemeyen Sıfır derece yaz?
…………………Buradan gelseydin, Sapman beklenen yola saparak, Gelmen beklenen yerden gelerek, Buradan gelseydin Mayısta, görürdün çitleri Gene bembeyaz, Mayısta, kösnül tatlılığıyla. Gene aynı olacaktı yolculuğun sonunda, Umarsız bir kral gibi gece gelseydin, Neden geldiğini bilmeyerek gündüz gelseydin, Gene aynı olacaktı, bozuk yoldan ayrılıp da Domuz ahırı ardından sapınca iç sıkıcı yapıya Ve mezar taşına. Niye geldim diye ne düşündüysen Yalnız kabuğudur, kapçığıdır anlamın Ki amaç yalnız o amaca ulaşılınca anlaşılır, O da ulaşılırsa. İsterse hiç amacın olmasın Ya da tasarladığın son’un ötesindedir amaç, Ulaşılınca değiştirilir. Öyle yerler vardır ki Dünyanın da ucudur, bazıları deniz mağaralarında, Ya da karanlık bir gölde, bir çöl ya da bir kentte¬ Ama en yakını budur, yer ve zaman bakımından, Şimdi ve İngiltere’de.
…………………Buradan gelseydin, Saparak istediğin yola, başlayarak istediğin yerden, İstediğin zamanda ya da istediğin mevsimde, Hep aynı olacaktı: Savmak zorunda kalacaktın Duygu ve düşünceyi. Burada gerekmez doğrulaman, Eğitmen kendini, ya da merak gidermen Ya da haber yayman. Diz çökmen gerekir burada, Yakarışın geçerli olduğu yerde. Ve yakarış başkadır Bir sözcükler dizisinden, bilinçli uğraşıdır Yakaran kafanın, ya da mırıltısı yakaran sesin. Ve ölüler neyi söylemediyse hiç, yaşarken, Anlatabilirler sana, ölüyken: Haberleşir Ölüler ateş diliyle, değil yaşayanların diliyle. Burada, zamansız an’ın kesişme yeri İngiltere’dir, başka yer değil. Hiç ve hep.
II Yaşlı bir adamın yenindeki kül Yanan güllerden kalan külün tümüdür. Havada asılı kalan tozlar Öykünün bittiği yeri gösterir. Tozun solunmadığı yer bir evdi- Bir duvar, bir lambri ve fare. Umut ve umarsızlığın ölümü, ………Bu, ölümüdür havanın.
Taşkın ve kuraklık vardır Gözlerde ve ağızlarda, Ölü su ve ölü kum Birbiriyle aşık atmada. Kavrulup yarılmış toprak Şaşkın bakar hiçliğine cakanın, Güler ama neşesiz. …………Bu, ölümüdür toprağın.
Suyla ateş yerini aldı Kentin, otlağın ve yoz otların. Su ile ateş alaya alır Kurbanı ki yadsımıştık. Su ile ateş çürütecektir Bozuk temelini, unuttuğumuz Mihrap ile koro yerinin. ………Bu, ölümüdür suyla ateşin.
O belirsiz saatte sabah olmadan ………Upuzun gecenin sonuna doğru ………Sonsuzun tekrarlanan sonunda Bir kara güvercin, dili titreyerek ………Dalınca yuvaya dönüş ufkunun altına
………Ölü yapraklar teneke gibi takırdarken Asfalt üzerinde, başka ses yokken hiç, ………Dumanlar yükselen üç bölge arasında ………Birine rastladım, yürüyordu, aylak ve ivecen, Sanki sürükleniyordu metal yapraklar gibi ………Kentin tanyeli önünde, karşı koymadan. ………Ve ben yeğlemişken başım önde yürümeyi, Bu, irdelemeyi gösterir ki onunla meydan okuruz ………Alaca karanlıkta ilk rastlanan yabancıya, ………Birden gözüme ilişti birkaç ölü öğretmen, Onları tanırdım, unutmuşum, şöyle böyle hatırladım, ………Tek tek hepsini; derin yüz çizgileriyle ………Tanıdık ve bileşik bir hayaletin gözleri, Hem içten, hem de kimliği belirsiz. ………Onun’çin ikili bir rol üstlenip seslendim ………Ve duydum birisinin sesini: ‘Ne! Sen burada ha?’ Olmadığımız halde. Ben gene aynıydım, ………Ama kendimin bir başkası olduğunu bilerek¬ ………Ve o, yeni oluşan bir yüz; ancak sözler yetti Öncelik verdikleri tanınmayı zorunlu kılmaya. ………Ve böylece, her günkü yelin önünde, ………Çekişmeyecek kadar birbirine yabancı, Uyum içinde bu kesişme zamanında ………Bir yerde buluşamamanın, ne önce, ne sonra, ………Adımladık kaldırımları bir ölü yürüyüş koluyla. Dedim: ‘Duyduğum şaşkınlığa düşmek kolaydır, ………Ama kolaylık nedenidir şaşkınlığın. Onun’çin konuş: ………Kavramayabilir, hatırlamayabilirim.’ Dedi: İstekli değilim tekrarlamaya ………Düşüncelerimle kuramlarımı, unuttuğun. ………Bir işe yaradı onlar: Bırak yarasınlar. Seninkiler de öyle, ve yakar, bağışlansınlar ………Başkalarınca, nasıl yakarıyorsam sana bağışla diye ………Kötüyü ve iyiyi. Son mevsimin meyvesi yendi Ve tam doyan hayvan tekmeleyecektir boş helkeyi ………Çünkü bıldırın sözleri bıldırın dilindedir ………Ve gel-yılın sözleri bir başka ses bekler. Ama yolculuk şimdi hiç engel çıkarmadığından ………Ruhlara, yatıştırılmamış ve yabancı, ………İki dünya arasında, birbirine çok benzer, Ve sözler bulurum, söylemeyi hiç düşünmediğim, ………Caddelerde, bir daha gezinmeyi hiç düşünmediğim, ………Uzak bir kıyıda bıraktığım zaman gövdemi. İlgimizi çeken konuşmadır ve konuşma bizi ………Oymakların ağzını arıtmaya zorladığından ………Ve aklı uzgörüye yönelttiğinden, Bırak açıklayayım yaşlılığa saklanan yetenekleri ………Taçlandırmak için hayat boyu süren çabaları. ………Önce, ölen duyuların soğukça sürtünmesi Kendinden geçmeksizin, hiçbir şey sözermeden ………Gölge meyvenin acımsı tatsızlığından başka, ………Gövde ve ruh başlarken birbirinden ayrılmaya. Sonra, bilinçli hadımlığı öfkenin ………İnsanın aptallığına, ve yırtılışı ………Kahkahanın, eğlenmeyi durduran şeye. Ve en son, tekrarlamanın burucu acısı ………Ne yapmış ve ne olmuşsan; utancı ………Sonradan açıklanan güdülerin, ve kavramak Ne varsa kötü yapılan, hem de başkalarının zararına, ………Ki erdemlerin deneyimi sanırdın eskiden. ………Evet, soytarının onaması yaralar ve onur lekelenir. Sabrı tükenen ruh günahtan günaha ………İlerler, bağışlanmadıkça o arıtan ateşce, ………Orada ölçülü davranmalısın, bir dansör gibi. Gün ağarıyordu. Çirkinleşen caddede ………Ayrıldı benden, bir tür vedalaşmayla, ………Ve gözden yitti borular öterken.
III Üç durum vardır ki çok kez benzer görünürler Ama bambaşkadırlar, aynı çitte gelişseler de: Bağlılık kendine, şeylere ve kişilere; kopukluk Kendinden, şeylerden, kişilerden ve aralarında büyüyerek, kayıtsızlık, Ölüm nasıl benzerse hayata benzer öbürlerine, İki hayat arasında olarak – çiçeklenmeden, arasında Canlı ve ölü ısırganların. Anıların kullanımıdır bu: Kurtuluş için – aşkın azlığı değil de aşkın İstekten öte gelişmesi ve böylece kurtuluş Geçmişten de gelecekten de. Böylece bir vatan aşkı Kendi eylem ortamımıza bağlılık halinde başlar Ve sonunda o eylemi pek önemsiz bulur, Hiç de önemsiz değilken. Tarih kölelik olabilir, Tarih özgürlük olabilir. Şimdi yok oluyorlar, bak, Yüzler ve yerler, onları elbette seven benlikleriyle, Üne kavuşmak, yücelmek için, bir başka düzende. Günah gereklidir, ama Hepsi iyi olacak, ve Her türlü şey iyi olacak. Gene düşünürsem bu yeri, Ve insanları, çoğu övgüye değmez, Değil yakın hısımları ya da iyiliği, Ama kendine özgü bazı dâhileri, Hepsi etkilenmiş sıradan bir dâhiden, Bölündükleri bir çekişmede birleşmişler; Düşünürsem bir kralı gün batarken, Üç adamla nicelerini, darağacında, Ve bazılarını ki ölüp unutuldular Başka yerlerde, burada, ülke dışında, Ve birisini ki ölürken kör ve sessizdi, Ne diye övüp onurlandırmalıyız Bu ölü insanları ölenlerden daha çok? Çanları geçmişe doğru çalmak değildir bu, Ne de bir büyüdür Hayalini çağırmak için bir Gülün. Eski hizipleşmeleri canlandıramayız Eski politikaları yenileyemeyiz Ya da antik bir davulu izleyemeyiz. Bu insanlar, ve onlara karşı çıkanlar Ve onların karşı çıktıkları Onaylarlar sessizlik anayasasını Ve toplanırlar tek bir partide. Talihlilerden ne kaldıysa bizlere Biz almışızdır yenilenlerden Bırakmak zorunda olduklarını – bir simge: Bir simge, ölümde yetkinleştirilen. Ve hepsi iyi olacak, ve Her türlü şey iyi olacak Arıtılmasıyla güdülerin Bizim yakarma yerimizde.
IV Dalışa geçen kumru havayı yarar Akkor halindeki dehşetin aleviyle, Ve o alevin dilleridir ilân eden Tek kurtuluşu günah ve yanlılıktan. Tek umut, yoksa, tek umutsuzluk
………Ceset için odun seçmededir, seçmede- ………Kurtarılmak için ateşten ateşle.
Kim buldu öyleyse üzgüyü? Aşk. Aşk pek tanınmamış bir Ad’dır O ellerin ardında, hep örüp durur Dayanılmaz alevden gömleği, Onu da insan gücü çıkaramaz. Biz yalnız yaşarız, ah ederiz işte Tüketilerek ya ateşle ya da ateşle.
V Başlangıç dediğimiz çoğunlukla son’dur Ve sona erdirmek başlangıç yapmaktır. Son, yola çıktığımız yerdir. Ve her cümlecik Ve cümle ki doğrudur (yani her sözcük yerindedir, Ötekileri tamamlamak için yerini alır, Sözcük, ne çekingen, ne de gösterişçi, Eskilerle yeniler arasında kolay bir ilişki, Halkın sözcüğü doğru, kabalaşmaksızın, Resmi sözcük kesin, fakat bilgiççe değil, Çiftlerin hepsi birlikte dans ederek) Her cümlecik ve her cümle bir son ve başlangıçtır, Her şiir bir yazıt. Ve herhangi bir eylem Bir adımdır idam kütüğüne, ateşe, denizin gırtlağına Ya da okunamayan bir taşa: ve bu, çıkış yerimizdir. Biz ölürüz ölenlerle: Bak, ayrılıyorlar, ve biz onlarla gidiyoruz. Biz doğarız ölülerle: Bak, dönüyorlar, ve bizi de getiriyorlar. Gülün zamanıyla porsukağacının zamanı Eşit sürelerdir. Tarihi olmayan halk Kurtarılamaz zamandan, çünkü tarih bir düzenidir Zamansız anların. Öyleyse, ışıklar zayıflarken Bir öğleden sonra kışın, sessiz bir tapınakta Tarih şimdidir ve İngiltere’dir.
……Resmiyle bu Aşkın ve sesiyle bu Çağrının
……Geri kalmayacağız araştırmaktan Ve bütün araştırmalarımızın sonu Yola çıktığımız yere varmak Ve orayı ilk kez tanımak olacaktır. Bilinmeyenler içinde, hatırlanan kapı
Ki toprağın sonu bıraktı bulunsun diye, Bir yerdir ki başlangıç idi; En uzun nehrin kaynağında, Sesi, gizlenmiş çavlanların Ve elma ağacındaki çocukların Bilinmez, çünkü aranmamıştır Ama duyulmuştur, yarı duyulmuş, denizin Durağanlığında iki dalga arası. Hemen şimdi, buraya, şimdi, hep Bütünüyle bir yalınlık hali (Her şeyden ucuza patlamayan) Ve hepsi iyi olacak ve Her türlü şey iyi olacak Alevin dilleri bükülünce Taçlanmış ateş yığınının içine Ve tek varlık olunca ateşle gül.
T.S. Eliot Çeviri: Suphi Aytimur Çorak Ülke-Dört Kuartet / Adam Yayınları
Efendim, Roma sümbülleri çiçeklenir kâsede Ve kış güneşi emekler karlı tepelerde; İnatçı mevsim sürmekte. Hayatım hafiftir, bekler ölü rüzgârı, Elimin sırtındaki bir tüy misali. Güneş ışığında toz ve köşelerde hatıra Bekler ölü ülkeye doğru soğuk esen rüzgârı.
Bahşet bize barışını. Dolandım uzun yıllar bu şehirde, Tuttum inancımı ve orucumu, kol kanat gerdim yoksula, Onuru ve rahatlığı hem verdim hem de aldım. Asla reddedilmedi kimse benim kapımdan.
Gelip çattığında kederin zamanı Kim hatırlayacak çocuklarımın çocuklarının yaşayacağı evimi? Keçi patikasından gidecekler, ve tilkinin evine, Firar edecekler yabancı yüzlerden ve yabancı kılıçlardan.
İplerin ve kırbaçların ve dövünmelerin zamanından önce Bahşet bize barışını. Issız dağın duraklarından önce, Anaç kederlerin muayyen saatinden önce, Ölümün bu doğum mevsiminde şimdi, Çocuk, henüz söylenmemiş ve zımni Söz, Bahşetsin İsrail’in tesellisini Yarını olmayan seksen yaşındaki birine.
Sözüne göre, Methedecekler seni ve ıstırap çekecekler her nesilde Şanla ve alayla, Işık üstüne ışık, tırmanır azizin merdivenine. Bana göre değil şehitlik, düşüncenin ve duanın vecdi, Bana göre değil nihai önsezi. Bahşet bana barışını.
(Ve bir kılıç delip geçecek yüreğini, Seninkini de).
Usandım kendi hayatımdan ve benden sonrakilerin hayatlarından, Ölüyorum kendi ölümümde ve benden sonrakilerin ölümlerinde. Bırak gitsin Kurtuluşunu görmüş uşağın.
T.S. Eliot (1888-1965) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
Thou hast nor youth nor age But as it were an after dinner sleep Dreaming of both. (*2)
Buradayım işte, kurak bir ayda yaşlı bir adamım, Bir oğlan kitap okurken, beklerim yağmuru. Ne sıcak kapılardaydım Ne de boğuştum sıcak yağmurda Ne de dizlerim tuzlu bataklıklardaydı; pala sallamadım, Sinekler ısırmadı beni, boğuşmadım. Çürümüş bir evdir evim, Ve ev sahibi, pencerenin denizliğine çömelmiş o Yahudi Yumurtlanmış Antwerp’te bir meyhanede, Kuluçkalanmış Brüksel’de, katmerlenmiş ve soyulmuş Londra’da. O keçi öksürür geceleri yukarıdaki tarlada; Kayalarda, yosunda, taştaki otta, hurdada, tezekte. Kadın mutfak işlerini yapar, çay yapar, Hapşırır akşama doğru, dürter huysuz olukları.
Ben bir yaşlı adam, Bir donuk kafa rüzgârlı alanlarda.
İşaretleri mucizeler olarak algılarız. “Bir işaret gönder bize”: (*3) Bir sözdeki söz, bir söz söyleyemeden, (*4) Sarmalanmış karanlıkla. Yılın ergenlik çağında Geldi o kaplan Mesih.
Baştan çıkmış Mayıs’ta, kızılcık ve kestane, çiçeklenen erguvan, Yenmek için, bölüşülmek için, içilmek için Fısıltılar arasında; Bay Silvero tarafından Okşayan ellerle, Limoges’te (*5) Bütün gece yandaki odada yürüyen kişi; Hakagawa tarafından, Titianların arasında eğilmiş; (*6) Madam de Tornquist tarafından, o karanlık odada Değiştiriyor mumları; Fräulein von Kulp Döndü salonda, kapıda bir el. Boş mekikler Örer rüzgârı. Yok benim hayaletlerim, (*7) Bir yaşlı adam cereyanlı bir evde Altında rüzgârlı bir tepeciğin.
Bunca bilgiden sonra, ne bağışlaması? Düşün şimdi Tarihin bir çok hin dehlizleri vardır, uyduruk geçitleri Ve çıkışları, fısıltılı hırslarla aldatır, Yönlendirir bizi kibirlerle. Düşün şimdi Dikkatimiz dağılmışken verir bize Ve verdiği şeyi de öylesi çevik bir şaşkınlıkla verir Ki veriş teşne olur özleme. Çok geç verir İnanılmayan şeyi, yahut eğer hâlâ inanılıyorsa, Hafızada sadece, yeniden hatırlanmış şehvet. Çok yakında verir (*8) Zayıf ellere, vazgeçilebileceği düşünülmüş olan şeyi Reddediş bir korku yaratana dek. Düşün Ne korku ne de cesaret kurtarır bizi. Tuhaf tutkuların Babasıdır kahramanlığımız. Erdemler Salınır üstümüze arsız suçlarımız tarafından. Bu gözyaşları silkelenmiştir öfke taşıyan ağaçtan. (*9)
Yeni yıla atlıyor kaplan. Biziz parçalayıp yuttuğu. Düşün nihayet Varamadık neticeye, ben Katılaşırken kiralık bir evde. Düşün nihayet Yapmamıştım bu işi amaçsızlıkla Ve bu geri geri giden iblislerin zorlamasıyla (*10) Yapılmış bir şey değil. Seninle bu konuda dürüstçe görüşmek isterim. Yüreğine yakın olan ben uzaklaştırıldım oradan Dehşette kaybederek güzelliği, sorgudaki dehşette. Yitirdim şehvetimi: niye koruma ihtiyacı duyayım ki Korunan her şey yozlaştırılmak zorunda olduğundan? Yitirmiştim görmeyi, koklamayı, duymayı, tat almayı ve dokunmayı: Daha yakınına gelebilmek için nasıl kullanabilirdim duyuları?
Binlerce küçük düşüncelerle bunlar Uzatırlar onların serin çılgınlıklarının faydasını, Tahrik ederler zarları, duyu serinletildiğinde, Keskin soslarla, çoğaltmak çeşidi Aynaların sahrasında. Ne yapmak ister örümcek, Askıya almak mı işlerini, buğdaybiti Sonraya bırakır mı? De Bailhache, Fresca, Bayan Cammel, dönendiler Titreyen Ayı’nın pençesi ötesinde Parçalanmış atomlarda. Rüzgâra karşı martı, Belle Isle’nin (*11) O rüzgârlı boğazlarında, yahut akarken o Burun’da, (*12) Kardaki beyaz tüyler, Körfez’in istekleri, Ve bir yaşlı adam sürüklenir Tropik rüzgârlarla Uykulu köşelere.
O evin kiracıları, Kuru beyindeki düşünceler kuru bir mevsimde.
T.S. Eliot (1888-1965) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
Çevirenin notları: (*1) Gerontion, “küçük yaşlı adam” anlamına gelmektedir. Sözcük kökeni olarak Grekçe “yaşlı adam” anlamına gelen “geron”dan türetilmiştir. 1920 yılında yazılan Gerontion şiiriyle Eliot’un şairliğindeki İsevî dönemin başladığını gözlemleyebiliriz. Ayrıca, daha sonra “Çorak Ülke” şiirinde daha detaylı ele alınacak olan şüphe/inanç ve yağmur/kuraklık karşıtlıklarını da “Gerontion” şiirinde gözlemleyebiliriz. (*2) Ne gençliğin ne de yaşlılığın sahibisin / Fakat neredeyse bir öğle uykusunda gibi / İkisini de düşlersin. Shakespeare’in ”Measure for Measure” adlı piyesinden (III.1.32-34) (*3) ”Ya ağacı iyi, meyvesini de iyi sayın; ya da ağacı kötü, meyvesini de kötü sayın. Çünkü her ağaç meyvesinden tanınır. … Çünkü ağız yürekten taşanı söyler. İyi insan, içindeki iyilik hazinesinden iyilik çıkarır. Kötü insan, içindeki kötülük hazinesinden kötülük çıkarır.” (Matta, XII, 12: 33-35) . (*4) “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Hayat O’ndaydı ve hayat insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar ve karanlık O’nu alt edememiştir.” (Yuhanna, I, 1: 1-5) (*5) Limoges: Fransa’nın orta bölgesinde bulunan porselenleriyle ünlü bir kent. (*6) Titianlar, 1477-1576 yılları arasında yaşamış, tam adı Tiziano Vecelli olan fakat Titian olarak bilinen Venedigli portre ve dinsel konular ressamı tarafından yapılmış resimler anlamındadır. (*7) “Günlerim çulhanın mekiğinden daha tez, / Ve bir ümit olmaksızın tükenmekteler.” (Eyüp, VII, 7:6) . (*8) Shelley’in “Adonais”i: John Keats’in ölümü üstüne: ‘Çok yakında, ve güçsüz ellerle” (Too soon, and with weak hands.’) (*9) Öfke taşıyan ağaç: iyiyi ve kötüyü öğreten bilgi ağacı. Bu ağacın meyvesini yemeleri üzerine Tanrı, Adem ile Havva’yı Cennet’ten kovarak ölüm ve acının bulunduğu dünyaya sürmüştür. (*10) Geleceği görebilenleri “Cehennem”e yerleştirmiştir Dante. Ve ceza olarak onları geri geri yürümeye zorlamıştır. (*11) Belle Isle: Labrador ile Newfoundland arasındaki bir ada. (*12) Burun: Tierra del Fuego, Şili, Güney Amerika’nın en güneyindeki nokta. Charles Darwin’in “Voyage of the Beagle” adlı yapıtında “ölümün mekânı” olarak tanımlanmıştır.
Dur merdivenin en üst basamağında Yaslan bir bahçe vazosuna – Ör, ör gün ışığını saçlarında – Sarıl çiçeklerine acılı bir şaşırmayla – Fırlat hepsini yere ve dön Gözlerindeki firari bir içerlemeyle: Fakat ör, ör gün ışığını saçlarında.
Böylece bırakabilirdim o adamı, Böylece bırakabilirdim o kadını durup yas tuttuğu yerde, Böylece bırakabilirdi adam Ruhun yarılmış ve yaralanmış bedeni bırakışı gibi, Zihnin kullandığı bedeni bırakıp gitmesi gibi. Bulmalıyım Işıklı ve marifetli eşsiz bazı yolları, İkimizin de anlayabileceği bazı yolları, Bir gülüş ve tokalaşma gibi sıradan ve vefasız.
Dönüp gitti kadın, fakat sonbahar havasıyla Günler boyu zorladı imgelemimi, Günler ve saatler boyu: Omuzları üstünde saçı ve çiçeklerle dolu kucağı. Ve merak ederim birlikte nasıl olurlardı! Yitirmiş olmalıyım bir davranışı ve duruşu. Bazen bu düşünceler şaşkına çevirir hâlâ Tedirgin gece yarılarını ve öğle uykusunu.
Aysı bir bireşimde tutulmuş Sokakların kapsamı boyunca, Fısıldanan aysı tılsımlar Eritir belleğin döşemelerini Ve onun bütün belirgin ilişkilerini, Bölümlerini ve kesinliklerini, Geçtiğim her sokak lambası Çalar kaderci bir davul misali, Ve karanlığın alanları boyunca Hafızayı sarsar gece yarısı Nasıl sarsarsa bir deli ölü bir sardunyayı.
Saat bir buçuk, Titredi sokak lambası, Söylendi sokak lambası, Dedi ki sokak lambası, “Bir sırıtış gibi Kendisine açılan kapının ışığında Sana doğru duraksayan şu kadına dikkatle bak. Görürsün giysisinin kenarı Yırtılmıştır ve lekelenmiştir kumla, Ve görürsün gözünün kenarı Kıvrılır eğri bir topluiğne gibi.”
Hafıza fırlatır yukarı yüksek ve kuru Kıvrılmış şeylerin bir kalabalığını; Aşınmış, pürüzsüz ve parlatılmış Bir dal kıvrılmış kumsalda, Sanki vazgeçmiş dünya İskeletinin gizinden, Kaskatı ve beyaz. Kırık bir zemberek bir fabrika avlusunda, Kuvvetin terk ettiği biçime tutunmuş pas Çetin ve kıvrımlı ve çatırdamaya alesta.
Saat iki buçuk, Dedi ki sokak lambası, “Kendisini olukta yassılaştırmış kediye dikkatle bak, Çıkartır dilini Ve siler süpürür bir parça küflü tereyağını.” Çocuğun eli de öyle, kendiliğinden, Çaktırmadan cebe atar rıhtımda dönenen bir oyuncağı. Hiçbir şey göremedim çocuğun gözü ardında. Işıklı panjurlar arasından dikizlemeye çalışan Gözler görmüştüm sokakta, Ve bir yengeç bir öğle sonrasında bir havuzda, Kendisini tuttuğum çubuğun ucunu kavramış, Sırtında deniz kabuklarıyla yaşlı bir yengeç.
Saat üç buçuk, Titredi lamba, Karanlıkta söylendi lamba. Mırıldandı lamba: “Dikkatle bak aya, La lune ne garde aucune rancune, (*) Belli belirsiz göz kırpar, Köşelere gülümser. Çimenin saçını düzler. Hafızasını kaybetmiştir ay. Soluk bir çiçek bozuğu çopurlaştırır yüzünü, Eliyle kıvırır toz ve bayat kolonya kokan Kağıttan bir gülü, Beyninde mekik dokuyan Bütün o kadim gecesel kokularla yalnızdır. Hatırlanır Güneşsiz kuru sardunyalar Ve çatlaklardaki toz, Sokaklardaki kestane kokuları Ve kadınsı kokular panjurları kapalı odalarda Ve sigaralar koridorlarda Ve kokteyl kokuları barlarda.”
Dedi ki lamba, “Saat dört, İşte kapının numarası. Hafıza! Anahtar sende. Yayar merdivene bir haleyi küçük lamba, Yukarı çık. Yatak açık; diş fırçası asılı duvarda, Ayakkabılarını koy kapıya, uyu, hazırlan hayata.”
Bıçağın son kıvrılışı.
(*) Ay kin beslemez asla.
T.S. Eliot (1888-1965) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
Yolun ötesine geçebilirdik, ama duraksadık, Derken devriyeler geldi Komutanları sorumlu ve kararlı, Asık yüzlü ve kayıtsız öbürleri. Beklerken sorgulama başladı. Her şeyin Hemen açıklanması gerekiyormuş, Kimmişiz, neciymişiz, nereden geliyormuşuz, Amacımız neymiş, kimin adına, Kime karşı çalışıyormuşuz. Sorular, sorular. Durup yanıtladık bütün gün; Yolun öbür yanında, çitin ötesindeki Aldırışsız âşıkları seyrettik Bir başka yıldızda el ele dolaşan çiftleri, Seslensek, bizi duyacak kadar bize yakın. Yanıtlarımızı, davranışlarımızı Seçecek durumda değiliz burada, Az ötede aldırışsız âşıklar dolaşsa, Kaygısız tarla çok yakınımızda da olsa. Tam sınırdayız, Nerdeyse tükendi dayanma gücümüz Ve hâlâ sürüyor sorgulanmamız.
Hem dost, hem düşman evren, Doldurdum yıldızlarını keseme, Veda, veda ediyorum sana. Bırakıp bırakıp seni böyle Gitmek bir mucize kuşkusuz, Babamın söylediğine göre.
Sen öyle büyük, ben öyle küçüğüm ki : Ben bir hiçim, sense her şey Ben hiç olduğum için böyle, Gidebilirim yoluma. Yükselmeden, Düşmeden, çünkü hiç kımıldamazsam eğer, İzim kalmaz gününde.
Bazı anılar kalır, diyorlar Öteki yerde, yağmurda çimen Toprakta ışık, denizde güneş, Geçici bir iyilik, hayalet gibi bir yüz, Ama kararıyor dünya. Bir yer yok Ne kendisine, ne de hayaletine.
Baba, baba, korkuyorum bu havadan O uzak yanından umarsızlığın, O soğuk, soğuk yerden esen. Hangi ev, hangi destek, hangi el? Bakıyorum sonsuzluk hiçlikle dolu, Ve şu koca yer yuvarlağı zayıflıyor, eskiyor.
Tut elimden, sıkı tut – ben değişiyorum! Tut ki, elinde elim artık hiç değişmesin Seninki değişse bile. Sen burada, ben orda, El ele umarsız iki yaprak – Bilmiyordum ölümün bu kadar garip olduğunu.
Bir ayağım cennette, durup Bakıyorum karşı kıyıya. Dünyada koca gün sona ermek üzere, Ama ne garip ektiğimiz şu tarlalar Sevginin ve nefretin tohumlarıyla. Zamanın emeğine rahat vermiyor zaman, Hiçbir şey ayıramıyor artık Buğdayla burçağı yan yana biten. Saplara sessizce dolanan O süs otları; bunlar bizim işte. Kötülükle iyilik yan yana Hasadını toplayacağımız Hayır ve günah tarlalarında.
Gene de cennetten sürüyor kök Başlayan gün gibi tertemiz. Zaman’toplayıp yemişlerini Yakıyor o ilk yaprağı Korkunun, acının biçiminde Kış yollarında uçuşan. Ama aç tarlayla kararmış ağaç Çiçek açıyor bilinmeyen cennette. Acının, iyiliğin tomurcukları Yalnız bu karanlık tarlalarda açıyor. Cennet nasıl bilebilir Umudu ve inancı, acıma ve sevgiyi Gömülü kalmışsa hep Bellek buluncaya dek kendi definesini? Cennette hiç bu garip mutluluklar Yağmaz şu bulutlu göklerden.