Mevlâna Yusuf Ninnisi

Adına diyorlar
”Hoşgeldin bebek”

Bir göl uykusu gözlerinde
Melekler geçiyor sularından gülümseyerek
Melekler ninnilerle, ilahilerle, çiçeklerle
Hayy diyorlar ya hû! Hayy yaGöğsünden uçuşan kuşlara bakıp bakıp
Sen de gülüyorsun içindeki Allah ‘a
Bir gülsün oğul, lahuti kokum, ipekten rüyâ:

“Gül olanın aslı güldür
Peygamberin nesli güldür
Girdim şahın bahçesine
Cümlesi güldür, gül…”

Ruhumun kapılarında bahar– gül mevsimi
Ruhumun kapılarında yağmur– sonsuzluğa değin
Bir şiir gibi pencerenin önünde serçeler, söğütler, iğde ağaçları
Bir şiir gibisin teninde cennet kokusu
Yusuf desem şehlâ: gözlerle güzelliğe bakıyorlar
Kırk Kızlar Türbesi ‘ne gidip dua ediyorlar
Mevlâna desem sevgiyi anlıyorlar – yürekteki gizli niyeti
Gök çocuğum benim, tecelliğim, rabbimin güzel emaneti.

“Asmasında gül dalları
Kovanında gül balları
Ağacında gül halleri
Selvi çınarı güldür, gül… “

Nasıl sevinç bu Allah’ım, ibadet hışırtısı sanki
Toprakta aşkın çiğ sesi, göveren ışıltısı mayısın
Rüzgar eser, dağlarda sadece kar izi var – yürür bahar
Her şey kıpır kıpır, artık evimiz-barkımız çiçek tarlası
Gecelerde ve gündüzlerde bir türküdür doğuşun – söylenir
Öpüldükçe kalbimin ceylan gözlü sevdası
Sevdiğim sürmelim ırmak çocuğum benim

”Gülden terazi yaparlar
Gül ile gülü tartarlar
Gül alırlar, gül satarlar
Çarşı pazarı güldür, gül…”

İsmail Karakurt

Yeniden Doğuş

Ağır, yorgun titreyişiyle
bir başka yitik alevin,
yavaşça çözülüp yok oluşuyla
artık uzak aşkımın
(gene de kanatlandırmıştı beni
dünya üzerinde yükselmem için
ve pek çok tatlı ve gizli şey
söylemişti kulağıma,
yo, daha derine, yaşayan yüreğime,
tatlı, heyecanlı şeyler,
kimsenin asla bilmeyeceği,
bir daha asla söze dökemeyeceğim),
bütün düşlerimin amansız çözülüşüyle,
ölüşüyle başka bir yanılsamanın;
geri döner ruhuma tekdüze ritmi bir zamanların,
korkunç, hep aynı yaşam
ve saldırısı yararsız düşüncelerin,
bitimsiz külrengi arzulayışım
ortasında dünya gösterisinin,
hep aynı
ama öyle gizemli ve korkunç ki
sevinçleri ve acılarıyla,
gözlerini yumdurup içine döndürür insanı,
ani bir uğultuyla sanki
beyinde yankılanan.
Ama böylesine boş ve hüzünlü yaşamda,
çok önceleri dağılmışken o güzel, sakin hayal,
yeniden yakalar beni kimi zaman,
vahşice sökün ederek,
arzulu kıvranışlar,
delice boğuntular,
yakıcı, birden
açılan eski yaralar gibi
şiddetli bir çarpışla,
kesik ve öfkeli kanatları
büyük bir düşün, yaşadığım
ne olduğunu
tam anlamadan.
Arzulayış bütün kadınları, sokaktan geçen,
bir yüzü, güzel bir bedeni,
tensel bir ateş kanımda uğuldayan.
Dalgın, izlerim geçen kadınları
ve her defasında bıraktığımı sanırım
yolları üzerine,
öylesine ılık ve güzel kokan,
parçalanmış etim ve kanımdan canlı bir özlemi.
Hepsi geçiverir yanımdan ve sonra,
yitip giderler sonsuza dek.
Kıskanışım görkemli aşk intiharlarını,
son çılgın sarılmanın kanla kaplandığı,
göz alıcı, kırmızı
ve kana bulandığı yastıklar ve tabancanın
ve her şeyin sanki yüceldiği,
sarsılıp uğultuyla
ve kararsız gözlerin öldüğü
gözlerinde o kaygısız yüzün, şimdiden soğumakta olan,
ağız umutsuzca
o ağzı ararken, hâlâ taptığı.
Delice arzum kahramanca bir eylem için:
Dünyanın üzerine yükselip onunla
içime kapanabileyim, mağrur,
en azından hareketlerimle yatışısın,
utkulu bir anda,
o ateş, yüreğimi boğan
ve sustuğunda benim için daha korkunç olan.
Benliğimi saran yüceliş karşısında her büyük eserin,
her engin ve dev gösterinin,
büyük bir istasyon karşısında,
üzerinde denize uzanan bir rıhtımın,
çok büyük gemilerin arasında
ve belirgin gücü arasında bucurgatların,
uğultuların, antenlerin,
sonsuzluğa uzanan.
Ama bu zavallı, sancılı alevlerin ardından,
şiddetli kıskançlıkların ve aşk özlemlerinin,
utkulu yücelmelerin ardından,
çaresiz, her zaman,
bir darbe gibi, olanca gücümü tüketen,
ama korkunç bir acıyla
beni ürperten;
içimi yakıp yüreğimi sızlatır
ani bilinci içimdeki illetin,
bilinci ruhumdaki çaresizliğin,
korkunç çaresizliğin,
özü bezginlik ve bıkkınlık,
ödlekçe acizlik
ve umutsuzluk olan.
Ve bazen ani bir düşünceyle bu dehşet çöker üzerime,
ünlü bir kitapla,
yüceltirken kendimi yüce ruhunda
bir şairin,
o zaman birden ruhumu parçalar
yüreğimi boğar
her güzel meltem,
buz keser içimdeki her alev
ve ben pek yüce bir anda, çevreme bakarım,
artık kanım çekilip damarlarımda,
alev alev yanaklarımla solgun,
gözyaşıyla yüklü hissederek kendimi,
dayak yemiş bir çocuk gibi,
ama büyük bir yalnızlık içinde,
beni sessiz kılıp her isyanıma ket vuran,
bir sancının uyuşukluğuyla sanki,
dinsel bir durgunluğun,
dile gelmez acıyla yüklü,
acımasızca ruhumu ezen,
ama derin bir sessizlik içinde.
Ama sonra hemen kalkarım ve bedenim kıvranır,
ürperir, sarsılarak
dizginsiz hareketlerle
ve büyük haykırışlar dolar boğazıma,
göğsümü sarsar parçalarcasına,
sakınımsız ve acı çekerim
korkunç acı çekerim,
umudum olmadan,
yiterek engin yıkımımda.
Ve intihar düşüncesi de,
geçmişte bana gülümseyen,
kaldıramaz artık o taşı yüreğimden,
acı çekerim, korkunç acılar.
Sonra, daha tedirgin ve alçalmış,
acı çekerek,
uğultulu bir dinginlikle,
eski tekdüze ritmime dönerim,
korkunç hayata, hep aynı olan
ve eziciliğine yararsız düşüncelerin,
bitmek bilmez külrengi yanıp tutuşmalarıma,
artık hiçbir şey görmeden, hiçbir şey duymadan,
umutsuz yankısı dışında
büyük yıkımımın.
Ve yollarda dolaşırım,
sessizce,
yalnız
ve artık hiçbir şey sarsmaz beni
ve soğukluğumu duyarım ama hiç yararı olmaz
çünkü yüreğimdeki tek şey özlemdir
yitirdiklerime duyduğum,
ruhumdaki çaresizlik yüzünden,
korkunç çaresizlik, özü bezginlik ve bıkkınlık
ve umutsuzluk olan.
Ve böyle dönerim seyretmeye dünya gösterisini,
hep ama hep aynı gösteri.
Yaşam, korkunç yaşam,
sen ki yakıcı bir acıyla sarsardın beni
ve altüst ederdin yüreğimde
kanımın her damlasını,
dile gelmez bir dolulukla,
sen ki rengimi değiştirirdin, sesimi, hatta hareketlerimi
her hafif belirişinde
derin gözlerinin,
koyu, karanlık,
dalgın
solgun hüzünlü yüzde
altında küçük sarı bulutun,
bedeni gibi narin,
uçucu yumuşak saçların:
Yaşam, düşsel yaşam
niçin söndün
böyle yüreğimde?

[17 Ağustos 1927]

Cesare Pevese
Çeviri: Kemal Atakay

Dargınlık/Küslük Şiirleri Bercestem

anılar gömülüdür zaten ben bir daha gömerim
çocuk olmuşum, hasta olmuşum, deniz olmuşum
yalnız bir sincabım belki
gömdüğü cevizlerine küsen

Ahmet Murat

Azgın fırtınalar denizlerde,
Şehirlerde ışıktan dalgalar
Bekleşen kadınlar geceleri,
Rüzgâr gibi kızlar, küskün çocuklar
.

İnsanlar! Şeytanın sütkardeşi!
Bazı bazı sizleri de gördüm uzaktan;
O zaman sövmek geldi içimden
Ayıptır söylemesi…

Cahit Külebi

kalbi kırık bir beyazlık, küs bir çocuğun büzülen alt
dudağı, açmadan önce solmayı öğrenmiş bir çiçeğin
uykusuz sancısı, yeni çağların merhametli ve cömert
hayalcisi, hayatın kalbinde oturan vefa çiçeği, sanki
üzgün bir gül yaprağı, ruhunda bayram sevinçleri
taşıyan, sevdiklerini sevgisiyle yaşatmaya çalışan

Engin Turgut

Şair, dünya sana küsmüş diyorlar
Enlemleri, boy lamları birbirine karıştırdığın için
Bizimle uzlaşmadı, diye bağırıyor dini bütün olanlar
Sonun kötüye varacak, bildiririm…

Ahmet Erhan

sonra bir yanlışlık oldu küstüm kendime
tesellisiz bir sabırla boşlukları biriktirdim
evvel zaman önceydi…
yılan gibi kaygandı mutluluk
elimizden bir anda yitip gitti

Eren Aysan

tavanı kırmızı, duvarları beyaz badanalı
bir odada bir arada bir ara olmalıyız, hatırladınız
bıçak sapı gibi gülümsememe de izin vermelisiniz
– babam bana küstü, döv onu babaanne

Küçük İskender

Uzun yoldan gelmiş gibi yorgunum
Ne kimseye küskün ne de dargınım
Bir ahu gözlüye candan vurgunum
Garip gönlüm kapısında kul gibi

Neşet Ertaş

küsecek kadar sevmeli insan birini
o gelince küsmeli: nerdeydin bunca zaman
niye sevmedin beni, küsecek kimsem yoktu
demeli o varken de kimseye küsmemeli

Haydar Ergülen

Ne zamandır kurumuştu çiçekleri şiirlerin

taş duvar demir kapı bedeli ödenmiş acı
hangimiz hangimizden alacaklı
pencerede yağmur içimde dağlar ve gökyüzü
nefret ve hüzün
yalnızlık
barışığım hepinizle küsüm kiminizle

( Denizin sesi yüzlerinde kalkıp yürüdüler)

Refik Durbaş

bu gece susmaya gelsem sana

sıcak bir düşün terine
ayaz yedim bütün gün
bana şarap versen
kırmızı pembe beyaz
içimde küskün bir çocuk var
usulca örtsen üstümü gözlerinle

Zeynep Uzunbay

Dünya böyle gidiyorsa
Elbet bir nedeni var
Ben sana küstüm küserek.

Behçet Necatigil

sûr’um. susuyorum, kavmimin incinen gözüyle
bakıyorum burçlardan çöle. kaab uzak, hırka
küs..hüseyin ki artık kalbimizde süs!

Metin Kaygalak

Yaşanacak hayat,
Şiirden uzun,
Kavgalar şiirden zorlu,
Ve gözyaşı,
Şiirden çok daha parlak
Olduktan sonra,
Odalardaki hüzünlü suskunluk,
Küstürmesin seni çocukluğuna.

Melisa Gürpınar

Küsmüş göğüne besbelli
Geleceği göremediğinden
Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde
Doğuşunu yeniden

Metin Altıok

Ve sefil yaşlılığının küskünlüğü içinde
hayatını nasıl boşa harcadığını düşünüyor
güçlü, yakışıklı, sazı sözü yerindeyken.

Yannis Ritsos

Saatlerin yağmaladığı taze ömrüm,
Saklandığı şapkaya küskündür tavşan
Elimde değil diyorum, bu yaşamaktır
Söz alıp ayağa kalktığımda dağılıyor meydan

Gökhan Ergür

Gidersen sana da kırılacak, kal,
– Gönlüm ki, böyle her gidene küstü –
Ve deme “buradan bir akşam üstü
Giderken ardımda hıçkırarak, kal!

Hamit Macit Selekler

nice nehirler akmakta bahçeme
nice köprüler kurulmakta sözsüz
kim indi kuyuma, kim(in) di bilir misin
kûy-i yâre bırakıp giden kalbini
çürümüş yazlardan geçerek
son yaprakları son aşkları son hüzünleri
bırakarak ıssız yolculuğuna çıkan,kim
başkasına sığ kendisine derin bu mevsimde
serkeş akşamlara küskün yollara yoldaş

Mehmet Solak

sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de
yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz
dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir
gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir

Haydar Ergülen

onları
bakır bakraçlıları kıyısına küsmüş denizleri
hadi söyleyelim onları
hiçbiri değil sözümüzün muhatabı
seken taşın kara bahtlıları

Kenan Çağan

Ey sen!
Düzene düşüp aşka küsünce
Oyuncaklarını toplayıp giden çocuk…
Hala eski aklında mısın?
En sevdiğin turuncu trenin
Bende kaldı…
Farkında mısın?

Esra Güzelipek

Yorgunuz, kaybetmişiz, dalgınız, kırgınız, küsmüşüz
Bu çocuklar birer birer kaybolurken sisler içinde kime gidelim
Çok yürüdük yollar kayboldu yol bulduk sana geldik
Ne getirdin deme bize senden başka neyimiz varsa o bizim yokumuzdur
Geldik işte bunlar ellerimiz
Bunlar da ellerimizin büyük boşluğu

Mevlana İdris Zengin

Semih’le küsüşünce yaşamın bir anlamı kalmadı. Günler sakız gibi uzamaya başladı. Ne cinayet planları, ne bir ağız dalaşı, ne bir soğuk savaş atmosferi. Yalnızlık berbat bir şey, kürtleri bile özlemiştim neredeyse. Dayanamadım, gittim kapısını çaldım. Öyle baktım boş boş. Sarıldı bana.

‘‘Özlemişim lan seni,’’ dedi. ‘‘Küçük faşo, gir içeri.’’

Emrah Serbes / Üst Kattaki Terörist

bilirim herkesin bir şiiri vardır bir de umudu
hangi iklimin kırılgan ağacıyım ben
küskünüm, güz acısı çekiyorum işte
söyle be ustam
yerim neresi bu çıkarcı dünyada
alıp başımı nerelere gideyim

Bak ustam
gözlerim ıslak, hüzün akıyor yüzümden
küskünüm, yaşam ağrısı çekiyorum
kederimle boğuşmaktayım sancılar girdabında


yaşama yaslanmak için
şiirin burçlarına tutunmak yetmiyor ustam
al götür beni buralardan o uzak diyarlara…

Nuri Can

alınganlık, ah, bilmezsin, küsmem de küsülecek
zamanda, n’eyleyim varlığın yokluğundan tenha
senden başka küsülecek kimse mi bıraktın bana
bir ben kaldım bir de bıraktığın küskünlük tenha

Haydar Ergülen

Sana benzemiyorum
Hiç benzetmeye çalışma
Ya olduğum gibi sev,
Ya küs bir daha barışma

Sezen Aksu

Ah, İstanbul’un gözleri senin gözlerine nasıl da benziyor ışıltılı
Gözlerin arkadaş ve sevgili, gözlerin gurbet gibi bakıyor
Gözlerin susmanın bulutlarını taşıyor ve masum yazlar
Sen incecik bir yağmur olmalısın ovaların kalbine iyi gelen
Küsmesin gözlerindeki martı, gözlerini al da gel adalara kaçalım

Engin Turgut

Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?..
Küskün duruyorsun.
Bir şey kuruyorsun.
Seyrinle ıyan et bana, ilhâm
ile söyle:
Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..

Abdülhak Hamit Tarhan

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli “insâniyyet”in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Mehmet Akif Ersoy

Neden küstün bilir hep cürmün inkâr eylemez âşık
Sebep bu infiale naleî bî ihtiyarımdır

Salın ey nahli nâzım gel nolur bir kerre serv âsa
Sarayındır bu gönlüm ande eşkim cuyibarımdır

Leylâ Hanım

İşte gidiyorum, bir
şey demeden
Arkamı dönmeden, şikayet etmeden
Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden, gidiyorum

Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında
Sesin uzaklaşır her bir adımda
Ayak izim kalmadan gidiyorum

Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı
Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum

Kazım Koyuncu

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.

Ahmed Arif

Geçersen uğra çay demlerim, istersen ıhlamur,
sahi, zili bozuk kapının, seslen, küsüp gitme,
çocuk ol, ufak bir taş at pencereme
uyansın sokağa insin, elinden tutsun anılar.

Ruşen Hakkı

Küsmedim Neşedim kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana

Muharrem Ertaş

bir zaman senden ağlar kaldım gazala
sesim o uzak dağlarda dağdar şimdi
sanki unutmak için var anılar kinimde
ve sanki hep küs tadıyla söylenmiş bir şarkı duyduğum:
herkes bir gün bir aşkta imkânsız hâlâ

Kemal Varol

Evet, o rûh-ı safânın budur o ma’nâsı!
Fakat neden bilmem, hilkatın o eczası
Nigâh-ı nâfiz-i şi’rinle hep söner küskün…

Ahmet Hâşim

Bilim her şeyi bilmek değildir, bilim neyi nerede bulacağını bilmektir… Zamanında Kanunî’nin Süleymaniye Camii’ni açmaya geldiğini elbette görenlerimiz vardı… Bir köşeye bu intibalarını kaydetselerdi ve bir defterin yaprağında bu günü bulsaydık, fena mı olurdu? Ben bu geçmiş kişilere, ellerinde olan imkânları kullanmayan insanlara küskünüm…

A. Süheyl Ünver

Beytü’l-hazen, Yakup peygamberin en sevdiği oğlu Yusuf’u kaybetmesi üzerine üzüntü ve acı içinde çekildiği evidir. Kendisini anlayan olmamış, özellikle diğer oğullarının kendisine ve kardeşleri Yusuf’a ihanetleri ona ağır gelmişti. Bu davranışı kabullenemez, isyan eder ama elinden hiçbir şey gelmez; sabretmekten başka çaresi yoktur. Âdeta dünyaya küserek tüm üzüntülerini paylaştığı evine kapanır. Sabır ve derin bir tevekkülle Allah’a sığınır. En güzel çözümün onda olduğunu düşünür. Yakup peygamberin yazımızda ele alacağımız yaşamı Klasik Şiirimize akseder. Şairler onun kapandığı evi şiirlerinde “beytü’l-hazen” yanında, “beyt-i ahzan”, “külbe-i ahzan” şeklinde adlandırarak ele alırlar.

Adnan Uzun

Fısıldıyorsun, mırıldanıyorsun,
Titreşiyor dudakların…
Titriyor parmakların…
Nedensiz küsüyorsun bazen,
Bazen nedensiz barışıyorsun.

Şota Nişnianidze

Rakam’la 1 rezidans, yazı ile bir kabir
Bir tarafı dünyaya, bir taraf şehre küstü
Şafak sayıp duruyor gecekonduda gece
Hayat daracık sokak, ömür cadde-i kebir
Bu berzahta ey şair, bir sen kaldın sadece

Hüseyin Akın

“Kışın atlıkarıncayı kapatıyorlar sanıyordum,” dedi bizim Phoebe. Daha ağzını yeni açıyordu ne zamandan beri. Benimle küs olduğunu unutmuştu herhalde.

“Belki Noel diye açılmıştır,” dedim.

Ben ona bunu söyleyince, bir şey demedi. Herhalde benimle küs olduğunu hatırlamıştı.

J. D. Salinger / Çavdar Tarlasında Çocuklar

açları doyuran, küsleri barıştıran,
evsizlere ev, yarsızlara yar olan
yerle göğü insanın yüreğinde buluşturan
bir gül zamanına, gül umranına,
gül toplumuna, gül insanına.

Cahit Koytak

İlkokul birinci sınıfa giden bir çocuğun ne derdi olabilir ki… Öğretmen biraz fazla ödev veriyordur, kalemi zor tutuyordur, harfleri birbirine bitiştiriremiyordur, okulda bir arkadaşına canı sıkılmıştır ya da ne bileyim yaramazlık yapmıştır da annesi ceza vermiştir, babasına küsmüştür, kardeşiyle kavga etmiştir… Ne derdi olabilir ilkokul birinci sınıfa giden altı yaşında bir çocuğun…

Babaanne anlatıyor. ‘’Dün misafirliğe gitmiştik Mehmet’le. İçerde çocuklarla oynuyordu. Arkadaşları koşarak yanıma geldiler. Mehmet camdan aşağı atlayacak diye bağırıyorlardı. ‘’ Fısıltıyla anlatıyor babaanne. Mehmet duymasın diye. Niye yaptın oğlum diye sormuş. Babasının yanına gitmek istiyormuş Mehmet. ‘’Babamın yanına gitmek istiyorum.’’ Fısıltıyla soruyorum, ‘’Mehmetin babası nerede?’’ ‘’Öldü’’ demiyor babaanne. Sağ avucunun üzerine kafasını yatırıyor gözlerini kapatıyor, yine fısıltıyla ‘’iki sene önce’’ diyor. Gözleri kıpkırmızı oluyor birden fakat ağlamıyor Mehmetin yanında. Arada dönüp Mehmetin başını okşuyor. Gülerek, çikolatayı cipsi az yesin di mi doktor teyzesi deyip bana dönüyor. Gözleri kan çanağı…

Bu sabah ilkokul bire giden altı yaşında bir çocuğu muayene ettim. Solgun ve mutsuzdu. ‘’Babamın yanına gitmek istiyorum. Camdan atlarsam ölürüm siz de beni babamın mezarının yanına gömersiniz.’’ demişti, bir gün önce onu pencerenin önünde yakaladıklarında. ‘’Ne yapalım doktor hanım?’’ diye soran babaannesine bir profesyonel(!) olarak söylemem gerekenleri söyledim. Fakat çok uğraşsam da Mehmet’in yüzünü güldüremedim.

Zehra Betül

Işıktan sesleriyle ölüyor kuşatılmış bahçelerdeki çiçekler
Küskün zambaklar sığınıyor gecemin üşüyen dar kapılarına

Özcan Ünlü

ıslak bezde kalır alnın sıcaklığı
cam arkasında kıpırdar buğu
ümmîdir okuyamaz dudaklarını
nasıl bir alfabe bu

anahtar söz verir anahtarlığa
kapıda uyur geceler boyu
şiir küser koştuğu dağa
nasıl bir alfabe bu

ah bu müflis tüccarı ayıplamayın
bir vitrinden seçtim ben onu
fiyatını bilmiyordum
etiketi yoktu

A. Ali Ural

Küstün; we have a problem
O silahına davranınca ben de koynumdaki güle
Tomurcuklandı bir çocuğun gamzesi
Kılıcımı kırdım, kapımı kilitledim
Sûr’dan duvarlara yaslanarak
Yolumuzun bundan sonrasına hatıralarla

Küstün; we have a problem
Ah-u figan ağlayarak misilleme, muhafaza ve defans
Teşhiste hata olmaz; olur mu: Herkesin kaderi iki dudak arasında
Ben ise ‘oy’umu nedamete vereceğim yine
Arada bir görünüp kaybolan bulutların aşkı için
“Oy ben öleyim” diyen bir anayla

Küstün; we have a problem
Olmasa iyiydi ama oldu, hesap cüzlerinden bir netame : DAN
Borsa tahtalarına vur, tabelaları kurşunla
İnsan bile birikmezken zamanede bir hal
Gelirse başa, hangi günü gördün;
Kalbini yanına almayı unutma!
Yangında ilk o işe yarayacak unutma

Göğsün ve karnın aşkla, kalbin ölümle bir ilgisi
‘Oy’ un ise kahırla, bıkkınlıkla, ünlemle

Murat Özel

Dünya görüşü bir sondur, huzur arayan yaşlı, küskün insanlara göredir, saptamalar, düzenlemeler ve belirlemeler peşinde koşan son istektir. Oysa yaşam duygusu bir ilk arzuya ve ilk sevdaya benzer.

Rilke

Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin
İçimde yalnız ve yapraksız
Bir kavak ağacı büyüyor -Çıplak ve göğe doğru-
Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun
Bir ağlama duvarı bu.

Erdem Bayazıt

Her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona;
Zavallı çocuk “Ah” diye bağırdıkça her defasında
Çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “Ah”.

Publius Ovidius Naso

Yaşanacak hayat,
Şiirden uzun,
Kavgalar şiirden zorlu,
Ve gözyaşı,
Şiirden çok daha parlak
Olduktan sonra,
Odalardaki hüzünlü suskunluk,
Küstürmesin seni çocukluğuna.

Melisa Gürpınar

Ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor dışarda inleyen rüzgar
yıldızlar küs
ay üzgün
yağmur dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor
kimse duymuyor

Nuri Can

kimbilir ki dündür, olgundur kalbimiz
yollarsa her zaman biraz küskündür
yokuşlarda ve inişlerde…
Zaman’dır seni sardığım kumaş
bekledin, örtülsün ki yavaş yavaş…
erguvandın, kayboldun dilegelişlerde

Hilmi Yavuz

Kıraç, boz ve kurak bir boşluktayım
kilimleri rüzgâra karşı astım
ben burada
sapların üstünde öğle uykusundayım
dünya aşağıda dağlar uzakta
ben küskünüm ama şu yamaç kadar
ama rengarenk, rüzgârda kilimler
ve harman sonu, yorgun yaprak, kaçkın keler.

Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben
Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem.

Seyrek salkımım bağda
Güz geçmiş üstünden
ve tenha.

Birhan Keskin

Heceleme beni artık Allah’ım
Bırak okunaksız kalayım
Kaderimin hepsi pek iyi olmasın varsın
Bak, ömrüm eriyor işte
Çocukluk fotoğrafımdaki kardan adam gibi yanı başımda
Bak, ilkokul talebesi kalbimden
Yine karne parası istiyorlar
Bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa
Yağmur yağdıkça
Bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor
Saçlarımda dolunay taneleri eriyor
Saçlarımda bir kızılderili reisi
Oturmuş barış çubuğu tüttürüyor
İsmi: Mehtapta öpüşen iki sevgili
Kalbim küs oysa, kalbim yalnız bir kovboy
Nedense şimdi evinden çok uzakta

Didem Madak

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün

Metin Altıok

içimin ırmakları kurudu bütün yapraklar soluk
hüzün kokuyor çiçeğim
hangi yağmurları müjdelersen müjdele
yeşermez bir daha yangının düştüğü yer
aşk da küstü
kim dinler kalbimin kırık sesini artık

Nuri Can

gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu

Edip Cansever

Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,
Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

Rıza Tevfik Bölükbaşı

İki gözüm ona iyi bak
Dünyaya küskün gitti biraz
Zemheride çiçek açmış
Acılı, suskun bir topraktır o
Seslenmezsen
Merhaba demez
Hastadır, koluna gir
Yürüyemez
Ayakları tutuk

Metin Demirtaş

acı bir çaresizliktir gülümsemek dedim
küskün yanlarına mütercim sözlerin kanadı
güldün
acın büyüktür aklına çocuk
acın; acımdır gülüşlü felaketim

say ki bir babayım ve muğlaktır hüzünlerim
düşün ki iliğim
hüzünlü bir kızın yağmurlu sunağıdır
muğlak bir acı ne kadar büyütebilir ki seni
unutma;
acısını anlamsız şiirlerin yüklendiği şairler
Allah’tan almışlardır renklerini
ki Allah’ı severim
ve yine unutma;
şiir bedbahtların işidir

Hasan Tan

ve nasıl küserse Allah’a bir insan
ben de öyle küsmüşüm

Hasan Tan

Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten.
Eskisi gibi değil ama.
Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni…
Dudaklarımı ısırıyorum artık adın geçince.
Kavga falan çıkarıyorum.
Eskisi gibi sakin değilim ama olsun…

Cezmi Ersöz

Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir fırsatı kaçırmayacağız.

Sait Faik Abasıyanık

ve memeden kesilmiş
bir çocuk gibi
bütün dünyaya
küsmez mi

Ali Biçer

Şairlik, haksızlık etmektir düpedüz
Elma dururken üzümün karanlığına
Her bağdan yepyeni bir salkım heves
ve her adada başkalığıyla şımarıyorsa elma
ve üzümden sarhoş olacağına, ah geçkin şair,
elmadan başı dönüyorsa, unutur elbet
genç bir aşık gibi, bağbozumunu da
Kelimeler de şuç ortağı olur ve şiir bozulur
Üzümü küstürme, karanlık olan elma
Gecenin ve aşkın anlattığı da bu
Yaz geçsin tez güz evine dönsün
Ay ışığında yıkanmış vedalarda
sevdiğim bağbozumunu

Haydar Ergülen

Ben başkasının adası olsaydım
çok sevmek de kederlidir ve insan gölgesinden bile
uzağa düşer, ölüm zaten bir kara ada, derdim,
bir kız gözyaşlarına küser, ben tutar ayrılığa küserdim.

Haydar Ergülen

Küstüm sana ben nâfile yalvarma barışmam

Vâsıf-ı Enderûnî

Bir gün fazlaymış seninle iki gün az
Dört duvar açık deniz; alesta vira
Elbette suçsuzluk grameri çoğul ek almaz
Ne de bir babanın küsüşü oğluna
.

Furkan Çalışkan

karafatmalar onu benden ayırdılar
o şimdi bana küsülüdür
kutu duvarları içinde

Asaf Halet Çelebi

Anne baba boşanmış çocukların babaya atar muhabbeti malum, liseye başladığım zamanlarda küstüm.
Bi gün aradı annemi, konuştular falan, annem verdi telefonu baban konuşacakmış diye. Konuştum, atar yaptım, tersledim falan, kapattık öyle.
Ameliyata giriyormuş, girmeden arayayım seslerini duyayım demiş. 2 gün sonra cenazesine gittim

hermenotik nihilist

aşkları erteleyip durdum
küskün bir çiçektim
bin uçurtma yaptım başkaları için
ama benim bir uçurtmam olmadı

Hüseyin Avni Cinozoğlu

Sait’in bir yanı da, olur olmadık şeylere kızmasıdır. Nedir, kızgınlığı çabuk geçer, küskünlüğü de uzun ömürlü olmaz. Bu küskünlüklerden birini Orhan Kemal anlatır bize.

Bir gün iki yazar Parmakkapı’da karşılaşmışlardır. Bir süredir, bir tartışmadan ötürü araları şeker renktir. Orhan Kemal yolunu değiştirmek isterse de yapamaz:

– Merhaba.

Sait de belki yolunu saptırmayı geçirmiştir aklından. O da yapamamıştır:

– Merhaba.
– Nasılsınız?

Sait pompalı kahkahalarından birini atar:

Teşekkür ederim efendim. Siz nasılsınız?

Sonra da Orhan’ın koluna girer:

Bok. Nasılsınızmış… Bu ne kibarlık?

Küskünlük işte o an bu küfürlü deyişle ortadan kalkıvermiştir. Ama bu büyünün gerçekleşmesinde küfrün gücünü de kabul etmek gerekir.

Dalına küsen bir yaprak gibi

kapı aralandı ve çıktım
Cafer Turaç

Bir kızın yağmursuz küskünlüğü
Sen ki ağacını beğenmeyen yaprak

Süleyman Unutmaz

Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin,
Yazılsın tarihi ve sezilsin…
Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi
Sen çık ve salın, şunu da bil ki,
Küskün gider gidenler yer altına
Nice gevher bedenler çürüdüler
Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ
Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm
Özlem ve buluşmalar hep onunla.

Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime

Hüsrev Hatemi

Kitapta bir yakınını huzurevinde ziyaret eden anlatıcı şu şekilde anlatır Şükûfe Nihal’i:

….. o kadar mahzun, yalnız, içli, o kadar ‘mükedder’miş ki, yarı ’mefluç’ olmasa bile aşağıya, oturma odasına, öteki yaşlıların yanına ineceği yokmuş. Adı Şükûfe Nihal olan bu hanım kendi ‘mehpes’inde hala şiirler yazıyormuş, içe kapanıyormuş, ayrılırken bu dünyaya dargın, küskün ayrılıyormuş. (Mehpes: Hapishane. Mükedder: Kederli, üzgün. Mefluç: Felçli )

Huzurevinde bir iki kez ziyaret ettiğiniz gözleri sürmeli Bedia Hanım, ille Şükûfe Nihal Hanımın odasına da uğramamızı isterdi. Yatağında yarı doğrulmuş, daima eski şiirlerini okurken ya da yeni şiirler yazmak isterken bulurduk onu. Daima diyorum ama, Şükûfe Nihal Hanımı en çok gördüğüm gün beş on dakikadan öteye geçmez.

Gözleri sürmeli Bedia Hanım bir edebiyat aşığı olduğumu söyleyince, Şükûfe Nihal, ‘Size bir şiir okumamı ister misiniz çocuğum?’ diye sormuştu. Arkadaşının elini bırakıp gittiğini söylediği bu şiiri dudağımı ısırarak dinlemiştim.

Sonra bir seçki de rastlayınca ağlamaktan kendimi alamadım:

Son Hatıra

Adını ellerimle çizdim altın kumlara
Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş
Kumsal, deniz, sal, rüzgâr senden en son hatıra,
Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!..
İşte, rüzgâr esiyor, dalgalar coştu yine;
Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu…
Hicranınla yanarken ben derinden derine,
Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu…
Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere,
Kumların arasında ben de bir parça taşım!…
“Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere”
Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım…

Şükûfe Nihal Hanım şiirini bitirince ‘Uzlet köşesindeki şu ihtiyar kadını, sizin için okuduğu şiiri hepten unutmanızı temenni ediyorum’ demiş, hayatımda ‘uzlet’ sözcüğüne bir yer açmıştı.”

Selim İleri

Sana ey cânımın cânı efendim
Kırıldım küstüm incindim gücendim
Benim nevres-nihâl-i serv-bülendim
Kırıldım küstüm incindim gücendim

Rahmi Bey

çocuktum
küstüm
gidiyorum

Jan Ender Can

Onlar başka yazarlar buldular ben de dünyanın başka yerlerinde başka okurlar buldum. Ama eski sevgiliye bakar gibi hep gözümün kenarıyla onlara bakıyorum bana bakıyorlar mı diye. Bir gülümseme bekliyorum. Ama gülümsemezlerse onları gülümsetmek için bir çaba göstermeyeceğim. Küs ayrılacağız.

Ahmet Altan

Kitabı, insanın en büyük dostlarından biri olarak algılarım. Sürekli konuşabileceğiniz, istediğiniz zaman birlikte olabileceğiniz ve sizi sabırla bekleyen ve hiç küsmeyen bir dost.

Mahmud Derviş

söylesene hangisi daha büyük
toprağına küsüp kuruyan ağacın sevgisi mi?
dalından düştükçe yeniden yeşeren yaprağın ki mi?

-başkasında bulamadığım neydi sendeki?

Fulya Codal

Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
Hele sizler…

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!…

(Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar… Hele sizler, hele sizler…
Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!)

Tevfik Fikret

kalbimle it dalaşındayız, hiçbir atlas kucak açmıyor içimdeki ülkeye
ölüme yıllardır küs olmasam bir akrebe sevda büyüteceğim

Charles Bukowski

Eskimeyen bir rüzgardan gelmiştir bir elinde evlat kokusu, öbürü küs
Rakının denize ilk defa bakışı gibi göğe bir karışması var ki
İşte bunu anlatamam, bunu bahçeye düşen gölge de anlayamaz

Engin Turgut

Kadınlar erkeklerden daha çabuk, daha derin küserler.

Murathan Mungan

İçimin denizinde bir kayık yüzüyor bir de küskün kır çiçeği.
Seni düşünürken boynumun sokağından bir fayton geçiyor.
Seni düşünürken parmaklarım yasak meyveye dokunuyor.

Engin Turgut

ve kadere küsmüştü o, bir kere
sevgiyi öldürdü diye…

Ahmet Muhip Dıranas

Bu dünyada renk , nakış , lezzet , ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm…

Necip Fazıl

Çıkıp geliyorsun
Kor gibisin, bir kar gibisin
Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın
Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan
‘Yaşamak’ bir perde gibi kalkıyor aramızdan
Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi
O mavi gözleri görmüş olmalıyım
Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında
Uçuşlu saçlar bukleler
Üstünde uyuyan eller
Sevgim uzanıyor
Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri
Görüyorum kıpırdanışlarını
Uykunda gül açan yanaklarını

Cahit Zarifoğlu

annesine dargın ölecek küçük kız,
annesi bunu bilmeyecek.
gülkurusu akşam alacası içinde
ölü bir kuş taşıdığını
.

Asuman Susam

(Dargındım babama
söylemek zor
annemin kefeni solmamıştı)

babam da bana dargındı

Sennur Sezer

Dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor

Attila İlhan

Bir yoldan kaçıp bir yoldan yine sana çıkıp gelen
Engin deniz -benim gibi kalbinle dargınsın sen!
Hayal yolunu tutuyorum yine senin sözlerinle
Her hayalin hüzne çıkıyor yolu yüreğimde.
Böylece bir gün ben de gelebilirim sana
Keşke sıla da olsaydım ah sılada!

Nîmâ Yûşic

Hangi taşı kaldırsam
Anamla babam
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim
Süt dolu bir torbayla
Şöylece çıkageldim
Kime elimi verdimse
Döndürüp yüzümü baktımsa
Kısmet kapıyı çaldı
Kör pınara su geldi
Ben şakıyıp durdukça öyle
Gülün kokusu geldi
Bebesi olmayana
Bunalıp da kalmışa
Acılarla yüklü

Dargın yüreklere
Yetiştim geldim
İyi ki geldim.

Ruhi Su

Sakin geceler şefkat olan encüm-ü bîdâr,
Titrer o karanlıkların evc-i kederinde,
Hüsran ü tahassür gibi matem nazarında;
Guyâ ki o dargın geceler ruhu boğardı
Her şey bizi bir korkulu rüyayla sarardı.

Ahmet Hâşim

yamalı bir kum torbasına dönmüşüm
kendimi dövmekten geliyorum
bir iş dönüşü saati
yorgunum, bitkinim
dargınım kendime!

Reha Yünlüel

Ve aslı olmayan bir şeye,
Beni bunca yıl inandırdı diye,
Dargın öleceğim Fuzuli ye
Aşk yoksun sen seni biz uydurduk,

Hüsrev Hatemi

Felek, ah ettirir, boynun kıl-ince…
Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde
Sızlar bir yerlerin
Adsız ve kayıp
Sızlar, usul-usul, dargın
Ve kan tadında bir konca,
Damıtır kendini mısralarınca…

Ahmed Arif

Bir ara gülümseyerek geçti yanımızdan. Dargın olduğu birine bile gülümseyebilmeyi nereden öğrenmişti?Ne kadar ölçülü, tartılmış ve nazik bir tebessümdü. Ben nasıl gülümsedim acaba? Onun kadar ustaca olmasa bile ben de gülümsedim. Ama kızmadım o gülümsemeye, haklıydı ve gene de surat asıp geçmenin yozluğu yoktu yüzünde.

Süleyman Unutmaz

Duygusallıkla varılan, ya da başka yerlerde, başka zamanlarda söylenenlerin kopyası olan yargılar ve acele yan tutmalar, insanı –özellikle zor koşullar altında- çok çabuk küskünlüğe ya da totaliterciliğe götürür.

Rasih Güran

Dargın ve küsülü olanları barıştır ki, sen de yarın Kıyamet gününde mesrur ve şad olasın. Hz. Musa (a.s.) münacatında, “Yâ Rabbi! Küsülü iki kişiyi barıştırana ne ecir verirsin? Senin rızanı kazanmak için halka zulmetmeyenlere nasıl bir mükâfat verirsin?” diye sordu.

Hak Teâlâ şöyle buyurdu:

“Ben de yarın Kıyamet gününde ona selâmet verip korktuğundan emin ederim.”

İmam-ı Gazalî

Ezvâk-ı gayz ü kîn ile mestîdedir serim;
Hûnumda zehr-i nûr- ı gurûb etmiş inhilâl,
Mezceylemiş zalâmını yeldâma infiâl.

(Hınç ve kinin zevkleriyle başım sarhoştur.
Kanımda gün batımı ışığının zehri erimiş,
Dargınlık katmış karanlığın uzun geceme.
)

Ahmet Hâşim

Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız…

Ahmed Arif

Kitaplarım somurtuyor. Biliyorlar ki dargınım. Yıllarca aldattılar beni ve ihsan ettikleri bir zerre ışık karşılığı nelerimi aldılar… Zaten kim aldatmadı beni?

Cemil Meriç

Çizgiyi geçtik mi geçtik, sen yalnız ben yalnız
Ondan öte ne dargın ne barışık
İki aşk ölüsüyüz salt iki tanıdık
Ah, bitti bitti bil ki bitti artık
Binde bir, bir yerde karşılaşırsak
İki ölü gibi- o da belki- selâmlaşırız…

Necati Cumalı

kimsenin olamadım
kimsem olmadı allah’tan ve anamdan başka
şartsız şurtsuz kim affettiyse hepimiz onunuz esasında
vurgunuz yarım kalana
kendimizle dargınız
ağlamak için insanın kendinden başka bir yari daha olmalı yarasında

Alper Gencer

Ey oğul!
Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir.
Sırt çevirip gitmek ve birbirinizle dargın durmaktan sakının.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza kötüleriniz geçer ve sonra yaptığınız dualar da kabul olmaz.

Hz. Ali (r.a.)

Kokundan havalanan kelebekler, sessiz cinler
Dönüp dolaşıp yine senin kalbine konmuşlar
Sanmıştım ki o kalbe de dargındın sen

Süleyman Unutmaz

buğulu bir camdan bakar gibisin
gözlerinde bu dalgın, bu yorgun bulut
yüreğimde güz kıyamet fırtınalar koparan
bu dargın bulut

Ayten Mutlu

Şiirlere bir insan, evlerden bir şey katmadan
Nasıl girer, şaşıyorum.
Örneğin daha demin kavgalar, dargınlıklar
Varken – işliyen saatler gibi alışılmış –
Kapı çalınsa, biri gelse, gülüşlerin, kaynaşmaların
Birden başlaması yok mu afallamış odalarda?

Behçet Necatigil

Dargın mısın yoksa bana?
Sesin, burukluğu taşır.

Gassan Satar

Annemin dargın
Yaprağıydım ben…

Arif Damar

kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

Murathan Mungan

hiç mihnet olmaz bunu bilirim
kırgınlıkla dağılmadım, dargınlıkla çözülmedim
inandım mı tam inandım kana bulandıysam hele
şimdi kazananla kaybedenin eşitliği gözümde

Zeynep Elif Arkan

Benimse dar; çünkü dargın havsalamın gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lânete çarpa çarpa gümrah,
Sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu.

İsmet Özel

Ben kurtların eviyim
Çatım harap, komşularım cimri ve bunak
Sığ ufuklar kesmiş yollarını
Toprağım aç
Oğullarım kavgalı, kızlarım dargın
Ve genzimde türkülerim tutsak

Bir dost yok burada bana
Bu can çekişen vadisinde saltanatımın
Bir dost yok ki kapımı çalsın
Şu kuduz rüzgârlar gibi
Etime dişlerini geçirirken mırıldanarak
“Seni görmek geldi içimden sadece
Seni görmek için geldim ben”
Ama yok kimse

Hakan Şarkdemir

Kendi denizinin sularında durgundun sen
Yetmemiş kımıldatmaya yüzümün kıvrımlarını
Kokundan havalanan kelebekler, sessiz cinler
Dönüp dolaşıp yine senin kalbine konmuşlar
Sanmıştım ki o kalbe de dargındın sen

Süleyman Unutmaz

Bir şiir; bir darlık bir dargınlıktır
İnsanla insan arasında
Kapıyla menteşe arasında,
El ile kalem arasında

Ve düşünce
İlle düşünce
Tutunulamayan
Biri vardır

Hayriye Ünal

Nerede yenilirsek orada şımarık bir ayrılık
Kalbimiz, artık durmalı aşkların dargın yüzünde
Kar gelecek, kimse kimseyi beklemesin, yollar kırgın
Usulca gökyüzüne kapandı her pencere.

Veysel Çolak

Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
Ne tuhaf, vaktim olmazdı
yalnızlığı bunca bilirken
kendimi hiç yalnız sanmazdım
çevremde hep birileri vardı,
ben hep birilerinin yanındaydım
günler belirsiz bir gelecek için neredeyse kendiliğinden hazırlanırdı
aramızda habersiz gidip gelen gündelik armağanlarla
kendi kendini taşıyan bir ırmağın akıntısında hayat
bizi kendi sahillerimize ulaştırırdı
bazı evlerden taşınırdık, bazı insanlar girip çıkardı hayatımıza
bazı mektuplar alırdık, bazı sözler, çiçek selamları
sonraları bazı tanıdıklarımızın ölümleriyle de karşılaştık
elde olmayan nedenle
sudaki halkalar gibi genişleyen
küçük alınganlıklardan büyük dargınlıklara
vazgeçişler, unutuşlar, kayıplar
birbirimizi çok sevdik hep
yıllarla azala azala

Murathan Mungan

annesine dargın ölecek küçük kız,
annesi bunu bilmeyecek.
gülkurusu akşam alacası içinde
ölü bir kuş taşıdığını.
gümüş kıvılcımlı gece ıssız…

Asuman Susam

bu sabah resmini kaldırdım raftan
günlerdir kaçırıyordu benden gözlerini

dargın beyaz
takvimlerden önce biten yaz
yalnızca
mutluluğa varsın
ha

Enver Ercan

neremiz dargındı neyimiz kanıyordu hangi yalanlara
kaybolmamak için geçtiğimiz yollara bıraktığımız toy defterler
şimdi çivi yazısı kadar anısı uzak yabancı imza
neredeysen çık ortaya Joe!
artık geçmişi bağışla

Murathan Mungan

gene şiirlere dönmeliyim, dargın ve uzak
bir gülüşü parçalayarak içimde
yaşamım hep böyle sürüp gidecek
karşılıksız soruların bildik seyrinde

gene şiirlere dönmeliyim, yenilmiş
binlerce kez taşlanmış bir adam olarak
şiirde kazanan aşkta yitirirmiş
zar tutanlar gülebilirmiş ancak

Ahmet Erhan

Dalgınlığı, dargınlığı hırka gibi üstümde taşıyorsam
Sen ve benim aramda olduğundandır
Ben bunca yıl bir başıma
Taşıdıysam kendimi oralardan buralara
Senin ve benim aramızda bir aşk olduğundandır

Melek Arslanbenzer

Küs ister küsme bu güftârıma ey şûh-ı sîm-endâm
Tenimde şerhadan hâli ‘aceb bir sâg nerem kaldı

Nûrî

Ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahitler, bize Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedud olan Hâlık’ımızın, Sâni’imizin, Hâmi’mizin dergâhını gösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir şefaatçi, acz ve zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır.

Said Nursî

Küsmek taşınması zor bir zırh ; ağır çünkü .
Üç günden sonra belini büküyor insanın

A. Ali Ural

Fehame, bazı insanlar vardır ki altmış yaşına gelseler yine çocuk kalır, nasihate muhtaç olurlar. Bu türlülere küsmek, gücenmek yerine acımalı!

Fatma Aliye Hanım

Küsmek, boyun eğmeyi reddetmektir. ”Gücüm sana yetmiyor; sen inle dövüşemem, ama
sana tabi olmayı reddediyorum” diyebilmektir.

Kemal Sayar

Küsmek aşkın belirtisidir belki, ama küskün aşık da hem sıkıcıdır, hem de hiçbir geleceği yoktur.

Orhan Pamuk

Üzgünüm ama önünde çok zor bir seçim var Elizabeth. Şu günden başlayarak, ister istemez, ya annen ne ya da babanla küsmek zorundasın. Annen, Bay Collins’le evlenmezsen Bir daha yüzüne bakmayacak; ben de evlenirsen!”
Onun öyle başlayıp da böyle bitmesi karşında Elizabeth gülümsemekten kendini alamadı.

Jane Austen

Küsmeyi seven bir toplumuz. Her vesileyle küsmeyi huy haline getirmiş insanlarımız bile var. Oysa küsmek yoğun bir ilişki sürdürme biçimidir. Çoğu zaman, küsülen insan dost kabul edilenlerden daha sık hatırlanır.

Engin Geçtan

Küsmek ve darılmak için bahaneler arayacağınıza, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.

Mevlâna

Her şeye ve herkese çatmaya hazırdı; sanki bir felakete uğramış, değeri bilinmemiş, talihine küsmüş güçlü bir kişiymiş gibi.

İvan Gonçarov / Oblomov

Dargın durduğumuz her gün mutluluğumuzdan bir parça yitirmiştik. Şimdi, bir an mezardan çıkman için hayatımı vermeye razıydım…

Fyodor Dostoyevski / Ezilenler

Şair, dünya sana küsmüş diyorlar
Sen barışamazken kendinle bile
Her varlık beyninin bir uzantısı olsa neye yarar
Çığrından çıkmış bu evrende?

Ahmet Erhan

İnsanların kayıtsız, suratsız, yorgun oluşlarına şaşırıyordu. Nasıl da dünyalarına küsmüş, nasıl da birbirinden bu kadar uzak ve yabancı idiler!

Cengiz Aytmatov / Gün Olur Asra Bedel

Küsmüş göğüne besbelli
Geleceği göremediğinden,
Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde
Doğuşunu yeniden.

Metin Altıok

Dedemin günlük tuttuğunu öldükten çok sonra öğrendik. O gün günlüğüne şunu yazmış: ‘En küçük torunum bugün beni azarladı. Küstüm ona.’

Erdal Öz / Cam Kırıkları

Benim yarim bana küsmüş, gayrı sözü benden kesmiş
Zülüflerin göze dökmüş sevilmeyi, sevilmeyi

Karacaoğlan

Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. “Bunun böyle olmaması lazımdı” diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu.

Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna

Dargın ayrılıklardan sonra hayat insanın içine sinmiyor bir türlü. Hep bir burukluk, bir kırıklık taşıyor insan. Bir şarkı, bir anı, bir resim kötü ediyor insanı. Hele gurbette, uzaklarda… Sen bu duyguyu bilemezsin…

Murathan Mungan

Ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin,
büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü;
kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın
.

Birhan Keskin

Sizi incittim ama sizin de bildiğiniz gibi, sevdiklerimiz kalbimizi kırsalar bile, onlara uzun zaman dargın kalamayız.

Fyodor Dostoyevski / Beyaz Geceler

Baktım sana kızgın değilim, kırgın değilim, dargın değilim. Kısacası artık ben sana hiçbir şey değilim.

Mehmet Ercan

Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz
Düşman bile değiliz.

Nazım Hikmet

Sana kırgın, sana dargın, alınmış da değilim.
Bütün kahrım kendime…
Sakın üzülme.
Yalvarırım üzülme.

Ahmed Arif / Leylim Leylim

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Sezai Karakoç

Herhangi bir insan bile mazisiyle dargın yaşayamaz.

Ahmet Hamdi Tanpınar / Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Kendi kendine – Yarın gidecek ve benden dargın olarak…- Birdenbire içinde garip, tahammül edilmeyecek kadar büyük bir hiddet kabardı. -Neden böyle oldu; niçin herkes bana böyle yükleniyor?
Huzurdan bahsediyordu. Peki benim huzurum nerede kaldı? Ben yok muydum? Bu kadar
yalnız ne yapacağım?- Hemen hemen genç kadının kelimeleriyle konuşmuştu. -Huzur, iç
rahatı…-
-Bütün mesele burada… Orhan sözünü bitirmedi.
-Devam et!..
-Hayır, söyliyeceğimi unuttum. Yalnız bir noktada haklısın. Fenalığı kabul etmemek lazım.
Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğuruyor.
-Bir nokta daha var. Haksızlığa hücum ederken yeni bir haksızlık yapmamak… Bu harp,
olursa eğer, çok kan dökülecek. Fakat çekeceğimiz ıstıraplar beyhude olur, eğer metodu
değiştirmezsek… –

Ahmet Hamdi Tanpınar / Huzur

Dargın durduğumuz her gün mutluluğumuzdan bir parça kaybetmiştik.

Fyodor Dostoyevski / Ezilenler

Biliyor musun, iki insanın arasında, birbirine kızgın olmanın da bir değerinin kalmadığı anlar oluyor. Ve bu, çok hazin bir an.

Sandor Marai

Sana kızgın değilim. Sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum. Sonra seni seviyorum. Neden sevdiğimi bilmeden seviyorum. Bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim.. Allahaısmarladık.

Sabahattin Ali / İçimizdeki Şeytan

İnsanların birbirine eziyet çektirmesi kadar canımı sıkan başka bir şey daha yok; yaşamlarının baharındaki gencecik insanlar, tam da bütün sevinçleri yaşamaya en açık oldukları zamanlarda, birlikte geçirecekleri şu kadarcık güzel günü kızgın, asık suratlarla mahvediyorlar ve boşa harcanan günlerin yerine yenisinin konulmadığını anladıklarında çok geç oluyor.

Johann Wolfgang Von Goethe / Genç Werther’in Acıları

Kızgın bir duruma veya şiddetli bir aşka düşen kişi, ruhunun bir kap gibi dolduğu bir noktaya ulaşır; ama bir damla su daha gerekir: tutkuya yönelik iyi niyet (aynı zamanda genel olarak kötü niyet diye de adlandırılır). Sadece bu küçük nokta gereklidir; sonra kap taşar.

Friedrich Nietzsche / İnsanca, Pek İnsanca

Sen gülünce gülümsüyor olmama kızıyor,
Küsmek için geç kaldığımı düşünüyorum.

İbrahim Çolak

İnsan bu kadar çok sevmemeli, kimseyi bu kadar çok sevmemeli, kendi çocuğunu bile.Her sevgi, had safhaya varmış bir bencilliktir.

Sandor Marai

Etse de her ne kadar hâtır-ı zârım muğber
Ben o mir’ât-ı ruhun üstüne toz konduramam

(Her ne kadar zavallı gönlümü incitse de,
Ben o ayna yanaklıya toz konduramam.)

Pertev Efendi

Acaba kim şu sîmîn-ber,
Kime âşık kime muğber?

Abdülhak Hamit Tarhan

Bir fem ki beyân eder tazallüm
Bir tâze çiçek ya bir tebessüm
Bir çehre ki gösterir teverrüm
Bir mevç-ya bir mezâr muğber

Abdülhak Hamit Tarhan

ah nasıl da yalnızım şimdi
oysa yakın değildim yaşarken ona
ne çok ayrıydı düşüncelerim ondan
ve içimde kırgınlıklar vardı
çocukluk anılarıyla korlanıp yanan

Neşe Yaşın

Dalından kovulan
bu yaprak
ağacına kırgın
ben sana değilim

Mesut Adnan

Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir.
*
Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.

Hz. Muhammed (s.a.v.)

Veda Şiirleri Bercestem

“Vedalaşmaların ilmini yaptım ben,”
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Cevat Çapan

Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için
Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir
Büyük istasyona benziyor artık bu ev
Tren bir yolcu daha edinecek demektir

Abdülkadir Budak

Son Tren sessizce perondan ayrılırken,
Baş öne eğilir hafiften,
Umuda veda,

Köksal Özyürek

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli

açan eve.

Nazım Hikmet

Elveda gençlikte geçen günüme
Ezirâil el atıyor canıma
Yanarım gençlikte, o zamanıma
Acı tatlı günler hep hayâl oldu

Nerde gençlikteki geçen çağlarım
Sustu bülbül gazel döktü bağlarım
Her gün hatırlarım her gün ağlarım
Veysel ağlamanın zamanı geldi

Aşık Veysel

‘Yavaş yavaş delirdim, kimse bunu farketmedi’
Solgun bir yaprak düştü boğazın sularına
Tam da bahara çalarken gözleri
Avunacağı bir sevda vakti
Ağlatarak bir yalnız kenti
Anlatamadıklarıyla veda etti.

A.Yavuz Yavrutürk

Vedâ limanına gemi yanaşır
Herkes tufanını içinde taşır

Bağlanırız, tul-i emel güderiz
Sonra bir gök-ata biner gideriz

Ömür kısa, hikâyemiz uzundur
Cümle âlem bu zindanda mahzundur.

Olcay Yazıcı

Hiçbir şey yolunda gitmiyor…
Kuru bir elvedadan fazlası var sana söylemek istediğim
Kırık kalbine sıkıştırılmış sıkıntıdan fazlası

Tom Waits

Aşka ne zaman veda
Demiş ki bu topraklar

Cahit Zarifoğlu

Eser kalmasın esrikliğinden,
Güz geçti vedalaş güzelliklerle
Martifal mi okuyorlar martılar?

Hüsrev Hatemi

Vedaların yasını tutamayız.
Vaktimiz de kalmadı, gözyaşlarımız da.
Veda anını bile tanımayız.
Birdenbire gözyaşları içinde kalırız.
İşte vedalaşmışız.

Muhammed Ali Taha

İtiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. Çoşkuyla ölmek isterdim. Kendi gözümde kendim ancak böyle tam ve gerçek olabilirdim. Çok istedim, çok. Her yılı acaba bu yıl ölebilecek miyim diye umarak geçirdim. Bazı yolculuklarda, bazı hallerde öleceğim içime doğdu ama ölmedim. Bazı sabahlar yatağıma bakıp gece dönmeyeceğim diye içimden geçirdim ama dönüp gene o yatakta uykuya vardım. Bazen kırlık bir yerde, bir ağacın altında omzumda telaşla yürüyen bir karınca, bir ağacın altına uzanmış halde sırtımda ve bacaklarımda giderek artan bir nem ile yaprakların arasından görünen gökyüzüne bakarak ve elimde bir şiir kitabı ile şiir okuyarak ölmek, göğe veda etmek isterdim.

Şule Gürbüz

“Elveda İstanbul! Aziz ve büyük şehir, çocukluğumun rüyası, gençliğimin emeli, hayatımın unutulmaz hatırası! Elveda, Şark’ın güzel ve ölümsüz kraliçesi! Zaman bahtını, güzelliğini bozmadan değiştirsin ve çocukların seni bir gün benim seni gördüğüm ve terk ettiğim aynı delikanlı heyecanının sarhoşluğu içinde görebilsinler.”

Edmondo de Amicis

Gidenlerden bir şairimiz de 16. yüzyıl şairlerinden Hayali’dir. Hayali sevdiğinden ayrılırken insanın içine işleyen bir beyitle vedalaşır: “Anı hoş tut garibindir Efendim, işte biz gittik / Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemiz kaldı.” (İşte biz gidiyoruz adına gönül denen delimiz, senin semtinden ayrılmadı / Onu hoş tut, senin ilgine muhtaç bir kimsesizdir.) Bence Divan edebiyatımızın en etkileyici ayrılış şiirlerinden biri, Hayali’nin bu gazelidir.

Hüsrev Hatemi

Söyleyecek başka sözüm yok. Her şeyi söyledim. Elveda… Bana darılmayın; çünkü burada asıl cezalandırılan benim; sizden yüz kez daha çok cezalandırılmış durumdayım, sizi bir daha görememekle cezalandırılıyorum. Elveda. Elinizi istemiyorum. Gereğinden fazla bilinçli bir biçimde bana eziyet ettiğiniz için şu dakika sizi bağışlayacak durumda değilim! Daha sonra bağışlarım; ama şimdi elinizi istemiyorum.

Şimdilik elveda!… Sevgilim, engel olmam sana… Aradan çekilirim… Çekilmesini bileceğim… Sen sağ ol sevgilim… Madem bir saatçik beni sevmişsin… öyleyse sen de ömrünün sonuna kadar Mitenka Karamazov’u unutmayacaksın… Bana hep Mitenka derdi, Fenya hatırlar mısın?

— Elveda İvan! Beni çok kötüleme!

Elveda Piyotr İlyiç. Beni kötülükle anma!…

Karamazov Kardeşler – Dostoyevski

Elveda dostum, hoşça kalın, hoşça kalın. Mutlu yaşayın, kendinize iyi bakın. Dualarım hep sizinle olacak. Ah!
Öyle üzgünüm ki! Kalbimde bir ağırlık var. Bay Bykov beni çağırıyor.
Sizi hep seven

Dostoyevski-İnsancıklar

hazırlıyorum valizimi
ve yerleştiriyorum içine:
güneşli günleri
ve zamanın kokusunu
sıcak kumu
rüzgarı, denizi
çokça yemek
en kırmızısını şarabın
sarılan bakışları
bazı kelimeleri
vedanın gözyaşları
bir tebessüm bırakan

Ruth W. Lingenfelser

Bırak gözlerim veda eylesin,
Dilimin söylemeye varmayan!
Zor, zordur taşınması erkeğin!

Goethe

Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.

Erdem Bayazıt

Kabul et, uzaklardaki sevgilim,
Kalbimin vedasını,
Dul kalmış eş gibi,
Bir mahpusluk öncesi,
Dostuna suskunca sarılan,
İyi dost gibi.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

“Hakkını helal et” bir itiraftır aynı zamanda. Söyleyenin kabahatinin veya suçunun sorumluluğunu üstlenecek cesarete sahip olduğuna işaret eder. O kişi, herhalde ömrü boyunca omuzlarında ağır bir yükle yaşamamak için “Hakkını helal et” demiştir. Öyle ya; bağışlanmamış suçlar yorar; yaşam enerjisinin katilidir. Cenaze törenlerinde ölenle bundan ötürü helalleşilir. Gidenin ama daha çok kalanın ruhu huzur bulsun, hayat devam edebilsin diye… Aksi takdirde, insan zamanla varoluşunun bir parçası olarak kabulleneceği vicdan azaplarıyla boğuşmaya başlar.
Elveda denmemiş aşklar gibi… Onları hiç unutamayız, alacakaranlık kuşağında öylece kalakalmışızdır. Artık her yer işaretlerle doludur ve hiçbir işaret kesin cevap içermez. Terk edilmekten de, terk etmekten de ağırdır bu yarım kalmışlık hali, bu alacakaranlık…

Gülenay Börekçi

Selam olsun, hurmalıkta vedalaştığım Resüle,
Bizleri dualar ile yolcu edicilerin en şereflisine.
Dostlar içinde hayırda kimse yetişemez Kendisine;
Salât ve selâm olsun Allah’ın Sevgili Habibine
.

Abdullâh Bin Revaha (r.a.)

Bir intihar mektubu gibi kendine veda

A.Hicri İzgören

İçimde çırpınan dalganın var ettiği kıyıda
Gömdüm onu
Aşkla
.

Bejan Matur

Bir çiçek mi koparacaksın,
Çiçekle vedalaşmalısın.

İhsan Üren

Şükranla veda ettiğimiz câm-ı fenâya
Son pendimiz ahlâfa devam olsun erenler

nyada bu iksir ile mes’ûd olan ervah
Ukbâda da sermest-i müdâm olsun erenler

Câizse harâbât-ı ilâhîde de her şeb
Yârân yine rindân-i kirâm olsun erenler

Tekrar mûlâki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler

Yahya Kemal Beyatlı

Ağlama artık.
Bu gidiş, hem gidiş hem kalıştır ikimiz için de.

Ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle

Ve sen,

Ne kadar kalsan da geliyorsun benimle.
Hoşçakal…..

Antonius and Cleopatra

hiçbir şey kalmayacak
hiçbir şey
kendi sesimden başka
var gücümle bağıracağım
ELVEDA ELVEDA

Ayten Mutlu

Elveda! Artık ben dünyada
Bir daha göremiyeceğim seni.

Alfred De Musset

Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca
zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

Che

Hangimiz hangimize huzursuz bir veda
gibi duruyoruz şimdi bu gövdenin içinde
“İşte çıkış! İşte vaha!” diye koşarak
her yırtılan yerimize

Yücel Kayıran

Elveda Bakü! Elveda sade bir şarkı gibi!
Son kez kucaklıyorum dostumu işte
Başını altın bir gül gibi
Sevgiyle eğsin diye leylak rengi siste.

Sergey Yesenin

Diyorum;
Sefası bitti ömrümün,
Şimdi dağa çıkarım, düze elveda.
Düze duman çöker, düze kar yağar,
Bahara elveda, yaza elveda…

Bahtiyar;
Derinde sızlayıp yaran,
Kalbini dağlayıp üzer herzaman.
Göze hüzün çöker, göze yaş dolar,
Sevince elveda, düşe elveda…

Şimdi özkökünden süzülen benim,
Özge budaklara dizilen benim,
Şimdi ne sen sensin ne de ben benim,
Biz ki biz değiliz bize elveda.

Bahtiyar Vahabzade

Ah ne vedadır ne vebadır ne vebaldir bu!
Gitmek değil, artık dağılmak benimkisi
tozuyan aklım ve hafızamla.
Bitsin artık bu şiirler, bu kitap, bu içe dönük cihannüma
Hayalse katili bir insanın
cesedi vurmaz hiçbir kıyıya.

Adnan Özer

Görebildiklerim, gördüklerim;
Sadece, onları daha çok yüceltmek için.
İyi dostlar, yiten umutlar, uçup giden zaman;
Hepsi tükenince, sadece söyleşi kalır geriye!
Elveda, yurdumdan daha öte olan sahilim;
Bulmayı umut etmeyecek ve aramayacağım.
Gittiğim yerde umarsızca dolaşacağım;
Acıyla anarak, geride bıraktıklarımı.

Richard Henry Wilde

Elveda, elveda aşkım;
Gitmeliyim bugün!
Bir öpücük, tek bir öpücük ver bana;
Çünkü, sonsuza dek ayrılıyorum senden.
Elveda, elveda aşkım sana!

Johann Ludwig Uhland

Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
Zaman çok kısaydı bizim için
Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
Ne de elveda diyebilecek kadar…

Abdulhak Hamit Tarhan

Elveda! Gitmeyecek dualarım boşa
Gökyüzüne taşıyacak ismini senin
Eğer Tanrılar aldırıyorsa dualara
Bizlere mutlu bir hayat sunmak için.
Sözcükler, iç çekişler, hıçkırıklar boşa
Kanlı gözyaşlarından daha fazla şey söyler
Feri kaçmış ve suçlu gözlerde gizlenen
Bir elveda sözcüğü, – Elveda! – Elveda!

Lord Byron

ama gittiniz,
ağır veda havası çaldı sokak ortasında

Pelin Onay

Kemana veda

Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum

Tren kaçırmış gibiyim

Sana veda

Sezai Karakoç

Çağ bu:
Kadınlar geçiyor aşk öykülerinden
Harfleri tutuşuyor kelimelerin.
Şiirin içinde. Aşk’a veda…

Köksal Özyürek

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır.
Tutuşan ellerimden
Parmak uçlarına değen sıcaklık,
İncinen bir hayatın yarasıdır…

Yusuf Hayaloğlu

Sana vedaya gelmedim

Bu yağmuru getirdim sana
kederimi, bir de elvedamı
kalbimi getirdim, hasretinden
çırılçıplak kalmış vuslatımı
getirdim, gurbetimi bir de…

Kalbinden başka yerde arama
hasretimi de, gurbetimi de…

Refik Durbaş

beni güzel olan her şeyin dışına kapadılar

çocuktum
küstüm
gidiyorum

Jan Ender Can

Artık biliyorum ..

Denk gelmeyecek ömrüm
Ömrünle

Birazdan
Veda edip gideceğim

Senle dolu yüreğime….

Almira Şehrazat

akşam,
uysaldır, boynunu bükerek gelir,
ve teslim olur bana şiirler, elvedâlar…

işte ben gittim, herşeyi söyledim, gittim;
işte benden herkese,
herkese bir sonbahar…

Hilmi Yavuz

Zamanın tek bir anda
eşiğini aşmak üzereyken,
anısı bile bizlerin
uçup gidecekken,
bırak bizi ey Ölüm, elveda diyelim dünyaya,
bırak, gecikelim biraz daha!

Vincenzo Cardarelli

Sabrı tükenen ruh günahtan günaha
………İlerler, bağışlanmadıkça o arıtan ateşce,
………Orada ölçülü davranmalısın, bir dansör gibi.
Gün ağarıyordu. Çirkinleşen caddede
………Ayrıldı benden, bir tür vedalaşmayla,
………Ve gözden yitti borular öterken.

T.S. Eliot

Veda, veda ediyorum sana.
Bırakıp bırakıp seni böyle
Gitmek bir mucize kuşkusuz,
Babamın söylediğine göre.

Edwin Muir

“Ben ve Kadınım, sonsuza dek”
Böyle başlar aşk. Fakat
bitirir kendini sıkıntılı bir elveda ile
“Ben ve O kadın”

Mahmud Derviş

Artık elveda. Ruhlarımız ve bedenlerimiz
ayrılıyorlar sonsuza dek birbirlerinden. Benim
için sen yoksun ve artık olmayacaksın;
bozdu aramızdaki bağlılık yeminini yazgı.”
Hicranla bağırmak istedim o zaman kıvranarak acıdan;
gözlerim kan çanağına dönmüştü ağlamaktan;
uyandım uykumdan. Duruyordu gözlerimin önünde;
gördüğümü sanıyordum onu kararsız gün ışığında.

Giacomo Leopardi

Saz heyeti, neden vedalaşmadan
Arkanıza bakmadan gidiyorsunuz?

Hüsrev Hatemi

Men dâr-ı bekâya azm edende
Dünyaya vedâ edüp gedende

Mensüz çeküp âhlar figânlar
Sahrâlara düşdügün zamanlar

Düşse yolun ol olan diyâra

Fuzûlî

İçimden bir ses ısrarla, henüz şehirden ayrılmadan babamı son bir kez görmemi, her ne yaşamışsak yaşamış olalım, onunla son kez vedalaşmazsam acısının bir ömür boyu başımda bir sarkaç gibi sallanacağını söylüyordu.

@

Birbirimize birkaç kaçamak ve hüzünlü bakış attık sadece. Sanırım vedalaşmak ve herkesin yolun gitmesi için bu kadarı kâfiydi.

Kemal Varol
Âşıklar Bayramı

Birbirleriyle uzun uzun konuşacak ve gereği gibi vedalaşacak vakitleri olmamıştı. O zamanlar şartlar böyleydi. Her birinin içinde söylenmemiş o kadar çok söz, o kadar çok düşünce kalmıştı ki! O günlerde halkın kalbinden geçenleri derleyip toparlayacak ve açıklayacak birinin çıkması ihtimali de pek azdı…

Cengiz Aytmatov
Oğulla Buluşma

Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet.
Bir şey istemiyorum, ne teselli, ne umut:
Hareket edeceğiz!.. Kalbim dünyayı unut,
Dağlar, taşlar, elveda; gün, hakkını helâl et!

Ziya Osman Saba

Hatırla, gün gelip beni kader
Sonsuza dek senden ayırınca,
Üzüntü, sürgün ve seneler
Bu çaresiz kalbi soldurunca;
Düşün son elvedayı, hazin aşkımı düşün!
Yokluk ve zaman hiçtir insan sevmeye görsün.
Kalbim çarpıp durdukça,
O hep diyecek sana:
Hatırla.

Alfred De Musset

herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak
ah ve ay’la görünecek görünmeyen
etimde sınanan bir veda ki
içimden o kelâm-ı kadîm akacak:
beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak

Kemal Varol

çok yalnızım, mutsuzum
göründüğüm gibi degilim aslında
karanlıklarda kaybolmuşum
…bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
aradıkça batıyorum karanlik kuyulara
kimse duymuyor çığlıklarımı
duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
ümidimi yitirmişim
biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye
veda edeceğim

Nilgün Marmara

Bendeki mektuplarınızı, fotoğraflarınızı ve onların arasında bulunan birkaç hatırayı daha dün gece yakarak yok ettim. Yıllardır binbir müşkülatla sakladığım, her fırsatta baştan sona yeniden yeniden okuduğum mektuplarınızın yanarken çıkardığı alevlerde öfkelerimi, sevinçlerimi son bir defa daha seyrederek hepsiyle vedalaştım. Son ricamı tekrar ediyorum İhsan: Sizde bulunan mektuplarımı, fotoğraflarımı yakınız.

Sonrası sükût olsun…

Fatma Cevdet Hanım

Hayat budur, yavrum! Feryattır boyuna,
Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli!
Koparıp atmadı mı kalbimi kalbin,
Alıkoyabildi mi gözlerin beni?

Heinrich Heine

Elveda, elveda aşkım;
Gitmeliyim bugün!
Bir öpücük, tek bir öpücük ver bana;
Çünkü, sonsuza dek ayrılıyorum senden.
Elveda, elveda aşkım sana!

Johann Ludwig Uhland

Şimdi kervan yola çıkıyor… Meçhûl bir ülkeye doğru.
Çanları hareket işâretini vermeye başladı bile!

Sevin ruhum! Zavallı kuşum, kurtuldun nihâyet!
Nihâyet kafesin çöküyor… Demirleri dağılacak yakında.

Elvedâ gaileli dünya, günahlarla haşır-neşir olan dünya
Ruhum Allah’ın sâkin yurdunda dinlenecek artık!

James Clarence Mangan

Bu, gerçek elveda olacak. Mücadeleyle geçen beş yıl beni yaşlandırdı. Şimdi artık son bir adım kaldı – nihai olanı.

Che

Elveda, Elvira. Sonunda imgen ayrılıyor
yüreğimden yaşam ateşimle birlikte.
Elveda. Bu sevgi seni tedirgin etmediyse
eğer, yarın tabutumun
arkasından yüreğinin yandığını göster.

Giacomo Leopardi

Susmakla başlayan her elveda bir çerçeve parçalar
Duvara sığmayan görüntüdür hüzün
Kuşların olağan göçü sanırız
Meğer ki bir çiçek kendini erken soldurmakta…

Cihan Oğuz

Bir gün dünyaya edince veda
Peşimden istemem gözyaşı ,susun
Ağlayıp sızlamak yerine dostlar
Herkes bildiğince şiir okusun.

Captain Hook

sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..

konuştuklarımız değil
sustuklarımız doğruymuş o gece
unutma.

bu yaşımda da gel gör beni.
gel sen kapa gözlerimi!

Kemal Varol

Yaşlı ve yorgun ruhum
vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan

Hüseyin Atlansoy

Diyeceğim kalmadıysa da , oyalanıyorum şimdi
Ve bu kâğıda damgamı basmayı göze alamıyorum
Sonuna dek götürsem bile bu işi
Daha da çok artacak mutsuzluğum:
Yaşamazdım şimdiye dek, öldürseydi acı insanı,
Ölüm kaçınıyor kendini vurmasını dileyen alçaktan,
Bu son vedalaşmayı da ölmeden atlatmalıyım,
Seni sevmek, sana dua etmek için hayata katlanmalıyım.”

Lord Byron

Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün
topladım bu hurûfât tozlarını.
Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum, rutubetli
sabrını yarıladım, badem çiçekleriyle
tazelenen gönül bağını yağmurlu
vedalara bağışladım…

İhsan Deniz

Şimdi o anıyı arıyorum ve bir yanılsama olduğunu,
küçük bir elvedanın ardında, sonsuz bir ayrılık olduğunu düşünüyorum.

Jorge Luis Borges

sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..

konuştuklarımız değil
sustuklarımız doğruymuş o gece
unutma.

Kemal Varol

Her birleşen bir gün ayrılır, her yaklaşan bir gün uzaklaşır. Bu, Allah’ın kanunlarından biridir. Öyle büyük bir felakettir ki, kardeşi ölümdür. Çeşitleri vardır: İlki geçici ayrılıktır, sevgilinin dönüşüyle âşığın derdi biter. İkincisi, âşığın sevgilisini görmeyi yasaklayanın neden olduğu ayrılıktır. Üçüncüsü, dedikoducuların dedikodusundan kaçınmak amacıyla sevgilinin istediği ayrılıktır. Dördüncüsü, birtakım nedenlerden dolayı sevenin kendiliğinden sürüklendiği ayrılıktır. Beşincisi, yolculuğun veya evlerin uzak olmasının neden olduğu ayrılıktır.

Bu bölümde vedalaşmadan da bahsedilir. İki türlüdür: Birincisi, sadece bakışlarla ve göz işaretleriyle vedalaşılır. İkincisinde ise kucaklaşma ve birbirine sarılma mümkündür.

Altıncısı, iki sevgili arasında meydana gelen darılmalardan ötürü ayrılmadır ve en elem verici olanıdır ayrılığın. Son ayrılık ise, ölümden kaynaklanan ayrılıktır ki bu, tam anlamıyla ayrılıktır.

İbn Hazm / Güvercin Gerdanlığı

Rûhu bâzû-yı bâd-ı hâlikte,
Ömr-i nâçizi gam-zedâ-yı ziyâ’,
Dökülür berg-mürde, lâl-i vedâ’.

O sararmış giyâh, o yapraklar
Bûse-i elvedâa nâ-kadir
Hasta, fırkat-resîde leblerdir…

Cenap Şahabettin

Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

Yahya Kemal Beyatlı

Gümüşali, artık seni bulmalıyım
eskiden olsa aşk derdim
şimdi vedalaşmak diyorum buna

Murathan Mungan

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda,
Çok sevgili yuvamızı yâd ellere bıraktık;
Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık,
Elveda ey harap olan baba evi elveda!

Kemalettin Kamu

gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde
hepsi bana yabancı hepsi başka biçimde
ne bir arzum, ne emelim yaralanmış bir elim
ben gurbette değilim gurbet benim içimde

eriyorum gitgide elveda her ümide
gurbet benliğimde bitirdi bir içimde
ne bir arzum, ne emelim yaralanmış bir elim
ben gurbette değilim gurbet benim içimde

Kemalettin Kamu

“Hoşça kal Harry, seni unutmayacağım.” Maria veda edip gitti. Yaz gülünün öylesine olgun ve dolgun kokusunda veda vardı, güz vardı, yazgı vardı.

Bozkırkurdu
Hermann Hesse

Bırak, tazelemesin bellek
Yatışsın sonsuzca yürek yaralarım;
Elveda ümit; uyu, istek;
Koru beni, tılsımım.

Aleksandr Puşkin

Çocukken, gençken ne zaman bir yerlere gidecek olsam üzülür, benimle ağlayarak vedalaşırdı. Babam gözleri çabuk buğulanan, merhametli bir insandı. Ben de pek kolay ağlıyorsam bu babamdandır.

Kemal Sayar

Yaş da geldi yaşlılığa erdi ya, herkese her şeye bir veda gözüyle bakıyorum artık. Eskiden gördüğüm, duyduğum dokunarak geçtiğim her eşyadan, her insandan, her yerden son bir kez daha görerek, duyarak, dokunarak geçeyim istiyorum.

Ali Asker Barut

susulur, orda işte, sesindeki kargaşaya aldanır gönül
bir gün bir çocuk mecbur sorar:
bu nasıl gitmek
kahır, korku, sabır; vedâ bile mahrum bana
yalnız, etten ve kemikten bir ses: gitme!
hüküm soran donuk annedir
öpüp başıma koyduğum bir el
gıyâbında yargılanır kalbim
anlatılır: buymuş sana sebep

Kemal Varol

-Vasiyetnamenizi hazırlamış mıydınız? diye sordu Werner ansızın.
-Hayır.
-Ya ölürseniz?
-Mirasçılarım kendiliklerinden ortaya çıkarlar.
-Yani, son bir veda yazısı yollamak istediğiniz bir dostunuz yok mu?
Başımı salladım.
-Yani, kendisine hatıra olarak bir şey bırakmak isteyeceğiniz tek kadın da mı yok bu dünyada?
-Size açılmamı mı isterdiniz doktor? diye sordum, insanın sevgilisinin adını anarak öldüğü ya da sevgili bir dostuna pomatlı yahut pomatsız bir tutam saç bıraktığı yılları çoktan geride bıraktım ben. Yakın bir ölüm aklıma gelince yalnız kendimi düşünüyorum: Bazıları bunu bile yapmazlar. Yarın beni unutacak, daha kötüsü, hakkımda yalanlar uyduracak dostlardan, başkalarını kucaklarken bir ölüye karşı kıskançlık uyandırmamak için arkamdan gülecek kadınlardan bana ne? Hayatın kasırgası içinden birkaç fikirle çıktım ben, duygu aramayın. Uzun süredir kalbimle değil kafamla yaşıyorum zaten. Kendi tutkularımı ve davranışlarımı dikkatle inceliyorum, ilgiyle, ama hep dışarda kalarak. Benliğimde iki kişi barınıyor: Bunlardan biri, kelimenin tam anlamıyla yaşıyor, öbürü ise onu yargılıyor. Birinci, belki de bir saate kadar sizden ve dünyadan ayrılacak, ötekiyse… Öteki ne olacak?…

Zamanımızın Bir Kahramanı
Lermontov

yarım kalması bazı şeylerin, yarım
kalmak kötü, elvedâ demek
istediğim kimse var mıydı,
sanki birkaç tanıdık
ama önemi yok artık.

Sefa Kaplan

Duvara, bir titiz örümcek gibi,
İnce dertlerimle işledim bir ağ.
Ruhum gün boyunca sönecek gibi,
Şimdiden ediyor hayata veda.

Necip Fazıl Kısakürek

Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır.
Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?
Bir salgın alevsin içimde bugün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın…

Şükûfe Nihal Başar

Ellerinden bu yana ne sevinç gördü ellerim,
Ne de “elveda”dan bu yana bir
gülüş salıverdi dudaklarım.

Hart Crane

Kıyıdan el salladık beyaz bir gemiye
gemi gülümsedi. Ne top atışı, ne bir bayrak, ne isim
anladık bir dosta veda ettiğimizi…

Zerrin Taşpınar

son nefesi şairin
hazin bir veda ediş
sonsuza gülümseyiş bir musalla taşında….

Naime Erlaçin

İstediğim tek şey,
ne kadar yürüyeceğimi bilmesem de
“hayat” denen “yolun sonu”na geldiğimde
geride bırakacağım yaşantıma
mütebessim bir ifadeyle veda etmek
.

Güneş Bor

Sen, yenik, bitkin düşmüş yüreğim, artık sana
Aşkta ne hırçınlıklar kaldı, ne de eski tat;
Elveda saksofonlar, hoşça kal içli flüt!
Arzular! aldırmayın bu somurtkan insana.

Charles Baudelaire

Evimin en yüksek penceresinden
Beyaz bir mendille veda ediyorum
İnsanlığa armağan şiirlerime.

Ve ne mutluyum ne de üzgün.
Bu alın yazısı şiirlerimin.
Ondan yazdım ve göstermem gerekir herkese.

Fernando Pessoa

Bel bağlama çabucak kuruyan gözyaşına
Düşünme vedalaşmaya geleni
Ve gelmeyeni
Hepsi gıybet kadehiyle meşgul
O halde vasiyet bahşet gölgeye
Belki de sana ihanet etmeyecek
Dönerken görse beni
Güneşin birinde ona doğru.

Ahmed eş-Şehavi

Şud çemân der çemen-i husn u letâfet liken
Der gulistân-i visâleş neçemîdîm u bereft

Hemçu Hâfız heme şeb nâle vu zârî kerdîm
K’ey dirîgâ be vidâeş neresîdîm u bereft

(Güzellik ve hoşluk çimeninde salındı ama daha
biz onun vuslat gülistanında dolaşamadan çekti gitti.
Hafiz gibi gece gündüz ağlayıp inledik.
Eyvahlar olsun; vedalaşmamıza fırsat kalmadan çekti gitti!
)

Hâfız-ı Şirâzi

Elveda ey sayfalar, ey gece
Ey erguvani pencereler
Yüksek kurun darağacımı günbatımı
Yüreğim sakinken güvercin gibi…

Muhammed el-Mâgût

Nereye gidileceği bilinmedi mi, veda etmek içinden pek gelmez insanın. Ölmek üzere olanların veda etmekte o kadar zorlanmalarının nedeni de budur.

Rilke

Ben, tek bir özlem düşünebiliyorum, mucizeler yaratarak dünyayı bir uçtan bir uca dolaşan. Tüm nesneler, bizim çokluk yolunu şaşırmış düşünce ve isteklerimizi kısa bir süre için ağırlamaya işte öylesine hazır. Gündüz ortaya koyduğum etkinlikle nesneler içinden yürüyüp gitmişsem, her nesnenin koynunda bir gece dinlenmek isterim. her nesnenin yanı başında uyumak bir kez, her nesnenin sıcaklığıyla yorgun düşmek, düşlere onun nefes alıp verişleriyle inip çıkmak, onun tatlı, gerilimlerden uzak ve çıplak yakınlığını organlarımda duyumsamak ve uykusunun burcu burcu kokusuyla güçlenmek, sabah olunca da o daha uyanmadan, veda etmeksizin yoluma koyulmak, yoluma koyulmak isterim.

Rilke

Bileğin diyorum
Sol bileğin
Yüzüme sürerdin
Vedalaşırdık
Damarın damarıma
Bana bıraktığın buydu

Gülten Akın

Ellerin yetişir vedalaşmaya
Niçin ağlıyorsun

Oktay Rifat

Çektirdiği son fotoğrafında ağlıyordu
Bir vedâ iklimiydi gözlerinden yayılan
Belki O’dur, aşkıyla ölüp şehîd sayılan

Nurullah Genç

Sabahlardan birinde
benim dediğiniz evlerden
kendiliğinizden çıkmalısınız,
vedasız ve kimseyi uyandırmadan.

Anılarınızı yıpratabilirler.

Ayağa takılabilecek ne varsa
toplamalısınız ayrılmadan ve saklamadan
kırık dökük sevgilerinizi köşe bucağa;
bir gün bulup
avuçlarında ısıtırlar diye
beklemeden.

Ahmet Cemal

Şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan Narkissos’un:
“Ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini.
“Elveda” deyince o, bağırdı Ekho: “Elveda”.
Yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
Ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
Hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
Bakıyordu Styks sularına. Döğündüler bacıları Naıas’lar
Kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler Dryas’lar
Ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri
Hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini
Beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.

Publius Ovidius Naso

Onaran, cesur kılan
incecik sırları olan
bir veda havasıdır bu,
yine de dudağı inciten sözleri var
ardın sıra söylenen şarkıların…

Nihat Behram

Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle
acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda,
elvedalara…Kalbinin yarısı yaz
yarısı kar altında.

Veysel Çolak

İnsan, ustası değilse nedir
yitirdiği her şeye önceden
veda edebilmenin?

Fakat Tanrım galiba
bize bizden de önce
sen veda ettin!

Haydar Ergülen

Mezardan çıkacağı yerde
İçine giriyor Lazar
Elveda elveda şarkılı türkülü oyun
Ey benim yıllarım ey genç kızlar

Guillaume Apollinaire

Elbette her veda gibi hüzünle uğurlanacağım
Kimileri üzülecek kimilerinden fazla
Az yaşadı diyecekler arkamdan az yaşadı
Ama çok sevmişti…

Ceyhun Yılmaz

yorgun bir aşk
yorgun dünyasında
sığındı kendine
oysa gölgemi beklediğim güneşti
kanda uyutulmuş veda busesi değil

Ali Cengiz Akdeniz

Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?»
Nikko hafifçe öksürerek bağızını temizledi. «Bunu nasıl yapabilirim efendim?»
«Kiraz ağaçları arasında benimle yürüyerek. Sessizliğe dayanamadığını anlarda seninle konuşmama izin vererek.”

Şibumi / Travenian

Omi’de bir dostla
oturdum da, isteksiz
elveda dedim
giden bahara

Matsuo Başo

Her zevki bir harâm olan efsunlu cennetin
Koynunda vardı lezzeti bin türlü nîmetin.

Bir gün vedâ edip o diyârın hayâtına,
Döndüm bütün bütün vatanın kâinâtına

Lâkin o bahçelerde geçen devre’den beri
Kalbimde solmamıştır o şi’rin çiçekleri.

Yahya Kemal Beyatlı

akşam
uysaldır, boynunu bükerek gelir
ve teslim olur bana, şiirler, elvedâlar…

Hilmi Yavuz

Şu an gerçeğin bu yakıcı melankolide mi,
yoksa o sonsuz elvedada mı olduğunu bilemiyorum.
Ruhlar ölümsüzse, ayrılıklarında sessizce olması iyidir.
Elveda demek ayrılığı yadsımak, yine görüşeceğiz demektir.

Ulus Fatih

Buyurduğu gibi de oldu.
Haftasına varmadan gül yüzüne solgunluk erişip yatağa düştü. Veda diyeceklerine elveda deyip bu faniden beka alemine göçtü.

Mustafa Kutlu
Sır

Elveda benim her mevsim dalları kırılan
Sıska çelimsiz
Ama son yaprağına son eriğine kadar cömert erik ağaçlarım

Ne zaman yolum düşse
Gözlerimi yumup sizi hatırlayacağım.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

ve bu afyonlu çağın mabedinde tesbih çek

güle ve aşka veda
güle ve aşka veda
güle ve aşka veda.

Ali Ayçil

ruhumun bir otelde ilk kalışı bu
aynı oda, aynı yatak, aynı aynada
birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok,
üstümdeki yabancıyla uyumalıyım

Haydar Ergülen

kalbim
beyanımdır
gitmeye duran
kanda kurutulan veda sözleri
nice söylense
hiç söylenemeyen
kısa süren aşkın uzun vedası
sönmemişken gözlerimizde
ilk günkü gibi tutuşan fer
yolunu bekletir bitmemiş ferman

ne kalan kalır ne kimse gidemez buradan
ayrılıkla tartılan aşk araftır
sonsuz bir şimdiki zaman

Murathan Mungan

Yağmurda koşan bir çocuk olsam
Vedalaşır gibi bildikleriyle.
Kendinden mahrum kalır mı insan?
Kalsam.

Duralım burada, güzel esiyor!

İbrahim Tenekeci

benim bildiğim,açılmaz menekşe örtüyle kapanan naaş
veda, teşekkür ve gerçekleri fısıldamak için (gerçek nedir ki?).
belki o bu saatlerde gölgesini sarmalıyor, bizim gibi,
lakin o ağlamayan tek kişidir bu sabah
ve üstümüzde kartal gibi havalanan ölümü görmeyendir
(yaşayanlar ölümün amca çocuklarıdır ve ölüler
uyurlar sessiz, sakin, huzurlu..)

Mahmud Derviş

Ey ömr gel imdi başa sen hem
Çeşmime tire oldu alem

Alem hoş idi ki var idi yar
Çün yar yok, olmazın ne kim var

Ey can, ten-i hasteden veda’ et
Bir haste ile yeter niza et

Müştakınım ey ecel kerem kıl
Def-i elem eyle ref-i gam kıl

Kurtar beni ızdırab-ı gamdan
Ver müjde vucuduma ademden

Fuzûli

Yaşlı ve yorgun ruhum
vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan

Hüseyin Atlansoy

Mahvolur bir gün vücûdum, nur-i çeşmim söner,
Mahvolur ekdâr-ı dil, mâdûm olur âlam-ı can.
İntifa bulmak bilir mi şule-i hıbb-ü vedad,
Perde-i zulmetle mestur olsa zîr-ü asuman.
Resm-i hüzn-âlûduma atfeyle gâhi bir nazar,
Muhterik bir kalbi yâd et, rûh-i zârı şadman.

Yaman Dede

Hasarlı bir tebessümle gelsem de
fayda yok sarsak bir cefayla dolaştığım
bu veda gününde
.

Metin Kaygalak

Sana vedaya gelmedim

Bu yağmuru getirdim sana

Refik Durbaş

Küçük bir sarmaşığın yıllar içinde bir ağacı sarıp sarmalaması misali her geçen gün birbirini sessizce benimserler. Bir zaman sonra sarmaşığı ağaçtan ayıramazsın, söküp atmaya çalışırsan ağaçta izleri kalır, kuruyana kadar geçmez, sarmaşığınsa yeni bir ağaca tutunması zordur. Zamanları, anıları, zevkleri farklıdır. İkisi birbirine hiç benzemez; görünüşleri, yaprakları, mevsimlere dirençleri, hazan mevsimleri… Çoğu zaman bu ikiliden biri hayata erken veda eder; görüntünün şeklinden başka değişen bir şey olmaz. Ağaç kurumuşsa sarmaşık cansız gövdeye sarılmaya, önce kuruyan sarmaşıksa, ağaç onu taşımaya devam eder.

Ahmet

Ninnilerle değil, vedalarla uyut kendini
Dışarıdaki cemre sana düşmez uyma hayata
Bu gece herkesin hafızası silinecek itinayla
Buna kader deme sakın

Küçük İskender

tek mülküm kaderimdi, vedalaştım
unutulur emanette zaten, ruhum da

Akif Kurtuluş

oğluyla vedalaştırılmamış bir adam

Enis Akın

Güneş ufukta bu hâk-i sefîle bir ebedî
Vedâ eder gibi rikkatle ihtizâz ediyor,
Semâ bulutlanıyorken, onun civârından
Güzârı böyle soğuk bir yabancı tavrıyla
Bütün karârımı kâfî göründü ta’dîle…
Dedim ki: “İşte hakîkat bu, hep küsûru yalan;
Değil garâm-ı heves-perverâne mu’tâdım,
Bu dîdelerde fakat bir nigâh-ı aşk aradım!

Tevfik Fikret

Vedalarda başarısız olan kavuşmalardan pek büyük bir şey bekleyemez.

Milan Kundera – Bilmemek

içimin Babil Kulesi yıkıldı
sır kapılarından geçtik
alacakaranlığın şehirleriydi
gölgelerin yıldızı ışıktı, aşktı, yaşamdı

keşke en büyük savaş
rahmini öperek vedalaşıp teninle
-ganimeti süt, sevgi, kucak ve şefkat-
bilinmezliğin dünyasından nefes almak olsaydı ann
e

ailem dedim o sararmış resimden baktım geçmişe
ikiniz yan yanasınız, kucağınızda kırılgan çocukluğum
babam genç bir gülüşle süslemiş yüzünü
sen, ciddi duruşla bezgin bakış arasında med cezir
bölünen evlilik, çatlayan evren, sızan sır

Aslı Durak

Ama bitiyor soluğum, bitiyor yaşamım
Aşk sözcükleri karşısında. Zaman geçti,
Bu günden de bir anı bırakmadı bana.
Elveda, Elvira. Yaşam kıvılcımıyla birlikte
Tatlı hayâlin de gidiyor
Yüreğimden sonunda. Elveda.. Eğer çok sıkmadıysa
Seni benim bu sevgim, eşlik et yarın tabutuma
Bir iç çekişle göndereceğin.

Sustu: Çok da uzun sürmedi çıkıp gitmesi ruhunun
O susan sesle birlikte; ve akşam öncesiydi henüz
O ilk ve son mutlu günü gözden kaybolduğunda.

Giacomo Leopardi

güneylere meylederken
ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız
gezinir dururdunuz arka bahçemde
turnalar göçerdi düşlerimden
veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem
eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar

Nuriye Zeybek

ayrılığın vedası mı onlar? direniyorum.
yaklaştıkça ırmağına kendime çıkıyor gittiğim
yollar.

gitme. bana bir şey söyle
kimsenin bilmediği bir söz, bir giz…

gitme.
gitmek, biraz da kendini tüketmektir.
yenilmektir, boşluğu görmeden korkuya.

Betül Tarıman

Elveda süresiz yıllar
Ve alçalış uçurumlarına
Meydan okuyan kadın
Ben alanıydım savaşınızın.

Boris Pasternak

Erir gider kulağımda
O uzak seda
Namesi kalır

Çileden çıkar hatırladıkça
Bir uzun veda
Esamesi kalır

Kaan Demirdöven

Gözlerimiz yaşlı, döner bakarız
arkamıza son kez,
o sınırlara, canımız kadar sevdiğimiz:
Herdaim görmekte onları bulanık bakışlarımız-
Ve zincirlere bağlı kollarımızı uzatırız
gözden ırak cennetimize doğru…
İçer zehirli acılarımızı yudum yudum yüreklerimiz. –
Elveda vatan, elveda kaygılarımızın kaynağı

Peyo Yavorov

kıta alçalıyor, yükseliyor okyanus
bu yepyeni bir veda düşlere, tutkulara
geçiyor bağbozumu, su sızdırıyor küp
parmaklar yetişmiyor güneşe uzanmaya

Baki Ayhan T.

Dön geri bak, bana!
Bak hiç yaşlanmamışım, kâlbi sinema o çocuğum yine
aşkın ipek elleri şimdi süpürür saçlarımdaki beyazları
meraklanma–vedâ değilim, olsam olsam bûseyim
Hadi git, al getir bendeki kardeşlerini!

Hüseyin Alemdar

ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Adnan Yücel

Elveda kavalın türküsü
Flütün iççekici elveda
Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık
Ey hazların derinliği duyumların ateşi elveda..

Charles Baudelaire

Kendime ilân ettiğim savaşta otuzdört yıl devrildi
Devirdim düşlerime bahşedilen çamları da
Niçin bütün güzel kadınları seviyorum ama birine aşığım?
Ah bu yanıtsızlık belki ömrümün nişânesi
Sayım yapıldı: Düşlerinden bir adım geridesin
ve ömür böyle bitebilir
Aşk böyle sona erebilir,
nasılsa alışıldı bir mevsimin henüz tamamlanmadan elvedasına

Cihan Oğuz

Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce.. Ne keder ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.

Sergey Yesenin

Yaşamın bir yerinde sırtımıza bir küfe alırız; zamanla ona değerli bulduğumuz bir çok şeyi doldururuz. Düşünceler, hobiler, arkadaşlar, dostlar, şekilli güzel taşlar… küfe aldıkça alır, kafamız yerde bedenimizin bir parçasıymışçasına taşırız küfeyi.
Bir gün bir vesileyle ayırdına varana kadar. O gün yıllarca biriktirdiğimiz ne varsa -önce seçerek- daha sonra tümünü bir kenara boşaltırız.
Boşalınca tekrar doldururum endişesiyle onu da bırakıp sessizce vedalaşırız küfeyle. Ve ellerimiz cebimizde, dilimizde küfeden kalma, (eskiden ağlatan) bir şarkıyı yüzümüzde tebessümle mırıldanarak alışık olmadığımız hafiflikten yalpalayarak hayata devam ederiz.

Ahmet

Her veda utanır kendisinden!
Haz biter, mana ölür, sıkılırız derdimizden!

Engin Turgut

Konuşmak yoruyor.
Dışarıda yağmur var ve gitmek için iyi bir gün.
Yağmur var ve herşeyi gizlemek için İyi bir gün.
Nisan üzerime yığılıyor sevgilim.
Ben…
Veda etmeye çalışıyorum…
Hepsi bu…

Tarık Tufan

İkimiz kavuşacağız harikalar ülkesinde
Rengi koşulsuzluk olan o gerçek mutluluğa
Ama yeniden doğuyorum ikimiz aklıma geldiğinde
Ve eğer dert yanarsam kulağına
Elveda kelimeleri gibi bir şeyi sakın duyma

Louis Aragon

Sen kalbi kırıkların Rabbisin
Yani önce, en çok benim
Çaresizlik nedir, çare nedir bilmeyenler için?
Ben artık hiç bir şey olmak istiyorum.
Galiba büyüdüm.
Yok bir teselli yaşamak gailesine
Bir türlü kapanmadı bilanço yazılmadı veresiye
Her gün yoklamalarda var yazılmış olmanın hüznü
Bir zaman sonra hangi şarkıyı söylesem eksik
Elveda ile merhabalar birbirine geçmiş
Yok neye baksam o göz alıcı yaşamak
Nerden baksam orası eksik
Sen kalbi kırıkların Rabbisin
Yani önce, en çok benim

Murat Özel

Senin suçun yok hayat!
Ben buraya zaten, sana elveda demeye geldim!

Küçük İskender

Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim.
Bahtsızlıkta olsa, herşeyi bileyim.
İç çekişlerim karışırsa seninkilere,
Belki ikimizinde acısı hafifleyecektir, Ne dersin?
İçimden hiç gelmiyor ama, sen istersen,
mektubumu şöyle de bitirebilirim:
Sonsuza kadar, elveda…

Pierre Abeilard

herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak
ah ve ay’la görünecek görünmeyen
etimde sınanan bir veda ki
içimden o kelâm-ı kadîm akacak:
beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak

Kemal Varol

Ey sevgili!…
Korkma!
Senin çiçekli bahçelerinde
Uzun zaman duracak değilim
Ve
Ne bugünün sonunda
Ne de veda anında
Ardıma dönüp bakacağım.
Onlarda gözyaşı görmeği bekliyecek
Gözlerimi seninkilere çevirip
Bakmıyacağım

Rabindranath Tagore

veda mektubun hala cüzdanımda
biraz yırtıldı ve buruştu ama
tek kanıtı biten bir aşkın
yoksa../..kimse inanmıyor ayrıldığımıza

Pelin Onay

Kendimle vedalaşmak istiyorum yeniden.
Günlerle birlikte büyür sana olan aşkım,
Umutsuz,
kendi kendime soruyorum
aşkım benim gibi mi solacak?

Mari Nasır

O şehre davrandığın gibi davran bana da
O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak
bana da in, bana da kon ve el salla geride
bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!

Haydar Ergülen

Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle
Mor bir kabus çöküyor üstümüze
Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle
Veda çizgisi
Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara
———————— Aşka veda
İnsanlar geçiyor yollardan
———————— İnanca veda
Şehir kapanıyor içine
———————— Toprağa veda
Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların
Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
———————— İnsana veda

Erdem Bayazıt

Anımsar mısın son şiir okuyuşunu, elveda der gibi?
Aşağılar, bağırırken onlar, sendin koşup gelen yanıma;
Eğer varsam bugün, ne derlerse desinler bana,
Gönül borcum da sensin, yüzkaram da

Andrey Voznesenski

Yüzümde eflatun bir veda yağmuru
Ah bir kızılderiliydim sana ben
Bıraksan kalbinde yıllarca uyuyacaktım…

Engin Turgut

Hayır, veda etme bana
Gökyüzü nasıl onu söyle sadece
Çünkü bil ki gökkubbe çökerken üstümüze
Ardıç kuşlarını kovalayacağız biz seninle

Tom Waits

Ah, nasıl da sevecen ve kör bir tutkuyla
Severiz son demlerinde ömrün…
Parlasın parlasın veda aydınlığı

Fyodor Tyutçev

Böyle dalgın böyle denize yakın
Başka gök kıyılarına çıkamazsın
Döner, döner acımasız çarkı yılların
Sırasıdır elveda demenin artık

Ahmet Ada

Dudaklarımızda sıradan sözcükler
Vedalaşmayı bile beceremedik
Son bir bakış kaldı arkanda
Kalabalığa karışan
Her şey düzmece bir dinginliğe gömüldü

A. Kadir Bilgin

Veda

Rüyalarına geleceğim bazen
Beklenmedik bir konuk gibi uzaktan.
Sokakta bırakma beni
Kapıyı sürgüleme üstümden.
Usulca geleceğim.
Oturacağım ses çıkarmadan
Gözlerimi dikeceğim seni görmek için karanlıkta
Sana bakmaya doyunca
Bir öpücük konduracak ve çıkıp gideceğim…

Nikola Vaptsarov

”kızının adını ’sarmaşık’ koy anne. hayata ve hayale sarılarak büyüsün.
oğlunun adını ’veda’ koy anne. hayatı ve hayali terk ederek yürüsün..
kendi adını ’cefa’ koy anne.. hayatı ve hayali önüne katıp da sürüsün.
benim adımı koymayı bir zahmet unut anne.
hayattan ve hayalden utanıp da çürüsün”

Küçük İskender

Gündüzün bayram idi sâ’imlere
Her gecen bir Kadr idi kâ’imlere
Nûrdan bir tâc idün ‘âlemlere
Elvedâ’ iy mâh-ı tâbân elvedâ’

Eşrefoğlu Rûmî

Erişdi hicrânın demi
Ey mâh-ı gufrân elvedâ’
Ağlatmasın mı âdemi
Ey mâh-ı gufrân elvedâ’

Hüdâyî

Ey Necâti güç imiş âşıkı terk eyleme yâr
Bedene rûh vedâ’ eylemek âsân

Necâti

Sanırım, bu tekdüze darbeyle salınırken,
Bir yerlerde acele çakılan bir tabut var.
Kimin için? – Dün yaz’dı; işte sonbahar, gelen!
Bu gizemli gürültü bir veda gibi çınlar.

Charles Baudelaire

Turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
Cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.

Turgut Uyar

Ne vasiyet, ne uzun boylu veda
Ölümüme hiç kimsenin aklı ermesin
Gözlerim birdenbire kapanıversin.

Turgut Uyar

Bu şiirde sevda sevda üstüne
Senelerdir veda veda üstüne
Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne
Vakit Nisan ortasında bir akşam.
Mehtap ettiğinden bihaber
Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber
İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi
Ağlayıp ağlayıp avunsam…

Turgut Uyar

O zaman Bastiani Kalesi’ne elveda demek gerekir, daha fazla oyalanmak tehlikeli olacaktır; zavallı
kale basit sihrin çabuk çözüldü, kuzey çölü hep öyle bomboş kalacak, asla düşman gelmeyecek, asla hiç
kimse gelip de senin zavallı surlarına saldırmayacak. Elveda Binbaşı Ortiz, elveda kendini bu yapıdan bir türlü kurtaramayan melankolik dost; elveda, senin gibi çok uzun zaman inatla umut eden ve sana
benzeyenler: Zaman elini sizden daha çabuk tuttu, sîzinse artık her şeye yeniden başlama hakkınız yok.
*
Yarbay Ortiz, atından inerek, Drogo’yla birlikte bir kenara gitti, ikisi de nasıl vedalaşacaklarını
bilmediklerinden susuyordu. Derken o rahatsız ve sıradan şeyleri söylediler, söyledikleri içlerinden gelen şeylerden öylesine farklı ve öylesine zavallıydılar ki!..

Tatar Çölü
Dino Buzzati

Çiçek açmış ıhlamur, şakıyan bülbül,
Gülümseyen güneş, neşeli;
Göğsün inip kalkıyordu,
Sarıldın, öptün beni.

Dökülen yapraklar ve karga sesleri,
Güneşin kaşları pek de çatık;
Yaptığın reverans ne kadar nazikti,
Soğukça vedalaştık.

*
Çoğalttın daha da
Duyduğum acıyı, aşktan;
Çok gördün sonunda
Bir veda öpücüğünü.

Yok, öldürmem kendimi,
Pek kötü bile olsa durum!
Evvelce de geçti bunlar,
Benim başımdan, gülüm!
*
Hayat budur, yavrum! Feryattır boyuna,
Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli!
Koparıp atmadı mı kalbimi kalbin,
Alıkoyabildi mi gözlerin beni?

Heinrich Heine

Elveda şarkılara
ve kaleme –
Elveda hepsine
Bütün eski güzel aşklara elveda

Elveda binalara
Binalar arasındaki karanlık sokaklara
Karanlık sokaklarda dönenen insana
insanın düşüne
Ve yalnızlığına

Elveda sözcüklere
Sözcük sözcük örülü deli sözlere
Ve elveda size
Sözcüklere susamış ışık gözlerinize

Hepsine elveda –
Elveda bana

Zareh Yaldızcıyan

yolculamaya
gittik mezarlığa son vedaya
hissettik ki – o yine yaşıyor bizimle

  • yaşayacak – hilafsız
    biz kandırdık toprağı

öyle ki
verdik tabutu Harvart’sız

Zareh Yaldızcıyan

Bir karartıdır artık
en körpe tomurcuğun
en narin gözeneği..
Elveda nazlı bebek…
Elveda kelebeğim..
Yüzünü gecelerin
ıssız boşluğuna gizleyip
için için ağlayan
yanık gelin
elveda..
Yazık ki
bağrımda uğuldayan
huysuz
uykusuz kelimelerle
bu son tutuşum seni,
bu sana son bakışım..

Nihat Behram

Çünkü cānān elvedā‘ etdi ber-ā-ber gitdi rūḥ
Ṣanki ol demden berü bir ṣūretim cān gelmedi

Esrâr Dede

Gözyaşı dökeceğim.
Belki de,
Üzüntülü günbatımımda,
Aşk pırıldayacak.
Bir veda gülücüğü gibi.

Puşkin

Veda güzel şey, yumuşak bir havaya sokuyor insanı.

Hermann Hesse

Ne çare, olmadı işte. Elveda sevdiklerim.

Roni Margulies

Augustinus’un acı ve yalnızlık kasırgalarını ancak inanç dindirebiliyordu.

Gözyaşları

Augustinus’un gözyaşlarıyla ilgili söylediği bu muhteşem sözler, gözyaşlarının onun kalbinin alında bir minder gibi uzandığını söylemesi, ayrılık ve vedalaşma ânında içimize iniveren acı ve ağlayış hakkında, bir tebessümün hazin ve yalnız yankıları olan gözyaşları hakkında çok şey anlamamızı sağlar. Gözyaşı
gibi psikolojik ve insani bir deneyimde ne de engin anlamlar yatmaktadır: Yüreği dağlanmış ve unutulmuş, bastırılmış ve sıradanlaştırılmış bu deneyim, hüznü ve yalnızlığı, umutlan ve yara almış arzuları anlamamız için gereklidir.

Ruhun Yalnızlığı / Eugenio Borgna

Vedalaşmaların kalıntıları, ağ görüntüleri
ilmeklerine dokundurduğunda hafifçe, yakılıyor,
fal suyuna atılıyor kuytularda ve kavislerde
gezinen beyaz örümcek. Akıyor içime mâlîhulya!

Seyhan Erözçelik

Allah’tan af dilerken sevdiklerimle vedalaşamadığımı ve artık vedalaşamayacağımı, onlara yapmak istediğim açıklamaları yapamayacağımı, hatalarımdan dolayı beni affetmelerini istediğimi söyleyemeyeceğimi düşündüm.

Charles Dickens / Büyük Umutlar

Sadece görüştüklerinde selamlaşırken ve ayrıldıklarında vedalaşırken değil, bisiklet sürerken, tepelere götürecekleri şiir kitaplarını şeritlerle bağlarken, yan yana oturup bütün dikkatleriyle o kitapları okurken, ellerinin birbirine değmesi için fırsatlar oluyordu hep.

Jack London / Martin Eden

Uzun uzun vedalaşamam, sızlayan yüreğim uygun değil buna.
Kaybedenler ancak böyle veda eder.

William Shakespeare / Venedik Taciri

İnsan ömrü vedalaşmalarla geçer.

Murakami / Sahilde Kafka

Bir insan öldüğünde, eğer onunla vedalaşmamışsan, bu çok zor gelir sana. Ölen, çok zorlu bir ilişki yaşadığın biri olsa bile…

Debbie Macomber / Gül Limanı Oteli

Evet. Sana kendimi iyice tanıtmak, seni de tanıtmak istiyorum. Sonra da vedalaşmak. .. Bence insanların ayrılırken tanışmaları en iyi yoldur.

Dostoyevski / Karamazov Kardeşler

Vedalaşmanın hakikatini o güne kadar meğer hiç kavrayamamışım.Vedalaşmak…Tekrar ne zaman buluşacağını bilmeden vedalaşmak…Ne dayanılmaz bir keder.Bir ömür,bir yıl,bir ay,kederin kalbi helak edeceğini düşünerek vedalaşmak…Sökün edip gelecek hayal kırıklıkları,tükenen umutlar,bedeni sarsacak kalp atışları,neşe ve sevincin eleme dönüşmesini kabullenerek vedalaşmak..

İskender Pala / Efsane

Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üzülürüm albayım, dayanamam. Gelmemek üzere gidenler çok sevdiklerim olur genelde. Bir de bir hikâye bırakır ki geride, noksanlığın daniskası içinde. Ölse, öldü dersin, ama ölmez onlar. Ölmesinler de. Ölürlerse bir kere daha üzülürüm. Çünkü koklayamazlar bir daha çiçek. Yazık olur.

Oğuz Atalay / Tehlikeli Oyunlar

Men dâr-ı bekâya azm edende
Dünyâya vedâ edüp gedende

Fuzûlî

Gecenin başı açık inleyişlerinde
vedalaşmaların ilmini öğrendim.
Öküzler geviş getirir, sen beklersin,
şehrin son nöbet saatidir, beklemek,
ve ben saygıyla eğiliyorum bu horozlu
gece ayini önünde
ağlamaktan kızarmış gözler uzaklara bakar,
taşınabilir acıyı sırtlar, bir kadının ağlaması
esin perisinin şarkısına karışırken.

Osip Mandelştam

Dünyanın Nihayeti

Şimdi sen ey ölüm, yaklaş bana
Merhaba azat eden pranga

Acıların zincirinden ruhumu hür bırakan
Daracık boşluğa bedenimi bağlayan

İşte karşında taze gençlik, al senin olsun
Nabzı atan bir kalp, kes nefesini

Yeryüzünde bir emelim kalmadı
Zaten dünya sadece aptalların cennetidir

İnsanlar mı? Hepsi vefasız, hilekâr
Yahut huzur kaçıran bozguncu

Zenginlik mi? Benim gözümde sadece,
Ayyâr’ın çekirgesi, bir zehir.

Şiir mi? Kâmil ve vâfir bir deniz
Yine de susamış kimsenin susuzluğunu gidermez

Kılıç mı? Uçağı olan tek bir kişi,
Ordudan ve topluluktan daha güçlüdür.

İlim mi? Kazma ile para kazanan,
Kağıt ile kazanandan daha hayırlıdır.

Aşk mı? Ey ölüm dur şimdi ve acı kalbime
Bırak onu biraz, nabzı atsın

Son menzile ulaşmadan önce bırak gözlerim ağlasın
Güllere, zambaklara ağlasın

Ağlasın sararıp solan sevda bahçesine
Orada ne bahar kaldı ne de sevinç

Tek bir temennim var ölmeden önce
Keşke gerçekleşse, o zaman ne üzülür ne de korkardım

O da sevdiğimi göz ucuyla bile olsa görebilmek
Çünkü artık asla kavuşamayacağız…

Fevzî el-Maʿlûf
Çeviren: Nur Tanrıbuyurdu

Hayat Hanım

Çekim bitince spotlar söndü, mavi, eflatun, mor ışıklar kayboldu, kubbeli tavandaki solgun ışıklar yandı. Masalar sandalyeler eskidi, yerlerin kirliliği ortaya çıktı, insanların yüzleri yorgunlukla sarktı. Rutubetlenmiş eski halı kokusu yayıldı,

*
Birçok insan gibi bir acıya karşılık kendimi koruyabilmek için diğer acıları ayaklandırıp onları kalkan gibi kullandığımı daha sonra farkedecektim. Ama epey sonra. Böyle şeyleri insanın yaşarken anlayabilmesi için benim o zamanlar sahip olmadığım bir görmüş geçirmişliğe, “gerçek hayatla” çarpışarak şekillenmiş bir olgunluğa ulaşmış olması gerektiğini bana zaman öğretecekti.

*
Sahaflar Pasajı’na gitmeye karar verdim. Orası her zaman kalabalık olurdu. Ben de aralarına karışırdım. Taş, toz ve eski kâğıt kokan loş pasajın içi tahminimin aksine boştu. Benden başka üç dört müşteri dolaşıyordu dükkanların arasında. Bazı dükkanlar kapanmıştı, vitrinlerine gazete kağıdı yapıştırmışlardı. Can çekişen bir hasta gibiydi pasaj. Bir dükkancıya “ne oldu buraya” dedim, omuzlarını silkti, “artık kimse gelmiyor,” dedi, “yakında yıkacaklar zaten burayı.” İnsanlar kitapları terk etmişlerdi. Bunun olabileceğine asla ihtimal vermezdim. Her zaman kitapları seven birileri olurdu ama artık yoklardı.
Dükkanlardan birine girdim. Yaşlıca bir adam olan dükkan sahibi kitap okuyordu, başını kaldırıp bana baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden başını yeniden okuduğu kitaba eğdi. Kitapları karıştırırken, tavana kadar yığılmış eski kitapların ortasındaki bir boşlukta, camı eskilikten matlaşmış, ince çerçeveli bir resim gördüm. August Sander’in Dansa Giden Üç Köylü fotoğrafının bir kopyasıydı. Eğlenceye gitmek için koyu renk elbiselerini giymiş köylülerin yüzündeki ifade, büyük bir hazza hazırlanmanın heyecanının bir ciddiyetle çizgilerinde belirginleşmesi çok etkileyiciydi. 
*

Kaan Bey’in dediği gibi, “edebiyat insan ruhunun sonsuzluğuna çevrilmiş bir teleskoptu.” Onun boğuk sesini duyuyordum. “İnsan ruhunun bütün parıltılı yıldızlarını ve kara deliklerini bu teleskopla görebilirsiniz.” 
Ben kitapların yardımıyla rastladığım bütün insanları, tabii kendimi de gözetlemeyi öğrenmiştim. İnsan ruhunun bir bütün olmadığını, birbirinden farklı parçaların birbirine eklenmesinden oluştuğunu artık biliyordum. O “ek yerlerinin” her zaman, herkeste su sızdırdığını da tabii… 

*
– Bir lamba sizi mutlu mu ediyor? – Evet. Hem de çok. – Yarın bu paraya ihtiyacınız olursa ne olacak? – Yarın bu paraya ihtiyacım olmazsa ne olacak? – Güvencede olacaksınız. – Ya mutlu olmak güvencede olmaktan daha çok hoşuma gidiyorsa. 
Bu konuşmada sıkıcı budala rolünün bana düştüğünün farkındaydım ama geri dönemiyordum.
– Yarın pişman olabilirsiniz. – Almasaydım bugün pişman olacaktım. 
O sırada bir sokak çiçekçisine rastladık. Mimozaları gördü. Sanki aramızda hiç böyle konuşmalar geçmiyormuş gibi bir kucak mimoza aldı. Eve varınca hemen kanepenin yanındaki abajuru çıkarıp yerine yeni aldığı lambayı taktı. Sarı mimozaları masanın üstündeki vazoya yerleştirdi. Dışarda yağmur başlamıştı, camlardan damlalar süzülüyordu, lambanın kehribar rengi ışığı Hayat Hanım’ın altın kızılı saçlarına yansıyordu. 

Işıklara baktı, sevinçle güldü.
*
Geçmişten ve gelecekten kurtulduğumda o muhteşem özgürlüğü hissediyordum. Hayat Hanım özgürdü. Boyun eğerek ya da başkaldırarak değil sadece aldırmayarak ve talep etmeyerek özgürdü o ve ona dokunduğumda o özgürlük beni de içine alıyordu. Hayatın gerçek lezzetini ancak bu özgürlük içinde tadabiliyor ve bu lezzete bağımlı bir hâle geliyordum. Ona dokunmadığımda ise zamanın kanatları kapanıyor, geçmiş ve gelecek “an”ı yeniden eziyor, beni sıkıştırıyordu.

*

…küçük bir mahalle meyhanesinde neşeyle yemek yerken dayanamayıp “mutlu musun” diye sormuştum. Yüzüme uzunca bir süre, beni tedirgin eden bir dikkatle bakmıştı, “bir kadına bunu sormamalısın” demişti, “mutlu olup olmadığını bilemez ama mutluluğunda neyin eksik olduğunu çok iyi bilir. Bunu ona hatırlatmamalısın.” O eksikliğin en cesur kadınları bile endişelendirebileceğini ben nereden bilebilirdim ki…

*

– Senden istediğim şu, bir an seç, tek bir an… O ânı unutma… Her şeyi hatırlamaya kalkarsan her şeyi unutursun… Ama bir an seçersen, ona her zaman sahip olabilirsin, her zaman hatırlayabilirsin… Benimle ilgili tek bir ânın yaşadığın sürece zihninin bir yerinde hep aynı canlılıkla duracağını düşünmek beni mutlu edecek. 
İstediği tek bir andı.

*

– Sabaha karşı polisler binayı basıp alt kattaki çocuklardan ikisini götürdüler, dedi. 

– Niye? 

– Facebook’ta bir yazı paylaşmışlar. 

– Suç mu bu? 
Benim sorumu duyan, herkesin “Şair” dediği genç sinirli bir şekilde ayağa kalkarken dişlerinin arasından “hükümetle ilgili şaka yaparsan suç” dedi, “artık şaka yapılmayacak.” – Ciddi misin, dedim. – Onlar ciddi, dedi.

*

Edebiyatın özü insandır… İnsanların duygularıdır. Bütün duyguların içinden çıktığı tohum da sahip olma isteğidir. Bir insana, bir insanın ruhuna sahip olmak istediğinizde, bu aşktır. Bir insanın bedenine sahip olmak istediğinizde bu şehvettir. İnsanları korkutacak, onları sizin emirlerinize uymak zorunda bırakacak bir güce sahip olmak istediğinizde bu iktidardır. Paraya sahip olmak istediğinizde bu aç gözlülüktür. Ölümsüzlüğe, ölümden hakkına sahip olmak istediğinizde, bu inançtır. Edebiyat da aslında tek kaynaktan, sahip olma isteğinden çıkan bu beş ana damardan beslenir, bunları anlatır. Öz budur.
Durup sınıfa baktı. 
– Bu özü nasıl değiştireceksiniz? Soru budur.

*

Gözlüklerinin sapını tıkırdatarak anlatıyordu Nermin Hanım: 
– Yazarlar, insanların duyamadığı sesleri duyan, koklayamadığı kokuları koklayan hayvanlar gibi insanların algılayamadığı, onların algılama düzeyinin altında ya da üstünde kalan birçok olayı, birçok duyguyu, bilinçaltı denilen karanlığa yerleşmiş şekilsiz ve isimsiz arzuları algılayabilirler. Ama insanların rahatça gördüğü, anladığı, kokladığı, parmaklarının ucunda hissettiği bazı açık gerçekleri de görmekte, anlamakta yetersiz ve aciz kalırlar. 
Sınıfı gözleriyle taradı. 
– Kesin ve açık gerçekler yazarların karmaşık zihnine girmekte, oraya giren yolu bulmakta zorluk çekerler… Bu tuhaf zıtlık, bütün gerçekliği, bütün hayatı değiştirir. Biz kendi hayatımızda olup da farkına varamadıklarımızı yazarların aracılığıyla edebiyatta görürüz. Onların, aslında bütün okurlarda bir hayranlıkla birlikte gizli bir öfke de yaratan gücünü, sıradan bir hayatı yaşamaktaki başarısızlıklarına şahit olduğumuz için affederiz. Yazar biyografilerinin bize bu kadar çekici gelmesinin nedeni bu acıklı zıtlığı bize göstermesi, okurun yazarı affetmesini sağlaması, kendisini yazardan daha üstün görmesine yardımcı olmasıdır. 
Kürsüye oturup bacak bacak üstüne attı. 
Baudelaire’in Albatros şiiri bu çelişkiyi en güzel biçimde anlatan örneklerden biridir… Bu geniş kanatlı kuş  uçarken ne kadar görkemliyse bir geminin güvertesine konup insanların arasında dolaştığında da o kadar zavallı ve çaresizdir. 

*

– Niye adamlar kadınlara gitmiyorlar da size geliyorlar? – Herifler bizi istiyor, dedi, biz onların ne istediğini daha iyi biliyoruz, uçuruyoruz onları… Karılarda bulamadıklarını buluyorlar bizde.

*

– Sevdiğin, hayalini kurduğun biri yok mu? 
Yüzünü buruşturdu kederli bir öfkeyle. 
– Bir hayvan var, dedi, şuradaki lokantalardan birinde aşçı. İçip içip azınca, gel Gülsüm… Sabaha kadar lokantanın arkasında düzer. Beni seviyor musun, deyince, çok seviyorum Gülsüm. İşi bitince de bir daha azana kadar aramaz. Kalkınca herkes herkesi sever, erkeklik inince de sevmekte. Ama nerede öyle erkek. Domalt becer, sonra siktir git… Hepiniz böylesiniz.

*

Bir uçurumun kenarında konuştuğumuzun tam farkında değildik ama birbirimize kendi üslubumuzca tutunmaya uğraşıyorduk. Aramızdan biri tutunamayıp düşecekti ama bunu bilmiyorduk. Şair hepimizi güldüren hikâyeler anlatmıştı, Tevhide hepimizden çok gülmüştü. 
Konuştuklarımızı Hayat Hanım’a anlattığımda, sanki bu konuları daha önceden düşünmüş gibi hiç duraklamadan, “insanlar kendilerinden başka her şeyi değiştirebiliyorlar” demişti. “Bir tek kendilerini değiştiremiyorlar. Onların laneti de bu.”

*

Program yeni başlamıştı. Işıklı karanlığa girer girmez sahneye baktım, Hayat Hanım bal rengi tuvaletiyle her zamanki yerinde oturuyordu. Sanki o ana kadar hep eksik nefes alıyormuşum gibi ciğerlerim havayla doldu, sevinçle geniş bir soluk aldım. Bir ara yüzü ekrana yansıdı, biraz sonra kendi yüzümü de ekranda gördüm, kederli bir yüzdü, çok şaşırdım çünkü sevinçli olduğumu sanıyordum.

*

– Adam herkesin para harcamaktan korktuğunu söyledi ama siz korkmuyorsunuz anlaşılan. – Ben korkmaktan hoşlanmam, sıkılırım korkudan. – Parasızlık çok zor… – Parasızlığın ne olduğunu biliyorum Antonius. Para varken para var gibi yaşanır, para yokken de para yok gibi yaşanır. Para yokken var gibi yaşamak nasıl budalacaysa varken de yok gibi yaşamak budalacadır. Para bitince düşünürüz. Şimdi var, tadını çıkaralım.

*

– Biraz korkmak iyidir. Ciddileşti. – Korkmak her zaman kötüdür, dedi. Sonra gene gülümsedi. – Sen de korkma Antonius… Korkacak bir şey yok hayatta… Hayat, yaşamaktan başka işe yaramaz. Cimri adamlar gibi her şeyi erteleyerek hayatı biriktirmeye kalkmak budalalık olur. Birikmez çünkü… Sen harcamasan da o kendi kendini harcar, tükenir.

*

Yoksulları küçümsemiyorduk ama küçümsenen yoksullardan olmayı içimize sindirmeye de hazır değildik.  Belki de hiçbir zaman hazır olmayacaktık. 
Hayat Hanım zenginlerle alay ediyordu, “bütün hayatlarını, hayatları boyunca harcayamayacakları kadar parayı kazanmak için harcayan budalalar,” diyordu gülerek ama Sıla’yla benim bu konuda onun kadar doğal ve rahat olmamız mümkün değildi. Biz, babalarımızın zengin ve dokunulmaz olduğuna, istediğimiz her şeyi yapabileceğimize farkına bile varmadan inanarak büyümüştük. Kibir, bize alınan ilk pahalı oyuncakla tenimizin altına kazınmıştı. Sıla’nın yüzünde bazen gördüğüm o kibrin bir benzerinin benim yüzümde de göründüğüne emindim. Sadece değil hayata olan güvenimizi de kaybetmiştik ama kibir ne kadar derine işlemişse hiçbir şey onu silemiyordu. 
Zenginlerden de yoksullardan da uzak duruyorduk. Ama bizi asıl tedirgin eden eski zengin arkadaşlarımızdı. Edebiyata düşkünlüğümüzün yanında bizi yakınlaştıran herhalde kendimize ait bir yere saklanma isteğimizdi. Bu konulardan hiç konuşmuyorduk. Bazı gerçekleri sessizce kabul etmek gerektiğini çabuk öğrenmiştik, konuşmak o gerçekleri daha dayanılmaz hale getirebilirdi. Edebiyattan konuşuyorduk, felsefeden, tarihten, mitolojiden.. Bunlar bir sığınak, insanlığın geçmiş hikâyeleri bugünün dertlerini tedavi etmek için iyi bir ilaçtı.
*
Bunun arzuyla ya da hesaplılıkla bir ilişkisi yok, dedi. Bu, kadın olmakla ilgili bir şey, sen anlayamazsın. Biz çocukluğumuzdan itibaren kirlenme korkusuyla büyütülürüz. Neyin bir kadını kirleteceğine, neyin yakışıksız olduğuna dair uzun bir liste öğretirler bize. Ben böyle konularda karar vermeden önce, bilinçaltım yapılacak olanın kirlilik listesinde bulunup bulunmadığını taramış, onu tasnif edip bir yere yerleştirmiş ve kararını vermiş olur. 
*
Kütüphanenin sessizliğini, masalara konmuş yeşil camlı okuma lambalarının ışığını, ahşap ve kâğıt kokusunu seviyordum. İnsanların sükuneti, ciddiyeti, özeni, dikkatlerinin yoğunluğuyla kitaplara tapılan bir ibadethane gibiydi burası, benim içimde cemaatini burada bulan bir mürit var diye geçirdim aklımdan.
*
– Yok canım, dedi, ne şairliği… Biri öyle yakıştırdı, adım Şair kaldı, değilim dedim, aldıran olmadı, ben de bıraktım. Bir dergide redaktörüm.
*
Sessizce bakıyordum. 

– Sen siyasetle hiç ilgilenmiyor musun, dedi. 

– Hayır, dedim. 

– Ama siyaset seninle ilgileniyor, dedi gülerek. Bir han odasında oturuyorsun, yoksulsun, hanı basıp insanları tutukluyorlar. Bunlar niye oluyor sence? 

– Bilmem, dedim.
*
– Benim mutlu olmam seni kızdırıyor mu Antonius? 
Durdum, düşündüm, onun mutlu olması benim canımı mi sıkıyordu? Beni kızdırıyor muydu? Tedirginlik ya da endişe sandığım şey aslında kızgınlık mıydı? Dürüst olmak gerekiyorsa evet bazen kızdırıyordu. Hiç kimse karşısındakinin bu kadar iyimser, bu kadar mutlu, bu kadar aldırmaz olmasını istemezdi. Hepimiz, karşımızdakinin biraz endişeli olmasını, kendi endişeleriyle bizim endişelerimizi ve korkularımızı haklı çıkarmasını, endişelerimizden dolayı küçümsenecek birisi olmadığımızı kendimize söyleyebilme hakkını bize bağışlamasını isterdik. Çevremdeki nerdeyse herkeste gördüğüm endişe ve gelecek korkusu, hepimizin arasında ortaklık kuran, hepimizi birleştiren bir duyguydu. Hayat Hanım’ın bu iyimser aldırmazlığı ortaklığı bozuyor, zihnimizin alıştığı bir huzursuzluğu yok ediyor, onun yerine, içine ne koyacağımızı bilemediğimiz bir boşluk bırakıyordu. Herkes o boşluğu Hayat Hanım gibi iyimserlikle ve aldırmazlıkla dolduramazdı,
*
Ne yapıyorsun Emir, dedim, o daha beş yaşında. 

– Şimdi öğrenmeyecekse ne zaman öğrenecek? “Merak etme o her şeyi öğrenir” dedi Şair, sonra da Tevhide’nin başını okşayıp, “ye hadi,” dedi, “tadını çıkar.” Kadehini kaldırdı, “yoksulların şerefine.”
*
Cenazeye gittim. 

Kentin kenar mahallelerinden birindeki bir mezarlığın yanında bulunan bir camide yapılıyordu tören. Cami, minik ama zarif bir şadırvanı olan, ince minareli, sonsuzluğu sadelikle birleştirebilmiş yüzük taşı gibi derli toplu bir yapıydı. Belli ki zevk sahibi bir hayırsever, yoksullar bu dünyayla hayatta belki de rastlama fırsatı bulamadıkları bir zarafetle vedalaşabilsinler diye yaptırmıştı.
*
Bu, insanı güldürecek kadar eskimiş bir klişeydi. Aynı mezarlıkta toplanıp yan yana yatmaları ise tesadüftü. Bu mezarlıkta toplanıp yan yana yatacaklarını bilmiyorlardı. Yaşarken sevdikleriyle geçirdikleri zamandan çok daha uzun bir zamanı hiç tanımadıkları binlerce insanla birlikte geçireceklerdi. Aynı ağaçlara, aynı böceklere, aynı çiçeklere ölümleriyle can vereceklerdi. Bir an hayalimde bütün ölülerin mezarlarından çıktıklarını gördüm, binlerce ölü, birbirlerine şaşkınlıkla bakacaklar, büyük bir ihtimalle çıplaklıklarını gizlemeye çalışacaklardı, çıplaklık ölümden daha çok telaşlandıracaktı onları. 
*
Hayat Hanım’ın her gülüşüyle, her alaycı sözüyle, neredeyse bütün insanlığı küçümseyişiyle ben biraz daha ona bağlanıp, biraz daha hafifliyordum. Bu neşeli hafifliğin, nasıl derin bir bağımlılığa yol açtığını, nasıl hiçbir engelle karşılaşmadan insanın ruhuna yerleştiğini, eksikliğinin nasıl kederli bir ağırlık yarattığını çok sonra, sokaklarda bir kör gibi dolaşırken anlayacaktım.
*
Galiba benim halime acıdı. 
 Geçmiş tehlikelidir… Değiştiremezsin, değiştiremeyince o insanın geçmişine düşman olursun, o geçmişi öldürmek istersin. Ama bir insanın geçmişini öldürebilmek için o insanı öldürmen gerekir. O insanın geçmişini yok etmek için onu öldüreceksin.
*
İnsanlar eşleriyle çocuklarına siyanür verip aileleriyle birlikte intihar ediyorlardı, şehir hayatına uyum gösteren binlerce kadın o hayata uyum gösteremeyen erkekler tarafından her gün, her yerde öldürülüyordu, aç çocuklar sokaklarda dileniyordu, gençler ülkeden kaçmaya uğraşıyordu, her şafak vakti evler basılıyor, polisler muhalifleri alıp götürüyorlardı, işyerleri batıyor, işçiler beş kuruş alamadan sokağa atılıyordu ve bütün bunlar korkunç bir sessizliğin altına saklanıyordu. Gazeteler, televizyonlar, haber bültenleri bunlardan söz etmiyordu. İnsanların açlıktan kendilerini yakmaları serbestti ama bundan söz etmek yasaktı.
*
Daha sonraları, her şeyin daha da zorlaştığı günlerde, baharın başlamasını beklerken aniden kar fırtınasının başladığı bir gece, “Sıla’yı da al git buralardan” diye ısrar ederken, “artık öpüşerek tehlikelerden kaçınabileceğimiz günler geride kaldı” diyecekti.
*
– Para meseleleri hallolur. Bir çözüm bulunur. Git bence o kızla. Orada kendinize daha iyi bir hayat kurabilirsiniz. 
Kızmıyor, hesap sormuyor, en korkuncunu, en dayanılmaz olanı yapıp kendini çekiyor, benimle arasında hiçbir özel bağ yokmuş gibi davranıyor, beni hayatının dışında bırakıyordu. Her türlü kızgınlıktan daha yaralayıcı olan bir sükûnetle yapıyordu bunu. 


– Bilmiyorum, dedim. 

– Bence biliyorsun. 


Sesinde küskünlüğe benzer tek kırılmayı orada hissettim. Başka bir şey konuşmadık bu konuda. Giyindim. Çıkarken arabanın anahtarını masanın üstüne bıraktım. Bıraktığımı gördü ama sesini çıkarmadı. 
Evden çıktığımda kendimi yapayalnız hissettim, garip bir kızgınlık da vardı içimde, sanki aldatan ben değildim de biri beni aldatmış, hiç beklemediğim anda beni terk etmişti.
*
Onu son gördüğümden daha iyi görünüyordu ama mahzun bir hali vardı. Bir daha hiç gülmeyecekmiş gibiydi, sanki çok hayatî bir parçası gülüşüyle birlikte ondan koparılmıştı, iri siyah gözlerine baktığımda bunu görüyordum. Neşesiyle, kahkahasıyla hatırladığım annemden geriye hüzünlü ve kibar bir gülümseme kalmıştı.
*
– O kadın yüzünden mi? dedi.

Sanki düşüyormuşum gibi masanın kenarına yapıştığımı hatırlıyorum, bütün kadınların içinde bir büyücü olduğu geçti aklımdan, ben gördüğümü anlamazken, onlar görmediklerini biliyorlar, sırları çözüyorlar ve bunu hemen söylemiyorlardı.

– Hangi kadın, dedim.

– Biliyorsun işte, o yaşlı kadın.

Sonra beklenmedik bir şey söyledi:

– Sensiz yaşayamaz diye mi düşündün?
*
Sıla gideli üç ay oldu. Ben gidemedim, son anda vazgeçtim. Mutluluğu nerede kaybettiysem orada aramam gerektiğine, ancak orada bulabileceğime karar verdim. Bütün yaşadıklarımı bir bavula doldurup geçmişe fırlatmanın, geleceğimden de bir şeyleri alıp götüreceğini, hep bir şeylerin eksik kalacağını, beni bir daha iyileşmeyecek biçimde sakatlayacağını hissettim sanırım. Hep bir eksikliği tamamlamaya çalışmaya, eksik bir hayat yaşamaya tahammül edemeyeceğimi anladım.
*
Korkuya, yalnızlığa, özlemeye alıştım, yakınmıyorum, balın içindeki zehiri sessizce yutmayı öğrendim. Hayat Hanım birçok başka şeyin yanında bunu da öğretti bana. 
Derste okuduğumuz Shakespeare’in bir sonesinden iki dize sürekli zihnimde yankılanıyor.
Bu rüya sürdükçe mutluluktu sahip olmak sana 

Uykumda bir kraldım ama bir hiçim uyandığımda 
Onu özlüyorum. Onun uyurken ki hali geliyor gözümün önüne.
*
Her akşam, ne olursa olsun, hiç aksatmadan onun sokağına gidip pencerelerine bakıyorum. Perdeleri yavaş yavaş soluyor. Ama yeni perdeler de takılmadı, kimse oraya taşınmadı. 
Bu beni umutlandırıyor. 
Bir akşam orada kehribar renkli ışığı göreceğimi hayal ediyorum. Bir gün perdelerin aydınlandığını göreceğim. 
Bekliyorum. 

Buradayım.

Hayat Hanım

Ahmet Altan

Everest Yayınları

Hep gözümün kenarıyla onlara bakıyorum bana bakıyorlar mı diye.

ARTI GERÇEK – “Hayat Hanım” bir aşk hikayesi gibi gözükse de aslında sadece bir aşk hikayesi değil; yaşanan aşk hikayesine paralel bir siyasi değişim hikayesi eşlik ediyor romana. Hayat Hanım, neyin hikayesi?


Buna tek bir sözcükle cevap vermek mümkün değil herhalde. Çünkü birçok şeyin hikayesi. İnsanların hikayesi. Bir toplumun hikayesi. Edebiyatın hikayesi. Baskının ve özgürlüğün hikayesi. Yaşanan bir aşkın ve dile getirilemeyen duyguların hikayesi. Çelişkilerin hikayesi. Kararsızlıkların hikayesi. Özlemenin hikayesi. İhanetin hikayesi. Böyle sayıp devam edebilirim. Toplamda birçok edebiyat eseri gibi bu da hayatın hikayesi ve hayatın içinde bunların hepsi var.

– Romanda karakterler arasında zaman zaman “edebiyatın ne olduğuna” dair tartışmalar da yaşanıyor, hikayenin akışı bozulmadan – hayat ile birlikte edebiyat da sorgulanıyor. Kitabı ceza evinde yazdığınızı da hesaba katarsak; edebiyat, yazabilmek, hayal kurabilmek en baskıcı rejimlerde/dönemlerde bile hala en büyük özgürlük mü?

Edebiyat özgürlüktür. İnsan zihninin katı gerçekleri alıp, onları inkar etmeden dönüştürebilmesini sağlayan bir mucizedir.

Ben beş yıl hapis yattım binlerce masum insan gibi. Edebiyat, taş hücrelerde geçen o karanlık dünyayı aydınlık ve özgür bir dünyaya çevirdi benim için. Bu, insana güç verir. Çünkü sizi hapse atacak güçleri olsa da zihninizi hapsedebilecek bir gücün kimsede olmadığını görürsünüz.

‘EDEBİYAT HAYATIMIN EN BAŞARILI DÖNEMİNİ HAPİSTE YAZDIĞIM KİTAPLARLA ELDE ETTİM’

Hayal gücünüz bütün gerçekleri değiştirir. Edebiyat sayesinde benden almak istediklerinin çok daha fazlasını ben hayattan aldım. Garip bir çelişki ama ben edebiyat hayatımın dünyadaki en başarılı dönemini hapiste yatarken yazdığım kitaplarla elde ettim.

– Hayat Hanım, bir okur olarak bana zıtlıklarıyla ilginç ve benzersiz bir karakter gibi gözüktü, tüm hüznün, acının içinde iyimser ve neşeli bir kadın, ya da bu neşeyi tüm kötülüklere bir kalkan olarak kullanmayı seçmiş. Bu kadar çelişkili ve çoğu şeyi içine gömen bir kişiliği yazabilmek için yazarın da benzer çelişkileri ruhunda barındırması gerekir mi?

Romancılar çelişkilerle doludur. Roman yazarken ölüme ve hayata, iyiliğe ve kötülüğe hükmedersiniz. Bu güç bile tek başına büyük bir çelişki taşır içinde. Her türlü duyguyu bilir, tanır ve hissedersiniz. Başka türlü yazamazsınız.
Benim hapishanede özgür olmak için edebiyatı ve hayal gücünü kullanmam gibi Hayat Hanım da özgür olmak için aldırmazlığı kullanıyor olabilir. Ama bu onun yapısına uygun. Hayatın zehrini biliyor ama aldırmıyor. Erkeklerle, edebiyatla, felsefeyle, tarihle dalga geçebiliyor.

Hayatın değiştiğini ve herkesin aynı acıklı yolculuğu yaptığını biliyor, hayat denilen bu tuhaf yolculuğu çok fazla ciddiye almayı da reddediyor. Roman karakteriyle romancı birbirine benzer mi? Aynı çelişkileri taşır mı? Flaubert, “Madam Bovary benim” demişti. Eğer bu söz söylenmemiş olsaydı sırf lafın parlaklığı nedeniyle ben de söyleyebilirdim ama gerçeği ne kadar yansıtırdı bilemiyorum.

Romancının kahramanlarıyla aynı duyguları taşıması gerekmez herhalde ama yazarken o duyguları hissetmesi gerekir. Birçok karakter yarattığı için de birçok duygunun ve çelişkinin içinde dolaşır. Yazarken elbette yazdığı karaktere benzer bir yazar ama yaşarken benzer mi, doğrusu buna çok kesin bir cevap vermenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

‘BÜTÜN ERKEKLER AŞKI KADINLAR GİBİ YAŞAR’

– Kitaplarınızda erkek karakterlerin ağzından aşkı, gerçek hayatta hissedemediğimiz, duyamadığımız şekilde dinliyoruz. Romanlarınız bir anlamda varlığına ihtimal vermediğimiz erkekleri getiriyor önümüze. Sizin yarattığınız erkekler sanki kadın gibi yaşıyor aşkı ve doğal olarak şaşırtıcı bir durum ortaya çıkıyor. Biz kadınlar, erkeklerin özünü, gerçekten kim olduklarını, ne hissettiklerini ve gerçeklerini göremiyor muyuz yoksa siz olmayan erkekleri mi bize anlatıyorsunuz?

Bütün saygımla sizin gerçekleri göremediğinizi söyleyeceğim. Benim yarattığım erkekler değil, bütün erkekler aşkı kadınlar gibi yaşarlar. Erkeklerin o kırılgan yanları âşık olduklarında ortaya çıkar. Bunu saklamaya uğraşırlar çünkü bu onlara çok utandırıcı gözükür.

Aşık bir erkeğe dikkatle bakın. Söylediklerine aldırmadan bakın. O kırılganlığı, kıvranmayı, ifadelerinde ve ses tonlarında hissedeceksiniz. Bir kadın, bir erkeği tahmininden çok daha kolay yaralayabilir. Tek bir sözcük, tek bir bakış, tek bir alaycı küçümseme yeter buna. Erkeklerin kaba ve duyarsız kabuklarının altında saklamaya çalıştıkları da bu kırılganlıktır ve âşık olduklarında bu iyice ortaya çıkar.

– Hayat Hanım’ı neden yarattınız? Hayallerinizde birlikte olmak istediğiniz kadını mı yarattınız? Yoksa kadın olsaydınız, ortaya çıkabilecek kadını mı?

Hayat Hanım’ı çok sevdiğim doğru. Uzun bir zaman benimle birlikte hapishanede yaşadı. Öyle bir kadının varlığı erkeklere bütün acıları ve zorlukları unutturabilir. Hayat Hanım bana unutturabildi. Onun alaycılığında acılara karşı büyük bir şifa var bence. Böyle bir kadın insanların koyduğu sınırları aşarken erkeği de beraberinde götürür, onunla birlikteyken zamanın ve sınırların dışına taşabilirsiniz ki bu büyük bir mutluluk demektir.

Erkeklerin böyle bir kadından etkilenmemesi zor diye düşünüyorum. Fransa’da bir okuyucu “ben de bir Hayat Hanım istiyorum” diye yazmıştı. Bütün erkekler bir Hayat Hanım ister sanırım. Şartların yarattığı her türlü karanlığı böyle bir kadınla birlikte aşabilirsiniz çünkü. Erkeklerin kendi duygu dünyalarında açamadığı kapıları genellikle kadınlar açar onlar için. Hayat Hanım bu kapıların nasıl açılacağını çok iyi bilen biri. Bana o kapıları en zor yerde bile açtı.

– Romanda Fazıl, edebiyatı çok sevdiği, orada insanı aradığı halde gerçek hayatta “insanla” ve “duyguyla” hatta belki de kendiyle karşılaşınca şaşırıyor. İnsanı kitaptan tanımak ile çıplak halde tanımak sizce bu kadar farklı şeyler mi? İnsan en iyi nasıl tanınır?

İnsanları hayatın içinde tanıyamazsınız. Bu mümkün değildir. Herkesin sırları vardır, söylemediği, sakladığı duyguları, istekleri, öfkeleri, korkuları vardır. Bunları göstermez insanlar. Ancak edebiyat bu gizlenen duyguları açığa çıkarır.

Sevdiğiniz roman kahramanlarını düşünün, hangisini çıplak hayatta karşı karşıya geldiğinizde o kadar derinden tanıyabilirdiniz? Hangisinin an be an değişebilen duygularını öyle yakından izleyebilirdiniz? Hangisinin çelişkilerini hayatın içinde o kadar çıplak görebilirdiniz?

‘İNSANI KİM YARATTIYSA, BULDUĞU TÜM DUYGULARI HİÇ AYRIM YAPMADAN İÇİNE DOLDURMUŞ’

– Bir okur olarak, her romanınızda hikâyeden çok karaktere, insana “yüklendiğinizi” hissettim. İnsana hikâyeden daha çok önem veriyorsunuz, insanın iç hikâyesine odaklanıyorsunuz. Edebiyatta en zor olan belki de insanı, insanın değişimini anlatmak olduğu için mi yapıyorsunuz bunu? Yoksa hayatta sizin için en önemli konu bu mu?

Ben insanları anlatmayı seviyorum. İnsanı anlatmanın edebi açıdan iddialı hatta ihtiraslı bir iş olduğunu biliyorum. Bu, belki anlatmayı sevmemi biraz daha yoğunlaştırıyor. Benim için edebiyat insan demek. İnsanlığın edebiyatı, kendini tanıyabilmek için keşfettiğini düşünüyorum. Çünkü kimse kendini tanımıyor, kimse kendi sırrını çözemiyor.

İnsanı kim yarattıysa, bulduğu bütün duyguları hiç ayrım yapmadan her insanın içine doldurmuş. Birbiriyle çelişen o kadar çok duygusu var ki insanın o duygu dünyasında edebiyatın yardımı olmadan kimse yolunu bulamaz. Bir yazar için insanı yazmak bir karanlıkta sadece sezgilerinle yolculuk etmek gibidir bence, insanı heyecanla ürpertir.

Daha önce fark edilmemiş bir duygu kıpırtısını insan ruhunda aramak muhteşem bir maceradır. Benim için yazarlığın büyük ödülü aslında bu maceradır, bunu yaşayabilme şansıdır. Olaylar, sadece insanı anlamamızı kolaylaştırmaya yarar bence romanlarda ya da öyle olmalı. “İnsanı iyi anlatıyorsun” kadar sevindirici bir başka iltifat olmadığını düşünüyorum bir yazar için. En azından benim için öyle.

– Romandaki vurucu cümlelerden aklıma kazınan ve günlerdir çıkmayan iki cümle var;

İlki, Fazıl’ın “Niye adamlar kadınlara gitmiyorlar da size geliyorlar?” sorusuna “Herifler bizi istiyor, biz onların ne istediğini daha iyi biliyoruz, uçuruyoruz onları… Karılarda bulamadıklarını buluyorlar bizde.” demesi trans birey Gülsüm’ün. Bir sitem mi bu kadınlara?

Bu kadınlara değil erkeklere bir sitem. Erkekler göstermemeye çalışsalar da çoğunlukla korkarlar kadınlardan. Müthiş bir mahcup olma endişesi vardır. Belli bir zihinsel donanım olmadığında bu korku ve endişe daha da yoğunlaşır. Her zaman değilse de çoğunlukla kabalıklarının arkasında bu korku saklıdır. Gülsüm’üm farkına varmadan söylediği sanırım bu. Trans kadınları kadın gibi görmediklerinden onlarla daha rahat olabiliyor bazı erkekler. Ama bu, trans kadınlara vahşi bir şiddetle saldırmalarına engel olmuyor. Tam aksine kendi arzularının ve korkularının bedelini o insanlara ödetiyorlar.

Diğer bir cümle de şu: “Hayat yaşamaktan başka bir işe yaramıyordu ve benim o anda yaşamak istediğim tek bir şey vardı, o istediğimi o anda yaşayabilmek için her şeyden vazgeçebileceğim tek bir şey…” Bu bir paradoks değil mi? Biraz anlatsanız bu formülü?

“Hayat yaşamaktan başka işe yaramaz” diyen Hayat Hanım, herkesin sonunda öleceği bir maceraya çok fazla anlam yüklememek gerek demek istiyor sanırım. Ama o çok da anlamlı olmayan macerayı yaşarken sarsıcı duygularla karşılaşıyoruz. Hayat anlamsızlığını kaybediyor, tek bir istekte toplanıp, sancılı bir anlam kazanıyor. Bu bir paradoks ama hayata anlam katan bir paradoks. Yaşamamızı bu paradoks sağlıyor.

– Türkiye değişirken, değişimin dışında kalan hatta şeytanlaştırılan, mağdur olan ailenin kızı Sıla, eleştiri ve şikayetlerinde hep “Onlar” diyor… Kim bu onlar anlatmıyor. Burada Türkiye’deki kutuplaşmanın yanı sıra, “düşmanımızı” “onlara” indirgememizi mi vurguladınız? Sıla romanın iyi karakterlerinden olsa da, o yukardan bakışı, üstenci söylemi hissettirmek mi istediniz?

Sıla düşmanlarının kim olduğunu bilmiyor, birilerinin düşman olduğunu biliyor yalnızca.

Onlardan korkuyor ama bu onları küçümsemesine engel değil. Bu, nefretin, korkunun ve küçümsemenin birbirine karıştığı karmaşık bir duygu. Ama bu karmaşık duygunun birçok insana çok da yabancı gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü acı çekenlerin çoğu acı çektirenleri küçümsüyorlar aynı zamanda. Bu da acı çektirenler için baş edilmez bir çaresizlik.

‘ADALETİ SAĞLAYABİLMEK İÇİN EŞİTSİZLİĞİ BOZACAK BİR AYRIMCILIK YARARLI OLABİLİR’

– “Dürüstlük sıkıcıdır bazen, her zaman adaletli de değildir. İnsan ne zaman dürüst olacağına iyi karar vermeli” diyor Hayat Hanım… Adalet, dürüstlükten daha mı önemli sizce? Adil olmak için gerekirse dürüstlükten ödün mü verilmeli? Dürüstlüğün bazen ne kadar can acıtıcı olduğunu mu anlatıyorsunuz?

Adaletle dürüstlüğü birbirinden ayırmak pek mümkün değil herhalde… Ama bazen adaleti sağlayabilmek için eşitsizliği bozacak bir ayırımcılık yararlı olabilir. Unutulmuş bir mezara başka mezarlardan çiçek çalıp koymak dürüstçe değilse bile adil sayılabilir. Bu, dürüst olamayan bir sistemin ahlak anlayışından, adalet için bir tavizdir ama dürüst olmayan bir sistemin ahlakından verilen bir tavizdir bu.

Eğer mutlak bir eşitlik olsaydı hayatta böyle ikilemlerle karşılaşmazdık ama ne yazık ki öyle bir eşitlik yok…. Bazen adaletle dürüstlük arasında bir seçim yapmak zorunda kalınabiliyor…. Dürüstlüğün can acıtıcı olması kısmına gelirsek, özellikle sonucu değiştirmeyecek dürüstlüklerin bazen vahşice olabileceğini düşünüyorum doğrusu.

– Diliniz her zaman akıcı, zengin ama diğer yandan okuyucu kucaklayan, ötelemeyen, anlaşılır bir dil. Türkiye entelektüelinin belki de küçümsediği bir durum bu. Aldırmıyorsunuz buna, hatta bazen okuyucunun ne düşüneceğine de aldırmıyorsunuz (ya da bana öyle geliyor), yazarken kendinizi dışında dikkate aldığınız şeyler var mı?

Ben Türkiyeli entelektüellerin böyle ahmakça bir küçümsemeye kapılacağını sanmıyorum. Neyi anlatmak istediğini biliyorsan bunu anlaşılır biçimde anlatırsın. Anlatacağın konuyu tam yakalayamazsan anlatım karmaşıklaşır bence….

Yazarken kendi sezgilerini, edebiyat dışı kaygılarla bozmak bir yazar için edebi intihar anlamına gelir. Roman yapaylaşır. Yazarken, hiçbir gerçek yazarın, yazıdan başka bir şey düşündüğünü sanmam. Zaten bütün varlığını o anda yazdığın konuya verdiğin için başka düşüncelere ya da kaygılara yer kalmaz. Bütün varlığını vermiyorsan da yazdıklarının inandırıcılığı noksan kalır.

‘HAYATA MEYDAN OKUMUYORUM AMA HAYATIN BANA MEYDAN OKUMASINA DA RAZI OLMUYORUM’

– Cezaevinden çıktığınızda son derece umutlu ve yüksel enerjili bir söyleşi yaptınız Yasemin Çongar ile. Bu derece hayata tutunmak, ondan vazgeçmemek bir mücadele/meydan okuma biçimi mi sizin için? Yoksa “Hayat’ı” gerçekten bu kadar çok mu seviyorsunuz, belki de diğer insanların sevemediği kadar? Hayatla nasıl bir ilişkiniz var artık?

Yaşamayı herkes gibi ben de severim. Bir belayla karşılaştığımda yaşamdan, ümitten, iyimserlikten dolayısıyla da mücadeleden vazgeçmem. Hayata meydan okumuyorum. Ama hayatın bana meydan okumasına da razı olmuyorum.

Neyle karşılaşırsam karşılaşayım her zaman yapabileceğim bir şeyler olduğunu biliyorum. Yazı yazabildiğim sürece güçlüyüm. Herkes yaşama kendince bir anlam yükler, benim için de yaşamanın anlamı yazı yazmak. Benim hayatla ilişkim çocukluğumdan beri hiç değişmedi, hayat beni korkutmaz, öyle yetiştirildim. Yazıyla her şeyin üstesinden geleceğime inanırım. Bu da beni hep umutlu tutuyor.

‘SİYASET HER ŞEYİ LEKELEDİĞİ GİBİ EDEBİYATI DA LEKELİYOR BİZİM ÜLKEMİZDE’

– Okur profiliniz değişmişe benziyor, yıllar önce hayranınız olan kitleler siyasi duruşunuz sebebi ile uzaklaşmaktan öte nefret kusuyorlar. İncitiyor mu bu sizi? Durduğunuz yer sebebi ile bazıları tarafından lanetlenmek nasıl etkiliyor sizi ve edebiyatınızı?

Siyaset her şeyi lekelediği gibi edebiyatı da lekeliyor bizim ülkemizde. Okurlarımın bir kısmı siyasi nedenlerle bana küstü. Buna elbette üzüldüm. Sevdiğinden ayrılmak gibi bu.

Onlar başka yazarlar buldular ben de dünyanın başka yerlerinde başka okurlar buldum. Ama eski sevgiliye bakar gibi hep gözümün kenarıyla onlara bakıyorum bana bakıyorlar mı diye. Bir gülümseme bekliyorum. Ama gülümsemezlerse onları gülümsetmek için bir çaba göstermeyeceğim. Küs ayrılacağız.

– Hayat Hanım’ın Avrupa’da bestseller olması, 50 bin basılması, Türkçe’den önce farklı dillere tercüme edilmesi ve sizin uluslararası bir yazar olmanız, edebi yolculuğunuzu nasıl yönlendirecek?

Hayatımın son düzlüğüne fiyakalı bir şekilde giriyorum. Kitaplarım şimdi dünyada gerçekten çok satıyor ve ülkemde hiçbir zaman rastlamadığım övgülerle karşılanıyor. Bu “yolculuğumu” etkilemez ama beni sevindirir.

Ben gücüm yettiğince yazmaya devam edeceğim. Sonra da bir gün öleceğim. Ama hayat böyle devam ederse mutlu öleceğim.

Ahmet Altan

Röportaj: Alin Özinian

Sığıntı Kuşu

akşam
hüznümün soluk aynası
vurdukça yüreğime kanım oynaşır
derinleşir acısı parmakuçlarımın
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım.

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
hergün yeniden başlayan
çığırtkan bir şarkıyı söylemekten
hergün
yeni bir şarkı bestelemekten

ben hüznün
ben gölgemin kiracısı
yeni bir ev değiştirmekten

hergün
gövdemle büyüyen hüznümle
kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin
dinlemiyorlar
dinlemiyorlar şarkısını oy

sustukça çoğalıyor tekliğim
ah benim sıska yüreğim
ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim
ah benim
neyim kaldı elimde
ah benim
üreyemiyorum kendime

böyle niye beni
biraz yankı biraz karıncayken
şimdi eski bir enosis düşlerim
kendimi koparıyorum kendimden
yetişemiyorum.

tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur
hüznün yapraklarında gölgelendiği
kim koparır dalından
ağzı açık bir gülü
kırmızı bir ölümü görmüş gibi
kanarım

yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
ne zaman bitecek
bu hüzün.

Arkadaş Zekai Özger

Beni Sevmek İsteyen Erkekler İçin Oyunun Kuralları

1.

Beni sevebilmek için bir erkek
tenimin örtüsünü çekip almalı,
gözlerimin ta içine bakmalı
ve görmeli ki, bende yuvalanmıştır
kırlangıç kuşunun şefkati.

2.

Beni sevebilmesi için bir erkeğin
bir malmışım gibi bana sahip olacağı düşüncesi
aklından geçmemeli,
bir av zaferi de değilim gösterilecek;
benim yanımda olmalı yeri
tıpkı benim sevgiyle
ona yandaş olduğum gibi.

3.

Beni sevebilmesi için erkeğin sevgisi
Ceibo ağacı gibi güçlü olmalı
öylesine koruyan ve güvenli
ve bir temmuz sabahı gibi aydın.

4.

Beni sevebilmek için bir erkek
öyle bir gülümsememden alınmamalı,
dolu dolu saçlarımdan korkmamalı
suskunluğa ve üzüntüye saygı göstermeli
ve tenimde oynamalı dudakları
gitar çalar gibi, melodileri
ve sevinci bedenimin derinliklerinden
ortaya çıkartmalı.

5.

Beni sevebilmek için bir erkek
dertlerinin sadık ortağını bulmalı bende
gizlerini paylaşabilen bir arkadaş gibi görmeli beni
ve bir deniz gibi düşünmeli beni,
içinde yelken açtığı
ama korkmamalı
kuş olup uçmak istediğinde
sorumluluklardan bir demirin bu denizde
kendisini engelleyeceğinden.

6.

Beni sevebilmek için bir erkek
hayatını bir şiir yapmalı
yeni bir gün olmalı her günü,
gözleri geleceğe dönük.

7.

Beni sevebilmek için bir erkek
ilkin halkımı sevmeli
öyle soyut bir sevgi değil dil ucuyla
tersine, bir gerçeklik olmalı sevgisi, elle tutulur
kavgasıyla halkımı onurlandırmalı
ve gerektiğinde hazır olmalı hayatını vermeye.

8.

Beni sevebilmek için bir erkek
siperdeki bakışımı da tanımalı
namlusuna mermi sürülmüş tüfeğiyle beni sevmeli,
birlikte nişan aldığımız zaman düşmana.

9.

Erkeğimin sevgisi
bana kendini teslim etmekten utanmamalı
ve korkmamalı kalabalık bir alanda
aşkın büyülü pençesinde kendini görmekten.
Var gücüyle bağırabilmeli “Seni Seviyorum” diye,
ya da evlerin duvarlarına
en insani duyguların en güzeline hakkı olduğunu duyuran

10.

Erkeğimin sevgisi
mutfağın kokusundan
Bizi sanki çok farklı yaratıklarmışız gibi
yüzyıllardır ayıran engelleri
rüyadan ve zamandan bir bulutta uzaklaştıran
taze bir rüzgar gibidir onun sevgisi.

11.

Erkeğimin sevgisi
beni bağlamamayı ister, belirlememeyi
bana havayı, besini ve toprağı verir
boy atmam ve zenginleşmem için,
her yeni günün yeni bir devrimi getirdiği gibi.

Gioconda Belli
Çeviri: Alper Öktem

Çok Az

Bildiklerin çok az
bildiklerin
bana dair
bildiklerin
benim bulutlarım sadece
benim sessizliklerim
benim mimiklerim
bildiklerin
o hüzün işte
evime dışarıdan bakınca görünen
hüznümün kepenkleri
hüznümün kapı zili.

Yani çok bir şey
bilmiyorsun hakkımda ve sen de
belki bazen ne kadar az
olduğunu düşünüyorsun
bildiklerimin
sana dair
bildiklerimin
senin bulutların olduğunu sadece
senin sessizliklerin
senin mimiklerin
bildiklerimin o hüzün olduğunu
işte evine dışarıdan bakınca görülen
hüznünün kepenkleri
hüznünün kapı zili olduğunu.
Ama çalmıyorsun kapımı.
Ama çalmıyorum kapını.

Mario Benedetti
Çeviren: Bülent Kale