I Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;Aşındırarak bütün güzel duyguları.Bir yarım umuttur elimizde kalan,Göğüslemek için karanlık yarınları.Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,Damağımda kösnüyle gezinirken;Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,Dışarda rüzgar acıyla inilderken.Unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri,Seninle bir döşekte …
‘’Ben Metin Altıok, adanmış yüreği imgelerin. Türkçenin gece gezen mahalle bekçisi’’ İzmir’in Bergama ilçesinde 1941 yılında Göçbeyli isimli bir köyde dünyaya gelir Metin Altıok. Orta halli bir ailenin ilk çocuğu. Yaradılış itibari ile içe dönük, …
İnsan ömür boyu kendine dolanan bir bağGibi konuştu, gibi söyledi, gibi sevdiSeyrek neşe, biteviye dalgınlık, borçlu sabahlarBir şehrin ortasında hep yaşıyor gibi yaptı İlkeli ve tarafsız bir haber gibiydi yeryüzündeHerkes dinliyor gibi yaptı, çiçekler hariçHiçbir …
kendimden başkakimseye kızmıyorumkendime yakıştırmadığım her davranışher sözkalbimiiçinde Yusuf’un olmadığı bir kuyuya düşürüyoryaşamaktansınıfta kaldımoysasınıfımı geçmek için anneme söz vermiştim ölüm hak, ecel gerçekancak merhametsizlikten deölüyor insanlar omuzlarımda dağlaravuçlarımda ardıç kuşutaşıyorumve kalbimde umudum Allah’ım…her hatamdan sonra merhametinleyeniden …
Tavan arası penceresinden görüyorsun tepeyi, servi ağacını, köylülerin unuttuğu patatesleri bulmak için her alacakaranlıkta keşfe çıktığın tarlayı. Kabukları sen yiyip, içini karnı hep aç olan Mur’a ayırıyorsun. Oğlun öylesine sıskaydı ki zayıflıktan kemikleri sayılıyordu. Önce …
Bir göl uykusu gözlerinde Melekler geçiyor sularından gülümseyerek Melekler ninnilerle, ilahilerle, çiçeklerle Hayy diyorlar ya hû! Hayy yaGöğsünden uçuşan kuşlara bakıp bakıp Sen de gülüyorsun içindeki Allah ‘a Bir gülsün oğul, lahuti kokum, ipekten rüyâ:
Ruhumun kapılarında bahar– gül mevsimi Ruhumun kapılarında yağmur– sonsuzluğa değin Bir şiir gibi pencerenin önünde serçeler, söğütler, iğde ağaçları Bir şiir gibisin teninde cennet kokusu Yusuf desem şehlâ: gözlerle güzelliğe bakıyorlar Kırk Kızlar Türbesi ‘ne gidip dua ediyorlar Mevlâna desem sevgiyi anlıyorlar – yürekteki gizli niyeti Gök çocuğum benim, tecelliğim, rabbimin güzel emaneti.
Nasıl sevinç bu Allah’ım, ibadet hışırtısı sanki Toprakta aşkın çiğ sesi, göveren ışıltısı mayısın Rüzgar eser, dağlarda sadece kar izi var – yürür bahar Her şey kıpır kıpır, artık evimiz-barkımız çiçek tarlası Gecelerde ve gündüzlerde bir türküdür doğuşun – söylenir Öpüldükçe kalbimin ceylan gözlü sevdası Sevdiğim sürmelim ırmak çocuğum benim
Ağır, yorgun titreyişiyle bir başka yitik alevin, yavaşça çözülüp yok oluşuyla artık uzak aşkımın (gene de kanatlandırmıştı beni dünya üzerinde yükselmem için ve pek çok tatlı ve gizli şey söylemişti kulağıma, yo, daha derine, yaşayan yüreğime, tatlı, heyecanlı şeyler, kimsenin asla bilmeyeceği, bir daha asla söze dökemeyeceğim), bütün düşlerimin amansız çözülüşüyle, ölüşüyle başka bir yanılsamanın; geri döner ruhuma tekdüze ritmi bir zamanların, korkunç, hep aynı yaşam ve saldırısı yararsız düşüncelerin, bitimsiz külrengi arzulayışım ortasında dünya gösterisinin, hep aynı ama öyle gizemli ve korkunç ki sevinçleri ve acılarıyla, gözlerini yumdurup içine döndürür insanı, ani bir uğultuyla sanki beyinde yankılanan. Ama böylesine boş ve hüzünlü yaşamda, çok önceleri dağılmışken o güzel, sakin hayal, yeniden yakalar beni kimi zaman, vahşice sökün ederek, arzulu kıvranışlar, delice boğuntular, yakıcı, birden açılan eski yaralar gibi şiddetli bir çarpışla, kesik ve öfkeli kanatları büyük bir düşün, yaşadığım ne olduğunu tam anlamadan. Arzulayış bütün kadınları, sokaktan geçen, bir yüzü, güzel bir bedeni, tensel bir ateş kanımda uğuldayan. Dalgın, izlerim geçen kadınları ve her defasında bıraktığımı sanırım yolları üzerine, öylesine ılık ve güzel kokan, parçalanmış etim ve kanımdan canlı bir özlemi. Hepsi geçiverir yanımdan ve sonra, yitip giderler sonsuza dek. Kıskanışım görkemli aşk intiharlarını, son çılgın sarılmanın kanla kaplandığı, göz alıcı, kırmızı ve kana bulandığı yastıklar ve tabancanın ve her şeyin sanki yüceldiği, sarsılıp uğultuyla ve kararsız gözlerin öldüğü gözlerinde o kaygısız yüzün, şimdiden soğumakta olan, ağız umutsuzca o ağzı ararken, hâlâ taptığı. Delice arzum kahramanca bir eylem için: Dünyanın üzerine yükselip onunla içime kapanabileyim, mağrur, en azından hareketlerimle yatışısın, utkulu bir anda, o ateş, yüreğimi boğan ve sustuğunda benim için daha korkunç olan. Benliğimi saran yüceliş karşısında her büyük eserin, her engin ve dev gösterinin, büyük bir istasyon karşısında, üzerinde denize uzanan bir rıhtımın, çok büyük gemilerin arasında ve belirgin gücü arasında bucurgatların, uğultuların, antenlerin, sonsuzluğa uzanan. Ama bu zavallı, sancılı alevlerin ardından, şiddetli kıskançlıkların ve aşk özlemlerinin, utkulu yücelmelerin ardından, çaresiz, her zaman, bir darbe gibi, olanca gücümü tüketen, ama korkunç bir acıyla beni ürperten; içimi yakıp yüreğimi sızlatır ani bilinci içimdeki illetin, bilinci ruhumdaki çaresizliğin, korkunç çaresizliğin, özü bezginlik ve bıkkınlık, ödlekçe acizlik ve umutsuzluk olan. Ve bazen ani bir düşünceyle bu dehşet çöker üzerime, ünlü bir kitapla, yüceltirken kendimi yüce ruhunda bir şairin, o zaman birden ruhumu parçalar yüreğimi boğar her güzel meltem, buz keser içimdeki her alev ve ben pek yüce bir anda, çevreme bakarım, artık kanım çekilip damarlarımda, alev alev yanaklarımla solgun, gözyaşıyla yüklü hissederek kendimi, dayak yemiş bir çocuk gibi, ama büyük bir yalnızlık içinde, beni sessiz kılıp her isyanıma ket vuran, bir sancının uyuşukluğuyla sanki, dinsel bir durgunluğun, dile gelmez acıyla yüklü, acımasızca ruhumu ezen, ama derin bir sessizlik içinde. Ama sonra hemen kalkarım ve bedenim kıvranır, ürperir, sarsılarak dizginsiz hareketlerle ve büyük haykırışlar dolar boğazıma, göğsümü sarsar parçalarcasına, sakınımsız ve acı çekerim korkunç acı çekerim, umudum olmadan, yiterek engin yıkımımda. Ve intihar düşüncesi de, geçmişte bana gülümseyen, kaldıramaz artık o taşı yüreğimden, acı çekerim, korkunç acılar. Sonra, daha tedirgin ve alçalmış, acı çekerek, uğultulu bir dinginlikle, eski tekdüze ritmime dönerim, korkunç hayata, hep aynı olan ve eziciliğine yararsız düşüncelerin, bitmek bilmez külrengi yanıp tutuşmalarıma, artık hiçbir şey görmeden, hiçbir şey duymadan, umutsuz yankısı dışında büyük yıkımımın. Ve yollarda dolaşırım, sessizce, yalnız ve artık hiçbir şey sarsmaz beni ve soğukluğumu duyarım ama hiç yararı olmaz çünkü yüreğimdeki tek şey özlemdir yitirdiklerime duyduğum, ruhumdaki çaresizlik yüzünden, korkunç çaresizlik, özü bezginlik ve bıkkınlık ve umutsuzluk olan. Ve böyle dönerim seyretmeye dünya gösterisini, hep ama hep aynı gösteri. Yaşam, korkunç yaşam, sen ki yakıcı bir acıyla sarsardın beni ve altüst ederdin yüreğimde kanımın her damlasını, dile gelmez bir dolulukla, sen ki rengimi değiştirirdin, sesimi, hatta hareketlerimi her hafif belirişinde derin gözlerinin, koyu, karanlık, dalgın solgun hüzünlü yüzde altında küçük sarı bulutun, bedeni gibi narin, uçucu yumuşak saçların: Yaşam, düşsel yaşam niçin söndün böyle yüreğimde?
anılar gömülüdür zaten ben bir daha gömerim çocuk olmuşum, hasta olmuşum, deniz olmuşum yalnız bir sincabım belki gömdüğü cevizlerine küsen
Ahmet Murat
Azgın fırtınalar denizlerde, Şehirlerde ışıktan dalgalar Bekleşen kadınlar geceleri, Rüzgâr gibi kızlar, küskün çocuklar.
İnsanlar! Şeytanın sütkardeşi! Bazı bazı sizleri de gördüm uzaktan; O zaman sövmek geldi içimden Ayıptır söylemesi…
Cahit Külebi
kalbi kırık bir beyazlık, küs bir çocuğun büzülen alt dudağı, açmadan önce solmayı öğrenmiş bir çiçeğin uykusuz sancısı, yeni çağların merhametli ve cömert hayalcisi, hayatın kalbinde oturan vefa çiçeği, sanki üzgün bir gül yaprağı, ruhunda bayram sevinçleri taşıyan, sevdiklerini sevgisiyle yaşatmaya çalışan
Engin Turgut
Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Enlemleri, boy lamları birbirine karıştırdığın için Bizimle uzlaşmadı, diye bağırıyor dini bütün olanlar Sonun kötüye varacak, bildiririm…
Ahmet Erhan
sonra bir yanlışlık oldu küstüm kendime tesellisiz bir sabırla boşlukları biriktirdim evvel zaman önceydi… yılan gibi kaygandı mutluluk elimizden bir anda yitip gitti
Eren Aysan
tavanı kırmızı, duvarları beyaz badanalı bir odada bir arada bir ara olmalıyız, hatırladınız bıçak sapı gibi gülümsememe de izin vermelisiniz – babam bana küstü, döv onu babaanne
Küçük İskender
Uzun yoldan gelmiş gibi yorgunum Ne kimseye küskün ne de dargınım Bir ahu gözlüye candan vurgunum Garip gönlüm kapısında kul gibi
Neşet Ertaş
küsecek kadar sevmeli insan birini o gelince küsmeli: nerdeydin bunca zaman niye sevmedin beni, küsecek kimsem yoktu demeli o varken de kimseye küsmemeli
Haydar Ergülen
Ne zamandır kurumuştu çiçekleri şiirlerin
taş duvar demir kapı bedeli ödenmiş acı hangimiz hangimizden alacaklı pencerede yağmur içimde dağlar ve gökyüzü nefret ve hüzün yalnızlık barışığım hepinizle küsüm kiminizle
( Denizin sesi yüzlerinde kalkıp yürüdüler)
Refik Durbaş
bu gece susmaya gelsem sana
sıcak bir düşün terine ayaz yedim bütün gün bana şarap versen kırmızı pembe beyaz içimde küskün bir çocuk var usulca örtsen üstümü gözlerinle
Zeynep Uzunbay
Dünya böyle gidiyorsa Elbet bir nedeni var Ben sana küstüm küserek.
Behçet Necatigil
sûr’um. susuyorum, kavmimin incinen gözüyle bakıyorum burçlardan çöle. kaab uzak, hırka küs..hüseyin ki artık kalbimizde süs!
Metin Kaygalak
Yaşanacak hayat, Şiirden uzun, Kavgalar şiirden zorlu, Ve gözyaşı, Şiirden çok daha parlak Olduktan sonra, Odalardaki hüzünlü suskunluk, Küstürmesin seni çocukluğuna.
Ve sefil yaşlılığının küskünlüğü içinde hayatını nasıl boşa harcadığını düşünüyor güçlü, yakışıklı, sazı sözü yerindeyken.
Yannis Ritsos
Saatlerin yağmaladığı taze ömrüm, Saklandığı şapkaya küskündür tavşan Elimde değil diyorum, bu yaşamaktır Söz alıp ayağa kalktığımda dağılıyor meydan
Gökhan Ergür
Gidersen sana da kırılacak, kal, – Gönlüm ki, böyle her gidene küstü – Ve deme “buradan bir akşam üstü Giderken ardımda hıçkırarak, kal!
Hamit Macit Selekler
nice nehirler akmakta bahçeme nice köprüler kurulmakta sözsüz kim indi kuyuma, kim(in) di bilir misin kûy-i yâre bırakıp giden kalbini çürümüş yazlardan geçerek son yaprakları son aşkları son hüzünleri bırakarak ıssız yolculuğuna çıkan,kim başkasına sığ kendisine derin bu mevsimde serkeş akşamlara küskün yollara yoldaş
Mehmet Solak
sen kimseye küsmezsin bilirim, gözlerin de yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir gözleri yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir
Haydar Ergülen
onları bakır bakraçlıları kıyısına küsmüş denizleri hadi söyleyelim onları hiçbiri değil sözümüzün muhatabı seken taşın kara bahtlıları
Kenan Çağan
Ey sen! Düzene düşüp aşka küsünce Oyuncaklarını toplayıp giden çocuk… Hala eski aklında mısın? En sevdiğin turuncu trenin Bende kaldı… Farkında mısın?
Esra Güzelipek
Yorgunuz, kaybetmişiz, dalgınız, kırgınız, küsmüşüz Bu çocuklar birer birer kaybolurken sisler içinde kime gidelim Çok yürüdük yollar kayboldu yol bulduk sana geldik Ne getirdin deme bize senden başka neyimiz varsa o bizim yokumuzdur Geldik işte bunlar ellerimiz Bunlar da ellerimizin büyük boşluğu
Mevlana İdris Zengin
Semih’le küsüşünce yaşamın bir anlamı kalmadı. Günler sakız gibi uzamaya başladı. Ne cinayet planları, ne bir ağız dalaşı, ne bir soğuk savaş atmosferi. Yalnızlık berbat bir şey, kürtleri bile özlemiştim neredeyse. Dayanamadım, gittim kapısını çaldım. Öyle baktım boş boş. Sarıldı bana.
‘‘Özlemişim lan seni,’’ dedi. ‘‘Küçük faşo, gir içeri.’’
Emrah Serbes / Üst Kattaki Terörist
bilirim herkesin bir şiiri vardır bir de umudu hangi iklimin kırılgan ağacıyım ben küskünüm, güz acısı çekiyorum işte söyle be ustam yerim neresi bu çıkarcı dünyada alıp başımı nerelere gideyim
Bak ustam gözlerim ıslak, hüzün akıyor yüzümden küskünüm, yaşam ağrısı çekiyorum kederimle boğuşmaktayım sancılar girdabında … yaşama yaslanmak için şiirin burçlarına tutunmak yetmiyor ustam al götür beni buralardan o uzak diyarlara…
Nuri Can
alınganlık, ah, bilmezsin, küsmem de küsülecek zamanda, n’eyleyim varlığın yokluğundan tenha senden başka küsülecek kimse mi bıraktın bana bir ben kaldım bir de bıraktığın küskünlük tenha
Haydar Ergülen
Sana benzemiyorum Hiç benzetmeye çalışma Ya olduğum gibi sev, Ya küs bir daha barışma
Sezen Aksu
Ah, İstanbul’un gözleri senin gözlerine nasıl da benziyor ışıltılı Gözlerin arkadaş ve sevgili, gözlerin gurbet gibi bakıyor Gözlerin susmanın bulutlarını taşıyor ve masum yazlar Sen incecik bir yağmur olmalısın ovaların kalbine iyi gelen Küsmesin gözlerindeki martı, gözlerini al da gel adalara kaçalım
Engin Turgut
Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?.. Küskün duruyorsun. Bir şey kuruyorsun. Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle: Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
Abdülhak Hamit Tarhan
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı, Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl… Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl Muhîtin hâli “insâniyyet”in timsâlidir, sandım; Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Mehmet Akif Ersoy
Neden küstün bilir hep cürmün inkâr eylemez âşık Sebep bu infiale naleî bî ihtiyarımdır
Salın ey nahli nâzım gel nolur bir kerre serv âsa Sarayındır bu gönlüm ande eşkim cuyibarımdır
Leylâ Hanım
İşte gidiyorum, bir şey demeden Arkamı dönmeden, şikayet etmeden Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden Yol ayrılmış, görmeden, gidiyorum
Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde Yürüyorum sanki senin yanında Sesin uzaklaşır her bir adımda Ayak izim kalmadan gidiyorum
Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı Bana kimse sen gibi sarılmadı Işığımız sönmeden gidiyorum
Kazım Koyuncu
Düştü nazlı filintası aklına, Yastığı altında küsmüş, Düştü, Harran ovasından getirdiği tay Perçemi mavi boncuklu, Alnında akıtma Üç topuğu ak, Eşkini hovarda, kıvrak, Doru, seglavi kısrağı.
Ahmed Arif
Geçersen uğra çay demlerim, istersen ıhlamur, sahi, zili bozuk kapının, seslen, küsüp gitme, çocuk ol, ufak bir taş at pencereme uyansın sokağa insin, elinden tutsun anılar.
Ruşen Hakkı
Küsmedim Neşedim kahrettim sana Baban değil miydim sormadın bana Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Muharrem Ertaş
bir zaman senden ağlar kaldım gazala sesim o uzak dağlarda dağdar şimdi sanki unutmak için var anılar kinimde ve sanki hep küs tadıyla söylenmiş bir şarkı duyduğum: herkes bir gün bir aşkta imkânsız hâlâ
Kemal Varol
Evet, o rûh-ı safânın budur o ma’nâsı! Fakat neden bilmem, hilkatın o eczası Nigâh-ı nâfiz-i şi’rinle hep söner küskün…
Ahmet Hâşim
Bilim her şeyi bilmek değildir, bilim neyi nerede bulacağını bilmektir… Zamanında Kanunî’nin Süleymaniye Camii’ni açmaya geldiğini elbette görenlerimiz vardı… Bir köşeye bu intibalarını kaydetselerdi ve bir defterin yaprağında bu günü bulsaydık, fena mı olurdu? Ben bu geçmiş kişilere, ellerinde olan imkânları kullanmayan insanlara küskünüm…
A. Süheyl Ünver
Beytü’l-hazen, Yakup peygamberin en sevdiği oğlu Yusuf’u kaybetmesi üzerine üzüntü ve acı içinde çekildiği evidir. Kendisini anlayan olmamış, özellikle diğer oğullarının kendisine ve kardeşleri Yusuf’a ihanetleri ona ağır gelmişti. Bu davranışı kabullenemez, isyan eder ama elinden hiçbir şey gelmez; sabretmekten başka çaresi yoktur. Âdeta dünyaya küserek tüm üzüntülerini paylaştığı evine kapanır. Sabır ve derin bir tevekkülle Allah’a sığınır. En güzel çözümün onda olduğunu düşünür. Yakup peygamberin yazımızda ele alacağımız yaşamı Klasik Şiirimize akseder. Şairler onun kapandığı evi şiirlerinde “beytü’l-hazen” yanında, “beyt-i ahzan”, “külbe-i ahzan” şeklinde adlandırarak ele alırlar.
Rakam’la 1 rezidans, yazı ile bir kabir Bir tarafı dünyaya, bir taraf şehre küstü Şafak sayıp duruyor gecekonduda gece Hayat daracık sokak, ömür cadde-i kebir Bu berzahta ey şair, bir sen kaldın sadece
Hüseyin Akın
“Kışın atlıkarıncayı kapatıyorlar sanıyordum,” dedi bizim Phoebe. Daha ağzını yeni açıyordu ne zamandan beri. Benimle küs olduğunu unutmuştu herhalde.
“Belki Noel diye açılmıştır,” dedim.
Ben ona bunu söyleyince, bir şey demedi. Herhalde benimle küs olduğunu hatırlamıştı.
J. D. Salinger / Çavdar Tarlasında Çocuklar
açları doyuran, küsleri barıştıran, evsizlere ev, yarsızlara yar olan yerle göğü insanın yüreğinde buluşturan bir gül zamanına, gül umranına, gül toplumuna, gül insanına.
Cahit Koytak
İlkokul birinci sınıfa giden bir çocuğun ne derdi olabilir ki… Öğretmen biraz fazla ödev veriyordur, kalemi zor tutuyordur, harfleri birbirine bitiştiriremiyordur, okulda bir arkadaşına canı sıkılmıştır ya da ne bileyim yaramazlık yapmıştır da annesi ceza vermiştir, babasına küsmüştür, kardeşiyle kavga etmiştir… Ne derdi olabilir ilkokul birinci sınıfa giden altı yaşında bir çocuğun… … Babaanne anlatıyor. ‘’Dün misafirliğe gitmiştik Mehmet’le. İçerde çocuklarla oynuyordu. Arkadaşları koşarak yanıma geldiler. Mehmet camdan aşağı atlayacak diye bağırıyorlardı. ‘’ Fısıltıyla anlatıyor babaanne. Mehmet duymasın diye. Niye yaptın oğlum diye sormuş. Babasının yanına gitmek istiyormuş Mehmet. ‘’Babamın yanına gitmek istiyorum.’’ Fısıltıyla soruyorum, ‘’Mehmetin babası nerede?’’ ‘’Öldü’’ demiyor babaanne. Sağ avucunun üzerine kafasını yatırıyor gözlerini kapatıyor, yine fısıltıyla ‘’iki sene önce’’ diyor. Gözleri kıpkırmızı oluyor birden fakat ağlamıyor Mehmetin yanında. Arada dönüp Mehmetin başını okşuyor. Gülerek, çikolatayı cipsi az yesin di mi doktor teyzesi deyip bana dönüyor. Gözleri kan çanağı…
Bu sabah ilkokul bire giden altı yaşında bir çocuğu muayene ettim. Solgun ve mutsuzdu. ‘’Babamın yanına gitmek istiyorum. Camdan atlarsam ölürüm siz de beni babamın mezarının yanına gömersiniz.’’ demişti, bir gün önce onu pencerenin önünde yakaladıklarında. ‘’Ne yapalım doktor hanım?’’ diye soran babaannesine bir profesyonel(!) olarak söylemem gerekenleri söyledim. Fakat çok uğraşsam da Mehmet’in yüzünü güldüremedim.
ıslak bezde kalır alnın sıcaklığı cam arkasında kıpırdar buğu ümmîdir okuyamaz dudaklarını nasıl bir alfabe bu
anahtar söz verir anahtarlığa kapıda uyur geceler boyu şiir küser koştuğu dağa nasıl bir alfabe bu
ah bu müflis tüccarı ayıplamayın bir vitrinden seçtim ben onu fiyatını bilmiyordum etiketi yoktu
A. Ali Ural
Küstün; we have a problem O silahına davranınca ben de koynumdaki güle Tomurcuklandı bir çocuğun gamzesi Kılıcımı kırdım, kapımı kilitledim Sûr’dan duvarlara yaslanarak Yolumuzun bundan sonrasına hatıralarla
Küstün; we have a problem Ah-u figan ağlayarak misilleme, muhafaza ve defans Teşhiste hata olmaz; olur mu: Herkesin kaderi iki dudak arasında Ben ise ‘oy’umu nedamete vereceğim yine Arada bir görünüp kaybolan bulutların aşkı için “Oy ben öleyim” diyen bir anayla
Küstün; we have a problem Olmasa iyiydi ama oldu, hesap cüzlerinden bir netame : DAN Borsa tahtalarına vur, tabelaları kurşunla İnsan bile birikmezken zamanede bir hal Gelirse başa, hangi günü gördün; Kalbini yanına almayı unutma! Yangında ilk o işe yarayacak unutma
Göğsün ve karnın aşkla, kalbin ölümle bir ilgisi ‘Oy’ un ise kahırla, bıkkınlıkla, ünlemle
Murat Özel
Dünya görüşü bir sondur, huzur arayan yaşlı, küskün insanlara göredir, saptamalar, düzenlemeler ve belirlemeler peşinde koşan son istektir. Oysa yaşam duygusu bir ilk arzuya ve ilk sevdaya benzer.
Rilke
Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor -Çıplak ve göğe doğru- Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu.
Erdem Bayazıt
Her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona; Zavallı çocuk “Ah” diye bağırdıkça her defasında Çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “Ah”.
Publius Ovidius Naso
Yaşanacak hayat, Şiirden uzun, Kavgalar şiirden zorlu, Ve gözyaşı, Şiirden çok daha parlak Olduktan sonra, Odalardaki hüzünlü suskunluk, Küstürmesin seni çocukluğuna.
Melisa Gürpınar
Ben sustum! susmuyor yüreğimi kavuran kasırga pencereme vuran yağmur damlaları susmuyor dışarda inleyen rüzgar yıldızlar küs ay üzgün yağmur dinmiyor içimde binlerce şiir kanıyor her gece kimse bilmiyor kimse duymuyor
Nuri Can
kimbilir ki dündür, olgundur kalbimiz yollarsa her zaman biraz küskündür yokuşlarda ve inişlerde… Zaman’dır seni sardığım kumaş bekledin, örtülsün ki yavaş yavaş… erguvandın, kayboldun dilegelişlerde
Hilmi Yavuz
Kıraç, boz ve kurak bir boşluktayım kilimleri rüzgâra karşı astım ben burada sapların üstünde öğle uykusundayım dünya aşağıda dağlar uzakta ben küskünüm ama şu yamaç kadar ama rengarenk, rüzgârda kilimler ve harman sonu, yorgun yaprak, kaçkın keler.
Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem.
Seyrek salkımım bağda Güz geçmiş üstünden ve tenha.
Birhan Keskin
Heceleme beni artık Allah’ım Bırak okunaksız kalayım Kaderimin hepsi pek iyi olmasın varsın Bak, ömrüm eriyor işte Çocukluk fotoğrafımdaki kardan adam gibi yanı başımda Bak, ilkokul talebesi kalbimden Yine karne parası istiyorlar Bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa Yağmur yağdıkça Bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor Saçlarımda dolunay taneleri eriyor Saçlarımda bir kızılderili reisi Oturmuş barış çubuğu tüttürüyor İsmi: Mehtapta öpüşen iki sevgili Kalbim küs oysa, kalbim yalnız bir kovboy Nedense şimdi evinden çok uzakta
Didem Madak
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi Şimdi çocuk büyümekte günbegün Bütün hüzünleri okşadı birer birer Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
Metin Altıok
içimin ırmakları kurudu bütün yapraklar soluk hüzün kokuyor çiçeğim hangi yağmurları müjdelersen müjdele yeşermez bir daha yangının düştüğü yer aşk da küstü kim dinler kalbimin kırık sesini artık
Nuri Can
gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde sevgiler umutlar yok değildir öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize çabuk öfkeleniriz durup durup böyle hüzünlenmemiz neden anlamıyoruz da ondan mı yoksa bir bütün olduğunu mutluluğun umudun bir bütün olduğunu
Edip Cansever
Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin, Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
İki gözüm ona iyi bak Dünyaya küskün gitti biraz Zemheride çiçek açmış Acılı, suskun bir topraktır o Seslenmezsen Merhaba demez Hastadır, koluna gir Yürüyemez Ayakları tutuk
Metin Demirtaş
acı bir çaresizliktir gülümsemek dedim küskün yanlarına mütercim sözlerin kanadı güldün acın büyüktür aklına çocuk acın; acımdır gülüşlü felaketim
say ki bir babayım ve muğlaktır hüzünlerim düşün ki iliğim hüzünlü bir kızın yağmurlu sunağıdır muğlak bir acı ne kadar büyütebilir ki seni unutma; acısını anlamsız şiirlerin yüklendiği şairler Allah’tan almışlardır renklerini ki Allah’ı severim ve yine unutma; şiir bedbahtların işidir
Hasan Tan
ve nasıl küserse Allah’a bir insan ben de öyle küsmüşüm
Hasan Tan
Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten. Eskisi gibi değil ama. Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni… Dudaklarımı ısırıyorum artık adın geçince. Kavga falan çıkarıyorum. Eskisi gibi sakin değilim ama olsun…
Cezmi Ersöz
Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama, aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiç bir fırsatı kaçırmayacağız.
Sait Faik Abasıyanık
ve memeden kesilmiş bir çocuk gibi bütün dünyaya küsmez mi
Ali Biçer
Şairlik, haksızlık etmektir düpedüz Elma dururken üzümün karanlığına Her bağdan yepyeni bir salkım heves ve her adada başkalığıyla şımarıyorsa elma ve üzümden sarhoş olacağına, ah geçkin şair, elmadan başı dönüyorsa, unutur elbet genç bir aşık gibi, bağbozumunu da Kelimeler de şuç ortağı olur ve şiir bozulur Üzümü küstürme, karanlık olan elma Gecenin ve aşkın anlattığı da bu Yaz geçsin tez güz evine dönsün Ay ışığında yıkanmış vedalarda sevdiğim bağbozumunu
Haydar Ergülen
Ben başkasının adası olsaydım çok sevmek de kederlidir ve insan gölgesinden bile uzağa düşer, ölüm zaten bir kara ada, derdim, bir kız gözyaşlarına küser, ben tutar ayrılığa küserdim.
Haydar Ergülen
Küstüm sana ben nâfile yalvarma barışmam
Vâsıf-ı Enderûnî
Bir gün fazlaymış seninle iki gün az Dört duvar açık deniz; alesta vira Elbette suçsuzluk grameri çoğul ek almaz Ne de bir babanın küsüşü oğluna.
Furkan Çalışkan
karafatmalar onu benden ayırdılar o şimdi bana küsülüdür kutu duvarları içinde
Asaf Halet Çelebi
Anne baba boşanmış çocukların babaya atar muhabbeti malum, liseye başladığım zamanlarda küstüm. Bi gün aradı annemi, konuştular falan, annem verdi telefonu baban konuşacakmış diye. Konuştum, atar yaptım, tersledim falan, kapattık öyle. Ameliyata giriyormuş, girmeden arayayım seslerini duyayım demiş. 2 gün sonra cenazesine gittim…
hermenotik nihilist
aşkları erteleyip durdum küskün bir çiçektim bin uçurtma yaptım başkaları için ama benim bir uçurtmam olmadı
Hüseyin Avni Cinozoğlu
Sait’in bir yanı da, olur olmadık şeylere kızmasıdır. Nedir, kızgınlığı çabuk geçer, küskünlüğü de uzun ömürlü olmaz. Bu küskünlüklerden birini Orhan Kemal anlatır bize.
Bir gün iki yazar Parmakkapı’da karşılaşmışlardır. Bir süredir, bir tartışmadan ötürü araları şeker renktir. Orhan Kemal yolunu değiştirmek isterse de yapamaz:
– Merhaba.
Sait de belki yolunu saptırmayı geçirmiştir aklından. O da yapamamıştır:
– Merhaba. – Nasılsınız?
Sait pompalı kahkahalarından birini atar:
– Teşekkür ederim efendim. Siz nasılsınız?
Sonra da Orhan’ın koluna girer:
– Bok. Nasılsınızmış… Bu ne kibarlık?
Küskünlük işte o an bu küfürlü deyişle ortadan kalkıvermiştir. Ama bu büyünün gerçekleşmesinde küfrün gücünü de kabul etmek gerekir.
Dalına küsen bir yaprak gibi
kapı aralandı ve çıktım Cafer Turaç
Bir kızın yağmursuz küskünlüğü Sen ki ağacını beğenmeyen yaprak
Süleyman Unutmaz
Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin, Yazılsın tarihi ve sezilsin… Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi Sen çık ve salın, şunu da bil ki, Küskün gider gidenler yer altına Nice gevher bedenler çürüdüler Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm Özlem ve buluşmalar hep onunla.
Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime
Hüsrev Hatemi
Kitapta bir yakınını huzurevinde ziyaret eden anlatıcı şu şekilde anlatır Şükûfe Nihal’i:
“ ….. o kadar mahzun, yalnız, içli, o kadar ‘mükedder’miş ki, yarı ’mefluç’ olmasa bile aşağıya, oturma odasına, öteki yaşlıların yanına ineceği yokmuş. Adı Şükûfe Nihal olan bu hanım kendi ‘mehpes’inde hala şiirler yazıyormuş, içe kapanıyormuş, ayrılırken bu dünyaya dargın, küskün ayrılıyormuş. (Mehpes: Hapishane. Mükedder: Kederli, üzgün. Mefluç: Felçli )
Huzurevinde bir iki kez ziyaret ettiğiniz gözleri sürmeli Bedia Hanım, ille Şükûfe Nihal Hanımın odasına da uğramamızı isterdi. Yatağında yarı doğrulmuş, daima eski şiirlerini okurken ya da yeni şiirler yazmak isterken bulurduk onu. Daima diyorum ama, Şükûfe Nihal Hanımı en çok gördüğüm gün beş on dakikadan öteye geçmez.
Gözleri sürmeli Bedia Hanım bir edebiyat aşığı olduğumu söyleyince, Şükûfe Nihal, ‘Size bir şiir okumamı ister misiniz çocuğum?’ diye sormuştu. Arkadaşının elini bırakıp gittiğini söylediği bu şiiri dudağımı ısırarak dinlemiştim.
Sonra bir seçki de rastlayınca ağlamaktan kendimi alamadım:
Son Hatıra
Adını ellerimle çizdim altın kumlara Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş Kumsal, deniz, sal, rüzgâr senden en son hatıra, Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!.. İşte, rüzgâr esiyor, dalgalar coştu yine; Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu… Hicranınla yanarken ben derinden derine, Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu… Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere, Kumların arasında ben de bir parça taşım!… “Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere” Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım…
Şükûfe Nihal Hanım şiirini bitirince ‘Uzlet köşesindeki şu ihtiyar kadını, sizin için okuduğu şiiri hepten unutmanızı temenni ediyorum’ demiş, hayatımda ‘uzlet’ sözcüğüne bir yer açmıştı.”
Selim İleri
Sana ey cânımın cânı efendim Kırıldım küstüm incindim gücendim Benim nevres-nihâl-i serv-bülendim Kırıldım küstüm incindim gücendim
Rahmi Bey
çocuktum küstüm gidiyorum
Jan Ender Can
Onlar başka yazarlar buldular ben de dünyanın başka yerlerinde başka okurlar buldum. Ama eski sevgiliye bakar gibi hep gözümün kenarıyla onlara bakıyorum bana bakıyorlar mı diye. Bir gülümseme bekliyorum. Ama gülümsemezlerse onları gülümsetmek için bir çaba göstermeyeceğim. Küs ayrılacağız.
Ahmet Altan
Kitabı, insanın en büyük dostlarından biri olarak algılarım. Sürekli konuşabileceğiniz, istediğiniz zaman birlikte olabileceğiniz ve sizi sabırla bekleyen ve hiç küsmeyen bir dost.
Mahmud Derviş
söylesene hangisi daha büyük toprağına küsüp kuruyan ağacın sevgisi mi? dalından düştükçe yeniden yeşeren yaprağın ki mi?
-başkasında bulamadığım neydi sendeki?
Fulya Codal
Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber; Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler, Hele sizler…
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr; Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!…
(Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca; ey kimsesiz; âvâre çocuklar… Hele sizler, hele sizler… Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir; Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!)
Tevfik Fikret
kalbimle it dalaşındayız, hiçbir atlas kucak açmıyor içimdeki ülkeye ölüme yıllardır küs olmasam bir akrebe sevda büyüteceğim
Charles Bukowski
Eskimeyen bir rüzgardan gelmiştir bir elinde evlat kokusu, öbürü küs Rakının denize ilk defa bakışı gibi göğe bir karışması var ki İşte bunu anlatamam, bunu bahçeye düşen gölge de anlayamaz
Engin Turgut
Kadınlar erkeklerden daha çabuk, daha derin küserler.
Murathan Mungan
İçimin denizinde bir kayık yüzüyor bir de küskün kır çiçeği. Seni düşünürken boynumun sokağından bir fayton geçiyor. Seni düşünürken parmaklarım yasak meyveye dokunuyor.
Engin Turgut
ve kadere küsmüştü o, bir kere sevgiyi öldürdü diye…
Ahmet Muhip Dıranas
Bu dünyada renk , nakış , lezzet , ne varsa küsüm; Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm…
Necip Fazıl
Çıkıp geliyorsun Kor gibisin, bir kar gibisin Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan ‘Yaşamak’ bir perde gibi kalkıyor aramızdan Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi O mavi gözleri görmüş olmalıyım Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında Uçuşlu saçlar bukleler Üstünde uyuyan eller Sevgim uzanıyor Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri Görüyorum kıpırdanışlarını Uykunda gül açan yanaklarını
Cahit Zarifoğlu
annesine dargın ölecek küçük kız, annesi bunu bilmeyecek. gülkurusu akşam alacası içinde ölü bir kuş taşıdığını.
Asuman Susam
(Dargındım babama söylemek zor annemin kefeni solmamıştı)
babam da bana dargındı
Sennur Sezer
Dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor
Attila İlhan
Bir yoldan kaçıp bir yoldan yine sana çıkıp gelen Engin deniz -benim gibi kalbinle dargınsın sen! Hayal yolunu tutuyorum yine senin sözlerinle Her hayalin hüzne çıkıyor yolu yüreğimde. Böylece bir gün ben de gelebilirim sana Keşke sıla da olsaydım ah sılada!
Nîmâ Yûşic
Hangi taşı kaldırsam Anamla babam Hangi dala uzansam Hısım akrabam Ne güzel bir dünya bu İyi ki geldim Süt dolu bir torbayla Şöylece çıkageldim Kime elimi verdimse Döndürüp yüzümü baktımsa Kısmet kapıyı çaldı Kör pınara su geldi Ben şakıyıp durdukça öyle Gülün kokusu geldi Bebesi olmayana Bunalıp da kalmışa Acılarla yüklü Dargın yüreklere Yetiştim geldim İyi ki geldim.
Ruhi Su
Sakin geceler şefkat olan encüm-ü bîdâr, Titrer o karanlıkların evc-i kederinde, Hüsran ü tahassür gibi matem nazarında; Guyâ ki o dargın geceler ruhu boğardı Her şey bizi bir korkulu rüyayla sarardı.
Ahmet Hâşim
yamalı bir kum torbasına dönmüşüm kendimi dövmekten geliyorum bir iş dönüşü saati yorgunum, bitkinim dargınım kendime!
Reha Yünlüel
Ve aslı olmayan bir şeye, Beni bunca yıl inandırdı diye, Dargın öleceğim Fuzuli ye Aşk yoksun sen seni biz uydurduk,
Hüsrev Hatemi
Felek, ah ettirir, boynun kıl-ince… Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde Sızlar bir yerlerin Adsız ve kayıp Sızlar, usul-usul, dargın Ve kan tadında bir konca, Damıtır kendini mısralarınca…
Ahmed Arif
Bir ara gülümseyerek geçti yanımızdan. Dargın olduğu birine bile gülümseyebilmeyi nereden öğrenmişti?Ne kadar ölçülü, tartılmış ve nazik bir tebessümdü. Ben nasıl gülümsedim acaba? Onun kadar ustaca olmasa bile ben de gülümsedim. Ama kızmadım o gülümsemeye, haklıydı ve gene de surat asıp geçmenin yozluğu yoktu yüzünde.
Süleyman Unutmaz
Duygusallıkla varılan, ya da başka yerlerde, başka zamanlarda söylenenlerin kopyası olan yargılar ve acele yan tutmalar, insanı –özellikle zor koşullar altında- çok çabuk küskünlüğe ya da totaliterciliğe götürür.
Rasih Güran
Dargın ve küsülü olanları barıştır ki, sen de yarın Kıyamet gününde mesrur ve şad olasın. Hz. Musa (a.s.) münacatında, “Yâ Rabbi! Küsülü iki kişiyi barıştırana ne ecir verirsin? Senin rızanı kazanmak için halka zulmetmeyenlere nasıl bir mükâfat verirsin?” diye sordu.
Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
“Ben de yarın Kıyamet gününde ona selâmet verip korktuğundan emin ederim.”
İmam-ı Gazalî
Ezvâk-ı gayz ü kîn ile mestîdedir serim; Hûnumda zehr-i nûr- ı gurûb etmiş inhilâl, Mezceylemiş zalâmını yeldâma infiâl.
(Hınç ve kinin zevkleriyle başım sarhoştur. Kanımda gün batımı ışığının zehri erimiş, Dargınlık katmış karanlığın uzun geceme.)
Ahmet Hâşim
Gün ola, devran döne, umut yetişe, Dağlarının, dağlarının ardında, Değil öyle yoksulluklar, hasretler, Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır, Bir tek zeytin dalı bile yalnız…
Ahmed Arif
Kitaplarım somurtuyor. Biliyorlar ki dargınım. Yıllarca aldattılar beni ve ihsan ettikleri bir zerre ışık karşılığı nelerimi aldılar… Zaten kim aldatmadı beni?
Cemil Meriç
Çizgiyi geçtik mi geçtik, sen yalnız ben yalnız Ondan öte ne dargın ne barışık İki aşk ölüsüyüz salt iki tanıdık Ah, bitti bitti bil ki bitti artık Binde bir, bir yerde karşılaşırsak İki ölü gibi- o da belki- selâmlaşırız…
Necati Cumalı
kimsenin olamadım kimsem olmadı allah’tan ve anamdan başka şartsız şurtsuz kim affettiyse hepimiz onunuz esasında vurgunuz yarım kalana kendimizle dargınız ağlamak için insanın kendinden başka bir yari daha olmalı yarasında
Alper Gencer
Ey oğul! Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmek ve birbirinizle dargın durmaktan sakının. İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza kötüleriniz geçer ve sonra yaptığınız dualar da kabul olmaz.
Hz. Ali (r.a.)
Kokundan havalanan kelebekler, sessiz cinler Dönüp dolaşıp yine senin kalbine konmuşlar Sanmıştım ki o kalbe de dargındın sen
Süleyman Unutmaz
buğulu bir camdan bakar gibisin gözlerinde bu dalgın, bu yorgun bulut yüreğimde güz kıyamet fırtınalar koparan bu dargın bulut
Ayten Mutlu
Şiirlere bir insan, evlerden bir şey katmadan Nasıl girer, şaşıyorum. Örneğin daha demin kavgalar, dargınlıklar Varken – işliyen saatler gibi alışılmış – Kapı çalınsa, biri gelse, gülüşlerin, kaynaşmaların Birden başlaması yok mu afallamış odalarda?
Behçet Necatigil
Dargın mısın yoksa bana? Sesin, burukluğu taşır.
Gassan Satar
Annemin dargın Yaprağıydım ben…
Arif Damar
kaç yol arkadaşı? sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak ne kalıyor elimizde? ölenler, terk edenler, bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler
Murathan Mungan
hiç mihnet olmaz bunu bilirim kırgınlıkla dağılmadım, dargınlıkla çözülmedim inandım mı tam inandım kana bulandıysam hele şimdi kazananla kaybedenin eşitliği gözümde
Zeynep Elif Arkan
Benimse dar; çünkü dargın havsalamın gücü yok bazı şeyleri taşımaya. Önce kalbim lânete çarpa çarpa gümrah, Sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu.
İsmet Özel
Ben kurtların eviyim Çatım harap, komşularım cimri ve bunak Sığ ufuklar kesmiş yollarını Toprağım aç Oğullarım kavgalı, kızlarım dargın Ve genzimde türkülerim tutsak
Bir dost yok burada bana Bu can çekişen vadisinde saltanatımın Bir dost yok ki kapımı çalsın Şu kuduz rüzgârlar gibi Etime dişlerini geçirirken mırıldanarak “Seni görmek geldi içimden sadece Seni görmek için geldim ben” Ama yok kimse
Hakan Şarkdemir
Kendi denizinin sularında durgundun sen Yetmemiş kımıldatmaya yüzümün kıvrımlarını Kokundan havalanan kelebekler, sessiz cinler Dönüp dolaşıp yine senin kalbine konmuşlar Sanmıştım ki o kalbe de dargındın sen
Süleyman Unutmaz
Bir şiir; bir darlık bir dargınlıktır İnsanla insan arasında Kapıyla menteşe arasında, El ile kalem arasında
Ve düşünce İlle düşünce Tutunulamayan Biri vardır
Hayriye Ünal
Nerede yenilirsek orada şımarık bir ayrılık Kalbimiz, artık durmalı aşkların dargın yüzünde Kar gelecek, kimse kimseyi beklemesin, yollar kırgın Usulca gökyüzüne kapandı her pencere.
Veysel Çolak
Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum Ne tuhaf, vaktim olmazdı yalnızlığı bunca bilirken kendimi hiç yalnız sanmazdım çevremde hep birileri vardı, ben hep birilerinin yanındaydım günler belirsiz bir gelecek için neredeyse kendiliğinden hazırlanırdı aramızda habersiz gidip gelen gündelik armağanlarla kendi kendini taşıyan bir ırmağın akıntısında hayat bizi kendi sahillerimize ulaştırırdı bazı evlerden taşınırdık, bazı insanlar girip çıkardı hayatımıza bazı mektuplar alırdık, bazı sözler, çiçek selamları sonraları bazı tanıdıklarımızın ölümleriyle de karşılaştık elde olmayan nedenle sudaki halkalar gibi genişleyen küçük alınganlıklardan büyük dargınlıklara vazgeçişler, unutuşlar, kayıplar birbirimizi çok sevdik hep yıllarla azala azala
Murathan Mungan
annesine dargın ölecek küçük kız, annesi bunu bilmeyecek. gülkurusu akşam alacası içinde ölü bir kuş taşıdığını. gümüş kıvılcımlı gece ıssız…
Asuman Susam
bu sabah resmini kaldırdım raftan günlerdir kaçırıyordu benden gözlerini
dargın beyaz takvimlerden önce biten yaz yalnızca mutluluğa varsın ha
Enver Ercan
neremiz dargındı neyimiz kanıyordu hangi yalanlara kaybolmamak için geçtiğimiz yollara bıraktığımız toy defterler şimdi çivi yazısı kadar anısı uzak yabancı imza neredeysen çık ortaya Joe! artık geçmişi bağışla
Murathan Mungan
gene şiirlere dönmeliyim, dargın ve uzak bir gülüşü parçalayarak içimde yaşamım hep böyle sürüp gidecek karşılıksız soruların bildik seyrinde
gene şiirlere dönmeliyim, yenilmiş binlerce kez taşlanmış bir adam olarak şiirde kazanan aşkta yitirirmiş zar tutanlar gülebilirmiş ancak
Ahmet Erhan
Dalgınlığı, dargınlığı hırka gibi üstümde taşıyorsam Sen ve benim aramda olduğundandır Ben bunca yıl bir başıma Taşıdıysam kendimi oralardan buralara Senin ve benim aramızda bir aşk olduğundandır
Melek Arslanbenzer
Küs ister küsme bu güftârıma ey şûh-ı sîm-endâm Tenimde şerhadan hâli ‘aceb bir sâg nerem kaldı
Nûrî
Ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahitler, bize Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedud olan Hâlık’ımızın, Sâni’imizin, Hâmi’mizin dergâhını gösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir şefaatçi, acz ve zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır.
Said Nursî
Küsmek taşınması zor bir zırh ; ağır çünkü . Üç günden sonra belini büküyor insanın
A. Ali Ural
Fehame, bazı insanlar vardır ki altmış yaşına gelseler yine çocuk kalır, nasihate muhtaç olurlar. Bu türlülere küsmek, gücenmek yerine acımalı!
Fatma Aliye Hanım
Küsmek, boyun eğmeyi reddetmektir. ”Gücüm sana yetmiyor; sen inle dövüşemem, ama sana tabi olmayı reddediyorum” diyebilmektir.
Kemal Sayar
Küsmek aşkın belirtisidir belki, ama küskün aşık da hem sıkıcıdır, hem de hiçbir geleceği yoktur.
Orhan Pamuk
“Üzgünüm ama önünde çok zor bir seçim var Elizabeth. Şu günden başlayarak, ister istemez, ya annen ne ya da babanla küsmek zorundasın. Annen, Bay Collins’le evlenmezsen Bir daha yüzüne bakmayacak; ben de evlenirsen!” Onun öyle başlayıp da böyle bitmesi karşında Elizabeth gülümsemekten kendini alamadı.
Jane Austen
Küsmeyi seven bir toplumuz. Her vesileyle küsmeyi huy haline getirmiş insanlarımız bile var. Oysa küsmek yoğun bir ilişki sürdürme biçimidir. Çoğu zaman, küsülen insan dost kabul edilenlerden daha sık hatırlanır.
Engin Geçtan
Küsmek ve darılmak için bahaneler arayacağınıza, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
Mevlâna
Her şeye ve herkese çatmaya hazırdı; sanki bir felakete uğramış, değeri bilinmemiş, talihine küsmüş güçlü bir kişiymiş gibi.
İvan Gonçarov / Oblomov
Dargın durduğumuz her gün mutluluğumuzdan bir parça yitirmiştik. Şimdi, bir an mezardan çıkman için hayatımı vermeye razıydım…
Fyodor Dostoyevski / Ezilenler
Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Sen barışamazken kendinle bile Her varlık beyninin bir uzantısı olsa neye yarar Çığrından çıkmış bu evrende?
Ahmet Erhan
İnsanların kayıtsız, suratsız, yorgun oluşlarına şaşırıyordu. Nasıl da dünyalarına küsmüş, nasıl da birbirinden bu kadar uzak ve yabancı idiler!
Dedemin günlük tuttuğunu öldükten çok sonra öğrendik. O gün günlüğüne şunu yazmış: ‘En küçük torunum bugün beni azarladı. Küstüm ona.’
Erdal Öz / Cam Kırıkları
Benim yarim bana küsmüş, gayrı sözü benden kesmiş Zülüflerin göze dökmüş sevilmeyi, sevilmeyi
Karacaoğlan
Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. “Bunun böyle olmaması lazımdı” diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu.
Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
Dargın ayrılıklardan sonra hayat insanın içine sinmiyor bir türlü. Hep bir burukluk, bir kırıklık taşıyor insan. Bir şarkı, bir anı, bir resim kötü ediyor insanı. Hele gurbette, uzaklarda… Sen bu duyguyu bilemezsin…
Murathan Mungan
Ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin, büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü; kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın.
Birhan Keskin
Sizi incittim ama sizin de bildiğiniz gibi, sevdiklerimiz kalbimizi kırsalar bile, onlara uzun zaman dargın kalamayız.
Fyodor Dostoyevski / Beyaz Geceler
Baktım sana kızgın değilim, kırgın değilim, dargın değilim. Kısacası artık ben sana hiçbir şey değilim.
Mehmet Ercan
Ne ben sana kızarım Ne de zatın zahmet edip bana küssün Artık seninle biz Düşman bile değiliz.
Nazım Hikmet
Sana kırgın, sana dargın, alınmış da değilim. Bütün kahrım kendime… Sakın üzülme. Yalvarırım üzülme.
Ahmed Arif / Leylim Leylim
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Sezai Karakoç
Herhangi bir insan bile mazisiyle dargın yaşayamaz.
Ahmet Hamdi Tanpınar / Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Kendi kendine – Yarın gidecek ve benden dargın olarak…- Birdenbire içinde garip, tahammül edilmeyecek kadar büyük bir hiddet kabardı. -Neden böyle oldu; niçin herkes bana böyle yükleniyor? Huzurdan bahsediyordu. Peki benim huzurum nerede kaldı? Ben yok muydum? Bu kadar yalnız ne yapacağım?- Hemen hemen genç kadının kelimeleriyle konuşmuştu. -Huzur, iç rahatı…- -Bütün mesele burada… Orhan sözünü bitirmedi. -Devam et!.. -Hayır, söyliyeceğimi unuttum. Yalnız bir noktada haklısın. Fenalığı kabul etmemek lazım. Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğuruyor. -Bir nokta daha var. Haksızlığa hücum ederken yeni bir haksızlık yapmamak… Bu harp, olursa eğer, çok kan dökülecek. Fakat çekeceğimiz ıstıraplar beyhude olur, eğer metodu değiştirmezsek… –
Ahmet Hamdi Tanpınar / Huzur
Dargın durduğumuz her gün mutluluğumuzdan bir parça kaybetmiştik.
Fyodor Dostoyevski / Ezilenler
Biliyor musun, iki insanın arasında, birbirine kızgın olmanın da bir değerinin kalmadığı anlar oluyor. Ve bu, çok hazin bir an.
Sandor Marai
Sana kızgın değilim. Sana kızmayacak kadar seni iyi tanıyorum. Sonra seni seviyorum. Neden sevdiğimi bilmeden seviyorum. Bu sevgiyi her gittiğim yere beraber götüreceğim.. Allahaısmarladık.
Sabahattin Ali / İçimizdeki Şeytan
İnsanların birbirine eziyet çektirmesi kadar canımı sıkan başka bir şey daha yok; yaşamlarının baharındaki gencecik insanlar, tam da bütün sevinçleri yaşamaya en açık oldukları zamanlarda, birlikte geçirecekleri şu kadarcık güzel günü kızgın, asık suratlarla mahvediyorlar ve boşa harcanan günlerin yerine yenisinin konulmadığını anladıklarında çok geç oluyor.
Johann Wolfgang Von Goethe / Genç Werther’in Acıları
Kızgın bir duruma veya şiddetli bir aşka düşen kişi, ruhunun bir kap gibi dolduğu bir noktaya ulaşır; ama bir damla su daha gerekir: tutkuya yönelik iyi niyet (aynı zamanda genel olarak kötü niyet diye de adlandırılır). Sadece bu küçük nokta gereklidir; sonra kap taşar.
Friedrich Nietzsche / İnsanca, Pek İnsanca
Sen gülünce gülümsüyor olmama kızıyor, Küsmek için geç kaldığımı düşünüyorum.
İbrahim Çolak
İnsan bu kadar çok sevmemeli, kimseyi bu kadar çok sevmemeli, kendi çocuğunu bile.Her sevgi, had safhaya varmış bir bencilliktir.
Sandor Marai
Etse de her ne kadar hâtır-ı zârım muğber Ben o mir’ât-ı ruhun üstüne toz konduramam
(Her ne kadar zavallı gönlümü incitse de, Ben o ayna yanaklıya toz konduramam.)
Pertev Efendi
Acaba kim şu sîmîn-ber, Kime âşık kime muğber?
Abdülhak Hamit Tarhan
Bir fem ki beyân eder tazallüm Bir tâze çiçek ya bir tebessüm Bir çehre ki gösterir teverrüm Bir mevç-ya bir mezâr muğber
Abdülhak Hamit Tarhan
ah nasıl da yalnızım şimdi oysa yakın değildim yaşarken ona ne çok ayrıydı düşüncelerim ondan ve içimde kırgınlıklar vardı çocukluk anılarıyla korlanıp yanan
Neşe Yaşın
Dalından kovulan bu yaprak ağacına kırgın ben sana değilim
Mesut Adnan
Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir. * Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.
“Vedalaşmaların ilmini yaptım ben,” Sürgünlerin uzmanlığını. Bir vapur nasıl kalkar bir limandan. Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.
Cevat Çapan
Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir Büyük istasyona benziyor artık bu ev Tren bir yolcu daha edinecek demektir
Abdülkadir Budak
Son Tren sessizce perondan ayrılırken, Baş öne eğilir hafiften, Umuda veda,
Köksal Özyürek
O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliiii hanımeli açan eve.
Nazım Hikmet
Elveda gençlikte geçen günüme Ezirâil el atıyor canıma Yanarım gençlikte, o zamanıma Acı tatlı günler hep hayâl oldu
Nerde gençlikteki geçen çağlarım Sustu bülbül gazel döktü bağlarım Her gün hatırlarım her gün ağlarım Veysel ağlamanın zamanı geldi
Aşık Veysel
‘Yavaş yavaş delirdim, kimse bunu farketmedi’ Solgun bir yaprak düştü boğazın sularına Tam da bahara çalarken gözleri Avunacağı bir sevda vakti Ağlatarak bir yalnız kenti Anlatamadıklarıyla veda etti.
A.Yavuz Yavrutürk
Vedâ limanına gemi yanaşır Herkes tufanını içinde taşır
Bağlanırız, tul-i emel güderiz Sonra bir gök-ata biner gideriz
Ömür kısa, hikâyemiz uzundur Cümle âlem bu zindanda mahzundur.
Olcay Yazıcı
Hiçbir şey yolunda gitmiyor… Kuru bir elvedadan fazlası var sana söylemek istediğim Kırık kalbine sıkıştırılmış sıkıntıdan fazlası
Tom Waits
Aşka ne zaman veda Demiş ki bu topraklar
Cahit Zarifoğlu
Eser kalmasın esrikliğinden, Güz geçti vedalaş güzelliklerle Martifal mi okuyorlar martılar?
Hüsrev Hatemi
Vedaların yasını tutamayız. Vaktimiz de kalmadı, gözyaşlarımız da. Veda anını bile tanımayız. Birdenbire gözyaşları içinde kalırız. İşte vedalaşmışız.
Muhammed Ali Taha
İtiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. Çoşkuyla ölmek isterdim. Kendi gözümde kendim ancak böyle tam ve gerçek olabilirdim. Çok istedim, çok. Her yılı acaba bu yıl ölebilecek miyim diye umarak geçirdim. Bazı yolculuklarda, bazı hallerde öleceğim içime doğdu ama ölmedim. Bazı sabahlar yatağıma bakıp gece dönmeyeceğim diye içimden geçirdim ama dönüp gene o yatakta uykuya vardım. Bazen kırlık bir yerde, bir ağacın altında omzumda telaşla yürüyen bir karınca, bir ağacın altına uzanmış halde sırtımda ve bacaklarımda giderek artan bir nem ile yaprakların arasından görünen gökyüzüne bakarak ve elimde bir şiir kitabı ile şiir okuyarak ölmek, göğe veda etmek isterdim.
Şule Gürbüz
“Elveda İstanbul! Aziz ve büyük şehir, çocukluğumun rüyası, gençliğimin emeli, hayatımın unutulmaz hatırası! Elveda, Şark’ın güzel ve ölümsüz kraliçesi! Zaman bahtını, güzelliğini bozmadan değiştirsin ve çocukların seni bir gün benim seni gördüğüm ve terk ettiğim aynı delikanlı heyecanının sarhoşluğu içinde görebilsinler.”
Edmondo de Amicis
Gidenlerden bir şairimiz de 16. yüzyıl şairlerinden Hayali’dir. Hayali sevdiğinden ayrılırken insanın içine işleyen bir beyitle vedalaşır: “Anı hoş tut garibindir Efendim, işte biz gittik / Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemiz kaldı.” (İşte biz gidiyoruz adına gönül denen delimiz, senin semtinden ayrılmadı / Onu hoş tut, senin ilgine muhtaç bir kimsesizdir.) Bence Divan edebiyatımızın en etkileyici ayrılış şiirlerinden biri, Hayali’nin bu gazelidir.
Hüsrev Hatemi
Söyleyecek başka sözüm yok. Her şeyi söyledim. Elveda… Bana darılmayın; çünkü burada asıl cezalandırılan benim; sizden yüz kez daha çok cezalandırılmış durumdayım, sizi bir daha görememekle cezalandırılıyorum. Elveda. Elinizi istemiyorum. Gereğinden fazla bilinçli bir biçimde bana eziyet ettiğiniz için şu dakika sizi bağışlayacak durumda değilim! Daha sonra bağışlarım; ama şimdi elinizi istemiyorum.
Şimdilik elveda!… Sevgilim, engel olmam sana… Aradan çekilirim… Çekilmesini bileceğim… Sen sağ ol sevgilim… Madem bir saatçik beni sevmişsin… öyleyse sen de ömrünün sonuna kadar Mitenka Karamazov’u unutmayacaksın… Bana hep Mitenka derdi, Fenya hatırlar mısın?
— Elveda İvan! Beni çok kötüleme!
Elveda Piyotr İlyiç. Beni kötülükle anma!…
Karamazov Kardeşler – Dostoyevski
Elveda dostum, hoşça kalın, hoşça kalın. Mutlu yaşayın, kendinize iyi bakın. Dualarım hep sizinle olacak. Ah! Öyle üzgünüm ki! Kalbimde bir ağırlık var. Bay Bykov beni çağırıyor. Sizi hep seven
Dostoyevski-İnsancıklar
hazırlıyorum valizimi ve yerleştiriyorum içine: güneşli günleri ve zamanın kokusunu sıcak kumu rüzgarı, denizi çokça yemek en kırmızısını şarabın sarılan bakışları bazı kelimeleri vedanın gözyaşları bir tebessüm bırakan
Bu şehirden gidiyorum Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden.
Erdem Bayazıt
Kabul et, uzaklardaki sevgilim, Kalbimin vedasını, Dul kalmış eş gibi, Bir mahpusluk öncesi, Dostuna suskunca sarılan, İyi dost gibi.
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
“Hakkını helal et” bir itiraftır aynı zamanda. Söyleyenin kabahatinin veya suçunun sorumluluğunu üstlenecek cesarete sahip olduğuna işaret eder. O kişi, herhalde ömrü boyunca omuzlarında ağır bir yükle yaşamamak için “Hakkını helal et” demiştir. Öyle ya; bağışlanmamış suçlar yorar; yaşam enerjisinin katilidir. Cenaze törenlerinde ölenle bundan ötürü helalleşilir. Gidenin ama daha çok kalanın ruhu huzur bulsun, hayat devam edebilsin diye… Aksi takdirde, insan zamanla varoluşunun bir parçası olarak kabulleneceği vicdan azaplarıyla boğuşmaya başlar. Elveda denmemiş aşklar gibi… Onları hiç unutamayız, alacakaranlık kuşağında öylece kalakalmışızdır. Artık her yer işaretlerle doludur ve hiçbir işaret kesin cevap içermez. Terk edilmekten de, terk etmekten de ağırdır bu yarım kalmışlık hali, bu alacakaranlık…
Gülenay Börekçi
Selam olsun, hurmalıkta vedalaştığım Resüle, Bizleri dualar ile yolcu edicilerin en şereflisine. Dostlar içinde hayırda kimse yetişemez Kendisine; Salât ve selâm olsun Allah’ın Sevgili Habibine.
Abdullâh Bin Revaha (r.a.)
Bir intihar mektubu gibi kendine veda
A.Hicri İzgören
İçimde çırpınan dalganın var ettiği kıyıda Gömdüm onu Aşkla.
Bejan Matur
Bir çiçek mi koparacaksın, Çiçekle vedalaşmalısın.
İhsan Üren
Şükranla veda ettiğimiz câm-ı fenâya Son pendimiz ahlâfa devam olsun erenler
Dünyada bu iksir ile mes’ûd olan ervah Ukbâda da sermest-i müdâm olsun erenler
Câizse harâbât-ı ilâhîde de her şeb Yârân yine rindân-i kirâm olsun erenler Tekrar mûlâki oluruz bezm-i ezelde Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler
Yahya Kemal Beyatlı
Ağlama artık. Bu gidiş, hem gidiş hem kalıştır ikimiz için de.
Ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle
Ve sen,
Ne kadar kalsan da geliyorsun benimle. Hoşçakal…..
Antonius and Cleopatra
hiçbir şey kalmayacak hiçbir şey kendi sesimden başka var gücümle bağıracağım ELVEDA ELVEDA
Ayten Mutlu
Elveda! Artık ben dünyada Bir daha göremiyeceğim seni.
Alfred De Musset
Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.
Che
Hangimiz hangimize huzursuz bir veda gibi duruyoruz şimdi bu gövdenin içinde “İşte çıkış! İşte vaha!” diye koşarak her yırtılan yerimize
Yücel Kayıran
Elveda Bakü! Elveda sade bir şarkı gibi! Son kez kucaklıyorum dostumu işte Başını altın bir gül gibi Sevgiyle eğsin diye leylak rengi siste.
Sergey Yesenin
Diyorum; Sefası bitti ömrümün, Şimdi dağa çıkarım, düze elveda. Düze duman çöker, düze kar yağar, Bahara elveda, yaza elveda…
Bahtiyar; Derinde sızlayıp yaran, Kalbini dağlayıp üzer herzaman. Göze hüzün çöker, göze yaş dolar, Sevince elveda, düşe elveda…
Şimdi özkökünden süzülen benim, Özge budaklara dizilen benim, Şimdi ne sen sensin ne de ben benim, Biz ki biz değiliz bize elveda.
Bahtiyar Vahabzade
Ah ne vedadır ne vebadır ne vebaldir bu! Gitmek değil, artık dağılmak benimkisi tozuyan aklım ve hafızamla. Bitsin artık bu şiirler, bu kitap, bu içe dönük cihannüma Hayalse katili bir insanın cesedi vurmaz hiçbir kıyıya.
Adnan Özer
Görebildiklerim, gördüklerim; Sadece, onları daha çok yüceltmek için. İyi dostlar, yiten umutlar, uçup giden zaman; Hepsi tükenince, sadece söyleşi kalır geriye! Elveda, yurdumdan daha öte olan sahilim; Bulmayı umut etmeyecek ve aramayacağım. Gittiğim yerde umarsızca dolaşacağım; Acıyla anarak, geride bıraktıklarımı.
Richard Henry Wilde
Elveda, elveda aşkım; Gitmeliyim bugün! Bir öpücük, tek bir öpücük ver bana; Çünkü, sonsuza dek ayrılıyorum senden. Elveda, elveda aşkım sana!
Johann Ludwig Uhland
Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda Zaman çok kısaydı bizim için Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar Ne de elveda diyebilecek kadar…
Abdulhak Hamit Tarhan
Elveda! Gitmeyecek dualarım boşa Gökyüzüne taşıyacak ismini senin Eğer Tanrılar aldırıyorsa dualara Bizlere mutlu bir hayat sunmak için. Sözcükler, iç çekişler, hıçkırıklar boşa Kanlı gözyaşlarından daha fazla şey söyler Feri kaçmış ve suçlu gözlerde gizlenen Bir elveda sözcüğü, – Elveda! – Elveda!
Lord Byron
ama gittiniz, ağır veda havası çaldı sokak ortasında
Pelin Onay
Kemana veda
Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum
Tren kaçırmış gibiyim
Sana veda
Sezai Karakoç
Çağ bu: Kadınlar geçiyor aşk öykülerinden Harfleri tutuşuyor kelimelerin. Şiirin içinde. Aşk’a veda…
Köksal Özyürek
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum. Bu, kırık ve incecik Bir veda havasıdır. Tutuşan ellerimden Parmak uçlarına değen sıcaklık, İncinen bir hayatın yarasıdır…
Yusuf Hayaloğlu
Sana vedaya gelmedim
Bu yağmuru getirdim sana kederimi, bir de elvedamı kalbimi getirdim, hasretinden çırılçıplak kalmış vuslatımı getirdim, gurbetimi bir de…
Kalbinden başka yerde arama hasretimi de, gurbetimi de…
Refik Durbaş
beni güzel olan her şeyin dışına kapadılar
çocuktum küstüm gidiyorum
Jan Ender Can
Artık biliyorum ..
Denk gelmeyecek ömrüm Ömrünle
Birazdan Veda edip gideceğim
Senle dolu yüreğime….
Almira Şehrazat
akşam, uysaldır, boynunu bükerek gelir, ve teslim olur bana şiirler, elvedâlar…
işte ben gittim, herşeyi söyledim, gittim; işte benden herkese, herkese bir sonbahar…
Hilmi Yavuz
Zamanın tek bir anda eşiğini aşmak üzereyken, anısı bile bizlerin uçup gidecekken, bırak bizi ey Ölüm, elveda diyelim dünyaya, bırak, gecikelim biraz daha!
Vincenzo Cardarelli
Sabrı tükenen ruh günahtan günaha ………İlerler, bağışlanmadıkça o arıtan ateşce, ………Orada ölçülü davranmalısın, bir dansör gibi. Gün ağarıyordu. Çirkinleşen caddede ………Ayrıldı benden, bir tür vedalaşmayla, ………Ve gözden yitti borular öterken.
T.S. Eliot
Veda, veda ediyorum sana. Bırakıp bırakıp seni böyle Gitmek bir mucize kuşkusuz, Babamın söylediğine göre.
Edwin Muir
“Ben ve Kadınım, sonsuza dek” Böyle başlar aşk. Fakat bitirir kendini sıkıntılı bir elveda ile “Ben ve O kadın”
Mahmud Derviş
Artık elveda. Ruhlarımız ve bedenlerimiz ayrılıyorlar sonsuza dek birbirlerinden. Benim için sen yoksun ve artık olmayacaksın; bozdu aramızdaki bağlılık yeminini yazgı.” Hicranla bağırmak istedim o zaman kıvranarak acıdan; gözlerim kan çanağına dönmüştü ağlamaktan; uyandım uykumdan. Duruyordu gözlerimin önünde; gördüğümü sanıyordum onu kararsız gün ışığında.
Giacomo Leopardi
Saz heyeti, neden vedalaşmadan Arkanıza bakmadan gidiyorsunuz?
Hüsrev Hatemi
Men dâr-ı bekâya azm edende Dünyaya vedâ edüp gedende
Mensüz çeküp âhlar figânlar Sahrâlara düşdügün zamanlar
Düşse yolun ol olan diyâra
Fuzûlî
İçimden bir ses ısrarla, henüz şehirden ayrılmadan babamı son bir kez görmemi, her ne yaşamışsak yaşamış olalım, onunla son kez vedalaşmazsam acısının bir ömür boyu başımda bir sarkaç gibi sallanacağını söylüyordu.
@
Birbirimize birkaç kaçamak ve hüzünlü bakış attık sadece. Sanırım vedalaşmak ve herkesin yolun gitmesi için bu kadarı kâfiydi.
Kemal Varol Âşıklar Bayramı
Birbirleriyle uzun uzun konuşacak ve gereği gibi vedalaşacak vakitleri olmamıştı. O zamanlar şartlar böyleydi. Her birinin içinde söylenmemiş o kadar çok söz, o kadar çok düşünce kalmıştı ki! O günlerde halkın kalbinden geçenleri derleyip toparlayacak ve açıklayacak birinin çıkması ihtimali de pek azdı…
Cengiz Aytmatov Oğulla Buluşma
Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet. Bir şey istemiyorum, ne teselli, ne umut: Hareket edeceğiz!.. Kalbim dünyayı unut, Dağlar, taşlar, elveda; gün, hakkını helâl et!
Ziya Osman Saba
Hatırla, gün gelip beni kader Sonsuza dek senden ayırınca, Üzüntü, sürgün ve seneler Bu çaresiz kalbi soldurunca; Düşün son elvedayı, hazin aşkımı düşün! Yokluk ve zaman hiçtir insan sevmeye görsün. Kalbim çarpıp durdukça, O hep diyecek sana: Hatırla.
Alfred De Musset
herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak ah ve ay’la görünecek görünmeyen etimde sınanan bir veda ki içimden o kelâm-ı kadîm akacak: beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak
Kemal Varol
çok yalnızım, mutsuzum göründüğüm gibi degilim aslında karanlıklarda kaybolmuşum …bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır aradıkça batıyorum karanlik kuyulara kimse duymuyor çığlıklarımı duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım ümidimi yitirmişim biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye veda edeceğim
Nilgün Marmara
Bendeki mektuplarınızı, fotoğraflarınızı ve onların arasında bulunan birkaç hatırayı daha dün gece yakarak yok ettim. Yıllardır binbir müşkülatla sakladığım, her fırsatta baştan sona yeniden yeniden okuduğum mektuplarınızın yanarken çıkardığı alevlerde öfkelerimi, sevinçlerimi son bir defa daha seyrederek hepsiyle vedalaştım. Son ricamı tekrar ediyorum İhsan: Sizde bulunan mektuplarımı, fotoğraflarımı yakınız.
Sonrası sükût olsun…
Fatma Cevdet Hanım
Hayat budur, yavrum! Feryattır boyuna, Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli! Koparıp atmadı mı kalbimi kalbin, Alıkoyabildi mi gözlerin beni?
Heinrich Heine
Elveda, elveda aşkım; Gitmeliyim bugün! Bir öpücük, tek bir öpücük ver bana; Çünkü, sonsuza dek ayrılıyorum senden. Elveda, elveda aşkım sana!
Johann Ludwig Uhland
Şimdi kervan yola çıkıyor… Meçhûl bir ülkeye doğru. Çanları hareket işâretini vermeye başladı bile!
Elvedâ gaileli dünya, günahlarla haşır-neşir olan dünya Ruhum Allah’ın sâkin yurdunda dinlenecek artık!
James Clarence Mangan
Bu, gerçek elveda olacak. Mücadeleyle geçen beş yıl beni yaşlandırdı. Şimdi artık son bir adım kaldı – nihai olanı.
Che
Elveda, Elvira. Sonunda imgen ayrılıyor yüreğimden yaşam ateşimle birlikte. Elveda. Bu sevgi seni tedirgin etmediyse eğer, yarın tabutumun arkasından yüreğinin yandığını göster.
Giacomo Leopardi
Susmakla başlayan her elveda bir çerçeve parçalar Duvara sığmayan görüntüdür hüzün Kuşların olağan göçü sanırız Meğer ki bir çiçek kendini erken soldurmakta…
Cihan Oğuz
Bir gün dünyaya edince veda Peşimden istemem gözyaşı ,susun Ağlayıp sızlamak yerine dostlar Herkes bildiğince şiir okusun.
Captain Hook
sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..
konuştuklarımız değil sustuklarımız doğruymuş o gece unutma. … bu yaşımda da gel gör beni. gel sen kapa gözlerimi!
Kemal Varol
Yaşlı ve yorgun ruhum vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan
Hüseyin Atlansoy
Diyeceğim kalmadıysa da , oyalanıyorum şimdi Ve bu kâğıda damgamı basmayı göze alamıyorum Sonuna dek götürsem bile bu işi Daha da çok artacak mutsuzluğum: Yaşamazdım şimdiye dek, öldürseydi acı insanı, Ölüm kaçınıyor kendini vurmasını dileyen alçaktan, Bu son vedalaşmayı da ölmeden atlatmalıyım, Seni sevmek, sana dua etmek için hayata katlanmalıyım.”
Lord Byron
Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün topladım bu hurûfât tozlarını. Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum, rutubetli sabrını yarıladım, badem çiçekleriyle tazelenen gönül bağını yağmurlu vedalara bağışladım…
İhsan Deniz
Şimdi o anıyı arıyorum ve bir yanılsama olduğunu, küçük bir elvedanın ardında, sonsuz bir ayrılık olduğunu düşünüyorum.
Jorge Luis Borges
sabahına ela bir ayrılıkla veda ettik..
konuştuklarımız değil sustuklarımız doğruymuş o gece unutma.
Kemal Varol
Her birleşen bir gün ayrılır, her yaklaşan bir gün uzaklaşır. Bu, Allah’ın kanunlarından biridir. Öyle büyük bir felakettir ki, kardeşi ölümdür. Çeşitleri vardır: İlki geçici ayrılıktır, sevgilinin dönüşüyle âşığın derdi biter. İkincisi, âşığın sevgilisini görmeyi yasaklayanın neden olduğu ayrılıktır. Üçüncüsü, dedikoducuların dedikodusundan kaçınmak amacıyla sevgilinin istediği ayrılıktır. Dördüncüsü, birtakım nedenlerden dolayı sevenin kendiliğinden sürüklendiği ayrılıktır. Beşincisi, yolculuğun veya evlerin uzak olmasının neden olduğu ayrılıktır.
Bu bölümde vedalaşmadan da bahsedilir. İki türlüdür: Birincisi, sadece bakışlarla ve göz işaretleriyle vedalaşılır. İkincisinde ise kucaklaşma ve birbirine sarılma mümkündür.
Altıncısı, iki sevgili arasında meydana gelen darılmalardan ötürü ayrılmadır ve en elem verici olanıdır ayrılığın. Son ayrılık ise, ölümden kaynaklanan ayrılıktır ki bu, tam anlamıyla ayrılıktır.
O sararmış giyâh, o yapraklar Bûse-i elvedâa nâ-kadir Hasta, fırkat-resîde leblerdir…
Cenap Şahabettin
Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur. Mevsim boyunca kendini hissettirir veda; Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ. Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir. Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.
Yahya Kemal Beyatlı
Gümüşali, artık seni bulmalıyım eskiden olsa aşk derdim şimdi vedalaşmak diyorum buna
Murathan Mungan
Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda, Çok sevgili yuvamızı yâd ellere bıraktık; Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık, Elveda ey harap olan baba evi elveda!
Kemalettin Kamu
gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde hepsi bana yabancı hepsi başka biçimde ne bir arzum, ne emelim yaralanmış bir elim ben gurbette değilim gurbet benim içimde
eriyorum gitgide elveda her ümide gurbet benliğimde bitirdi bir içimde ne bir arzum, ne emelim yaralanmış bir elim ben gurbette değilim gurbet benim içimde
Kemalettin Kamu
“Hoşça kal Harry, seni unutmayacağım.” Maria veda edip gitti. Yaz gülünün öylesine olgun ve dolgun kokusunda veda vardı, güz vardı, yazgı vardı.
Çocukken, gençken ne zaman bir yerlere gidecek olsam üzülür, benimle ağlayarak vedalaşırdı. Babam gözleri çabuk buğulanan, merhametli bir insandı. Ben de pek kolay ağlıyorsam bu babamdandır.
Kemal Sayar
Yaş da geldi yaşlılığa erdi ya, herkese her şeye bir veda gözüyle bakıyorum artık. Eskiden gördüğüm, duyduğum dokunarak geçtiğim her eşyadan, her insandan, her yerden son bir kez daha görerek, duyarak, dokunarak geçeyim istiyorum.
Ali Asker Barut
susulur, orda işte, sesindeki kargaşaya aldanır gönül bir gün bir çocuk mecbur sorar: bu nasıl gitmek kahır, korku, sabır; vedâ bile mahrum bana yalnız, etten ve kemikten bir ses: gitme! hüküm soran donuk annedir öpüp başıma koyduğum bir el gıyâbında yargılanır kalbim anlatılır: buymuş sana sebep
Kemal Varol
-Vasiyetnamenizi hazırlamış mıydınız? diye sordu Werner ansızın. -Hayır. -Ya ölürseniz? -Mirasçılarım kendiliklerinden ortaya çıkarlar. -Yani, son bir veda yazısı yollamak istediğiniz bir dostunuz yok mu? Başımı salladım. -Yani, kendisine hatıra olarak bir şey bırakmak isteyeceğiniz tek kadın da mı yok bu dünyada? -Size açılmamı mı isterdiniz doktor? diye sordum, insanın sevgilisinin adını anarak öldüğü ya da sevgili bir dostuna pomatlı yahut pomatsız bir tutam saç bıraktığı yılları çoktan geride bıraktım ben. Yakın bir ölüm aklıma gelince yalnız kendimi düşünüyorum: Bazıları bunu bile yapmazlar. Yarın beni unutacak, daha kötüsü, hakkımda yalanlar uyduracak dostlardan, başkalarını kucaklarken bir ölüye karşı kıskançlık uyandırmamak için arkamdan gülecek kadınlardan bana ne? Hayatın kasırgası içinden birkaç fikirle çıktım ben, duygu aramayın. Uzun süredir kalbimle değil kafamla yaşıyorum zaten. Kendi tutkularımı ve davranışlarımı dikkatle inceliyorum, ilgiyle, ama hep dışarda kalarak. Benliğimde iki kişi barınıyor: Bunlardan biri, kelimenin tam anlamıyla yaşıyor, öbürü ise onu yargılıyor. Birinci, belki de bir saate kadar sizden ve dünyadan ayrılacak, ötekiyse… Öteki ne olacak?…
Zamanımızın Bir Kahramanı Lermontov
yarım kalması bazı şeylerin, yarım kalmak kötü, elvedâ demek istediğim kimse var mıydı, sanki birkaç tanıdık ama önemi yok artık.–
Sefa Kaplan
Duvara, bir titiz örümcek gibi, İnce dertlerimle işledim bir ağ. Ruhum gün boyunca sönecek gibi, Şimdiden ediyor hayata veda.
Necip Fazıl Kısakürek
Güldümse inanma, bil ki bu gülüş Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır Dudaklarımdaki acı bükülüş Veda akşamının sonsuz yasıdır. Hangi kudret var ki solan ruhuma Senden sonra yeni bir ışık versin Söner gün geçince bu hain humma Ağlar mıyım başka acıyla dersin? Bir salgın alevsin içimde bugün Yakmaya en sönmez yerden başladın Eriyip sönersem ancak büsbütün Sevmiş diyeceksin beni bu kadın…
Şükûfe Nihal Başar
Ellerinden bu yana ne sevinç gördü ellerim, Ne de “elveda”dan bu yana bir gülüş salıverdi dudaklarım.
Hart Crane
Kıyıdan el salladık beyaz bir gemiye gemi gülümsedi. Ne top atışı, ne bir bayrak, ne isim anladık bir dosta veda ettiğimizi…
Zerrin Taşpınar
son nefesi şairin hazin bir veda ediş sonsuza gülümseyiş bir musalla taşında….
Naime Erlaçin
İstediğim tek şey, ne kadar yürüyeceğimi bilmesem de “hayat” denen “yolun sonu”na geldiğimde geride bırakacağım yaşantıma mütebessim bir ifadeyle veda etmek.
Güneş Bor
Sen, yenik, bitkin düşmüş yüreğim, artık sana Aşkta ne hırçınlıklar kaldı, ne de eski tat; Elveda saksofonlar, hoşça kal içli flüt! Arzular! aldırmayın bu somurtkan insana.
Charles Baudelaire
Evimin en yüksek penceresinden Beyaz bir mendille veda ediyorum İnsanlığa armağan şiirlerime.
Ve ne mutluyum ne de üzgün. Bu alın yazısı şiirlerimin. Ondan yazdım ve göstermem gerekir herkese.
Fernando Pessoa
Bel bağlama çabucak kuruyan gözyaşına Düşünme vedalaşmaya geleni Ve gelmeyeni Hepsi gıybet kadehiyle meşgul O halde vasiyet bahşet gölgeye Belki de sana ihanet etmeyecek Dönerken görse beni Güneşin birinde ona doğru.
Ahmed eş-Şehavi
Şud çemân der çemen-i husn u letâfet liken Der gulistân-i visâleş neçemîdîm u bereft
Hemçu Hâfız heme şeb nâle vu zârî kerdîm K’ey dirîgâ be vidâeş neresîdîm u bereft
(Güzellik ve hoşluk çimeninde salındı ama daha biz onun vuslat gülistanında dolaşamadan çekti gitti. Hafiz gibi gece gündüz ağlayıp inledik. Eyvahlar olsun; vedalaşmamıza fırsat kalmadan çekti gitti!)
Hâfız-ı Şirâzi
Elveda ey sayfalar, ey gece Ey erguvani pencereler Yüksek kurun darağacımı günbatımı Yüreğim sakinken güvercin gibi…
Muhammed el-Mâgût
Nereye gidileceği bilinmedi mi, veda etmek içinden pek gelmez insanın. Ölmek üzere olanların veda etmekte o kadar zorlanmalarının nedeni de budur.
Rilke
Ben, tek bir özlem düşünebiliyorum, mucizeler yaratarak dünyayı bir uçtan bir uca dolaşan. Tüm nesneler, bizim çokluk yolunu şaşırmış düşünce ve isteklerimizi kısa bir süre için ağırlamaya işte öylesine hazır. Gündüz ortaya koyduğum etkinlikle nesneler içinden yürüyüp gitmişsem, her nesnenin koynunda bir gece dinlenmek isterim. her nesnenin yanı başında uyumak bir kez, her nesnenin sıcaklığıyla yorgun düşmek, düşlere onun nefes alıp verişleriyle inip çıkmak, onun tatlı, gerilimlerden uzak ve çıplak yakınlığını organlarımda duyumsamak ve uykusunun burcu burcu kokusuyla güçlenmek, sabah olunca da o daha uyanmadan, veda etmeksizin yoluma koyulmak, yoluma koyulmak isterim.
Rilke
Bileğin diyorum Sol bileğin Yüzüme sürerdin Vedalaşırdık Damarın damarıma Bana bıraktığın buydu
Gülten Akın
Ellerin yetişir vedalaşmaya Niçin ağlıyorsun
Oktay Rifat
Çektirdiği son fotoğrafında ağlıyordu Bir vedâ iklimiydi gözlerinden yayılan Belki O’dur, aşkıyla ölüp şehîd sayılan
Nurullah Genç
Sabahlardan birinde benim dediğiniz evlerden kendiliğinizden çıkmalısınız, vedasız ve kimseyi uyandırmadan.
Anılarınızı yıpratabilirler.
Ayağa takılabilecek ne varsa toplamalısınız ayrılmadan ve saklamadan kırık dökük sevgilerinizi köşe bucağa; bir gün bulup avuçlarında ısıtırlar diye beklemeden.
Ahmet Cemal
Şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan Narkissos’un: “Ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini. “Elveda” deyince o, bağırdı Ekho: “Elveda”. Yorgun başını dayadı sık çayırlığa, Ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini. Hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile; Bakıyordu Styks sularına. Döğündüler bacıları Naıas’lar Kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler Dryas’lar Ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri Hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini Beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.
Publius Ovidius Naso
Onaran, cesur kılan incecik sırları olan bir veda havasıdır bu, yine de dudağı inciten sözleri var ardın sıra söylenen şarkıların…
Nihat Behram
Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda, elvedalara…Kalbinin yarısı yaz yarısı kar altında.
Veysel Çolak
İnsan, ustası değilse nedir yitirdiği her şeye önceden veda edebilmenin?
Fakat Tanrım galiba bize bizden de önce sen veda ettin!
Haydar Ergülen
Mezardan çıkacağı yerde İçine giriyor Lazar Elveda elveda şarkılı türkülü oyun Ey benim yıllarım ey genç kızlar
Guillaume Apollinaire
Elbette her veda gibi hüzünle uğurlanacağım Kimileri üzülecek kimilerinden fazla Az yaşadı diyecekler arkamdan az yaşadı Ama çok sevmişti…
Ceyhun Yılmaz
yorgun bir aşk yorgun dünyasında sığındı kendine oysa gölgemi beklediğim güneşti kanda uyutulmuş veda busesi değil
Ali Cengiz Akdeniz
Onlara veda etmeme yardım edecek misin, Nikko?» Nikko hafifçe öksürerek bağızını temizledi. «Bunu nasıl yapabilirim efendim?» «Kiraz ağaçları arasında benimle yürüyerek. Sessizliğe dayanamadığını anlarda seninle konuşmama izin vererek.”
Şibumi / Travenian
Omi’de bir dostla oturdum da, isteksiz elveda dedim giden bahara
Matsuo Başo
Her zevki bir harâm olan efsunlu cennetin Koynunda vardı lezzeti bin türlü nîmetin.
Bir gün vedâ edip o diyârın hayâtına, Döndüm bütün bütün vatanın kâinâtına
Lâkin o bahçelerde geçen devre’den beri Kalbimde solmamıştır o şi’rin çiçekleri.
Yahya Kemal Beyatlı
akşam uysaldır, boynunu bükerek gelir ve teslim olur bana, şiirler, elvedâlar…
Hilmi Yavuz
Şu an gerçeğin bu yakıcı melankolide mi, yoksa o sonsuz elvedada mı olduğunu bilemiyorum. Ruhlar ölümsüzse, ayrılıklarında sessizce olması iyidir. Elveda demek ayrılığı yadsımak, yine görüşeceğiz demektir.
Ulus Fatih
Buyurduğu gibi de oldu. Haftasına varmadan gül yüzüne solgunluk erişip yatağa düştü. Veda diyeceklerine elveda deyip bu faniden beka alemine göçtü.
Mustafa Kutlu Sır
Elveda benim her mevsim dalları kırılan Sıska çelimsiz Ama son yaprağına son eriğine kadar cömert erik ağaçlarım
Ne zaman yolum düşse Gözlerimi yumup sizi hatırlayacağım.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
ve bu afyonlu çağın mabedinde tesbih çek
güle ve aşka veda güle ve aşka veda güle ve aşka veda.
Ali Ayçil
ruhumun bir otelde ilk kalışı bu aynı oda, aynı yatak, aynı aynada birbirimizi ilk görüşümüz, başka veda yok, üstümdeki yabancıyla uyumalıyım
Haydar Ergülen
kalbim beyanımdır gitmeye duran kanda kurutulan veda sözleri nice söylense hiç söylenemeyen kısa süren aşkın uzun vedası sönmemişken gözlerimizde ilk günkü gibi tutuşan fer yolunu bekletir bitmemiş ferman
ne kalan kalır ne kimse gidemez buradan ayrılıkla tartılan aşk araftır sonsuz bir şimdiki zaman
Murathan Mungan
Yağmurda koşan bir çocuk olsam Vedalaşır gibi bildikleriyle. Kendinden mahrum kalır mı insan? Kalsam.
Duralım burada, güzel esiyor!
İbrahim Tenekeci
benim bildiğim,açılmaz menekşe örtüyle kapanan naaş veda, teşekkür ve gerçekleri fısıldamak için (gerçek nedir ki?). belki o bu saatlerde gölgesini sarmalıyor, bizim gibi, lakin o ağlamayan tek kişidir bu sabah ve üstümüzde kartal gibi havalanan ölümü görmeyendir (yaşayanlar ölümün amca çocuklarıdır ve ölüler uyurlar sessiz, sakin, huzurlu..)
Mahmud Derviş
Ey ömr gel imdi başa sen hem Çeşmime tire oldu alem
Alem hoş idi ki var idi yar Çün yar yok, olmazın ne kim var
Ey can, ten-i hasteden veda’ et Bir haste ile yeter niza et
Kurtar beni ızdırab-ı gamdan Ver müjde vucuduma ademden
Fuzûli
Yaşlı ve yorgun ruhum vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan
Hüseyin Atlansoy
Mahvolur bir gün vücûdum, nur-i çeşmim söner, Mahvolur ekdâr-ı dil, mâdûm olur âlam-ı can. İntifa bulmak bilir mi şule-i hıbb-ü vedad, Perde-i zulmetle mestur olsa zîr-ü asuman. Resm-i hüzn-âlûduma atfeyle gâhi bir nazar, Muhterik bir kalbi yâd et, rûh-i zârı şadman.
Yaman Dede
Hasarlı bir tebessümle gelsem de fayda yok sarsak bir cefayla dolaştığım bu veda gününde.
Metin Kaygalak
Sana vedaya gelmedim
Bu yağmuru getirdim sana
Refik Durbaş
Küçük bir sarmaşığın yıllar içinde bir ağacı sarıp sarmalaması misali her geçen gün birbirini sessizce benimserler. Bir zaman sonra sarmaşığı ağaçtan ayıramazsın, söküp atmaya çalışırsan ağaçta izleri kalır, kuruyana kadar geçmez, sarmaşığınsa yeni bir ağaca tutunması zordur. Zamanları, anıları, zevkleri farklıdır. İkisi birbirine hiç benzemez; görünüşleri, yaprakları, mevsimlere dirençleri, hazan mevsimleri… Çoğu zaman bu ikiliden biri hayata erken veda eder; görüntünün şeklinden başka değişen bir şey olmaz. Ağaç kurumuşsa sarmaşık cansız gövdeye sarılmaya, önce kuruyan sarmaşıksa, ağaç onu taşımaya devam eder.
Ahmet
Ninnilerle değil, vedalarla uyut kendini Dışarıdaki cemre sana düşmez uyma hayata Bu gece herkesin hafızası silinecek itinayla Buna kader deme sakın
Küçük İskender
tek mülküm kaderimdi, vedalaştım unutulur emanette zaten, ruhum da
Akif Kurtuluş
oğluyla vedalaştırılmamış bir adam
Enis Akın
Güneş ufukta bu hâk-i sefîle bir ebedî Vedâ eder gibi rikkatle ihtizâz ediyor, Semâ bulutlanıyorken, onun civârından Güzârı böyle soğuk bir yabancı tavrıyla Bütün karârımı kâfî göründü ta’dîle… Dedim ki: “İşte hakîkat bu, hep küsûru yalan; Değil garâm-ı heves-perverâne mu’tâdım, Bu dîdelerde fakat bir nigâh-ı aşk aradım!
Tevfik Fikret
Vedalarda başarısız olan kavuşmalardan pek büyük bir şey bekleyemez.
keşke en büyük savaş rahmini öperek vedalaşıp teninle -ganimeti süt, sevgi, kucak ve şefkat- bilinmezliğin dünyasından nefes almak olsaydı anne
ailem dedim o sararmış resimden baktım geçmişe ikiniz yan yanasınız, kucağınızda kırılgan çocukluğum babam genç bir gülüşle süslemiş yüzünü sen, ciddi duruşla bezgin bakış arasında med cezir bölünen evlilik, çatlayan evren, sızan sır
Aslı Durak
Ama bitiyor soluğum, bitiyor yaşamım Aşk sözcükleri karşısında. Zaman geçti, Bu günden de bir anı bırakmadı bana. Elveda, Elvira. Yaşam kıvılcımıyla birlikte Tatlı hayâlin de gidiyor Yüreğimden sonunda. Elveda.. Eğer çok sıkmadıysa Seni benim bu sevgim, eşlik et yarın tabutuma Bir iç çekişle göndereceğin.
Sustu: Çok da uzun sürmedi çıkıp gitmesi ruhunun O susan sesle birlikte; ve akşam öncesiydi henüz O ilk ve son mutlu günü gözden kaybolduğunda.
Giacomo Leopardi
güneylere meylederken ne çok hazana tutukluydu ayaklarınız gezinir dururdunuz arka bahçemde turnalar göçerdi düşlerimden veda yorgunu gülüşünüzde bin bir sitem eteklerine rüzgâr toplayan kadınlar
gitme. bana bir şey söyle kimsenin bilmediği bir söz, bir giz…
gitme. gitmek, biraz da kendini tüketmektir. yenilmektir, boşluğu görmeden korkuya.
Betül Tarıman
Elveda süresiz yıllar Ve alçalış uçurumlarına Meydan okuyan kadın Ben alanıydım savaşınızın.
Boris Pasternak
Erir gider kulağımda O uzak seda Namesi kalır
Çileden çıkar hatırladıkça Bir uzun veda Esamesi kalır
Kaan Demirdöven
Gözlerimiz yaşlı, döner bakarız arkamıza son kez, o sınırlara, canımız kadar sevdiğimiz: Herdaim görmekte onları bulanık bakışlarımız- Ve zincirlere bağlı kollarımızı uzatırız gözden ırak cennetimize doğru… İçer zehirli acılarımızı yudum yudum yüreklerimiz. – Elveda vatan, elveda kaygılarımızın kaynağı
Peyo Yavorov
kıta alçalıyor, yükseliyor okyanus bu yepyeni bir veda düşlere, tutkulara geçiyor bağbozumu, su sızdırıyor küp parmaklar yetişmiyor güneşe uzanmaya
Baki Ayhan T.
Dön geri bak, bana! Bak hiç yaşlanmamışım, kâlbi sinema o çocuğum yine aşkın ipek elleri şimdi süpürür saçlarımdaki beyazları meraklanma–vedâ değilim, olsam olsam bûseyim Hadi git, al getir bendeki kardeşlerini!
Hüseyin Alemdar
ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan Yücel
Elveda kavalın türküsü Flütün iççekici elveda Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık Ey hazların derinliği duyumların ateşi elveda..
Charles Baudelaire
Kendime ilân ettiğim savaşta otuzdört yıl devrildi Devirdim düşlerime bahşedilen çamları da Niçin bütün güzel kadınları seviyorum ama birine aşığım? Ah bu yanıtsızlık belki ömrümün nişânesi Sayım yapıldı: Düşlerinden bir adım geridesin ve ömür böyle bitebilir Aşk böyle sona erebilir, nasılsa alışıldı bir mevsimin henüz tamamlanmadan elvedasına
Cihan Oğuz
Elveda dostum, el sıkışmadan Sessizce.. Ne keder ne tasa gerek: Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.
Sergey Yesenin
Yaşamın bir yerinde sırtımıza bir küfe alırız; zamanla ona değerli bulduğumuz bir çok şeyi doldururuz. Düşünceler, hobiler, arkadaşlar, dostlar, şekilli güzel taşlar… küfe aldıkça alır, kafamız yerde bedenimizin bir parçasıymışçasına taşırız küfeyi. Bir gün bir vesileyle ayırdına varana kadar. O gün yıllarca biriktirdiğimiz ne varsa -önce seçerek- daha sonra tümünü bir kenara boşaltırız. Boşalınca tekrar doldururum endişesiyle onu da bırakıp sessizce vedalaşırız küfeyle. Ve ellerimiz cebimizde, dilimizde küfeden kalma, (eskiden ağlatan) bir şarkıyı yüzümüzde tebessümle mırıldanarak alışık olmadığımız hafiflikten yalpalayarak hayata devam ederiz.
Ahmet
Her veda utanır kendisinden! Haz biter, mana ölür, sıkılırız derdimizden!
Engin Turgut
Konuşmak yoruyor. Dışarıda yağmur var ve gitmek için iyi bir gün. Yağmur var ve herşeyi gizlemek için İyi bir gün. Nisan üzerime yığılıyor sevgilim. Ben… Veda etmeye çalışıyorum… Hepsi bu…
Tarık Tufan
İkimiz kavuşacağız harikalar ülkesinde Rengi koşulsuzluk olan o gerçek mutluluğa Ama yeniden doğuyorum ikimiz aklıma geldiğinde Ve eğer dert yanarsam kulağına Elveda kelimeleri gibi bir şeyi sakın duyma
Louis Aragon
Sen kalbi kırıkların Rabbisin Yani önce, en çok benim Çaresizlik nedir, çare nedir bilmeyenler için? Ben artık hiç bir şey olmak istiyorum. Galiba büyüdüm. Yok bir teselli yaşamak gailesine Bir türlü kapanmadı bilanço yazılmadı veresiye Her gün yoklamalarda var yazılmış olmanın hüznü Bir zaman sonra hangi şarkıyı söylesem eksik Elveda ile merhabalar birbirine geçmiş Yok neye baksam o göz alıcı yaşamak Nerden baksam orası eksik Sen kalbi kırıkların Rabbisin Yani önce, en çok benim
Murat Özel
Senin suçun yok hayat! Ben buraya zaten, sana elveda demeye geldim!
Küçük İskender
Bırak, sana ait her şeye, sadakatle üzüleyim. Bahtsızlıkta olsa, herşeyi bileyim. İç çekişlerim karışırsa seninkilere, Belki ikimizinde acısı hafifleyecektir, Ne dersin? İçimden hiç gelmiyor ama, sen istersen, mektubumu şöyle de bitirebilirim: Sonsuza kadar, elveda…
Pierre Abeilard
herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak ah ve ay’la görünecek görünmeyen etimde sınanan bir veda ki içimden o kelâm-ı kadîm akacak: beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak
Kemal Varol
Ey sevgili!… Korkma! Senin çiçekli bahçelerinde Uzun zaman duracak değilim Ve Ne bugünün sonunda Ne de veda anında Ardıma dönüp bakacağım. Onlarda gözyaşı görmeği bekliyecek Gözlerimi seninkilere çevirip Bakmıyacağım
Rabindranath Tagore
veda mektubun hala cüzdanımda biraz yırtıldı ve buruştu ama tek kanıtı biten bir aşkın yoksa../..kimse inanmıyor ayrıldığımıza
Pelin Onay
Kendimle vedalaşmak istiyorum yeniden. Günlerle birlikte büyür sana olan aşkım, Umutsuz, kendi kendime soruyorum aşkım benim gibi mi solacak?
Mari Nasır
O şehre davrandığın gibi davran bana da O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak bana da in, bana da kon ve el salla geride bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!
Haydar Ergülen
Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle Mor bir kabus çöküyor üstümüze Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle Veda çizgisi Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara ———————— Aşka veda İnsanlar geçiyor yollardan ———————— İnanca veda Şehir kapanıyor içine ———————— Toprağa veda Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların ———————— İnsana veda
Erdem Bayazıt
Anımsar mısın son şiir okuyuşunu, elveda der gibi? Aşağılar, bağırırken onlar, sendin koşup gelen yanıma; Eğer varsam bugün, ne derlerse desinler bana, Gönül borcum da sensin, yüzkaram da
Andrey Voznesenski
Yüzümde eflatun bir veda yağmuru Ah bir kızılderiliydim sana ben Bıraksan kalbinde yıllarca uyuyacaktım…
Engin Turgut
Hayır, veda etme bana Gökyüzü nasıl onu söyle sadece Çünkü bil ki gökkubbe çökerken üstümüze Ardıç kuşlarını kovalayacağız biz seninle
Tom Waits
Ah, nasıl da sevecen ve kör bir tutkuyla Severiz son demlerinde ömrün… Parlasın parlasın veda aydınlığı
Fyodor Tyutçev
Böyle dalgın böyle denize yakın Başka gök kıyılarına çıkamazsın Döner, döner acımasız çarkı yılların Sırasıdır elveda demenin artık
Ahmet Ada
Dudaklarımızda sıradan sözcükler Vedalaşmayı bile beceremedik Son bir bakış kaldı arkanda Kalabalığa karışan Her şey düzmece bir dinginliğe gömüldü
A. Kadir Bilgin
Veda
Rüyalarına geleceğim bazen Beklenmedik bir konuk gibi uzaktan. Sokakta bırakma beni Kapıyı sürgüleme üstümden. Usulca geleceğim. Oturacağım ses çıkarmadan Gözlerimi dikeceğim seni görmek için karanlıkta Sana bakmaya doyunca Bir öpücük konduracak ve çıkıp gideceğim…
Nikola Vaptsarov
”kızının adını ’sarmaşık’ koy anne. hayata ve hayale sarılarak büyüsün. oğlunun adını ’veda’ koy anne. hayatı ve hayali terk ederek yürüsün.. kendi adını ’cefa’ koy anne.. hayatı ve hayali önüne katıp da sürüsün. benim adımı koymayı bir zahmet unut anne. hayattan ve hayalden utanıp da çürüsün”
Küçük İskender
Gündüzün bayram idi sâ’imlere Her gecen bir Kadr idi kâ’imlere Nûrdan bir tâc idün ‘âlemlere Elvedâ’ iy mâh-ı tâbân elvedâ’
Eşrefoğlu Rûmî
Erişdi hicrânın demi Ey mâh-ı gufrân elvedâ’ Ağlatmasın mı âdemi Ey mâh-ı gufrân elvedâ’
Hüdâyî
Ey Necâti güç imiş âşıkı terk eyleme yâr Bedene rûh vedâ’ eylemek âsân
Necâti
Sanırım, bu tekdüze darbeyle salınırken, Bir yerlerde acele çakılan bir tabut var. Kimin için? – Dün yaz’dı; işte sonbahar, gelen! Bu gizemli gürültü bir veda gibi çınlar.
Charles Baudelaire
Turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini, Cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.
Turgut Uyar
Ne vasiyet, ne uzun boylu veda Ölümüme hiç kimsenin aklı ermesin Gözlerim birdenbire kapanıversin.
Turgut Uyar
Bu şiirde sevda sevda üstüne Senelerdir veda veda üstüne Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne Vakit Nisan ortasında bir akşam. Mehtap ettiğinden bihaber Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi Ağlayıp ağlayıp avunsam…
Turgut Uyar
O zaman Bastiani Kalesi’ne elveda demek gerekir, daha fazla oyalanmak tehlikeli olacaktır; zavallı kale basit sihrin çabuk çözüldü, kuzey çölü hep öyle bomboş kalacak, asla düşman gelmeyecek, asla hiç kimse gelip de senin zavallı surlarına saldırmayacak. Elveda Binbaşı Ortiz, elveda kendini bu yapıdan bir türlü kurtaramayan melankolik dost; elveda, senin gibi çok uzun zaman inatla umut eden ve sana benzeyenler: Zaman elini sizden daha çabuk tuttu, sîzinse artık her şeye yeniden başlama hakkınız yok. * Yarbay Ortiz, atından inerek, Drogo’yla birlikte bir kenara gitti, ikisi de nasıl vedalaşacaklarını bilmediklerinden susuyordu. Derken o rahatsız ve sıradan şeyleri söylediler, söyledikleri içlerinden gelen şeylerden öylesine farklı ve öylesine zavallıydılar ki!..
Dökülen yapraklar ve karga sesleri, Güneşin kaşları pek de çatık; Yaptığın reverans ne kadar nazikti, Soğukça vedalaştık. * Çoğalttın daha da Duyduğum acıyı, aşktan; Çok gördün sonunda Bir veda öpücüğünü.
Yok, öldürmem kendimi, Pek kötü bile olsa durum! Evvelce de geçti bunlar, Benim başımdan, gülüm! * Hayat budur, yavrum! Feryattır boyuna, Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli! Koparıp atmadı mı kalbimi kalbin, Alıkoyabildi mi gözlerin beni?
Heinrich Heine
Elveda şarkılara ve kaleme – Elveda hepsine Bütün eski güzel aşklara elveda
Elveda binalara Binalar arasındaki karanlık sokaklara Karanlık sokaklarda dönenen insana insanın düşüne Ve yalnızlığına
Elveda sözcüklere Sözcük sözcük örülü deli sözlere Ve elveda size Sözcüklere susamış ışık gözlerinize
Hepsine elveda – Elveda bana
Zareh Yaldızcıyan
yolculamaya gittik mezarlığa son vedaya hissettik ki – o yine yaşıyor bizimle
yaşayacak – hilafsız biz kandırdık toprağı
öyle ki verdik tabutu Harvart’sız
Zareh Yaldızcıyan
Bir karartıdır artık en körpe tomurcuğun en narin gözeneği.. Elveda nazlı bebek… Elveda kelebeğim.. Yüzünü gecelerin ıssız boşluğuna gizleyip için için ağlayan yanık gelin elveda.. Yazık ki bağrımda uğuldayan huysuz uykusuz kelimelerle bu son tutuşum seni, bu sana son bakışım..
Nihat Behram
Çünkü cānān elvedā‘ etdi ber-ā-ber gitdi rūḥ Ṣanki ol demden berü bir ṣūretim cān gelmedi
Esrâr Dede
Gözyaşı dökeceğim. Belki de, Üzüntülü günbatımımda, Aşk pırıldayacak. Bir veda gülücüğü gibi.
Puşkin
Veda güzel şey, yumuşak bir havaya sokuyor insanı.
Hermann Hesse
Ne çare, olmadı işte. Elveda sevdiklerim.
Roni Margulies
Augustinus’un acı ve yalnızlık kasırgalarını ancak inanç dindirebiliyordu.
Gözyaşları
Augustinus’un gözyaşlarıyla ilgili söylediği bu muhteşem sözler, gözyaşlarının onun kalbinin alında bir minder gibi uzandığını söylemesi, ayrılık ve vedalaşma ânında içimize iniveren acı ve ağlayış hakkında, bir tebessümün hazin ve yalnız yankıları olan gözyaşları hakkında çok şey anlamamızı sağlar. Gözyaşı gibi psikolojik ve insani bir deneyimde ne de engin anlamlar yatmaktadır: Yüreği dağlanmış ve unutulmuş, bastırılmış ve sıradanlaştırılmış bu deneyim, hüznü ve yalnızlığı, umutlan ve yara almış arzuları anlamamız için gereklidir.
Ruhun Yalnızlığı / Eugenio Borgna
Vedalaşmaların kalıntıları, ağ görüntüleri ilmeklerine dokundurduğunda hafifçe, yakılıyor, fal suyuna atılıyor kuytularda ve kavislerde gezinen beyaz örümcek. Akıyor içime mâlîhulya!
Seyhan Erözçelik
Allah’tan af dilerken sevdiklerimle vedalaşamadığımı ve artık vedalaşamayacağımı, onlara yapmak istediğim açıklamaları yapamayacağımı, hatalarımdan dolayı beni affetmelerini istediğimi söyleyemeyeceğimi düşündüm.
Charles Dickens / Büyük Umutlar
Sadece görüştüklerinde selamlaşırken ve ayrıldıklarında vedalaşırken değil, bisiklet sürerken, tepelere götürecekleri şiir kitaplarını şeritlerle bağlarken, yan yana oturup bütün dikkatleriyle o kitapları okurken, ellerinin birbirine değmesi için fırsatlar oluyordu hep.
Jack London / Martin Eden
Uzun uzun vedalaşamam, sızlayan yüreğim uygun değil buna. Kaybedenler ancak böyle veda eder.
William Shakespeare / Venedik Taciri
İnsan ömrü vedalaşmalarla geçer.
Murakami / Sahilde Kafka
Bir insan öldüğünde, eğer onunla vedalaşmamışsan, bu çok zor gelir sana. Ölen, çok zorlu bir ilişki yaşadığın biri olsa bile…
Debbie Macomber / Gül Limanı Oteli
Evet. Sana kendimi iyice tanıtmak, seni de tanıtmak istiyorum. Sonra da vedalaşmak. .. Bence insanların ayrılırken tanışmaları en iyi yoldur.
Dostoyevski / Karamazov Kardeşler
Vedalaşmanın hakikatini o güne kadar meğer hiç kavrayamamışım.Vedalaşmak…Tekrar ne zaman buluşacağını bilmeden vedalaşmak…Ne dayanılmaz bir keder.Bir ömür,bir yıl,bir ay,kederin kalbi helak edeceğini düşünerek vedalaşmak…Sökün edip gelecek hayal kırıklıkları,tükenen umutlar,bedeni sarsacak kalp atışları,neşe ve sevincin eleme dönüşmesini kabullenerek vedalaşmak..
İskender Pala / Efsane
Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üzülürüm albayım, dayanamam. Gelmemek üzere gidenler çok sevdiklerim olur genelde. Bir de bir hikâye bırakır ki geride, noksanlığın daniskası içinde. Ölse, öldü dersin, ama ölmez onlar. Ölmesinler de. Ölürlerse bir kere daha üzülürüm. Çünkü koklayamazlar bir daha çiçek. Yazık olur.
Oğuz Atalay / Tehlikeli Oyunlar
Men dâr-ı bekâya azm edende Dünyâya vedâ edüp gedende
Fuzûlî
Gecenin başı açık inleyişlerinde vedalaşmaların ilmini öğrendim. Öküzler geviş getirir, sen beklersin, şehrin son nöbet saatidir, beklemek, ve ben saygıyla eğiliyorum bu horozlu gece ayini önünde ağlamaktan kızarmış gözler uzaklara bakar, taşınabilir acıyı sırtlar, bir kadının ağlaması esin perisinin şarkısına karışırken.
Çekim bitince spotlar söndü, mavi, eflatun, mor ışıklar kayboldu, kubbeli tavandaki solgun ışıklar yandı. Masalar sandalyeler eskidi, yerlerin kirliliği ortaya çıktı, insanların yüzleri yorgunlukla sarktı. Rutubetlenmiş eski halı kokusu yayıldı,
* Birçok insan gibi bir acıya karşılık kendimi koruyabilmek için diğer acıları ayaklandırıp onları kalkan gibi kullandığımı daha sonra farkedecektim. Ama epey sonra. Böyle şeyleri insanın yaşarken anlayabilmesi için benim o zamanlar sahip olmadığım bir görmüş geçirmişliğe, “gerçek hayatla” çarpışarak şekillenmiş bir olgunluğa ulaşmış olması gerektiğini bana zaman öğretecekti.
* Sahaflar Pasajı’na gitmeye karar verdim. Orası her zaman kalabalık olurdu. Ben de aralarına karışırdım. Taş, toz ve eski kâğıt kokan loş pasajın içi tahminimin aksine boştu. Benden başka üç dört müşteri dolaşıyordu dükkanların arasında. Bazı dükkanlar kapanmıştı, vitrinlerine gazete kağıdı yapıştırmışlardı. Can çekişen bir hasta gibiydi pasaj. Bir dükkancıya “ne oldu buraya” dedim, omuzlarını silkti, “artık kimse gelmiyor,” dedi, “yakında yıkacaklar zaten burayı.” İnsanlar kitapları terk etmişlerdi. Bunun olabileceğine asla ihtimal vermezdim. Her zaman kitapları seven birileri olurdu ama artık yoklardı. Dükkanlardan birine girdim. Yaşlıca bir adam olan dükkan sahibi kitap okuyordu, başını kaldırıp bana baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden başını yeniden okuduğu kitaba eğdi. Kitapları karıştırırken, tavana kadar yığılmış eski kitapların ortasındaki bir boşlukta, camı eskilikten matlaşmış, ince çerçeveli bir resim gördüm. August Sander’in Dansa Giden Üç Köylü fotoğrafının bir kopyasıydı. Eğlenceye gitmek için koyu renk elbiselerini giymiş köylülerin yüzündeki ifade, büyük bir hazza hazırlanmanın heyecanının bir ciddiyetle çizgilerinde belirginleşmesi çok etkileyiciydi. *
Kaan Bey’in dediği gibi, “edebiyat insan ruhunun sonsuzluğuna çevrilmiş bir teleskoptu.” Onun boğuk sesini duyuyordum. “İnsan ruhunun bütün parıltılı yıldızlarını ve kara deliklerini bu teleskopla görebilirsiniz.” Ben kitapların yardımıyla rastladığım bütün insanları, tabii kendimi de gözetlemeyi öğrenmiştim. İnsan ruhunun bir bütün olmadığını, birbirinden farklı parçaların birbirine eklenmesinden oluştuğunu artık biliyordum. O “ek yerlerinin” her zaman, herkeste su sızdırdığını da tabii…
* – Bir lamba sizi mutlu mu ediyor? – Evet. Hem de çok. – Yarın bu paraya ihtiyacınız olursa ne olacak? – Yarın bu paraya ihtiyacım olmazsa ne olacak? – Güvencede olacaksınız. – Ya mutlu olmak güvencede olmaktan daha çok hoşuma gidiyorsa. Bu konuşmada sıkıcı budala rolünün bana düştüğünün farkındaydım ama geri dönemiyordum. – Yarın pişman olabilirsiniz. – Almasaydım bugün pişman olacaktım. O sırada bir sokak çiçekçisine rastladık. Mimozaları gördü. Sanki aramızda hiç böyle konuşmalar geçmiyormuş gibi bir kucak mimoza aldı. Eve varınca hemen kanepenin yanındaki abajuru çıkarıp yerine yeni aldığı lambayı taktı. Sarı mimozaları masanın üstündeki vazoya yerleştirdi. Dışarda yağmur başlamıştı, camlardan damlalar süzülüyordu, lambanın kehribar rengi ışığı Hayat Hanım’ın altın kızılı saçlarına yansıyordu.
Işıklara baktı, sevinçle güldü. * Geçmişten ve gelecekten kurtulduğumda o muhteşem özgürlüğü hissediyordum. Hayat Hanım özgürdü. Boyun eğerek ya da başkaldırarak değil sadece aldırmayarak ve talep etmeyerek özgürdü o ve ona dokunduğumda o özgürlük beni de içine alıyordu. Hayatın gerçek lezzetini ancak bu özgürlük içinde tadabiliyor ve bu lezzete bağımlı bir hâle geliyordum. Ona dokunmadığımda ise zamanın kanatları kapanıyor, geçmiş ve gelecek “an”ı yeniden eziyor, beni sıkıştırıyordu.
*
…küçük bir mahalle meyhanesinde neşeyle yemek yerken dayanamayıp “mutlu musun” diye sormuştum. Yüzüme uzunca bir süre, beni tedirgin eden bir dikkatle bakmıştı, “bir kadına bunu sormamalısın” demişti, “mutlu olup olmadığını bilemez ama mutluluğunda neyin eksik olduğunu çok iyi bilir. Bunu ona hatırlatmamalısın.” O eksikliğin en cesur kadınları bile endişelendirebileceğini ben nereden bilebilirdim ki…
*
– Senden istediğim şu, bir an seç, tek bir an… O ânı unutma… Her şeyi hatırlamaya kalkarsan her şeyi unutursun… Ama bir an seçersen, ona her zaman sahip olabilirsin, her zaman hatırlayabilirsin… Benimle ilgili tek bir ânın yaşadığın sürece zihninin bir yerinde hep aynı canlılıkla duracağını düşünmek beni mutlu edecek. İstediği tek bir andı.
*
– Sabaha karşı polisler binayı basıp alt kattaki çocuklardan ikisini götürdüler, dedi.
– Niye?
– Facebook’ta bir yazı paylaşmışlar.
– Suç mu bu? Benim sorumu duyan, herkesin “Şair” dediği genç sinirli bir şekilde ayağa kalkarken dişlerinin arasından “hükümetle ilgili şaka yaparsan suç” dedi, “artık şaka yapılmayacak.” – Ciddi misin, dedim. – Onlar ciddi, dedi.
*
Edebiyatın özü insandır… İnsanların duygularıdır. Bütün duyguların içinden çıktığı tohum da sahip olma isteğidir. Bir insana, bir insanın ruhuna sahip olmak istediğinizde, bu aşktır. Bir insanın bedenine sahip olmak istediğinizde bu şehvettir. İnsanları korkutacak, onları sizin emirlerinize uymak zorunda bırakacak bir güce sahip olmak istediğinizde bu iktidardır. Paraya sahip olmak istediğinizde bu aç gözlülüktür. Ölümsüzlüğe, ölümden hakkına sahip olmak istediğinizde, bu inançtır. Edebiyat da aslında tek kaynaktan, sahip olma isteğinden çıkan bu beş ana damardan beslenir, bunları anlatır. Öz budur. Durup sınıfa baktı. – Bu özü nasıl değiştireceksiniz? Soru budur.
*
Gözlüklerinin sapını tıkırdatarak anlatıyordu Nermin Hanım: – Yazarlar, insanların duyamadığı sesleri duyan, koklayamadığı kokuları koklayan hayvanlar gibi insanların algılayamadığı, onların algılama düzeyinin altında ya da üstünde kalan birçok olayı, birçok duyguyu, bilinçaltı denilen karanlığa yerleşmiş şekilsiz ve isimsiz arzuları algılayabilirler. Ama insanların rahatça gördüğü, anladığı, kokladığı, parmaklarının ucunda hissettiği bazı açık gerçekleri de görmekte, anlamakta yetersiz ve aciz kalırlar. Sınıfı gözleriyle taradı. – Kesin ve açık gerçekler yazarların karmaşık zihnine girmekte, oraya giren yolu bulmakta zorluk çekerler… Bu tuhaf zıtlık, bütün gerçekliği, bütün hayatı değiştirir. Biz kendi hayatımızda olup da farkına varamadıklarımızı yazarların aracılığıyla edebiyatta görürüz. Onların, aslında bütün okurlarda bir hayranlıkla birlikte gizli bir öfke de yaratan gücünü, sıradan bir hayatı yaşamaktaki başarısızlıklarına şahit olduğumuz için affederiz. Yazar biyografilerinin bize bu kadar çekici gelmesinin nedeni bu acıklı zıtlığı bize göstermesi, okurun yazarı affetmesini sağlaması, kendisini yazardan daha üstün görmesine yardımcı olmasıdır. Kürsüye oturup bacak bacak üstüne attı. Baudelaire’in Albatros şiiri bu çelişkiyi en güzel biçimde anlatan örneklerden biridir… Bu geniş kanatlı kuş uçarken ne kadar görkemliyse bir geminin güvertesine konup insanların arasında dolaştığında da o kadar zavallı ve çaresizdir.
*
– Niye adamlar kadınlara gitmiyorlar da size geliyorlar? – Herifler bizi istiyor, dedi, biz onların ne istediğini daha iyi biliyoruz, uçuruyoruz onları… Karılarda bulamadıklarını buluyorlar bizde.
*
– Sevdiğin, hayalini kurduğun biri yok mu? Yüzünü buruşturdu kederli bir öfkeyle. – Bir hayvan var, dedi, şuradaki lokantalardan birinde aşçı. İçip içip azınca, gel Gülsüm… Sabaha kadar lokantanın arkasında düzer. Beni seviyor musun, deyince, çok seviyorum Gülsüm. İşi bitince de bir daha azana kadar aramaz. Kalkınca herkes herkesi sever, erkeklik inince de sevmekte. Ama nerede öyle erkek. Domalt becer, sonra siktir git… Hepiniz böylesiniz.
*
Bir uçurumun kenarında konuştuğumuzun tam farkında değildik ama birbirimize kendi üslubumuzca tutunmaya uğraşıyorduk. Aramızdan biri tutunamayıp düşecekti ama bunu bilmiyorduk. Şair hepimizi güldüren hikâyeler anlatmıştı, Tevhide hepimizden çok gülmüştü. Konuştuklarımızı Hayat Hanım’a anlattığımda, sanki bu konuları daha önceden düşünmüş gibi hiç duraklamadan, “insanlar kendilerinden başka her şeyi değiştirebiliyorlar” demişti. “Bir tek kendilerini değiştiremiyorlar. Onların laneti de bu.”
*
Program yeni başlamıştı. Işıklı karanlığa girer girmez sahneye baktım, Hayat Hanım bal rengi tuvaletiyle her zamanki yerinde oturuyordu. Sanki o ana kadar hep eksik nefes alıyormuşum gibi ciğerlerim havayla doldu, sevinçle geniş bir soluk aldım. Bir ara yüzü ekrana yansıdı, biraz sonra kendi yüzümü de ekranda gördüm, kederli bir yüzdü, çok şaşırdım çünkü sevinçli olduğumu sanıyordum.
*
– Adam herkesin para harcamaktan korktuğunu söyledi ama siz korkmuyorsunuz anlaşılan. – Ben korkmaktan hoşlanmam, sıkılırım korkudan. – Parasızlık çok zor… – Parasızlığın ne olduğunu biliyorum Antonius. Para varken para var gibi yaşanır, para yokken de para yok gibi yaşanır. Para yokken var gibi yaşamak nasıl budalacaysa varken de yok gibi yaşamak budalacadır. Para bitince düşünürüz. Şimdi var, tadını çıkaralım.
*
– Biraz korkmak iyidir. Ciddileşti. – Korkmak her zaman kötüdür, dedi. Sonra gene gülümsedi. – Sen de korkma Antonius… Korkacak bir şey yok hayatta… Hayat, yaşamaktan başka işe yaramaz. Cimri adamlar gibi her şeyi erteleyerek hayatı biriktirmeye kalkmak budalalık olur. Birikmez çünkü… Sen harcamasan da o kendi kendini harcar, tükenir.
*
Yoksulları küçümsemiyorduk ama küçümsenen yoksullardan olmayı içimize sindirmeye de hazır değildik. Belki de hiçbir zaman hazır olmayacaktık. Hayat Hanım zenginlerle alay ediyordu, “bütün hayatlarını, hayatları boyunca harcayamayacakları kadar parayı kazanmak için harcayan budalalar,” diyordu gülerek ama Sıla’yla benim bu konuda onun kadar doğal ve rahat olmamız mümkün değildi. Biz, babalarımızın zengin ve dokunulmaz olduğuna, istediğimiz her şeyi yapabileceğimize farkına bile varmadan inanarak büyümüştük. Kibir, bize alınan ilk pahalı oyuncakla tenimizin altına kazınmıştı. Sıla’nın yüzünde bazen gördüğüm o kibrin bir benzerinin benim yüzümde de göründüğüne emindim. Sadece değil hayata olan güvenimizi de kaybetmiştik ama kibir ne kadar derine işlemişse hiçbir şey onu silemiyordu. Zenginlerden de yoksullardan da uzak duruyorduk. Ama bizi asıl tedirgin eden eski zengin arkadaşlarımızdı. Edebiyata düşkünlüğümüzün yanında bizi yakınlaştıran herhalde kendimize ait bir yere saklanma isteğimizdi. Bu konulardan hiç konuşmuyorduk. Bazı gerçekleri sessizce kabul etmek gerektiğini çabuk öğrenmiştik, konuşmak o gerçekleri daha dayanılmaz hale getirebilirdi. Edebiyattan konuşuyorduk, felsefeden, tarihten, mitolojiden.. Bunlar bir sığınak, insanlığın geçmiş hikâyeleri bugünün dertlerini tedavi etmek için iyi bir ilaçtı. * Bunun arzuyla ya da hesaplılıkla bir ilişkisi yok, dedi. Bu, kadın olmakla ilgili bir şey, sen anlayamazsın. Biz çocukluğumuzdan itibaren kirlenme korkusuyla büyütülürüz. Neyin bir kadını kirleteceğine, neyin yakışıksız olduğuna dair uzun bir liste öğretirler bize. Ben böyle konularda karar vermeden önce, bilinçaltım yapılacak olanın kirlilik listesinde bulunup bulunmadığını taramış, onu tasnif edip bir yere yerleştirmiş ve kararını vermiş olur. * Kütüphanenin sessizliğini, masalara konmuş yeşil camlı okuma lambalarının ışığını, ahşap ve kâğıt kokusunu seviyordum. İnsanların sükuneti, ciddiyeti, özeni, dikkatlerinin yoğunluğuyla kitaplara tapılan bir ibadethane gibiydi burası, benim içimde cemaatini burada bulan bir mürit var diye geçirdim aklımdan. * – Yok canım, dedi, ne şairliği… Biri öyle yakıştırdı, adım Şair kaldı, değilim dedim, aldıran olmadı, ben de bıraktım. Bir dergide redaktörüm. * Sessizce bakıyordum.
– Sen siyasetle hiç ilgilenmiyor musun, dedi.
– Hayır, dedim.
– Ama siyaset seninle ilgileniyor, dedi gülerek. Bir han odasında oturuyorsun, yoksulsun, hanı basıp insanları tutukluyorlar. Bunlar niye oluyor sence?
– Bilmem, dedim. * – Benim mutlu olmam seni kızdırıyor mu Antonius? Durdum, düşündüm, onun mutlu olması benim canımı mi sıkıyordu? Beni kızdırıyor muydu? Tedirginlik ya da endişe sandığım şey aslında kızgınlık mıydı? Dürüst olmak gerekiyorsa evet bazen kızdırıyordu. Hiç kimse karşısındakinin bu kadar iyimser, bu kadar mutlu, bu kadar aldırmaz olmasını istemezdi. Hepimiz, karşımızdakinin biraz endişeli olmasını, kendi endişeleriyle bizim endişelerimizi ve korkularımızı haklı çıkarmasını, endişelerimizden dolayı küçümsenecek birisi olmadığımızı kendimize söyleyebilme hakkını bize bağışlamasını isterdik. Çevremdeki nerdeyse herkeste gördüğüm endişe ve gelecek korkusu, hepimizin arasında ortaklık kuran, hepimizi birleştiren bir duyguydu. Hayat Hanım’ın bu iyimser aldırmazlığı ortaklığı bozuyor, zihnimizin alıştığı bir huzursuzluğu yok ediyor, onun yerine, içine ne koyacağımızı bilemediğimiz bir boşluk bırakıyordu. Herkes o boşluğu Hayat Hanım gibi iyimserlikle ve aldırmazlıkla dolduramazdı, * Ne yapıyorsun Emir, dedim, o daha beş yaşında.
– Şimdi öğrenmeyecekse ne zaman öğrenecek? “Merak etme o her şeyi öğrenir” dedi Şair, sonra da Tevhide’nin başını okşayıp, “ye hadi,” dedi, “tadını çıkar.” Kadehini kaldırdı, “yoksulların şerefine.” * Cenazeye gittim.
Kentin kenar mahallelerinden birindeki bir mezarlığın yanında bulunan bir camide yapılıyordu tören. Cami, minik ama zarif bir şadırvanı olan, ince minareli, sonsuzluğu sadelikle birleştirebilmiş yüzük taşı gibi derli toplu bir yapıydı. Belli ki zevk sahibi bir hayırsever, yoksullar bu dünyayla hayatta belki de rastlama fırsatı bulamadıkları bir zarafetle vedalaşabilsinler diye yaptırmıştı. * Bu, insanı güldürecek kadar eskimiş bir klişeydi. Aynı mezarlıkta toplanıp yan yana yatmaları ise tesadüftü. Bu mezarlıkta toplanıp yan yana yatacaklarını bilmiyorlardı. Yaşarken sevdikleriyle geçirdikleri zamandan çok daha uzun bir zamanı hiç tanımadıkları binlerce insanla birlikte geçireceklerdi. Aynı ağaçlara, aynı böceklere, aynı çiçeklere ölümleriyle can vereceklerdi. Bir an hayalimde bütün ölülerin mezarlarından çıktıklarını gördüm, binlerce ölü, birbirlerine şaşkınlıkla bakacaklar, büyük bir ihtimalle çıplaklıklarını gizlemeye çalışacaklardı, çıplaklık ölümden daha çok telaşlandıracaktı onları. * Hayat Hanım’ın her gülüşüyle, her alaycı sözüyle, neredeyse bütün insanlığı küçümseyişiyle ben biraz daha ona bağlanıp, biraz daha hafifliyordum. Bu neşeli hafifliğin, nasıl derin bir bağımlılığa yol açtığını, nasıl hiçbir engelle karşılaşmadan insanın ruhuna yerleştiğini, eksikliğinin nasıl kederli bir ağırlık yarattığını çok sonra, sokaklarda bir kör gibi dolaşırken anlayacaktım. * Galiba benim halime acıdı. – Geçmiş tehlikelidir… Değiştiremezsin, değiştiremeyince o insanın geçmişine düşman olursun, o geçmişi öldürmek istersin. Ama bir insanın geçmişini öldürebilmek için o insanı öldürmen gerekir. O insanın geçmişini yok etmek için onu öldüreceksin. * İnsanlar eşleriyle çocuklarına siyanür verip aileleriyle birlikte intihar ediyorlardı, şehir hayatına uyum gösteren binlerce kadın o hayata uyum gösteremeyen erkekler tarafından her gün, her yerde öldürülüyordu, aç çocuklar sokaklarda dileniyordu, gençler ülkeden kaçmaya uğraşıyordu, her şafak vakti evler basılıyor, polisler muhalifleri alıp götürüyorlardı, işyerleri batıyor, işçiler beş kuruş alamadan sokağa atılıyordu ve bütün bunlar korkunç bir sessizliğin altına saklanıyordu. Gazeteler, televizyonlar, haber bültenleri bunlardan söz etmiyordu. İnsanların açlıktan kendilerini yakmaları serbestti ama bundan söz etmek yasaktı. * Daha sonraları, her şeyin daha da zorlaştığı günlerde, baharın başlamasını beklerken aniden kar fırtınasının başladığı bir gece, “Sıla’yı da al git buralardan” diye ısrar ederken, “artık öpüşerek tehlikelerden kaçınabileceğimiz günler geride kaldı” diyecekti. * – Para meseleleri hallolur. Bir çözüm bulunur. Git bence o kızla. Orada kendinize daha iyi bir hayat kurabilirsiniz. Kızmıyor, hesap sormuyor, en korkuncunu, en dayanılmaz olanı yapıp kendini çekiyor, benimle arasında hiçbir özel bağ yokmuş gibi davranıyor, beni hayatının dışında bırakıyordu. Her türlü kızgınlıktan daha yaralayıcı olan bir sükûnetle yapıyordu bunu.
– Bilmiyorum, dedim.
– Bence biliyorsun.
Sesinde küskünlüğe benzer tek kırılmayı orada hissettim. Başka bir şey konuşmadık bu konuda. Giyindim. Çıkarken arabanın anahtarını masanın üstüne bıraktım. Bıraktığımı gördü ama sesini çıkarmadı. Evden çıktığımda kendimi yapayalnız hissettim, garip bir kızgınlık da vardı içimde, sanki aldatan ben değildim de biri beni aldatmış, hiç beklemediğim anda beni terk etmişti. * Onu son gördüğümden daha iyi görünüyordu ama mahzun bir hali vardı. Bir daha hiç gülmeyecekmiş gibiydi, sanki çok hayatî bir parçası gülüşüyle birlikte ondan koparılmıştı, iri siyah gözlerine baktığımda bunu görüyordum. Neşesiyle, kahkahasıyla hatırladığım annemden geriye hüzünlü ve kibar bir gülümseme kalmıştı. * – O kadın yüzünden mi? dedi.
Sanki düşüyormuşum gibi masanın kenarına yapıştığımı hatırlıyorum, bütün kadınların içinde bir büyücü olduğu geçti aklımdan, ben gördüğümü anlamazken, onlar görmediklerini biliyorlar, sırları çözüyorlar ve bunu hemen söylemiyorlardı.
– Hangi kadın, dedim.
– Biliyorsun işte, o yaşlı kadın.
Sonra beklenmedik bir şey söyledi:
– Sensiz yaşayamaz diye mi düşündün? * Sıla gideli üç ay oldu. Ben gidemedim, son anda vazgeçtim. Mutluluğu nerede kaybettiysem orada aramam gerektiğine, ancak orada bulabileceğime karar verdim. Bütün yaşadıklarımı bir bavula doldurup geçmişe fırlatmanın, geleceğimden de bir şeyleri alıp götüreceğini, hep bir şeylerin eksik kalacağını, beni bir daha iyileşmeyecek biçimde sakatlayacağını hissettim sanırım. Hep bir eksikliği tamamlamaya çalışmaya, eksik bir hayat yaşamaya tahammül edemeyeceğimi anladım. * Korkuya, yalnızlığa, özlemeye alıştım, yakınmıyorum, balın içindeki zehiri sessizce yutmayı öğrendim. Hayat Hanım birçok başka şeyin yanında bunu da öğretti bana. Derste okuduğumuz Shakespeare’in bir sonesinden iki dize sürekli zihnimde yankılanıyor. Bu rüya sürdükçe mutluluktu sahip olmak sana
Uykumda bir kraldım ama bir hiçim uyandığımda Onu özlüyorum. Onun uyurken ki hali geliyor gözümün önüne. * Her akşam, ne olursa olsun, hiç aksatmadan onun sokağına gidip pencerelerine bakıyorum. Perdeleri yavaş yavaş soluyor. Ama yeni perdeler de takılmadı, kimse oraya taşınmadı. Bu beni umutlandırıyor. Bir akşam orada kehribar renkli ışığı göreceğimi hayal ediyorum. Bir gün perdelerin aydınlandığını göreceğim. Bekliyorum.
ARTI GERÇEK – “Hayat Hanım” bir aşk hikayesi gibi gözükse de aslında sadece bir aşk hikayesi değil; yaşanan aşk hikayesine paralel bir siyasi değişim hikayesi eşlik ediyor romana. Hayat Hanım, neyin hikayesi?
Buna tek bir sözcükle cevap vermek mümkün değil herhalde. Çünkü birçok şeyin hikayesi. İnsanların hikayesi. Bir toplumun hikayesi. Edebiyatın hikayesi. Baskının ve özgürlüğün hikayesi. Yaşanan bir aşkın ve dile getirilemeyen duyguların hikayesi. Çelişkilerin hikayesi. Kararsızlıkların hikayesi. Özlemenin hikayesi. İhanetin hikayesi. Böyle sayıp devam edebilirim. Toplamda birçok edebiyat eseri gibi bu da hayatın hikayesi ve hayatın içinde bunların hepsi var.
– Romanda karakterler arasında zaman zaman “edebiyatın ne olduğuna” dair tartışmalar da yaşanıyor, hikayenin akışı bozulmadan – hayat ile birlikte edebiyat da sorgulanıyor. Kitabı ceza evinde yazdığınızı da hesaba katarsak; edebiyat, yazabilmek, hayal kurabilmek en baskıcı rejimlerde/dönemlerde bile hala en büyük özgürlük mü?
Edebiyat özgürlüktür. İnsan zihninin katı gerçekleri alıp, onları inkar etmeden dönüştürebilmesini sağlayan bir mucizedir.
Ben beş yıl hapis yattım binlerce masum insan gibi. Edebiyat, taş hücrelerde geçen o karanlık dünyayı aydınlık ve özgür bir dünyaya çevirdi benim için. Bu, insana güç verir. Çünkü sizi hapse atacak güçleri olsa da zihninizi hapsedebilecek bir gücün kimsede olmadığını görürsünüz.
‘EDEBİYAT HAYATIMIN EN BAŞARILI DÖNEMİNİ HAPİSTE YAZDIĞIM KİTAPLARLA ELDE ETTİM’
Hayal gücünüz bütün gerçekleri değiştirir. Edebiyat sayesinde benden almak istediklerinin çok daha fazlasını ben hayattan aldım. Garip bir çelişki ama ben edebiyat hayatımın dünyadaki en başarılı dönemini hapiste yatarken yazdığım kitaplarla elde ettim.
– Hayat Hanım, bir okur olarak bana zıtlıklarıyla ilginç ve benzersiz bir karakter gibi gözüktü, tüm hüznün, acının içinde iyimser ve neşeli bir kadın, ya da bu neşeyi tüm kötülüklere bir kalkan olarak kullanmayı seçmiş. Bu kadar çelişkili ve çoğu şeyi içine gömen bir kişiliği yazabilmek için yazarın da benzer çelişkileri ruhunda barındırması gerekir mi?
Romancılar çelişkilerle doludur. Roman yazarken ölüme ve hayata, iyiliğe ve kötülüğe hükmedersiniz. Bu güç bile tek başına büyük bir çelişki taşır içinde. Her türlü duyguyu bilir, tanır ve hissedersiniz. Başka türlü yazamazsınız. Benim hapishanede özgür olmak için edebiyatı ve hayal gücünü kullanmam gibi Hayat Hanım da özgür olmak için aldırmazlığı kullanıyor olabilir. Ama bu onun yapısına uygun. Hayatın zehrini biliyor ama aldırmıyor. Erkeklerle, edebiyatla, felsefeyle, tarihle dalga geçebiliyor.
Hayatın değiştiğini ve herkesin aynı acıklı yolculuğu yaptığını biliyor, hayat denilen bu tuhaf yolculuğu çok fazla ciddiye almayı da reddediyor. Roman karakteriyle romancı birbirine benzer mi? Aynı çelişkileri taşır mı? Flaubert, “Madam Bovary benim” demişti. Eğer bu söz söylenmemiş olsaydı sırf lafın parlaklığı nedeniyle ben de söyleyebilirdim ama gerçeği ne kadar yansıtırdı bilemiyorum.
Romancının kahramanlarıyla aynı duyguları taşıması gerekmez herhalde ama yazarken o duyguları hissetmesi gerekir. Birçok karakter yarattığı için de birçok duygunun ve çelişkinin içinde dolaşır. Yazarken elbette yazdığı karaktere benzer bir yazar ama yaşarken benzer mi, doğrusu buna çok kesin bir cevap vermenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
‘BÜTÜN ERKEKLER AŞKI KADINLAR GİBİ YAŞAR’
– Kitaplarınızda erkek karakterlerin ağzından aşkı, gerçek hayatta hissedemediğimiz, duyamadığımız şekilde dinliyoruz. Romanlarınız bir anlamda varlığına ihtimal vermediğimiz erkekleri getiriyor önümüze. Sizin yarattığınız erkekler sanki kadın gibi yaşıyor aşkı ve doğal olarak şaşırtıcı bir durum ortaya çıkıyor. Biz kadınlar, erkeklerin özünü, gerçekten kim olduklarını, ne hissettiklerini ve gerçeklerini göremiyor muyuz yoksa siz olmayan erkekleri mi bize anlatıyorsunuz?
Bütün saygımla sizin gerçekleri göremediğinizi söyleyeceğim. Benim yarattığım erkekler değil, bütün erkekler aşkı kadınlar gibi yaşarlar. Erkeklerin o kırılgan yanları âşık olduklarında ortaya çıkar. Bunu saklamaya uğraşırlar çünkü bu onlara çok utandırıcı gözükür.
Aşık bir erkeğe dikkatle bakın. Söylediklerine aldırmadan bakın. O kırılganlığı, kıvranmayı, ifadelerinde ve ses tonlarında hissedeceksiniz. Bir kadın, bir erkeği tahmininden çok daha kolay yaralayabilir. Tek bir sözcük, tek bir bakış, tek bir alaycı küçümseme yeter buna. Erkeklerin kaba ve duyarsız kabuklarının altında saklamaya çalıştıkları da bu kırılganlıktır ve âşık olduklarında bu iyice ortaya çıkar.
– Hayat Hanım’ı neden yarattınız? Hayallerinizde birlikte olmak istediğiniz kadını mı yarattınız? Yoksa kadın olsaydınız, ortaya çıkabilecek kadını mı?
Hayat Hanım’ı çok sevdiğim doğru. Uzun bir zaman benimle birlikte hapishanede yaşadı. Öyle bir kadının varlığı erkeklere bütün acıları ve zorlukları unutturabilir. Hayat Hanım bana unutturabildi. Onun alaycılığında acılara karşı büyük bir şifa var bence. Böyle bir kadın insanların koyduğu sınırları aşarken erkeği de beraberinde götürür, onunla birlikteyken zamanın ve sınırların dışına taşabilirsiniz ki bu büyük bir mutluluk demektir.
Erkeklerin böyle bir kadından etkilenmemesi zor diye düşünüyorum. Fransa’da bir okuyucu “ben de bir Hayat Hanım istiyorum” diye yazmıştı. Bütün erkekler bir Hayat Hanım ister sanırım. Şartların yarattığı her türlü karanlığı böyle bir kadınla birlikte aşabilirsiniz çünkü. Erkeklerin kendi duygu dünyalarında açamadığı kapıları genellikle kadınlar açar onlar için. Hayat Hanım bu kapıların nasıl açılacağını çok iyi bilen biri. Bana o kapıları en zor yerde bile açtı.
– Romanda Fazıl, edebiyatı çok sevdiği, orada insanı aradığı halde gerçek hayatta “insanla” ve “duyguyla” hatta belki de kendiyle karşılaşınca şaşırıyor. İnsanı kitaptan tanımak ile çıplak halde tanımak sizce bu kadar farklı şeyler mi? İnsan en iyi nasıl tanınır?
İnsanları hayatın içinde tanıyamazsınız. Bu mümkün değildir. Herkesin sırları vardır, söylemediği, sakladığı duyguları, istekleri, öfkeleri, korkuları vardır. Bunları göstermez insanlar. Ancak edebiyat bu gizlenen duyguları açığa çıkarır.
Sevdiğiniz roman kahramanlarını düşünün, hangisini çıplak hayatta karşı karşıya geldiğinizde o kadar derinden tanıyabilirdiniz? Hangisinin an be an değişebilen duygularını öyle yakından izleyebilirdiniz? Hangisinin çelişkilerini hayatın içinde o kadar çıplak görebilirdiniz?
‘İNSANI KİM YARATTIYSA, BULDUĞU TÜM DUYGULARI HİÇ AYRIM YAPMADAN İÇİNE DOLDURMUŞ’
– Bir okur olarak, her romanınızda hikâyeden çok karaktere, insana “yüklendiğinizi” hissettim. İnsana hikâyeden daha çok önem veriyorsunuz, insanın iç hikâyesine odaklanıyorsunuz. Edebiyatta en zor olan belki de insanı, insanın değişimini anlatmak olduğu için mi yapıyorsunuz bunu? Yoksa hayatta sizin için en önemli konu bu mu?
Ben insanları anlatmayı seviyorum. İnsanı anlatmanın edebi açıdan iddialı hatta ihtiraslı bir iş olduğunu biliyorum. Bu, belki anlatmayı sevmemi biraz daha yoğunlaştırıyor. Benim için edebiyat insan demek. İnsanlığın edebiyatı, kendini tanıyabilmek için keşfettiğini düşünüyorum. Çünkü kimse kendini tanımıyor, kimse kendi sırrını çözemiyor.
İnsanı kim yarattıysa, bulduğu bütün duyguları hiç ayrım yapmadan her insanın içine doldurmuş. Birbiriyle çelişen o kadar çok duygusu var ki insanın o duygu dünyasında edebiyatın yardımı olmadan kimse yolunu bulamaz. Bir yazar için insanı yazmak bir karanlıkta sadece sezgilerinle yolculuk etmek gibidir bence, insanı heyecanla ürpertir.
Daha önce fark edilmemiş bir duygu kıpırtısını insan ruhunda aramak muhteşem bir maceradır. Benim için yazarlığın büyük ödülü aslında bu maceradır, bunu yaşayabilme şansıdır. Olaylar, sadece insanı anlamamızı kolaylaştırmaya yarar bence romanlarda ya da öyle olmalı. “İnsanı iyi anlatıyorsun” kadar sevindirici bir başka iltifat olmadığını düşünüyorum bir yazar için. En azından benim için öyle.
– Romandaki vurucu cümlelerden aklıma kazınan ve günlerdir çıkmayan iki cümle var;
İlki, Fazıl’ın “Niye adamlar kadınlara gitmiyorlar da size geliyorlar?” sorusuna “Herifler bizi istiyor, biz onların ne istediğini daha iyi biliyoruz, uçuruyoruz onları… Karılarda bulamadıklarını buluyorlar bizde.” demesi trans birey Gülsüm’ün. Bir sitem mi bu kadınlara?
Bu kadınlara değil erkeklere bir sitem. Erkekler göstermemeye çalışsalar da çoğunlukla korkarlar kadınlardan. Müthiş bir mahcup olma endişesi vardır. Belli bir zihinsel donanım olmadığında bu korku ve endişe daha da yoğunlaşır. Her zaman değilse de çoğunlukla kabalıklarının arkasında bu korku saklıdır. Gülsüm’üm farkına varmadan söylediği sanırım bu. Trans kadınları kadın gibi görmediklerinden onlarla daha rahat olabiliyor bazı erkekler. Ama bu, trans kadınlara vahşi bir şiddetle saldırmalarına engel olmuyor. Tam aksine kendi arzularının ve korkularının bedelini o insanlara ödetiyorlar.
Diğer bir cümle de şu: “Hayat yaşamaktan başka bir işe yaramıyordu ve benim o anda yaşamak istediğim tek bir şey vardı, o istediğimi o anda yaşayabilmek için her şeyden vazgeçebileceğim tek bir şey…” Bu bir paradoks değil mi? Biraz anlatsanız bu formülü?
“Hayat yaşamaktan başka işe yaramaz” diyen Hayat Hanım, herkesin sonunda öleceği bir maceraya çok fazla anlam yüklememek gerek demek istiyor sanırım. Ama o çok da anlamlı olmayan macerayı yaşarken sarsıcı duygularla karşılaşıyoruz. Hayat anlamsızlığını kaybediyor, tek bir istekte toplanıp, sancılı bir anlam kazanıyor. Bu bir paradoks ama hayata anlam katan bir paradoks. Yaşamamızı bu paradoks sağlıyor.
– Türkiye değişirken, değişimin dışında kalan hatta şeytanlaştırılan, mağdur olan ailenin kızı Sıla, eleştiri ve şikayetlerinde hep “Onlar” diyor… Kim bu onlar anlatmıyor. Burada Türkiye’deki kutuplaşmanın yanı sıra, “düşmanımızı” “onlara” indirgememizi mi vurguladınız? Sıla romanın iyi karakterlerinden olsa da, o yukardan bakışı, üstenci söylemi hissettirmek mi istediniz?
Sıla düşmanlarının kim olduğunu bilmiyor, birilerinin düşman olduğunu biliyor yalnızca.
Onlardan korkuyor ama bu onları küçümsemesine engel değil. Bu, nefretin, korkunun ve küçümsemenin birbirine karıştığı karmaşık bir duygu. Ama bu karmaşık duygunun birçok insana çok da yabancı gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü acı çekenlerin çoğu acı çektirenleri küçümsüyorlar aynı zamanda. Bu da acı çektirenler için baş edilmez bir çaresizlik.
‘ADALETİ SAĞLAYABİLMEK İÇİN EŞİTSİZLİĞİ BOZACAK BİR AYRIMCILIK YARARLI OLABİLİR’
– “Dürüstlük sıkıcıdır bazen, her zaman adaletli de değildir. İnsan ne zaman dürüst olacağına iyi karar vermeli” diyor Hayat Hanım… Adalet, dürüstlükten daha mı önemli sizce? Adil olmak için gerekirse dürüstlükten ödün mü verilmeli? Dürüstlüğün bazen ne kadar can acıtıcı olduğunu mu anlatıyorsunuz?
Adaletle dürüstlüğü birbirinden ayırmak pek mümkün değil herhalde… Ama bazen adaleti sağlayabilmek için eşitsizliği bozacak bir ayırımcılık yararlı olabilir. Unutulmuş bir mezara başka mezarlardan çiçek çalıp koymak dürüstçe değilse bile adil sayılabilir. Bu, dürüst olamayan bir sistemin ahlak anlayışından, adalet için bir tavizdir ama dürüst olmayan bir sistemin ahlakından verilen bir tavizdir bu.
Eğer mutlak bir eşitlik olsaydı hayatta böyle ikilemlerle karşılaşmazdık ama ne yazık ki öyle bir eşitlik yok…. Bazen adaletle dürüstlük arasında bir seçim yapmak zorunda kalınabiliyor…. Dürüstlüğün can acıtıcı olması kısmına gelirsek, özellikle sonucu değiştirmeyecek dürüstlüklerin bazen vahşice olabileceğini düşünüyorum doğrusu.
– Diliniz her zaman akıcı, zengin ama diğer yandan okuyucu kucaklayan, ötelemeyen, anlaşılır bir dil. Türkiye entelektüelinin belki de küçümsediği bir durum bu. Aldırmıyorsunuz buna, hatta bazen okuyucunun ne düşüneceğine de aldırmıyorsunuz (ya da bana öyle geliyor), yazarken kendinizi dışında dikkate aldığınız şeyler var mı?
Ben Türkiyeli entelektüellerin böyle ahmakça bir küçümsemeye kapılacağını sanmıyorum. Neyi anlatmak istediğini biliyorsan bunu anlaşılır biçimde anlatırsın. Anlatacağın konuyu tam yakalayamazsan anlatım karmaşıklaşır bence….
Yazarken kendi sezgilerini, edebiyat dışı kaygılarla bozmak bir yazar için edebi intihar anlamına gelir. Roman yapaylaşır. Yazarken, hiçbir gerçek yazarın, yazıdan başka bir şey düşündüğünü sanmam. Zaten bütün varlığını o anda yazdığın konuya verdiğin için başka düşüncelere ya da kaygılara yer kalmaz. Bütün varlığını vermiyorsan da yazdıklarının inandırıcılığı noksan kalır.
‘HAYATA MEYDAN OKUMUYORUM AMA HAYATIN BANA MEYDAN OKUMASINA DA RAZI OLMUYORUM’
– Cezaevinden çıktığınızda son derece umutlu ve yüksel enerjili bir söyleşi yaptınız Yasemin Çongar ile. Bu derece hayata tutunmak, ondan vazgeçmemek bir mücadele/meydan okuma biçimi mi sizin için? Yoksa “Hayat’ı” gerçekten bu kadar çok mu seviyorsunuz, belki de diğer insanların sevemediği kadar? Hayatla nasıl bir ilişkiniz var artık?
Yaşamayı herkes gibi ben de severim. Bir belayla karşılaştığımda yaşamdan, ümitten, iyimserlikten dolayısıyla da mücadeleden vazgeçmem. Hayata meydan okumuyorum. Ama hayatın bana meydan okumasına da razı olmuyorum.
Neyle karşılaşırsam karşılaşayım her zaman yapabileceğim bir şeyler olduğunu biliyorum. Yazı yazabildiğim sürece güçlüyüm. Herkes yaşama kendince bir anlam yükler, benim için de yaşamanın anlamı yazı yazmak. Benim hayatla ilişkim çocukluğumdan beri hiç değişmedi, hayat beni korkutmaz, öyle yetiştirildim. Yazıyla her şeyin üstesinden geleceğime inanırım. Bu da beni hep umutlu tutuyor.
‘SİYASET HER ŞEYİ LEKELEDİĞİ GİBİ EDEBİYATI DA LEKELİYOR BİZİM ÜLKEMİZDE’
– Okur profiliniz değişmişe benziyor, yıllar önce hayranınız olan kitleler siyasi duruşunuz sebebi ile uzaklaşmaktan öte nefret kusuyorlar. İncitiyor mu bu sizi? Durduğunuz yer sebebi ile bazıları tarafından lanetlenmek nasıl etkiliyor sizi ve edebiyatınızı?
Siyaset her şeyi lekelediği gibi edebiyatı da lekeliyor bizim ülkemizde. Okurlarımın bir kısmı siyasi nedenlerle bana küstü. Buna elbette üzüldüm. Sevdiğinden ayrılmak gibi bu.
Onlar başka yazarlar buldular ben de dünyanın başka yerlerinde başka okurlar buldum. Ama eski sevgiliye bakar gibi hep gözümün kenarıyla onlara bakıyorum bana bakıyorlar mı diye. Bir gülümseme bekliyorum. Ama gülümsemezlerse onları gülümsetmek için bir çaba göstermeyeceğim. Küs ayrılacağız.
– Hayat Hanım’ın Avrupa’da bestseller olması, 50 bin basılması, Türkçe’den önce farklı dillere tercüme edilmesi ve sizin uluslararası bir yazar olmanız, edebi yolculuğunuzu nasıl yönlendirecek?
Hayatımın son düzlüğüne fiyakalı bir şekilde giriyorum. Kitaplarım şimdi dünyada gerçekten çok satıyor ve ülkemde hiçbir zaman rastlamadığım övgülerle karşılanıyor. Bu “yolculuğumu” etkilemez ama beni sevindirir.
Ben gücüm yettiğince yazmaya devam edeceğim. Sonra da bir gün öleceğim. Ama hayat böyle devam ederse mutlu öleceğim.
Beni sevebilmek için bir erkek tenimin örtüsünü çekip almalı, gözlerimin ta içine bakmalı ve görmeli ki, bende yuvalanmıştır kırlangıç kuşunun şefkati.
2.
Beni sevebilmesi için bir erkeğin bir malmışım gibi bana sahip olacağı düşüncesi aklından geçmemeli, bir av zaferi de değilim gösterilecek; benim yanımda olmalı yeri tıpkı benim sevgiyle ona yandaş olduğum gibi.
3.
Beni sevebilmesi için erkeğin sevgisi Ceibo ağacı gibi güçlü olmalı öylesine koruyan ve güvenli ve bir temmuz sabahı gibi aydın.
4.
Beni sevebilmek için bir erkek öyle bir gülümsememden alınmamalı, dolu dolu saçlarımdan korkmamalı suskunluğa ve üzüntüye saygı göstermeli ve tenimde oynamalı dudakları gitar çalar gibi, melodileri ve sevinci bedenimin derinliklerinden ortaya çıkartmalı.
5.
Beni sevebilmek için bir erkek dertlerinin sadık ortağını bulmalı bende gizlerini paylaşabilen bir arkadaş gibi görmeli beni ve bir deniz gibi düşünmeli beni, içinde yelken açtığı ama korkmamalı kuş olup uçmak istediğinde sorumluluklardan bir demirin bu denizde kendisini engelleyeceğinden.
6.
Beni sevebilmek için bir erkek hayatını bir şiir yapmalı yeni bir gün olmalı her günü, gözleri geleceğe dönük.
7.
Beni sevebilmek için bir erkek ilkin halkımı sevmeli öyle soyut bir sevgi değil dil ucuyla tersine, bir gerçeklik olmalı sevgisi, elle tutulur kavgasıyla halkımı onurlandırmalı ve gerektiğinde hazır olmalı hayatını vermeye.
8.
Beni sevebilmek için bir erkek siperdeki bakışımı da tanımalı namlusuna mermi sürülmüş tüfeğiyle beni sevmeli, birlikte nişan aldığımız zaman düşmana.
9.
Erkeğimin sevgisi bana kendini teslim etmekten utanmamalı ve korkmamalı kalabalık bir alanda aşkın büyülü pençesinde kendini görmekten. Var gücüyle bağırabilmeli “Seni Seviyorum” diye, ya da evlerin duvarlarına en insani duyguların en güzeline hakkı olduğunu duyuran
10.
Erkeğimin sevgisi mutfağın kokusundan Bizi sanki çok farklı yaratıklarmışız gibi yüzyıllardır ayıran engelleri rüyadan ve zamandan bir bulutta uzaklaştıran taze bir rüzgar gibidir onun sevgisi.
11.
Erkeğimin sevgisi beni bağlamamayı ister, belirlememeyi bana havayı, besini ve toprağı verir boy atmam ve zenginleşmem için, her yeni günün yeni bir devrimi getirdiği gibi.
Bildiklerin çok az bildiklerin bana dair bildiklerin benim bulutlarım sadece benim sessizliklerim benim mimiklerim bildiklerin o hüzün işte evime dışarıdan bakınca görünen hüznümün kepenkleri hüznümün kapı zili.
Yani çok bir şey bilmiyorsun hakkımda ve sen de belki bazen ne kadar az olduğunu düşünüyorsun bildiklerimin sana dair bildiklerimin senin bulutların olduğunu sadece senin sessizliklerin senin mimiklerin bildiklerimin o hüzün olduğunu işte evine dışarıdan bakınca görülen hüznünün kepenkleri hüznünün kapı zili olduğunu. Ama çalmıyorsun kapımı. Ama çalmıyorum kapını.