Şiir bir dengeydi benim için, katlanmayı başarmak, ama yenilgilere karşı çıkmaktı bir bakıma. Oysa yeniliyorum artık, içimden içimden yıkılıyorum. Elimdeki tek silah işlemez oldu.

Sevgide sevgisizlik, sevgisizlikte sevgi arıyan insanlar ülkesi burası. Birincisinde yabancılık ve korku, ikincisinde melankoli ve erdemsizlik.

*

İki satır iki satırdır. Bugün herkese mektup yazacağım.

*

Elimden alınması mümkün olmıyan bir can sıkıntısı var bugün. Onu daha bir yoğunlaştırmak istiyorum. Şimdi meyhaneye gideceğim.

*

Ve ben kötüyüm biraz. Ama gülmek istiyorum bugün. Meyhane hepten örtülü bir evdir, damlarını tanrıların ısıttığı.

*

Geçenlerde bir ilkokul öğretmeniyle konuşma yapmışlar bir gazetede. Öğretmen, “Çocuklarıma gazozun ilaç olduğunu söyliyerekten avutuyorum” diyordu.

*

Ne yana baksan duvar, dünyada olmanın fon müziği gibi.

*

Ve bu mektupların içindeki cümleler, o mektuplardan koparıldı mı, anlamını değiştiriveriyor çoğu zaman.

*

Sonra susmak geliyor. İyi mi? Ve susmak içe doğru yaratılışıdır dünyanın, iyi mi? Konuşmak, düzene uymak, orta malı bir figür haline getirmek olmaz mı kendini?

Sen gittin, siz gittiniz, herkes bir parça gitti işte.

*

Sana öyle bir mektup yazabilmeliyim ki, Kutsal Kitap gibi, ne zaman eline alsan, neresinden okursan onu, bir şeyleri aydınlatmalı bu mektup ve senin içtenliğin oranında büyümeli, çoğalmalı, güçlenmeli.. Ama yazamıyorum işte.

*

Yalnız sevgi yeter mi, selâm da ister misin?

*

Herkesi tanıyorum, kimseyi tanımıyorum son günlerde. Bütün yüzler, bir tek yüz oluyor kimi zaman da. Dopdolu bir beyazlık ağlıyor, yaş tutuyor sanki. Sıkıntı, sıkıntı, sıkıntı…

*

Uzun süre yazmamak küskünlüğe benziyor.

*

Herkes herkese benzediği oranda tadını çıkardığını sanıyor dünyanın. Biz öyle değiliz.

*

Sıkıntılısın, tedirginsin, içe dönüksün. Seni anlıyan o kadar az ki…

*

İnsan ancak kendine alışır gibi alışabilir bir insana.

*

Sen, aşk kelimesi, bir sen kaldın sevmediğim gençliğimden arta kalan dirilik. Artık yaşıyorum seni.

*

“Biliyor musun, ben Alevi seviyorum” diyebileceğim, sevgiden anlar bir kişi bile yok çevremde.

*

Ama sen de kırmızı ağaçlı bahçenin önünden geçmedin daha.

*

Ve kendi kendime söz veriyorum, seni sevmeyi, dünyanın en güzel şiiri yapacağım.

*

Yarının mektubunu bugünden yazıyorum. Çünkü “Yarın” seni sevmem bakımından değişmeyecek.

*

Bakıyorum da bütün aşk sözcükleri acemi oluyor.

*

Tuhaf bir şey, sezgilerim daha az aldatıyor beni.

*

Hiç sevdin miydi beni Alevci?

*

Bugün müthiş sıkılıyorum. Nedenleri o kadar belli ki…Gene de saklamaya çalışıyorum kendimden, bilmezlikten geliyorum.

*

Aşkın dili çok zengindir, Denizciğim. Onu kavramak için iyi öğrenmek gerek. Bunun da çaresi durmadan, dinlenmeden yalansız sevebilmektir.

*

Bugün de uğrayan uğrayana dükkâna. Yazabilirsen yaz. 

*

Ey benim tekdüze İstanbul’um! Getir bana tenha bir yerini..

*

Başka yeteneklerin de var senin. Mesela belleğin çok iyi.

*

Demin bir kız girdi dükkâna. Bir tepsi satın aldı. Kız da, tepsi de, hepsi bir yana, o kadar sana benziyorlardı ki… Adı “sana benziyen” olan bir yaratık duruyordu dükkânda.

*

Ve ben buradan, İstanbul’daki bir inden  -ya da inimden- senin içini karartıyorum.

*

Hem sonra özlemekten korkuyorum ben. Özlemek, özlediğimiz kişiyi mitleştiriyor.

*

Şimdi de üzüldüğümü düşünmeme üzülüyorum.

*

İnsanın kafasında açmayan bir çiçek vardır her zaman, işte o çiçek açsın istediğim masada. SEVİLDİĞİMİ ÇOK İYİ BİLMEK İSTEDİĞİM masada.

*

Binlerce insanın yok edilişini umursamayan bir SS subayı kadın, bir kurt köpeğinin ölümüne gözyaşı döküyordu.

*

Sahi Alev, beni seviyor musun? Olsun, bir daha söyle. Ne çıkar tekrarlasan?

*

Ne yapsam da bir yerlerden para bulup yanına gelsem?

*

İki gündür kar yağıyor. Seni düşünmek gibi bir kar bu.

*

Senin mektubunu en sona sakladım. Günümün tek güzelliği bu mektup çünkü.

*

Şiir çevirmek, tornavidayla mendireğin görevini yerine getirmek gibi bir şey.

*

Ya bir gün üzülürsem? Hesapta bu da var.

*

İşte son mısralarım bunlar.. Son değil, bundan sonra ölüm var. Ölüm? Belki de bir kurtuluştur.

*

Belki de tanıman kötü oldu; senin pırıl pırıl dünyana, kapkara bir böcek gibi yapıştım.

*

Uyanır uyanmaz içimde tuhaf bir sevinç buldum içimde; göğsümün ortasına çakılmış, yerinden memnun, benzersiz bir sevinç parçasıydı bu… Bana özgü değil ve sokağa bırakılmış bir çocuk gibi duruyor!

*

Seviyorum mu desem, sevgiler mi desem, yoksa iyi günler mi? Bunlardan hangisi sıkmaz seni? Yoksa susmamı, hiç yazmamamı mı söyleyeceksin bana?

Yalnızca bekliyorum.

*

Üzgünüm, hepsi bu kadar.

*

Yalnız kafamda yaşatmak yetmiyor ki seni.

*

Kendimi düşünüyorum; seni kıracak bir davranışım da olmadı ki…

*

Ölüm diyorum, bunu bile düşündüm Alevci.

*

Seni eleştirmeye kalkacak kadar budala değilim.

*

Bugün denize atılmış ceset gibiyim, sallanıp duruyorum öyle. Ne yazsam sevdiremeyeceğim sana.

*

Şuna inanıyorum ki, sen benden güçlüsün.

*

Sana nasıl bağlandığımı, nasıl güvendiğimi biliyordun.

*

Seni bir bulma, bir yitirme durumu da olmasa, kağıt gibi, dümdüz, algıları tetikte, iyinin iyisi bir adam olacağım. Belki şiir bile yazacağım.

*

Dayanılmaz durumlar, 500 km yol katetmekle çözülür sandım. Bir parça huzur! Bütün isteğim buydu sanki. Sonra bir de şiirsizlik. Bundan böyle yazamayacağım gibi geliyordu bana. Ankara’nın kısa hikâyesi bu.

*

İki sevdiğim var işte: Sen ve şiir.

*

Sana kısacık bir mektupla Türkiye’nin panoramasını çizmeme imkan yok. Kısaca hüzünlerimiz, sıkıntılarımız, bunaltılarımız bile kendimizin değil.

*

Şiir bir dengeydi benim için, katlanmayı başarmak, ama yenilgilere karşı çıkmaktı bir bakıma. Oysa yeniliyorum artık, içimden içimden yıkılıyorum. Elimdeki tek silah işlemez oldu.

*

Şiirlere kurnazlık, okşayışlara ustalık karıştı biraz.

*

Dün mezarlık bile güzeldi bir bakıma. Selviler, otlar, iri sinekler…

*

Öyle ya, ne yazmalı bu suyu çekilmiş değirmen sana?

*

Ama evde yatıp kalırsam sıkılıyorum. En iyisi dükkân.

*

Can erikleri büyümeye başladı. Yakında kiraz. Sonra sen.

Senden sonra her şey.

*

Biliyor musun, bazı günler öyle dikkatli giyiniyorum ki… Sanki Beyoğlu’nda sana rastlıyacakmışım, Park otele gidip kanyakla kahve içecekmişiz gibi.

*

Bir usanç da eklendi yaşamama; tartışmaya bile üşeniyorum. Tellere takık uçurtmalar gibi.. rüzgârsız, kıpırtısız..

*

Beni sevebilecek misin? Görünen “ben”i.

*

Ben yalnız kendimi anlamıyorum galiba -Anlasam şiir yazar mıydım?-

*

Nasıl da mektuplaşmaz olduk.

*

“Bak unutmadan söyliyeyim, ben her akşam içiyorum gene

Ve sarılmış hayal kırıklığına bile

Bir hayal gibi…”

*

Rakıyı susuz içiyorum. Bir elim Boğaz’da bir elim Pera’da. Yarı düşlerim cam eriği kokusunda. Erguvanı, salkımı bol bir İstanbul. Kendimi mutlu olmaya itiyorum.

*

Nerdesin? Yazacaktın, izini kaybettirmeyecektin hani?

*

Bir hastalıktan kalkmış gibiyim.

*

Mektubun altına neler yazardım, unuttum. Unutturdun da diyebilirim.

*

İçiyorum. Sabahlıyorum. Ve kendimi sevmiyorum hiç.

*

“İşte bu benim yüreğimdir – atmıyor

İşte kar düşüyor gözlerime.”

*

Ne zaman bir yerde ikimizleşeceğiz?

*

Yan yana durmak için sözler icat ettik miydi, yoksa her şey bir çiçeğin toprağı dürtüşü gibi, yeşilde, sonra kırmızıda, sonra allahsılıkta kıvamlanışı gibi olduydu?

*

Sonra aramızda bir rekabet de yok; sen çömlekçisin, ben şair…

*

Artık yüz yaşımı geçmeden ölmemeye karar verdim. Demek oluyor ki, altmış üç yıl daha sevebilirim seni. O kadar korkma Alevci, altmış üç yıl da nedir ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçer.

*

Son gece “n’olur gitme Alev” demiştim. Sense “bana ‘git’ de Edip” demiştin.

*

Beklemek, beklemeyi doyuran besini bulamayınca sıkıntıya dönüşüyor.

*

Ben… seni… seviyorum. Ne kadar kötü kullanmışlar bu cümleyi, ne kadar eskitmişler.

*

Hangi hız, insanın insana akma hızını aşabilir? Hiçbiri!..

*

Beklemek kısalttı mektuplarımı.

*

İlk cümleye nasıl başlasam diye düşünmeye başladım artık. Giderek yazamayacağımdan korkuyorum.

*

Hayatımı, başkasının hayatında fazladan bulundurmayı başaramadım hiç.

.

Bir önceki mektubunda şunları yazıyorsun Alevci: “Bir gün belki de çok üzüleceksin.” “Belki de fena oldu beni tanıdığın Edipçi.”

*

Canım İsa!

*

Kalbim, gözlerim üşümüş gibi. Duygularım da..

*

Bana iyi davran, Gongyla (Sappho)

*

Sana yazmayalı yıllar, yüzyıllar geçmiş gibi aradan. Bazı çiçeklerin nesli tükenmiş, bazı yaprak türleri tarihe karışmış gibi sanki.

*

Gücendirmekten sakındığım sayılı dostlarımdan birisin sen.

*

Mektup da iş mektubu gibi oldu. Bağışla beni.

*

Belki de bir melankoliye gidiş bu. Kendimi izliyorum durmadan. Nerede, nasıl, ne yapacağımı izliyorum hep.

*

Yazacak mısın, yazmayacak mısın, sen ondan haber ver. Elin gitmiyorsa, yüreğini sıkıntılar basıyorsa, diyeceğim yok. 

*

Senin uzun ve yeşil kaşkolun boynumda (hani beni şaire benzeten).

*

Nedense unutulmuş. Burası böyledir, kalpten kalbe giden yolların inşaatı bitmedi henüz.

*

Masalarda ne mi konuşuyoruz? Hiiiiiç! Gülüyoruz sadece.

*

“Başıboş bir sandalım ki artık bir kıyıya varsam

Çocuğumsun ki deniz ölümsüz bir ölü olsam.”

*

Sana ilk defa bir meyhaneden yazıyorum.

*

Her dizesinde ev kelimesi bulunan şiirler kuruyorum yorganın altında.

*

Kim demiş şiir yazmıyorum diye?

*

“Hangi kuşu çeksem ölüyor avucumda.”

*

“Kar yağacak

Sevdim mi sevildim mi bir vaktin orasına.”

*

“Dalgınız şimdi”

*

Aynı şiiri sevmenin sağladığı yakınlık başka oluyor.

*

Yazamadım, yazamayınca bir kere, bir kere daha yazamadım.

*

Birbirimize yardım edecek vakit de bulamıyoruz sanki.

*

Benim yarı umutlu, doğuştan (belki) hüzünlü yaratılışımın karşısında katıksız bir hayatsın sen.

*

Son günlerde eski su kemerlerine benziyorum; susuz, yüksek be yalnız.

*

Sana mutluluklar dilerim.

*

Tankerler geçiyor durmadan, filizî, sarı, beyaz tankerler. Hepsinin de ayrı ayrı kişilikleri var sanki. O güzelim kıyıları kendilerine âşık etmek istercesine salınarak geçiyorlar. Ama kıyılar inatçı, gözleri tutmuyor gene de bu süslü demir yığınlarını. Çocuklar gibi taşlarla, ufak sandallarla oynamayı daha bir seviyorlar.

*

Unutmadan söyliyeyim, mektuplarını biraz daha okunaklı yazmayı denesen sevindireceksin beni.

*

Sen güçlüsündür, yaşamanın büyük akıntısında tutunmasını bilirsin.

*

Yağmurluk gitmiş dikkatli bir ilkbahardın. Her şeyimi aldın götürdün, bana hiçbir şey kalmadı. 

EDİP

*

Kızma, yaşamak da önemli değil. Herkesi, herkesi, herkesi o kadar iyi anladım ki.. Keşke yarım kalsaydı bir şeyler biraz.

*

Son mektubum cebimde kaldı bir süre. Kim bekliyordu ki kalmasın? Kim?

*

Bilmem belki sen de sevinirsin diye yazıyorum bunu.

*

Düşünüyorum da ne kadar az gördüm seni. Sonra da müşterileri dağılmış bir kır kahvesi gibi kaldım. Kimseyi görmüyorum hemen hemen. Şiir de beni bıraktı gitti.

*

Gene de İstanbul en iyisi. Gövdem de, yüzümün çizgileri de İstanbul’a benziyor zaten.

*

Önüme can eriği ile kiraz koydular. Yarım şişe rakı daha. Bu yaşta.. Sevda.. Biraz da can eriğine benziyor.

*

Bitti. Bu da bitti. Adına aşk dediğimiz bu tuhaf şey. Şiirlerime döndüm, daha doğrusu daha bir hızlandım.

*

Sen “hiç anlamadın ki..” diyorsun. Yahu ben neyi anladım, neyi bildim öyleyse? Körün değneğini bellediği gibi yalnız şiir yazmayı mı? Aşklara paydos mu diyelim yoksa? Demeli mi?

*

Parmak ucuyla dokunduktan sonra dikkatle bakılan masa tozu gibi bir şeyim.

Edip Cansever
Alev Ebuzziya’ya Mektuplar

Kayboldu Kudüs

Kayboldu Kudüs
Nisan gözlü bir kızın bakışlarında
Nereye koşmalı şimdi, hangi savaşa
Hangi radyo stüdyosuna, ağlama duvarına
Dağları aştı bulut yüklü ordular
Ulaştı Mescid-i Aksa’ya sonbahar.
Yüreğin elinde şimdi, emniyette yüreğin
Kurumuş gözbebeklerin, kayboldu Kudüs
Sustu elektrogitar
Otur ve ağla şimdi
Kabolan Kudüs’e
O sahil sesine, o sevgiliye
Rüzgârda yiten şarkılara
Yaz adını, Abdülkadir Hüseyni’nin
Merhamet dilen ve yalvar şimdi
Kötü kaderlerin iyi cellatlarına
Sustu elektrogitar davul patladı

Ferman üflendi tarihin yalanlarına
Hüküm karanlık bir slogan gibi
Kazındı ağlama duvarına
Mescid-i Aksa boynu bükük
Sonsuza uzayan şarkılara eklendi
Rüzgârda yiten şarkılara
Düştü Kudüs, kayboldu Kudüs
Kapadı gözlerini ölüm uykusuna
Nereye koşmalı şimdi hangi diskoya
Hangi aşka, hangi duvara, hangi gözyaşına
Kayboldu Kudüs
Nisan gözlü bir kızın yağmurlarında.

Bir çiçek adı mı Küdüs?
Göçmen bir kuş mu?
Hayata seyirten deli bir kurşun mu yoksa?
Bunlar önemsiz sorular ve bakir
Çünkü sevmek için önce ölmeyi denemek gerekir
Daha acısı, hulahup yapan kızlar Kudüs’ün adresini bilmemektedir
Bir manolyadır belki, bir kırlangıçtır Kudüs
Ayrılıklara ölümlere bir başlangıçtır Kudüs.

Her çocuk bir insanlık trajedisine doğar orada
Kusarak emdiği doğum kontrol haplarını
Doğar sinema salonlarına, yangınlara, bombalara
Oysa ne telgrafı var hüznün ne telefon numarası
Ve bilmezler hulahup yapan kızlar
Hangi yolu yürürsenizdir Kudüs, o ateş dansı.

Kudüs duvarların kesiştiği yerdedir
Aşkların, acıların ve gözyaşlarının
Kesiştiği yerdedir
Yüreğin sızladığı yerdedir.
Göğün merdivenidir/yerdedir.

Hoyrattır Kudüs!
Savrulur okyanusuna
Kanın, tuzaklarla dolu dünyada

Karasevdanın adıdır Kudüs

Kemal Sayar

Bir Acûzenin Yakarışı

sen hiç üşüdün mü
kucağında gözleri yemyeşil
benzi boz bulanık bir hüzün
üşümek nedir bildin mi
ayaküstü zamanı uzatmak
akşamdan dallarda
sabahtan kaskatı yerde sığırcıklar gibi
içine büzüşmek sessizce

bildin mi
sarsıcı bir söz sonrası
nedir kat kat örtülere bürünmek.
serin suları yürümek ürpererek
en çok ölmeyi bilmek
ne ki gelişimiz kadar beklenen
gidişimiz
canciğer ikiz kardeşimiz

tanrım
biz neyiz ki bir acûzeden başka
yol göster bize, aşka
hoş kıl yüzümüzü
evimizde kalalım
yâ rahîm
yâ kerîm

Mehmet Solak

Vuslat Dizeleri

I

Kalemimin soluk mürekkebiyle başlıyorum
yüreğimin ılık esintisiyle

Gecelere eğilip ağlasam
kim duyar titreyen nefesimi
acıyı içimde eritsem
mumlar kıskanır mı beni?

Ellerini arıyorum böyle her yerde
bizi yokluğumuzdan arıtan o saf ellerini
acı, bir kanlı hançer yüreğimde
büyüyor gürbüz bir çocuk gibi
kaldığım yerden başlıyorum anlatmaya
kalbimin en ücra yerindekini.

Bütün duvarları yok sayarak yürüdüm
aldırmadan gecenin karanlığına
kalbim titriyor sevgilim sana geliyorum
ben yalnız senin oluyorum yalnız senin
sana adıyorum acılarımı
ağlıyorum gözyaşım senin oluyor ben senin oluyorum
gecenin sessizliğinde kalkıp
adını kalbime yazıyorum.

Bütün duvarları yok sayarak yürüdüm
sana geliyorum putları kırarak ellerimle
saklamıyorum varsın aksın gözyaşlarım
görüyorsun sana geldim ağlasam da gülüyorum.

Bir yağmur sıcacık bahar yağmuru
durmuş çiçeğe dallar dağlar kıyama
bizim için kabartıyor denizler sularını
bütün aşklar kayboluyor ben sana dönüyorum
aşk değil bu aşk değil uzanmış elimdir
aşk değil biliyorum senden başka ne varsa
saklamıyorum gözyaşımı varsın aksın kucağıma
bütün putları kalbimden ellerimle atıyorum.

II

Çiçeklerin elleri beyaz
geceler bile değmemiş ellerine.

Şafak sökümünde uyku bitiminde
kuşların sabahı beklediği yerde
ben bekleyemem eli kolu bağlı
çizgiler yoktur gözlerimde.

ağlamalar-dökülen yapraklar içimde
kar gibi çiçekler düşüyor ellerime.

Kimse yok artık aramızda
senden başka kimse bağlamıyor beni
bir çocuk gibi koşabilirim sana
tortu bırakmaz gözyaşım yeryüzünde
çekelir köşelerine bütün zalimler
arzederim önünde her şeyimi
artık kollarını aç bana yoksa
oturup ağlarım bir çocuk gibi.

ağlamalar-dökülen yapraklar içimde
kar gibi çiçekler düşüyor ellerime

Yürümeliyim varmalıyım
tutmalıyım çiçeklerin beyaz ellerinden
bu çiçekler bile öğrenmeli acıyı benden.

ağlamalar-dökülen yapraklar içimde
kar gibi çiçekler düşüyor ellerime.

III

Dışarda yağmur
içerde sevda
yağmur toprağa düşer
kavuşmak bana.

Ay ışığından uzak bahçelerde
sen misin esen yoksa rüzgâr mı
ölüm mü gezinen köşelerde
sen misin okşayan saçlarımı?

Ha kalbim ha enginlerde bir gemi
yürüyorum şimdi dost kollar bekler beni
bekler güzel acılar yollarda şimdi
açmaya hazır yabanıl bir gül gibi.

Eğiliyorum toprak kokusuna yağmur kokusuna
bir güneşin doğuşunu duyuyorum içimde
yürüyorum bir umut türküsüyle
şimdi dost kollar bekler beni.

Ay ışığında uzak bahçelerde
duyurmadan gel ayak seslerini
gel n’olur kalbim kalmasın yerde
sarsın sıcaklığın iliklerimi.

Hicabi Kırlangıç

Firar

Ben ne yaptım Allah’ım!
Simsiyah bir çığlığa sardım o varlık kokusunu
Bir çarpılışla döküverdim orta yere

Durduk söz yığınından bir perde çekip aramıza
Yanan yerlerime gölge düşürmek istedim
Dayanamadım kalbimi saran alev yalımlarına

Ben ne yaptım Allah’ım!
Bir yudumu tada tada yutmak varken
Dipsiz fıçıya daldım

Fizik ve ötesine fit olmuşken cümle yüzey yüzücü
Elma kokusuna rüzgar esintisine su sesine kanıp
Züleyha sarhoşluğuyla bileklerimi kestim

Herşeyken hiçbir şey, hiçbir şeyken her şey oldum
Renk rengin esiri, cenk cengin yanak yanağa ikiziydi
Yandım, kül oldum, alevlerle sulh oldum

Çam filizlerinden geçtim, bulutlar arasından
Demir filizlerinde uyudum, haddehanelerde büyüdüm
Kaya gibiydim, dalgalarla eridim sahillerde
Parklarda gezindim ceket altında demlendim

Kalyon batırdım, çam devirdim, muz kabuğu attım sokağa
Şehirlere, köylere, evlere girdim, yüz sürdüm eşiklere
Kavgalardan çıktım, savaşlar bitirdim, bankalar batırdım
Paralar yaktım, antenler kırdım, eşkiyayı dağa kaldırdım
Ben ne yaptım, ben ne yaptım

Yoruldum sana geldim
Sen olmasan ne yapardım Allah’ım!

Göçmendim, kapına pösteki serdim
Allah’ım
Sen olmasan nereye giderdim

Söz çölünde kaldım budur günahım
Senden sana kaçıyorum Allah’ım

Mürsel Sönmez

Karınca

Ruhumdaki sabır, kalbimdeki aşkla kurdum
kor dantellerden bu yolu, ormanın altına
yeter ki oku onu.

Senin gördüğün ağzımın kenarında duran dua,
ben ayaklarımın altındaki toprağa, döktüğüm
gözyaşına inandım. Öyle uzun ki dünya;
katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.
Mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.

Ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin,
büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü;
kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın.

Kim anlayacak bu kor işaretleri?
Kimsenin dilinden okunmasın içimde ufalan.
Ovada ve dağda saklı bir mavi için
düştümdü yola. Benim de yaban bir çığlığım vardı,
çok zaman oldu, teslim ettim onu rüzgara.

Kışa girdik kıştan çıktık
ama değişmiyor insan
karınca duası diyorlar ördüğüm yola..

Birhan Keskin

Acemi

I

Gençken
Sürekli bana bakan
Güzel bir kız sanırdım dünyayı
Meğer gözleri dalmış

Seviyorum ben
Dalından koparılmış
Kaf dağındaki rüyaya benzer bu dalgınlığı
Faytonları da üstelik-yolculukları

/Akşamın bu saatinde yolculuk
Değilse
Sevgiliyi ya da ölümü bekleme telaşı
Dalında utancından kızaran elma gibidir
Aydınlık neşeli şen bir ayrılışın hatırası

Bir gün döneceğiz-
Sureta suretsiz
Bak burası Yeryüzüdür
Gece gibi ıssız bir suskunluğun imtiyazı/

Dilimde dilim dilim
Mayhoş bir meyve tadı.

Acemice-
Değiştiriyorum bu dalgınlığı
Meğer gerçekten dalmış

II /Arada/

  • Ben ne zaman geldiydim
  • Hatıran buradaydı

Hep buradaydım ben
Gölgem boy boylamak soy soylamak isterken
Bakışlarımdaki siyah ışık gecesi
Ölçmez asla mesafeleri

-Ne zaman geldiydim sahi
-Hiç gitmedindi

Buradaydım ben
Keşke
Gitme dinseydi

Direksiyonları dizginler gibi çekerken sürücüler
Keserken küçük kızlar makasla kirpiklerini
Su damacanalarda alabildiğine konuşkan
Bir aldanışla sahte mavi
Çiçeklerini de almış gitmiş bir kış
Kışlarını da almış gelmiş bir kız
Dalgınlığı sanki

İçimde ne kadar acemi
Korkudan ürkmüş kabarmış hamur gibi
Dağların heybeti-

Artık beyazlamadan dökülecek saçlarım
Ufukta kaynıyor
Dünyanın bütün karlı dağlarının iptali

III /Kanat Açarken/
-Acemi nerdesin sen
-…Arada…
Aralıksız ve süresiz
Bir ilk yağmur gibi

İşte söyledim
Söyledim sözde öldüm
İlk sözdeyim ben ilk sözde
Toprak ve buğur incelten nefeste

-Ne zaman uyudum ben
-Hiç uyumadın ki
Ölüm gibi katıksız bir öpüşle

Hep arada mıydın sen…
Bak yeni dünyada yetti
Çalı dibinde kara pirinç
Asla pirimiz değildi oysa
Ekini ateşe verenlerin
Kalleş ve ölçüsüz ölçü birimi inç

Haydi acemi aç kanatlarını
Ve uç alabildiğince ince sözlerinle

Gökyüzü tamamdır kanatlarından eksilenle
Asla söyleme

IV/Göç Hazırlığı/

-Al işte cesedini canımı ver

Acemiydim, topladım denklerimi
Toparladım sonra o büyük anlaşılmaz denklemi
Aşk ölüme karşılık gelendi; toparladım büyük bir ciddiyetle cesedimi

Camdan sırlanmış aynayı tutan
Usul bir güz esintisi gibi kayıtsız kalbim
Durmadan atıyordu sanki varmış gibi
Al işte al, cesedini canımı ver

Bir türlü bitmiyor temizliği
Kalem yazmaya başladıktan beri

V/Kurban/

Hemen alırım güzelim
Sen bir gülüversen
Sektirmem hiç
Kalbim hazır müşteri

Kağıtta değil-sarı kızıl ve siyah
Kalemin içindedir kader
Büyük kurbandır ismim; yeter
Ve yakışır güzelliğime: gülü ver

/Korkma unutmam; gülün
Kırmızısında gizlenen acıyı/

Bir bilsen…
Gölgesinden bile tedirgin bir yalnızım ben
Ruhum ki uykusu derin bedenimden
Şikayet edemeyecek kadar elemli

İsmime bağışla beni
Beni ismime bağışla
Aradaki muazzam farka
Bağışla beni beni bağışla

VI-Keşif ve veda

Güzelimsen keşke bilmesen
Kaç kez dibe vurdum ben
En az iki, üçüncüden kılpayı
Kurtuldum bile diyemem

/Unutmadım
İçimdeki siyah aynada patlayan
Gülümseyişindeki ışıltıyı/

Şöyle bir kurulup dünyanın kıyısına
Dışıma çekmeliyim siyahları, hani
Bir de mapushane çayı olsa yanında
Söyleyeceğim son sözlerimi usulca

Hem bak artık kazmayacağım
Yoruldum güzelim kendime mezar
Sizlere ince dizeler yok yazmayacağım
Kör cahilim ben; bulduğum inciye etmeyin nazar

İşte bakın! “Rabbim ben seni bilemem
Öylesine acemiyim, sensin kendini bende bilen”

Son dizelerini okudunuz şiirin
Ben Hüseyin Atlansoy nisan altmışiki
Haydi… Allahaısmarladık
Kalbinize bir kez olsun bakın sizin mi?

Hüseyin Atlansoy

İkinci Şart

1.

Tanrı antiaging’e karşıdır ben de karşıyım

şiiri söz vermek diye tanımlamışım

“önce söz ver bu sözü tutmayacağına
can vermeden önceki son kucaklaşma
insan nasıl alıkoyacak bundan kendini
bir düşün bunu”

2.
banka memurelerinin yemek arasında fırsat bulupağladıkları günler
provizyon yaparlardı ücretsiz
iyi espri karşılığı sıcak yemek, akmayan çatı
türk ticaret bankasında bulunmak iyidir
paran vardır ve türksündür
ikisi de o sıralar işe yarar şeylerdir

3.
o kadar gençsin ki, ölmen üzecek meleklerisıkıcı bir tarih projesi olarak devam edecek her şey
o kadar şairsin ki, ölürsen trenler çalışmayacak
ertesi sabahın güneşi isteksizce parlayacak şehrin
üstünde, sevgilin
bekaret yemini edecek, baban mendilini sıkacak arka
bahçede
o kadar sensin ki,
sessizce düşünürken
“gemide isyan!”diye bağıracak birisi; kesin bağırır
sadece baban yapar kesin yapar dediğin şeyi
ama ölmemişsin ve yerine ölen için emaneten
efendi bir adam karakteri edineceksin

4.sevgilin sana güvenip sarışın olmuş
bir erkek bir kız, bir ev bir araba

5.”ben meleğe inanırım” şarkısının tam sırasıdır
“inanmazsınız!”
omuzdan kavrar bir el, sakince razı olduğunuz sonu
değiştirir
kurgu sanatı böyle bir şey midir?
henry ford fabrikalarında herkese bir araba iki kaza üretilir.


Osman Konuk

Yağmur

Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü âvâredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükûtu yâr, sevinci dualar kadar derin

Çâresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezîr yaşadım ki, yaşanmamış, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hira’dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücellâ çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılan nâdân düştü

Dolaşan ben olsaydım Sâve1 nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedî aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü

Bâdiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebvâ’da esen rüzgâr
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahîra’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlamış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madenî arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî
Hazîndir ki, dertleri aşmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyrâ’yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekânın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahimin, efgânımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasına heyhat, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz’ân düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahîra’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


Nurullah Genç

Âdem’in Yalnızlığı

Yedi Gece

Birinci Gece

I.

Ve ilk ayet indi.
Ve gece Allah’ın katındadır artık.
Ve taşlar
Ejderhanın ağzından dökülerek Kurdular şehri.
Karanlık insanın karanlığından öteydi.
Lavların ve duanın bilgisi
Açtı sokakları Ve binyılların acısı ve isteği Yaşanır oldu.
Çocukların uzayından söz ettim ona
Çocuklukta Allah’a ait olan yüzlerin
Nasıl karıştığından.
Hepimiz bir yüz oluştururuz kardeşlerimiz
Ve arkadaşlarımızla
Buna Allah ve melekler dahildir.
Çocukluğun uzayı
Sokaklarını şehrin
Sadece tanıdık kılmaz
Aşka yaklaştırır.
Benim 1001 gecem
Onun yüzü ve sonsuzluk arasında
Gidip gelirken
Kelimelerin olmadı sadece.
Daha bin’e çok var dedi o
Bu yüzden giderken
Sonsuzluğun benden aldığı
Bakışı tekrarladı.
Dünyadaydık Bir avlunun
Güllerin kıyısında.
Bahçede bir kaplan gördüm
Bütün gece uyutmadı beni o kaplan
Dedi biri.
Ağaçların gövdelerinden tırmanan bir ruh
Burçları geçerek gösterdi bana
Çizgileri karışmış yine.

II.

Ve ilk ayet indi.
O gece olacak ve Tanrı’ya armağan Edilecek olan yarım bırakıldı.
Çünkü kadınlar dua etmediler bizim için
Çünkü ruh çırılçıplaktı.
İnsandan kuvvetlisi yok dedi yıkılmış Bir adam.
Geçmişe açılmış bir gökyüzünün Üzerinden bakarak.
Ne zalimler, ne mazlumlar. Kadir gecesinde.
Ve ilk ayet indi Ve şehir uyandı
Ve şehir daha çok Daha çok açıldı
Ve göğsünün içinde çarpan kalp
Çocukluğumuzun uzayında benden alınan belki.
O kalp

III.

İlk ayet inerken
Aramızda durmakla
Senden çıkıp bana duyurmakla varlığını
Bölünmüş uzamı tamamladı.
ilk ayet inerken Emri duydum Ve sesleri
Aynı gökyüzünü paylaşmakla sınırlanmayan isteği.
Onların nasıl öleceklerine iyi bakın Dedi biri.
Kendi ölümünü çoktan kabullenmiş Uzayan dilleri
Ve geçmişin günahlarıyla Şehrin siyahlığına eklenen.
Ve sen
Kaya diplerinden akan suların Sırrını açtın bana.
Tıpkı o kalbi o göğüsten çıkarıp Bana verdiğin gibi.

İkinci Gece

I.

Duasını yürürken eden bir kadın
Her yolu Tanrı’ya kavuşturuyor.
Ve bir adam
İnsandan kavimi yok varlıkların diyor
Çökmüş omuzları Ve bitmiş hayatıyla.
Çın diyor bir demir Başka seslere karışıyor.
Çok önce erkeklerin dünyasını ayıran duvarlar
Acıda birleşince
Gökyüzü açılmış önlerinde.
O gökyüzü ki özlenenden fazla
Ama özlenen olmamış gerçekten.
Sana bakarken çocukluğun uzamını hatırladım.
Çocukluğun kendine ait uzayında Yüzümüz Tanrı’ya aittir.
Bu yüzden arkadaşlarımız Birlikte büyüdüğümüz kardeşler
Benzeriz birbirimize Ve o biri hep taşınır bizde.
Öyle oldu
Senin yüzün biriken her şeyi açıkladı.
Ataların izlerini
Çocukluk oyunlarının doğmuş
Doğmamış tüm acılarını iştahını Toparladı.
Şehri kuran taşların siyahlığını anlattın sen
Ateşini şehrin bir ejderhanın yaktığını.
Bir soluk
Ejderha
Siyah taşlar
Hepsi senden başladı.
Ve yeraltında sular
Müslümanlığın kırk günü
Ve gecesi kadir olan insanların
Hepsi hepsi avuçlarını açtı
Ve Allah’a yürüdü.
Sonra süpürdüler avluyu
Kürtçe konuştular Duaları Kürtçe sürdü.
Bir kadın mahcubiyetle
Kollarımın cehenneminden söz etti ‘bendeki siyah örtüyü al’ dedi
Al bendeki siyah örtüyü Yanma sen…


Bejan Matur