‘inna lillahi ve inna ileyhi raciun’

”Mustafa amca mahallenin şekerci dedesidir ve aynı zamanda şeker gibidir… Yusyuvarlak yüzü, küçücük gözleri, tombul yanaklarıyla, hep tebessüm eden haliyle Hulusi Kentmenden bile daha şirindir. Elinde şeker dolu poşeti ve yanında yöresinde çoluk çocuk hiç eksik olmaz… Ezan sesini her işittiğimde, camdan bakarım arkasından, sıyırdığı gömleğinin kollarını alelacele iliklerken, kendine has tombul yürüyüşüyle zihnime kazıdığım fotoğrafı, her vakit güncellerim… Ah mustafa dedeciğim, kim der sana, yirmi yıldır yatağa bağlı hanımına bebekler gibi bakıyorsun, diye… Hiç bir gün mü yorgun görünmez insan, hiç mi yüzünde keder olmaz… O tonton ellerini öpsem alnıma koysam, sabrından, tevekkülünden ve vefandan bir parça bulaşır mı bana da… Allah sana sağlık ve kuvvet versin…”

2008-Ayvansaray

‘inna lillahi ve inna ileyhi raciun…

Sela sesine kulak kesiliyorum, odadaki hastaya sus işareti yaparak… Camı açıp iyice dinliyorum selanın son kısmını. Yok, kim olduğunu anlayamadım, makamlı nağmeli selanın arkasına sıralanan cümleden ismi ayıramadı kulağım. Sanki selası okunan her ismi tanıyacakmışım gibi, her seferinde susup dinler,/ bir de ayağa kalkın derdi büyüklerim/, ayaklanırım. ‘Öğle namazını müteakip…’ Sona doğru boğulan ses… Sabahleyin her zamankinden daha sessiz karşıladı beni bu eski mahalle… Sela sonrası daha bir sessizleşiyor sanki…İçimden tekrar ediyorum, ölümü gözümde güzelleştiren ve anlamama yardımcı olan o ahenkli cümleyi… İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…

İki kadın giriyor içeri, orta yaşın üstünde, belli ki bizim mahalleden değiller… Elindeki sıra numarasını ve yazdıracağı birkaç ilacın kutusunu masanın üzerine bırakırken biri hemen doğruluyor kendini, ’ Aslında burada oturmuyoruz, cenazemiz var, annemizi kaybettik de…’ Sabahki selada ismi okunan merhumenin kızları. ‘Hemen karşıda oturu…’ diyecekken ’ Mustafa amca’ diyorum ’ Mustafa amcanın kızlarısınız…’

Dışarıdan bakanlar için beklenen ölümler vardır bir de beklenmeyenler… ‘Sıralı ölüm’ diler büyükler küçüklerden sırayı alıp… Sıralı ya da sırasız, her kayıbın acısı geride kalan için aynı değil midir? Mustafa amcada kalıyor aklım bütün gün boyunca…

‘Yarın uğrayacağım Mustafa dedemin yanına…’

Yüzü daha da nurlanmış sanki… Elini öpüyorum, dilim damağım kuruyo… Ne söylesem teselli etmeyecek biliyorum. ‘Nasılsın’ diyebiliyorum sadece…

‘Kızım… O benim bebeğimdi, nasıl alışacağım yokluğuna…’

Yirmi yıl, o güzel tebessümü hiç eksilmeden, yüzünde isyankar bir tek çizgi belirmeden, elleriyle besler, Mustafa dede bebeğini… Üstelik ‘Kıymet bilmez ve huysuz demans’ bir gün bile üff dedirtmez ona… Tek başına sabırdır, vefadır Mustafa dede… Hatta tek başına seksen yıllık bir aşk şiiridir…

Pencerelerimiz karşılıklı, hep gözüm üzerlerindeydi. O sıkılmasın, yattığı yerden geleni geçeni seyretsin diye pembe perdeleri sonuna kadar açtığından, kafamı arada uzatıp davetsiz misafirleri olurdum. Mustafa dede hep bebeğinin başucundaydı, çoğunlukla elinde bir mushafla… Sabrı hatırlattığından, uzaktan defalarca dua edip, o huzurlu resmi karşıma astığı için Allaha şükrederdim…

Şimdilerde o pembe perdeler sıkı sıkı kapalı… Buna alışmak benim için de zor olacak Mustafa dede…’

2009-Ayvansaray

Zehra Betül

Bir yanıt yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.