Her oyunun bir eşref saati vardır akrep ve yelkovanın kaskatı kesildiği, aklın gizli düğmesine dokunup, film bitmeden salonun ışıklarını yakan.
Teşrifatçıların kaçışan kirpilere göz kovuklarınızı gösterdiği, rüyaya devam etmeyesiniz diye gözbebeklerinizi incittiği, perdenin hayallerinizin hamaklığından vazgeçip beyaz bir gulyabaniye dönüştüğü an Oyunda olduğunuzu fark ettiğiniz ürpertici bir kesittir bu. Filmin içinde sıcak şekerler gibi eriyip akarken yanan ışıklarla beraber sinemada olduğunuzu fark edip koltuğunuzda buz kestiğiniz o an, bir cümle ruhunuzda yanıp sönerek işaret vermeye başlar: Artık bu oyunun tadı kaçtı! Bu öyle bir sinyaldir ki hakikatin sınırlarına girene kadar peşinizi bırakmaz. Bahçede oynayan çocuklar nasıl güneşin gitmesiyle beraber evlerinin cılız ışıklarına kelebekler gibi üşüşür ve yorgunluklarını tam o anda hissederlerse, siz de hakikatin evi dışında bir hayat alanınızın bulunmadığını anlar ve derin bir yorgunluğun sürüklediği derin bir sükûnetin eşiğinde bulursunuz kendinizi.
Dede Efendi, yüzlerce besteyle ruhlara bal şerbeti döktükten sonra bir gün öğrencisi Dellalzâde İsmail Efendiye Artık bu oyunun tadı kaçtı! dediğinde devir Sultan Abdülmecid devriydi. Yenikapı Mevlevîhânesinde 1001 günlük çilesini doldururken bestelediği Zülfündendir benim baht-ı siyahım şarkısıyla dostluğuna mazhar olduğu III. Selim tahttan indirilip şehit edilmiş, IV. Mustafanın tahta geçmesinin akabinde Kabakçı Mustafa ve Alemdar Mustafa Paşa vakaları yaşanmış, II. Mahmudun tahta geçişiyle durulmayan siyasi olaylar Dede Efendinin ruh ikliminde soğuk rüzgarlar estirmişti. Fakat bütün bunlardan öte bir durum vardı ki, Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü diye nazire yapsa da gönlünü razı edemiyordu bu yeni duruma. III. Selim zamanında sarayın pencerelerini tıkırdatan yabancı notalar, II. Mahmud zamanında tavanlarda çınlamaya başlamış, Sultan Abdülmecid döneminde ise yerli notalara nefes aldırmaz olmuş, yani oyunun tadı kaçmıştı.
Hammamîzade İsmail Dede Efendi yandım dedikçe yeni yangınlar yağdı üstüne. Önce şeyhi ve hocası Ali Nutkî Dedeyi verdi toprağa, sonra üç yaşındaki oğlu Salihi. Can havliyle tutundu notalara yine, ateşi ateşle söndürmeye çalıştı. Bir gonce femin yâresi vardır ciğerimde/ Ateş dökülürse yeridir âh serimde/ Her lahza hayali duruyor dîdelerimde/ Takdire nedir çare bu varmış kaderimde diyen Dede Efendinin kaderinde bundan daha fazlası vardı. Üç sene sonra eşi Rukiye Hanım gitti Salihinin yanına. İki sene sonra da altı yaşındaki oğlu Mustafa annesinin. Ne yapsın dede Yine zevrak-ı derûnüm kırılıp kenâre düştü demekten başka. Kırkikindi yağmurları gibi yağdırmasın mı Mevlevî âyinlerini art arda. Şakir Ağanın Ferahnâk oyununu bozmasın mı! Şakir sen onunla güreşemezsin! dedirtmesin mi Sultana. Müezzinbaşı Zeynelâbidin Efendinin Ferahfeza tuzağını birkaç dakikada yaptığı besteyle yerle yeksan etmesin mi!
Ah ferahfezâ! Bir de ferahfezâ âyini var Dedenin. Yere göğe koyamasa da herkes bu görkemli besteyi, sırf Sultanın isteği üzerine yaptı diye, daha altta görüyor diğer âyinlerinden. Diğer âyinlerimi hep şeyhlerimin emir ve tarifleri mucibince bestelemiştim. Ferahfezâyı ise padişahın emriyle bestelediğim için o kadar ruhlu olamadı; onlardaki zevk ve neşeyi Ferahfezâda bulamıyorum diyor. Beş yüz özgün besteyle musikiye yeni bir kimlik kazandırabilmenin arkasında işte bu ruh var. Bu ruh var Ey Sâlik diyem bir söz ki haktır, Habîbullah cihana can değil mi, Bir ismi Mustafa bir ismi Ahmed ilâhîlerinin. Araban-kürdînin, hicaz-bûselikin. Neveserin, sabâ-bûselikin ve sultânîyegâhın.
İşte bu ruhla vasıl olmuştur yüzyıllar içinde makamı unutulan Taleal Bedru aleynâya. Son Peygamber karşılanırken bir ağızdan söylenen o coşku notalarına. Rüyasında dinlemiştir mânâ yurdundan, bestesi lutfedilmiştir pîrine musikinin. Uyanır uyanmaz kayda geçirmiştir bu ilâhî sesi. Bir işarettir belli ki bu kutsal topraklara onu çağıran. Kâbe tavaf edilir de Dede hatırlamaz mı Yunusu! Yürük değirmenler gibi dönerler/Gönül kâbesini tavaf ederler/Muhammedin kösü çalınır bunda/ Ol sultanın demi sürülür bunda İşte son bestesi bu Şehnaz ilâhîdir. Muhammedin kösü çalınmış, Tanpınarın tanımıyla müzikteki Asıl âleti insan sesi olan Dede, Mekkede susmuştur. Zira tadı kaçmıştır dünya oyununun.