Öyle güzel bir yorgun adamdı ki babam,
böyle bir gülüşüyle ve susuşuyla
emeği, ekmeği, barışı
öğretiverirdi tastamam.
Be komşum, zaten biz,
kadınımız erimiz,
bu toprakların ve bu suların insanları,
sızımızı, hasretimizi, öfkemizi,
biraz Eflatun, biraz Nesimî gibi,
onurlu, sessiz, efendice söylemez miyiz?
kadınımız erimiz,
bu toprakların ve bu suların insanları,
sızımızı, hasretimizi, öfkemizi,
biraz Eflatun, biraz Nesimî gibi,
onurlu, sessiz, efendice söylemez miyiz?
Adını gömleğimize işleyerek sevdiğimizin,
bir gül yaprağını saklayarak defter içinde,
balkonlara pencerelere dizerek saksılarımızı,
kamyonumuza teknemize ad koyarak arifane,
tüterek tütünümüzle kasketimizin altında,
denizlerle bulutlarla türkülerle kayıp ağarak…
bir gül yaprağını saklayarak defter içinde,
balkonlara pencerelere dizerek saksılarımızı,
kamyonumuza teknemize ad koyarak arifane,
tüterek tütünümüzle kasketimizin altında,
denizlerle bulutlarla türkülerle kayıp ağarak…
Yani, bir kızın bir şiiri
herkesin uyuduğu saatlerde gizlice ezberlemesi
ya da tenha gecede bir üzgün savaşçının
gökyüzüne kurşun sıkması gibi.
herkesin uyuduğu saatlerde gizlice ezberlemesi
ya da tenha gecede bir üzgün savaşçının
gökyüzüne kurşun sıkması gibi.
Çok yıllar önce, günlerden bir gün,
ya onüçümdeydim ya ondördümde,
üstümüzde her kula nasip olmaz bir Ege güneşi
ve şu bizim dost deniz dizlerimizin dibinde,
babamla ben, fındık bardaklarla
çay içtik Pasaport Kıraathanesinde.
Bir çocuğun babasıyla çay içmesi
bir şiire sığmayabilir.
Ya da yeterlidir şu kadarı;
Babamla çay içtik!
O günden beri hep yanarım,
bir şipşakçı geçmedi Kordonboyu’ndan,
bir fotoğraf çektiremedik.
Babamın cıgarası yassı yenice,
dumanı uçar savrulur imbatla bulutlara.
Süzgeçli kovasıyla çıplak ayaklı bir garson,
caddeyi suladım serinlettim diye
ıslık çalıyor kendi kendine.
Yoksa bu ıslık mıdır yasemin limon
kokularını
götürüp dağıtan dört yöne?
Tıkır mıkır faytonlar içinde,
ne diyor da esmer beyler,
cici bayanlar böyle gülerler?
Kuzu kokoreç, karadut şerbeti, yüz gram
Buzlu badem…
(Pis boğazlığımı duyunca küplere binmişti anam)
Kıraathanenin hoparlöründe bir türkü;
‘İnsan hile yapar mı kapı-bir komşusuna?’
Aslan babam da kapılmış türküye usuldan
yüreğiyle ağzı arasında…
Ah! Bir martı gelip konmaz mı babamın
omzuna!
Çat diye çatlasaydı çocuk kalbim
Sevincimden
şaşmazdım vallaha.
ya onüçümdeydim ya ondördümde,
üstümüzde her kula nasip olmaz bir Ege güneşi
ve şu bizim dost deniz dizlerimizin dibinde,
babamla ben, fındık bardaklarla
çay içtik Pasaport Kıraathanesinde.
Bir çocuğun babasıyla çay içmesi
bir şiire sığmayabilir.
Ya da yeterlidir şu kadarı;
Babamla çay içtik!
O günden beri hep yanarım,
bir şipşakçı geçmedi Kordonboyu’ndan,
bir fotoğraf çektiremedik.
Babamın cıgarası yassı yenice,
dumanı uçar savrulur imbatla bulutlara.
Süzgeçli kovasıyla çıplak ayaklı bir garson,
caddeyi suladım serinlettim diye
ıslık çalıyor kendi kendine.
Yoksa bu ıslık mıdır yasemin limon
kokularını
götürüp dağıtan dört yöne?
Tıkır mıkır faytonlar içinde,
ne diyor da esmer beyler,
cici bayanlar böyle gülerler?
Kuzu kokoreç, karadut şerbeti, yüz gram
Buzlu badem…
(Pis boğazlığımı duyunca küplere binmişti anam)
Kıraathanenin hoparlöründe bir türkü;
‘İnsan hile yapar mı kapı-bir komşusuna?’
Aslan babam da kapılmış türküye usuldan
yüreğiyle ağzı arasında…
Ah! Bir martı gelip konmaz mı babamın
omzuna!
Çat diye çatlasaydı çocuk kalbim
Sevincimden
şaşmazdım vallaha.
Derken, uzaktan,
mavi suyun üstünde bir beyaz gemi ,
has bahçede salınan padişah kızı gibi,
ooooh, püfürte püfürte, süzülerek
bizden yana gelmez mi!
Babam, baktı baktı da gözlerini kısıp,
gene yüreğiyle dudağı arasından
şöyle dedi, daha çok kendine ve
biraz da bana:
-Ah, şimdi gelip şuracığa demirlese,
iniverse içinden Alekos…
-Alekos mu baba? Alekos da kim?
Bir yassı yenice daha yaktı babam, üfledi:
-Alekos… Aaaah, Alekos…
Alekos, benim canım ciğerim.
mavi suyun üstünde bir beyaz gemi ,
has bahçede salınan padişah kızı gibi,
ooooh, püfürte püfürte, süzülerek
bizden yana gelmez mi!
Babam, baktı baktı da gözlerini kısıp,
gene yüreğiyle dudağı arasından
şöyle dedi, daha çok kendine ve
biraz da bana:
-Ah, şimdi gelip şuracığa demirlese,
iniverse içinden Alekos…
-Alekos mu baba? Alekos da kim?
Bir yassı yenice daha yaktı babam, üfledi:
-Alekos… Aaaah, Alekos…
Alekos, benim canım ciğerim.